Milli
Eğitim’de Kimler Neler Yapmış Neler?
Atalay
Girgin*
Aslında, bu yazının başlığını, “Türkiye’de kimler neler yapmış neler?” diye yazıp okumak da mümkün. Ve ardı sıra gerisini Türkiye’de yapılanlar üzerinden yazmak da… Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı’nda olanlar toplumsal ve siyasal olarak yaşananların küçük bir parçası… Yani yalnızca MEB’e, MEB bürokrasisine özgü değil olup bitenler…
Bunda
da şaşılacak herhangi bir şey yok. Çünkü uzun zamandır toplumsal olarak ilginç
bir dönemden geçiyoruz. “İlginç” dediğime bakmayın. O sözün gelişi… Aslında
olağanüstü bir toplumsal bunalımın tam ortasında yaşıyoruz. Hem de toplumsal
çözülme ve kültürel çürümenin tüm temel toplumsal kurum ve kuruluşları sarıp
sarmaladığı, her yere sirayet ettiği bir dönemde… “Türkiye Cumhuriyeti’nin adı1”ndan ötesinin kalmadığı, yasama ve
yargıdan yürütmeye, ekonomiden siyasete dek her şeyin, bu çözülme ve çürüme
sarmalında savruldukça enkaza dönüştüğü bir dönemde…
Anımsayacaksınız! Akıldanelerin yazıp promptere yükledikleri “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” sözüyle, yaşanan durumu cümle âleme ilan eden Recep Tayyip Erdoğan, bu enkazın üzerine bir nevi itiraf bayrağını dikmişti geçtiğimiz aylarda. Lakin bu, yalnızca çok gecikmiş bir teşhis ve itiraf olmaktan öte bir değer taşımıyordu. Çünkü ne yaşanan olağanüstü toplumsal bunalıma bir çareydi ne de enkaza dönüşmüş herhangi bir kurum ve kuruluşa...
MEB Enkazı
Enkaza
dönüşen, daha doğrusu dönüştürülen kurum ve kuruluşlardan biri de ne yazık ki Milli Eğitim Bakanlığı ve eğitimdi. Geçmişten bu yana iktidarın oyun alanına dönüşen
eğitimde neredeyse her şey tepetaklak kılınmıştı. Hem de merkez teşkilatından
en ücra köşedeki taşra teşkilatlarına dek…
Öyle
ki MEB merkez teşkilatını parsellemiş olanlar bazen kitabına uydurarak, bazen
de kitabına uydurma gereği bile duymadan dilediklerini yapıyorlardı. Hele de
Personel Genel Müdürlüğü ve Teftiş Kurulu üzerinden… Elbette yalnızca bu iki
birimle sınırlı değildi yapılanlar…
Yerine
göre kimi baldızını koltuğa oturtuyordu, kimi kardeşini… Kimileri Milli Eğitim
Müdürlüğü koltuğunu 18-19 yıldır birilerinin hizmetine sunuyor ve “Bunca yıldır
siz ne yapıyorsunuz?” bile demiyordu. Kimileri güzel sekreterinin yılanı
deliğinden çıkaran iki tatlı sözüyle olsa gerek ki daire başkanlığı koltuğunu,
o sekreterin güzel arkadaşının altına veriyordu. Kimileri koltuk ve rant
kavgasına tutuşan çetelere seyirci kalıyor, onlara sesini bile çıkaramıyor, kimileri
nerede ve kimlerin özel hesaplarında olduğu bir türlü bilinmeyen MEB’in 640
milyon Euro’sunu bile bulamıyordu. Kim bilir ki belki de nerede ve kimlerde
olduğunu bile soramıyor, arayamıyordu korkusundan… Kimileri merkez teşkilatındaki konumunu
kullanarak taşra teşkilatları üzerinden ticaretine bakıyordu, kimileri
siyasetine… Kimileri vakıf, cemaat ve tarikatların hizmetine koşuyordu kimileri
ardında hatırlı, nüfuzlu dayıları olup da aklanacak birilerinin… İhale
işleriyse apayrı bir hikâye… Bunları birer cümlecik olarak yazıp geçtiğime
bakmayın. Aslında her biri bağımsız bir yazı konusu olacak denli kapsamlıdır.
İşte
bu hengâmede okullarda yapılan eğitimin halini hiç mi hiç sormayın artık. Onca
söylenen sözün, paylaşılan mesajın, verilen mostralık görüntülerin, okullara
gönderilen yazıların hükmü, “dostlar alış verişte görsün”den ya da vaziyeti
idare etmekten öte geçmiyordu. Neredeyse her şey kâğıt üzerinde ve formaliteden
ibaretti. Evraklar ve raporlar zamanında hazırlanıp sunulsun, istatistiki
tablolar, rakamlar hoşa gitsin yeter de artardı. Eğitim dediğin de neydi ki
zaten… Gerisi laf-ı güzaftı.
