Dostoyevski etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dostoyevski etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2021

İnsan Üzerine

                                                         İNSAN ÜZERİNE…

Halit SUİÇMEZ

“İnsan kabuller varlığıdır…”

(Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Sayfa 26)

“…Toplumsal bir varlık olarak, amacı olan ve bir ya da birden fazla amaçla eyleyen tek varlık insandır.”

(Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Sayfa 52)

 

1-Giriş

Mart ayının o mavi-beyaz parlak Ankara sabahında, “insan nedir?” çalışmasına başladığımda, aklımda çok net bir yanıt yoktu.

Masamda, bir kısmı okunmuş, diğerleri sırasını bekleyen birkaç kitap ve bazı dağınık notlar vardı.

Geniş zamanlı çalışmalardan birine başlamanın gülümseten hazzıyla ön yazı ve okuma taslağımı yaptım.

Çeşitli yazar ve düşünürlerin insan anlayışlarını inceleyecek, sonrasında da hem bu düşüncelerden, hem de kendi yaşam deneyimlerimden öğrendiklerimi birleştirip bir kısa sonuca gidecektim.

Konunun kısa bir deneme yazısının sınırlarını çok aştığının farkındayım.

Öyle de olsa, her yazının bir özgürlük çağrısı olduğunu bilerek, insanı birlikte arama çabamıza “hoş geldiniz” diyerek başlayalım.

İlk olarak, çağımıza uygun davranıp, Google Hazretlerine “insan nedir” diye yazdığımızda şu bilgiler gelmektedir;

Diyor ki, ad olarak, 1. memelilerden iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratık. 2. bu türe giren canlı varlık.

Taksonomik adı Homo Sapiens. Taksonomi düzenleme, sınıflandırma demek.

Anatomik olarak iki yüz bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkmış ve modern davranışlarına 50 bin yıl önce kavuşmuştur.

Canlı bilimi bu saptamaları yapmış.

Biz bu yazıda daha çok sosyolojik ve psikolojik yönlerden bir arayış çabası içinde olacağız..

2.İnsan Anlayışları

2.1. Antik Çağ’da İnsan Anlayışı

Aristoteles, Politika isimli eserinde insanı “siyasal” bir hayvan olarak tanımlar.

İnsan konuşma kapasitesiyle donatılmış tek siyasal varlıktır.

27 Nisan 2015

Klasikleri neden okumalı?

Klasikleri neden okumalı?
Italo Calvino
Italo Calvino tam yirmi yıl önce kaleme aldığı yazıda 'klasik nedir?' sorusuna on dört ayrı tanım getiriyor.
İşe, ortaya bazı tanımlar koyarak başlayalım.
1. Klasikler, insanların, hiçbir zaman "Okuyorum" demedikleri, genellikle "Yeniden okuyorum" dedikleri kitaplardır.
Bu durum, hiç değilse "mürekkep yalamış" denen insanlar için geçerliyse de, gençler için geçerli değildir; çünkü gençler, dünyayla ve dünyanın bir parçası olan klasiklerle ilk kez karşılaştıkları bir yaştadırlar. "Okumak" eyleminin başına getirilen yineleyici "yeniden" sözcüğünün, ünlü bir kitabı okumamış olmayı kabullenmekten utanan kişilerin yeltendiği küçük bir ikiyüzlülüğü yansıttığı söylenebilir. Ama oluşum çağımızda ne kadar çok kitap okumuş olursak olalım, henüz okumadığımız dünya kadar temel yapıt olacağını belirtirsek, bu tür kişilerin yüreğine biraz olsun su serpebiliriz.
Zengin bir deneyim
Herodotos'un tümünü ve Thukydides'in tüm kitaplarını okumuş biri varsa, parmak kaldırsın! Ya Saint Simon'u? Ya da Retz Kardinali'ni?1 On dokuzuncu yüzyılın büyük roman dizilerinin bile, okunduklarından çok daha büyük bir sıklıkla anıldıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Fransa'da Balzac'ı okulda okumaya başlarlar ve kitaplarının baskı sayısına bakılacak olursa, okul çağından çok sonraları da okumayı sürdürürler. Ama Balzac'ın İtalya'da ne kadar tutulduğu soruşturulsaydı, sanırım sıralamanın en altlarında yer aldığı ortaya çıkardı. İtalya'daki Dickens tutkunları, bir araya geldiklerinde, Dickens'ın romanlarındaki kişilerden ve serüvenlerden gerçek hayatta tanıdıkları kişiler ve kendi hayatlarında yaşadıkları serüvenlermişçesine söz eden küçücük bir seçkinler takımıdır. Michel Butor, birkaç yıl önce ABD'de ders verdiği sıralar, kendisine o güne kadar hiç okumadığı Émile Zola konusunda sorulan sorulardan o kadar bezmişti ki, Zola'nın Rougon Macquart romanları dizisinin2 tümünü okumaya karar vermişti. Sonunda bu dizinin, kafasında canlandırdığından tümüyle farklı olduğunu keşfetmiş; olağanüstü denemelerinden birinde Zola'nın roman dizisinin görkemli bir mitolojik ve kozmogonik soyağacı olduğunu yazmıştı.
Demek, büyük bir yapıtı yetişkinlik çağında ilk kez okumak, olağanüstü bir keyif verir insana. Daha keyifli mi, yoksa daha az keyifli mi olduğunu söylemek olanaksız da olsa, insanın gençliğinde okumasından çok farklı bir keyiftir bu. Gençlikte, her deneyim gibi, okuma da bambaşka bir tat ve bambaşka anlamla donanır; olgunluk çağında okunan bir yapıtta ise daha birçok ayrıntı, düzey ve anlamın ayırdına varılır (ya da varılmalıdır). Dolayısıyla, klasikler konusunda, şöyle bir tanıma geçebiliriz:
2. Klasikler, öyle kitaplardır ki, onları okumuş ve sevmiş olanlar için alabildiğine değerli bir deneyim oluştururlar; ama, en çok tadını çıkaracakları duruma geldiklerinde okuma fırsatını saklı tutanlar için de aynı ölçüde zengin bir deneyim olarak beklerler.
Gençliğimizdeki okumalar, sabırsız olduğumuz, kafamızı toparlayamadığımız, nasıl okunacağını iyi bilmediğimiz ya da hayat deneyiminden yoksun bulunduğumuz için pek bir değer taşımasa da, örnekler, üstesinden gelme yolları, karşılaştırma olanakları, sınıflandırma tasarları, değer basamakları ve güzellik ölçütleri sağlayarak ilerideki deneyimlerimize biçim vermesi açısından (belki aynı zamanda) geliştirici de olabilir; gençken okuduğumuz kitapla ilgili pek az şey anımsasak ya da hiçbir şey anımsamasak bile, içimizde işleyeduran şeylerdir bütün bunlar. Aynı kitabı, olgunluk çağımızda yeniden okuduğumuz zaman, işte o zaman, nereden geldiklerini unutmuş olmamıza karşın artık iç düzeneklerimizin bir bölümünü oluşturan bu değişmez değerleri yeniden keşfederiz. Kendisi unutulabilse de, içimizde tohumunu bırakan yapıtın kendine özgü bir gücü vardır.
Yeniden okumak
3. Klasikler, hem imgelemimize unutulmaz bir biçimde yerleşerek, hem de belleğimizin kıvrımları arasına bireysel ya da ortaklaşa bilinçdışı kılığında gizlenerek, belirli bir etki yaratan kitaplardır.