21 Mart 2021

Edebi Ürünlerde “Değerlendirme”

 

Edebi Ürünlerde “Değerlendirme” Konusu

Halit Suiçmez

“…Edebiyatta felsefi olanı bulmak için etik boyuta bakılmalı… bunun da yolu… yapıtın değerinin saptanması, söylediklerine, gösterdiklerine uygun değerlendirilebilmesidir…”

(Atalay Girgin, Edebiyatta Felsefe, Felsefe ve Edebiyat, Çizgi Kitabevi, Eylül 2014, Sayfa 257-264)

 


Giriş

Genel olarak bilimde olsun sanatta olsun, felsefede, hatta sadece entelektüel etkinliklerde değil, hayatın her anında şu üç soru insan yaşamının temel dinamikleridir;

-Ne yapacağız(yapmalı)?

-Niçin yapacağız(yapmalı)?

-Nasıl yapmalı(yapacağız)?

Elbette bu soruların yanına veya devamına yer ve zaman(kapsam)boyutlarını da katarak bir işin-eylemin gerçekleşme planını tamamlarız.

“Ne yapılmalı” sorusu, konuyu, işin-eylemin amacını ortaya koyar.

“Niçin” sorusu o konunun önemini-gerekçesini, insan için, dünyamız için, toplumsal gelişme için anlamını ortaya koymak demektir.

“Nasıl yapmalı” sorusu da bilimde yöntemi, sanatta estetiği gündeme getirir.

Değer Kavramı

Değer kavramı felsefenin içindedir. İoanna Kuçuradi’ye göre;

“Değer; bir şeyin değeri… o şeyin kendisiyle aynı türden şeyler arasındaki özel yeridir; bir yazın yapıtı söz konusu olduğunda bu, o yapıtın ait olduğu alandaki yeri demektir… değer yargılarından ve etik değerlerden ayrıdır bu değer kavramı…

“Andımız” Bahane İlanı Aşk Şahane

 

“Andımız” Bahane Gaz Alma Operasyonu ve İlan-ı Aşk Şahane  

Atalay Girgin*

İlk gündeme düştüğü andan beri, “Andımız” konusu, bir mesaj düellosuna vesile olmaktan öte gitmedi. Hem de ikiyüzlülüğün, riyakârlığın ve tutarsızlığın arz-ı endam eylediği, zora düşenin sıvışmaya hazır olduğu bir düello…

İktidar mahfilleri, herkesin gözünün içine bakarak, hatta MEB’in “Andımız” marşının okullarda okunmasını yasaklayan işlemini iptal eden yargı kararına rağmen, bu konuda kararlılıklarının gereğini yaparken… Sözüm ona “Andımız da Andımız” diye tutturan sendikacılar, öğretmenler1 ve “Türk milliyetçiliği” dendiğinde mangalda kül bırakmayan parti yetkilileri, bir bardak bile değil, bir kaşık suda fırtına kopartırcasına açıklamalara giriştiler.

Ve her biri bilinçli ya da bilinçsizce kendi rolünü oynadı. Tüm figüranlar gibi, kimi inanarak, kimi de kendini akıntıya kaptırarak… Hem de bir kez değil. Tam üç kez… İlk ikisi hüsrandı. Üçüncüsündeyse kurşunlar da dâhil oldu mesajlara… Elbette yalnızca görsel olarak…

14 Mart 2021

Bir Erol Toy Göçtü Aramızdan…

 

Bir Erol Toy Göçtü Aramızdan…

Evet! Bir Erol Toy göçtü aramızdan… Ardında toprak kokan, Alaşehir kokan, kehribar taneli üzüm kokan romanlar da bırakarak…

Öykü, roman, deneme ve eleştiri yazarı Erol Toy, 85 yaşında yaşamını yitirdi. Yazarın ölüm haberini, kızı Ayşe Toy sosyal medya hesabından paylaştığı mesajla duyurdu.