Yalnızca
bunlar mı? Elbette değil. MEB’de yargı kararları da hükümsüzleşiyordu. İşte
bunun çarpıcı bir örneği… Hem de mahkeme kararında ifade edildiği biçimiyle, “hukuk
âleminde mevcut olmayan bir yasa kuralı durumundaki” bir fıkraya dayanarak
yapılan uygulama…
Kim Takar Danıştay Kararını
Aslında
yasa, mevzuat ve teamül dinlemeyen, “yemişim anayasanızı” diyen bir zihniyetin
peşinde vecd içinde secde eden birçok MEB bürokratı için, bırakın Danıştay
kararını, Danıştay’ın kendisi bile dış kapının mandalı sayılırdı. TBMM’nin
çıkardığı kanunu, Resmi Gazete’de yayınlananları, Sayıştay’ı bile dikkate
almayanlar için Danıştay’ın hükmü nedir ki…
Danıştay
ne derse desin, ‘mahir’ MEB bürokratları, gerektiğinde bir yolunu bulup onun
verdiği kararı bile by pass ederler… Eskilerin deyişiyle “hile-i şer” tam da
bugünler içindir ve bu günümüzde sıradanlaşmış bir yol ve yöntemdir artık. Tıpkı
yukarıda söylendiği gibi… Yani “hukuk âleminde mevcut olmayan bir yasa kuralı
durumundaki” bir fıkraya dayanarak yapılır her şey. Hem de yargıçlara
yukarıdaki sözü karara yazdıracak kadar ibretlik bir işlemdir bu.
Peki;
bu işlem nedir? Hangi birim için yapılmıştır? Bu işlem Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu’nun 9 Ekim 2017 tarihinde verdiği bir karar sonrası yapılır.
Söz konusu tarihte Danıştay, MEB Teftiş Kurulu’na alınacak müfettişler için
yayımlanan “Kılavuzun yürütmesinin durdurulmasına” karar verir. Buradan da
anlaşılabileceği gibi söz konusu işlem Teftiş Kurulu Başkanlığı için
yapılmıştır. Yani tüm mevzuatı ve teamülleri yerle yeksan eyleyerek, kısa
zamanda Teftiş Kurulu Başkanlığı’na gelişiyle ya da getirilişiyle “münferit
başkan” sıfatını layıkıyla hak eden Atıf Ala’nın başında bulunduğu kurul için…
Hem
Eğitim-İş hem TEM-SEN (Tüm Eğitimciler Ve Eğitim Müfettişleri Sendikası)’in
açtığı davalar ve itirazlar sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nda verilen
karar uyarınca, MEB Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın o güne kadar yaptığı mülakatlar
ve bu mülakatlara istinaden yaptığı müfettiş atamaları yasal olarak dayanaksız
ve hükümsüz hale gelir. Elbette bu durum, yargı kararı gereğince ve yargı
kararına uyanlar için geçerlidir.
Ancak
ne Teftiş Kurulu Başkanlığı ve dolayısıyla Atıf Ala ne de Milli Eğitim Bakanı, Danıştay’ın
bu kararına uyma gereği hisseder. Hatta kafa kafaya verip hukuka aykırı yeni
işlemler tesis ederler. Tabiri caizse, “Danıştay kararının hükmü bize geçmez.
Biz ne istersek onu yaparız” dercesine, karardan tam iki ay sonra, 9 Aralık
2017 tarihinde bir Bakanlık Maarif müfettişleri ataması daha yaparlar.
Garabet Üstüne Garabet
Ne
var ki “başkan” sıfatıyla Atıf Ala’nın temsil ettiği Teftiş Kurulu Başkanlığı
ve koruma polisini akraba ‘kontenjanı’ndan MEB’e daire başkanı yapacak denli
yüreği her daim eğitim için çarpan Milli Eğitim Bakanı bununla da yetinmezler.
Ankara
6. İdare Mahkemesi’nin “09.12.2017 tarihinden itibaren hukuk âleminde mevcut olmayan bir yasa kuralı durumundaki” dediği “652
sayılı KHK'nin geçici 12. maddesinin 2. fıkrasına dayan”an garabet niteliğinde bir
yol ve yöntem bulurlar: Bakan Oluru.
Sanki
“Birileri birbiri ardına kanun hükmünde kararname çıkarıyorsa, bizim neyimiz
eksik ki biz de “Bakan Oluru” çıkarırız” dercesine, uyarına geldikçe ya da ne
zaman gerek duyarlarsa bu yola başvururlar. Dört “Bakan Oluru” düzenleyerek, Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulu’nun kararını defalarca çiğnerler. Teftiş Kurulu Başkanlığı’na
maarif müfettişi atamalarına ilişkin tüm iş ve işlemlerini, hiçbir yasal
dayanağı ve hukuki temeli olmayan bu garabet “Bakan Olur”larına istinaden
yaparlar.
