Klasikleri neden okumalı?
Italo Calvino
Italo
Calvino tam yirmi yıl önce kaleme aldığı yazıda 'klasik nedir?' sorusuna on
dört ayrı tanım getiriyor.
İşe, ortaya bazı tanımlar koyarak
başlayalım.
1.
Klasikler, insanların, hiçbir zaman "Okuyorum" demedikleri,
genellikle "Yeniden okuyorum" dedikleri kitaplardır.
Bu durum, hiç değilse
"mürekkep yalamış" denen insanlar için geçerliyse de, gençler için
geçerli değildir; çünkü gençler, dünyayla ve dünyanın bir parçası olan
klasiklerle ilk kez karşılaştıkları bir yaştadırlar. "Okumak"
eyleminin başına getirilen yineleyici "yeniden" sözcüğünün, ünlü bir
kitabı okumamış olmayı kabullenmekten utanan kişilerin yeltendiği küçük bir
ikiyüzlülüğü yansıttığı söylenebilir. Ama oluşum çağımızda ne kadar çok kitap
okumuş olursak olalım, henüz okumadığımız dünya kadar temel yapıt olacağını
belirtirsek, bu tür kişilerin yüreğine biraz olsun su serpebiliriz.
Zengin
bir deneyim
Herodotos'un tümünü ve Thukydides'in tüm kitaplarını okumuş biri varsa, parmak
kaldırsın! Ya Saint Simon'u? Ya da Retz Kardinali'ni?1 On dokuzuncu yüzyılın
büyük roman dizilerinin bile, okunduklarından çok daha büyük bir sıklıkla
anıldıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Fransa'da Balzac'ı okulda okumaya
başlarlar ve kitaplarının baskı sayısına bakılacak olursa, okul çağından çok
sonraları da okumayı sürdürürler. Ama Balzac'ın İtalya'da ne kadar tutulduğu
soruşturulsaydı, sanırım sıralamanın en altlarında yer aldığı ortaya çıkardı.
İtalya'daki Dickens tutkunları, bir araya geldiklerinde, Dickens'ın
romanlarındaki kişilerden ve serüvenlerden gerçek hayatta tanıdıkları kişiler
ve kendi hayatlarında yaşadıkları serüvenlermişçesine söz eden küçücük bir
seçkinler takımıdır. Michel Butor, birkaç yıl önce ABD'de ders verdiği sıralar,
kendisine o güne kadar hiç okumadığı Émile Zola konusunda sorulan sorulardan o
kadar bezmişti ki, Zola'nın Rougon Macquart romanları dizisinin2 tümünü okumaya
karar vermişti. Sonunda bu dizinin, kafasında canlandırdığından tümüyle farklı
olduğunu keşfetmiş; olağanüstü denemelerinden birinde Zola'nın roman dizisinin
görkemli bir mitolojik ve kozmogonik soyağacı olduğunu yazmıştı.
Demek, büyük bir
yapıtı yetişkinlik çağında ilk kez okumak, olağanüstü bir keyif verir insana.
Daha keyifli mi, yoksa daha az keyifli mi olduğunu söylemek olanaksız da olsa,
insanın gençliğinde okumasından çok farklı bir keyiftir bu. Gençlikte, her
deneyim gibi, okuma da bambaşka bir tat ve bambaşka anlamla donanır; olgunluk
çağında okunan bir yapıtta ise daha birçok ayrıntı, düzey ve anlamın ayırdına
varılır (ya da varılmalıdır). Dolayısıyla, klasikler konusunda, şöyle bir
tanıma geçebiliriz:
2.
Klasikler, öyle kitaplardır ki, onları okumuş ve sevmiş olanlar için
alabildiğine değerli bir deneyim oluştururlar; ama, en çok tadını çıkaracakları
duruma geldiklerinde okuma fırsatını saklı tutanlar için de aynı ölçüde zengin
bir deneyim olarak beklerler.
Gençliğimizdeki
okumalar, sabırsız olduğumuz, kafamızı toparlayamadığımız, nasıl okunacağını
iyi bilmediğimiz ya da hayat deneyiminden yoksun bulunduğumuz için pek bir
değer taşımasa da, örnekler, üstesinden gelme yolları, karşılaştırma
olanakları, sınıflandırma tasarları, değer basamakları ve güzellik ölçütleri
sağlayarak ilerideki deneyimlerimize biçim vermesi açısından (belki aynı
zamanda) geliştirici de olabilir; gençken okuduğumuz kitapla ilgili pek az şey
anımsasak ya da hiçbir şey anımsamasak bile, içimizde işleyeduran şeylerdir
bütün bunlar. Aynı kitabı, olgunluk çağımızda yeniden okuduğumuz zaman, işte o
zaman, nereden geldiklerini unutmuş olmamıza karşın artık iç düzeneklerimizin
bir bölümünü oluşturan bu değişmez değerleri yeniden keşfederiz. Kendisi
unutulabilse de, içimizde tohumunu bırakan yapıtın kendine özgü bir gücü
vardır.
Yeniden
okumak
3. Klasikler,
hem imgelemimize unutulmaz bir biçimde yerleşerek, hem de belleğimizin
kıvrımları arasına bireysel ya da ortaklaşa bilinçdışı kılığında gizlenerek,
belirli bir etki yaratan kitaplardır.