Toy yaptığı açıklamada, "Canım babam, yazar Erol Toy, uzun bir hastalığının sonunda yanımızdan ayrıldı, acımız tarifsiz. Babacım, merak etme, ömrün boyunca kaleminle anlatmak ve korumak için mücadele ettiğin laik Cumhuriyet bize emanet artık. Fikirlerin ölümsüz, huzur içinde uyu" notunu düştü.

İnsan Üzerine

                                                         İNSAN ÜZERİNE…

Halit SUİÇMEZ

“İnsan kabuller varlığıdır…”

(Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Sayfa 26)

“…Toplumsal bir varlık olarak, amacı olan ve bir ya da birden fazla amaçla eyleyen tek varlık insandır.”

(Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Sayfa 52)

 

1-Giriş

Mart ayının o mavi-beyaz parlak Ankara sabahında, “insan nedir?” çalışmasına başladığımda, aklımda çok net bir yanıt yoktu.

Masamda, bir kısmı okunmuş, diğerleri sırasını bekleyen birkaç kitap ve bazı dağınık notlar vardı.

Geniş zamanlı çalışmalardan birine başlamanın gülümseten hazzıyla ön yazı ve okuma taslağımı yaptım.

Çeşitli yazar ve düşünürlerin insan anlayışlarını inceleyecek, sonrasında da hem bu düşüncelerden, hem de kendi yaşam deneyimlerimden öğrendiklerimi birleştirip bir kısa sonuca gidecektim.

Konunun kısa bir deneme yazısının sınırlarını çok aştığının farkındayım.

Öyle de olsa, her yazının bir özgürlük çağrısı olduğunu bilerek, insanı birlikte arama çabamıza “hoş geldiniz” diyerek başlayalım.

İlk olarak, çağımıza uygun davranıp, Google Hazretlerine “insan nedir” diye yazdığımızda şu bilgiler gelmektedir;

Diyor ki, ad olarak, 1. memelilerden iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratık. 2. bu türe giren canlı varlık.

Taksonomik adı Homo Sapiens. Taksonomi düzenleme, sınıflandırma demek.

Anatomik olarak iki yüz bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkmış ve modern davranışlarına 50 bin yıl önce kavuşmuştur.

Canlı bilimi bu saptamaları yapmış.

Biz bu yazıda daha çok sosyolojik ve psikolojik yönlerden bir arayış çabası içinde olacağız..

2.İnsan Anlayışları

2.1. Antik Çağ’da İnsan Anlayışı

Aristoteles, Politika isimli eserinde insanı “siyasal” bir hayvan olarak tanımlar.

İnsan konuşma kapasitesiyle donatılmış tek siyasal varlıktır.

Milli Eğitim’de Kimler Neler Yapmış Neler?

 

Milli Eğitim’de Kimler Neler Yapmış Neler?

Atalay Girgin*

Aslında, bu yazının başlığını, “Türkiye’de kimler neler yapmış neler?” diye yazıp okumak da mümkün. Ve ardı sıra gerisini Türkiye’de yapılanlar üzerinden yazmak da… Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı’nda olanlar toplumsal ve siyasal olarak yaşananların küçük bir parçası… Yani yalnızca MEB’e, MEB bürokrasisine özgü değil olup bitenler…

Bunda da şaşılacak herhangi bir şey yok. Çünkü uzun zamandır toplumsal olarak ilginç bir dönemden geçiyoruz. “İlginç” dediğime bakmayın. O sözün gelişi… Aslında olağanüstü bir toplumsal bunalımın tam ortasında yaşıyoruz. Hem de toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin tüm temel toplumsal kurum ve kuruluşları sarıp sarmaladığı, her yere sirayet ettiği bir dönemde… “Türkiye Cumhuriyeti’nin adı1”ndan ötesinin kalmadığı, yasama ve yargıdan yürütmeye, ekonomiden siyasete dek her şeyin, bu çözülme ve çürüme sarmalında savruldukça enkaza dönüştüğü bir dönemde…

Anımsayacaksınız! Akıldanelerin yazıp promptere yükledikleri “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” sözüyle, yaşanan durumu cümle âleme ilan eden Recep Tayyip Erdoğan, bu enkazın üzerine bir nevi itiraf bayrağını dikmişti geçtiğimiz aylarda. Lakin bu, yalnızca çok gecikmiş bir teşhis ve itiraf olmaktan öte bir değer taşımıyordu. Çünkü ne yaşanan olağanüstü toplumsal bunalıma bir çareydi ne de enkaza dönüşmüş herhangi bir kurum ve kuruluşa...

07 Mart 2021

“Sizin Hiç Irzınıza Geçildi Mi Öğretmenim?”

 

“Sizin Hiç Irzınıza Geçildi Mi Öğretmenim?”

Atalay Girgin*


Yer, yine Marmaris… Yine Marmaris’te bir okul… Halit Narin Anadolu Turizm ve Otelcilik Lisesi…

Tecavüze uğrayan 15 yaşında bir kız öğrenci… Hem de “defalarca ırzıma geç”ildi diyen bir insan... Bir insan yavrusu… Yaşanan da vahim sonrası da… Çünkü Okul, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Adliye arasında kapanan ya da kaybolan, akıbeti belirsiz bir tecavüz dosyası

Geriye kalan ise yaşadığı travmaların etkisiyle kırık dökük, yaralı ve acılı bir kadın… Hangi sözcük anlatabilir, hangi cümleler aktarabilir ki bu acıyı… Hiç… Hem de hiçbir sözcük, hiçbir cümle anlatamaz bunu… Hatta yüzlerce sayfa yazsanız bile kifayetsiz kalır anlatmaya…

Bu yüzdendir ki “Anladım” diyenler… “Seni anlıyorum” diyenler, ne denli içten ve samimi olurlarsa olsunlar, külliyen yalan söylerler. Çünkü her acı bireysel yaşanır. Ve hiçbir acı paylaşılmaz. Yalnızca yaşayanın belleğine kazınır.

Neresinden başlanır ki bunu anlatmaya… Bilmiyorum. Ama yine de bir yerinden başlamam gerek…

 Önce Okulda Kapanır Dosya

Arzu Okulu” adlı romanı, tam da bunları düşünerek yazmıştım. Ve “Bir daha yaşanmasın diye… Başta Pozantı Cezaevi, Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi ve Karaman olmak üzere, tüm cezaevleri ve okullarda, yurtlarda cinsel taciz ve tecavüze uğrayan çocuklara…” ithaf etmiştim. Okulların ve cezaevlerinin duvarları arasına hapsedilen tecavüz vakalarını düşünerek… O kadar çoktu ki basının gündemine düşmeyenlerden zerre haberdar olmadan yaşayıp gidiyorduk her birimiz…

05 Mart 2021

Diplomalı Burjuvaların İhaneti

 

Diplomalı Burjuvaların İhaneti 

Fikret Başkaya 

Francis Bacon’a atfen ‘bigi güçtür, bilgi iktidardır’ denir. Esasen paraya ve iktidara giden yol, bilgiye sahip olmaktan geçiyor. Bilgiye sahip olan hem paraya ve hem de güce -iktidara- sahip olabiliyor… Başka türlü söylersek, bu ikisi arasında bir geçirgenlik var… Sınıflı toplumların tarihi bilgi sahibi, dolayısıyla güç ve iktidar sahibi olanların da tarihidir… İlkel toplumun ‘büyücüsü’, Firavun’un rüya yorumcusu, Feodal dönemin Yüksek Klerjesi (ruhban sınıfı) Çin’in eğitimli memurları olan mandarinler, Osmanlının Uleması, kapitalist çağın diplomalıları, vb.hep dönemlerinin yönetici elitlerini oluşturdular. Bizde kapitalist gelişmeyle (yarı-sömürgeleşmeyle densin) Osmanlının uleması önce münevver, Cumhuriyet sonrasında da aydın oldu (sayıldı)ki, ülkenin kaderi onlardan soruluyor… 

Kapitalizm öncesi çağlarda eğitimli kesim hep küçük bir azınlıktı. Kapitalizmle birlikte ve zamanla, okulların, üniversitelerin kapıları görece mütevazı toplum kesimlerine de açıldı ama bu durum şeylerin seyri üzerinde pek etkili olamadı. Yeksek düzeyde eğitimli olanların prestiji, itibarı her zaman büyüktü… Tarih de eğitimli, diplomalı uzmanlar tarafından yazıldığı için, şeylerin gerçeğine nüfuz etmek zorlaştı… Sömürü düzenini, yeniden ve yeniden üreten bizde aydın denilen diplomalıların aslında neyin, kimin hizmetinde oldukları, yapıp-ettiklerinin kimin için ne anlama geldiği pek sorun edilmiyor. Oysa, bu durumun tartışma konusu yapılması, bilince çıkarılması hayatî önem taşıyor. Zira, söz konusu kesimher zaman, kendini ilericiliğin, modernliğin timsali olarak sunmayı başarıyor. 

04 Mart 2021

Gizemli ve “Münferit Müdür”ün Topuk Sesleri

 

MEB’de Gizemli ve “Münferit Müdür”ün Topuk Sesleri

Atalay Girgin*

Soru, eğer yerinde ve zamanında sorulmuşsa ve yanıtı da bulunamamışsa, bir diş ağrısı gibidir. İnsanı sürekli rahatsız eder. Yanıtsız geçen her an, anımsadıkça zihninizde zonklayıp durmasına neden olur o sorunun. Benim ki de o hesap işte… Ansızın zihnimde beliren küçücük bir soruyla başladı, bu yazıya erişen süreç. O soru olmasa, muhtemelen bu yazı da hiç kaleme alınmayacaktı.

Oysa kısa bir zaman öncesine dek varlığından bile haberdar değildim. Elbette, benim, varlığından haberdar olmamam, her gerçek var olan gibi onun da varlığını ortadan kaldırmıyordu. Çünkü gerçek varlıkların ya da gerçek var olanların en temel üç özelliği vardı: İlki; var olmak için herhangi bir insanın düşünmesine, yani insan zihnine bağlı olmamalarıydı. Yani insan zihninden ve düşüncesinden bağımsızdılar. Diğeri; zamanda ve mekânda vücut bulmalarıydı. Sonuncusu ise sürekli değişim içerisinde oluşlarıydı. Değişmeyen hiçbir şey gerçek varlık, gerçek bir var olan ya da gerçek bir nesne değildi.

Bir de konumuz dışında kalsa da düşsel/düşünsel varlıklar ya da nesneler vardı. Bunların da üç temel özelliği söz konusuydu: Birincisi, bunların tümü insan zihninin ve düşüncesinin ürünüydü. Yani var olmaları da yok olmaları da insana, insanın zihnine bağlıydı. İkincisi, bunlar zamandan ve mekândan bağımsızdılar. Yani zamanda ve mekânda herhangi bir yer işgal etmiyorlardı. Üçüncüsü ise her türlü değişmeden ariydiler. Nasıl düşünülüp tasarlanmışlar ise hep öyle kalıyorlardı. Ne Güneş’ten ve yağmurdan etkileniyorlardı, ne acıkıyorlar, ne susuyorlar… Tıpkı; Anka Kuşu, Cennet, Cehennem, Su Perisi, Cin, Tanrı/Allah, Şeytan, Melek, vb gibi… Bunlar düşsel/düşünsel birer nesne ve salt imgesel kavramlar olmaktan öteye geçmiyorlar, kendilerine hangi değer atfedilmiş olursa olsun hiçbir gerçekliğe delalet etmiyorlardı.

26 Şubat 2021

Okul Müdürü Cinsel Taciz İddiasını Neden Üzerine Alındı?

 

Hangi Müdür Cinsel Taciz İddiasını Üzerine Alındı?

Atalay Girgin*

Her şeyin bir ilki vardır, derler. Ben de Marmaris’te yaşanan ve Muğla MEM’den Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu’na dek uzanan ve aralarında cinsel taciz iddiasının da yer aldığı soruşturma nedeniyle, bir ilkle karşılaştım.

Bugüne kadar gazete ve dergilerde, internet ortamında teorik ve politik birçok yazım ve makalem yayımlanmıştı. Aralarında “Öğretmen;Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Lağımpaşalı”, “Aşk Mavidir Öğretmenim” ve “Arzu Okulu”nun da yer aldığı birçok kitap yazmıştım. Yukarıdaki kitaplardan ilk üçüne ilişkin şikâyete bağlı olarak inceleme ve soruşturma, hatta ilk ikisi için savcılıklara suç duyurusu da yapılmıştı. Ancak hiçbir yazıma erişim engeli getirilmemişti.

Lakin sonunda bu da oldu. Hem “FelsefeninIşığında / Felsefece” adlı kişisel blogumda, hem de “Gerçek Gündem Haber Sitesi”nde yayımlanan, “Siz Öğretmenlerin Neler Yaptığını Biliyor Musunuz Öğretmenim?” ve “Muğla MEM Kapattı Bakanlık Açtı! Ya Sonra…?” başlıklı iki yazıma birden erişim engeli getirildi.  Hem de itiraf gibi bir “Erişim Engeli” talebiyle…

24 Şubat 2021

Ziya Selçuk Açıkla! Kim Yalan Söylüyor?

 

Ziya Selçuk Açıkla! Kim Yalan Söylüyor?

Atalay Girgin*

Biliyorum! Toplumsal çözülme ve kendini ahlâki değer erozyonu ve yozlaşmayla dışa vuran kültürel çürümenin egemen olduğu toplumlarda, hırsızlık, yolsuzluk, hele de “yalan” vaka-i adliyeden bile sayılmaz. Ekmek gibi, su gibi, nefes alıp vermek için her an ihtiyaç duyulan hava gibi, yaşamın ayrılmaz ve olağan bir parçasına dönüşür.

Ve öyle kanıksanır ki… Böylesi toplumlarda yalan söyleyeni değil, yalan söylemeyeni ayıplarlar. Çalanı değil, çalmayanı döverler. Ve en büyük yalanı, hem de arsızca söyleyeni el üstünde tutarlar. En çok çalanı da başa taç yaparlar. Hele de yalan söylerken bir de “Allah’ın izni ve inayetiyle sizi nasıl kandırdım ama…” dercesine ebleh ebleh sırıtıyorsa, onu ne yere koyabilirler ne de göğe…

Tam bir aymazlıkla; adlarının önünde taşıdıkları kocaman sıfatlardan, çocuklarından, konu komşudan bile zerre utanmayan torun torba sahibi kelli felli erkekler ve kadınlar, o büyük yalanlara eşlik eden ebleh bir gülüşün ardında vecd içinde secdeye dururlar. İlineğin ilineği olmakta ve ilinekleşmekte sınır tanımayan bilcümle çemiş ise avuçları patlarcasına, kendilerinden geçercesine alkışlar babam alkışlar…

Alkışladıkça insanlıktan ne denli uzaklaştıklarını bile düşünmeyenler huşu içinde sürüye katılır. Bir de yaptıkları bir marifetmişçesine, “Sürüden ayrılanı kurt kapar” derler.

Oysa sürünün de sürüye katılanın da kaçınılmaz sonu mezbahadır. Elbette kısa zamanda ayılıp mezbahanın kapısına erişmeden önce sürüden ayrılmayı başaramazlarsa… Allah’ın takdiri işte! Sürü için mezbaha mukadderattır artık! Ötesi ise ya yününden, ya sütünden ya canından ya da her şeyinden olmaktır.