“Bakan Oluru”na İptal Kararı
Ancak,
TEM-SEN (Tüm Eğitimciler Ve Eğitim Müfettişleri Sendikası), kılavuzun iptali
için Danıştay’a başvurduğu gibi, bu kez de “Bakan Oluru”nu yargıya taşır.
Yargılama işlemleri sonucunda Ankara 6. İdare Mahkemesi 2021/361sayılı
kararıyla tüm “Bakan Olur”larını ve bu “olur”lara dayalı gerçekleştirilen
işlemleri iptal eder.
Bu
iptal kararlarını verirken; “Dava konusu zımnen ret işleminin hukuka uygunluk
denetimi yapılırken 2 (iki) durumun nitelendirilmesi gerekmektedir” der ve
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun “Kılavuzun tümünün yürütmesinin durdurulması”na
karar verdiği, 9 Ekim 2017 tarihli karara atıfta bulunarak şöyle devam eder: “davalı
idarece 03-25/01/2017 tarihleri arasında gerçekleştirilen mülakatlar ile bu
mülakat sonuçlarına göre yapılan 22.08.2017 ile 09.12.2017 tarihleri arasında
yapılan tüm Bakanlık Maarif Müfettişi atamalarının hukuken dayanaksız hale
geldiği görülmektedir.” Bu birinci durumun nitelendirilmesidir.
İkinci
durumun nitelendirilmesine ilişkin ise “hukuk âleminde mevcut olmayan bir yasa
kuralı durumundaki 652 sayılı KHK'nin geçici 12. maddesinin 2. fıkrasına
dayandırılan 18.01.2018 tarih, E.1376170 sayılı; 25.01.2018 tarih, E.1795993
sayılı; 14.06.2018 tarih, E.11700780 sayılı Bakanlık Makam Olurları ile
belirlenen sürece göre sonuçlandırıldığı, dolayısıyla davalı idarece 05.07.2018
tarihinde gerçekleştirilen mülakatlar ile bu mülakat sonuçlarına göre yapılan
tüm Bakanlık Maarif Müfettişi atamalarının hukuken dayanaksız hale geldiği
görülmektedir” hükmünü verir.
Kaos Ve TEM-SEN’den Bir Öneri
Hem
birinci hem de ikinci “durumun nitelendirilmesi”nin yargı kararlarına göre
sonucu ise şudur: MEB Teftiş Kurulu Başkanlığı’na maarif müfettişi alımı ve
atamasıyla ilgili olarak, 2017 yılı başından itibaren yapılan tüm iş ve
işlemler iptaldir, hukuken geçersizdir. Yine hukuken, Bakanlık maarif müfettişliği
kadroları ve koltukları boştur artık. Yalnızca bunlar da değil. Söz konusu
müfettişlerin yaptığı tüm soruşturmalar da hükümsüzdür. Elbette yargı kararının
gereğini yapacak, bunlara uyacak birileri olursa… Malum burası Türkiye… Velhasıl
boşuna MEB enkazından söz etmedik. Bu ise enkaz içinde enkazdır.
Peki;
bu koşullar içinde şimdi ne olacaktır? Bu enkaz içinde nasıl bir yol
izlenecektir? Ya da palyatif de olsa genel enkaz koşullarında nasıl bir formül
bulunacaktır?
İşte
bu koşullarda TEM-SEN bir öneri ve talepte bulunmakta ve şöyle demektedir: Sendikamızın
Milli Eğitim Bakanlığı’ndan talebi yıllarca mağdur edilen Maarif
Müfettişlerinin mağduriyetlerinin giderilebilmesi için Maarif Müfettişlerinin
tamamının Bakanlık Maarif Müfettişliği kadrolarına atanmasıdır.
Bu öneri ve talep genelde MEB’de, özelde ise
Teftiş Kurulu Başkanlığı ve teftiş sisteminde yıllardır yaşanan enkaza köklü bir
çözüm olur mu? Yanıt sizindir şimdilik.
Ama bildiklerimden hareketle benim söyleyeceğim
ise şudur: Teftişin de teftişe ihtiyacı var. Hem de tepeden tırnağa… Özellikle
ve acil olarak 2014’den günümüze... Kapatılan ya da açılan soruşturma
dosyalarında yapılanların da… Genel olarak ise aslında tüm Türkiye’nin iğneden
ipliğe, her kuruşun hesabını soran, bedelini ödeten, yasamadan yargı ve
yürütmeye, ekonomiden siyaset ve eğitime dek her şeyi kapsayan bir teftişe…
Bu gerçekleştirilmediği sürece, şu ya da bu
konuda yapılanların ve söylenenlerin, ne yazık ki palyatif ve geçici pansuman
tedbirler olmaktan öte hiçbir hükmü yoktur.
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
1”Türkiye Cumhuriyeti’nin Adı Kaldı Yadigâr”
başlıklı yazı: https://www.gercekgundem.com/yazarlar/atalay-girgin/2494/turkiye-cumhuriyetinin-adi-kaldi-yadigr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder