İNSAN ÜZERİNE…
Halit
SUİÇMEZ
“İnsan
kabuller varlığıdır…”
(Atalay
Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Sayfa 26)
“…Toplumsal
bir varlık olarak, amacı olan ve bir ya da birden fazla amaçla eyleyen tek
varlık insandır.”
(Atalay
Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Sayfa 52)
1-Giriş
Mart
ayının o mavi-beyaz parlak Ankara sabahında, “insan nedir?” çalışmasına
başladığımda, aklımda çok net bir yanıt yoktu.
Masamda,
bir kısmı okunmuş, diğerleri sırasını bekleyen birkaç kitap ve bazı dağınık
notlar vardı.
Geniş
zamanlı çalışmalardan birine başlamanın gülümseten hazzıyla ön yazı ve okuma
taslağımı yaptım.
Çeşitli
yazar ve düşünürlerin insan anlayışlarını inceleyecek, sonrasında da hem bu
düşüncelerden, hem de kendi yaşam deneyimlerimden öğrendiklerimi birleştirip
bir kısa sonuca gidecektim.
Konunun
kısa bir deneme yazısının sınırlarını çok aştığının farkındayım.
Öyle
de olsa, her yazının bir özgürlük çağrısı olduğunu bilerek, insanı birlikte
arama çabamıza “hoş geldiniz” diyerek başlayalım.
İlk
olarak, çağımıza uygun davranıp, Google Hazretlerine “insan nedir” diye
yazdığımızda şu bilgiler gelmektedir;
Diyor
ki, ad olarak, 1. memelilerden iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde
dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan,
en gelişmiş canlı sayılan yaratık. 2. bu türe giren canlı varlık.
Taksonomik
adı Homo Sapiens. Taksonomi düzenleme, sınıflandırma demek.
Anatomik
olarak iki yüz bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkmış ve modern davranışlarına 50
bin yıl önce kavuşmuştur.
Canlı
bilimi bu saptamaları yapmış.
Biz
bu yazıda daha çok sosyolojik ve psikolojik yönlerden bir arayış çabası içinde
olacağız..
2.İnsan Anlayışları
2.1. Antik Çağ’da İnsan Anlayışı
Aristoteles,
Politika isimli eserinde insanı “siyasal” bir hayvan olarak tanımlar.
İnsan konuşma kapasitesiyle donatılmış tek siyasal varlıktır.
2.2.Liberallerde İnsan Anlayışı
A.Smith(1723-1790)
döneminde, bireyciliğe dayalı, devletin müdahalesini gerektirmeden giderek
zenginleşen yeni bir dünya doğuyordu.
A.Smith,
“Milletlerin Zenginliği” kitabıyla bu dünyanın ilkelerini teorileştirdi.
Serbest
piyasada her birey kendi çıkarını en çoklaştırmak yolunda davranırken, toplumda
düzeni koruduğu gibi refahı da en çoklaştırıyorsa, burada sanki “görünmeyen bir
el” işliyordu. (Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, T.İş Bankası Kültür
Yayınları, IV.Baskı,Temmuz 2010, s.xii)
Bireysel
çıkar dürtüsüyle ekonomide işbölümüne gidilir, sermaye birikir, verimlilik
artar.
Milletlerin
Zenginliği kitabı bu bireysel çıkarla ulusal çıkar arasındaki uyumu yansıtır.
A.Smith
sanayi devriminin başlangıcında kitabını kaleme aldı. Sanayi devriminin
etkileri 19.ncu yüzyılda toplumsal düzeni alt üst edince onun arkasından
gelenler, Ricardo, Marx onun kadar iyimser olmadılar, hatta Marx serbest piyasa
kapitalizminin çökeceğini öngördü.
A.Smith,
Ahlaki Duygular Teorisi adlı eserinde, insanın en temel özelliğini
“duygudaşlık”, yani kişinin kendisini başkalarının yerine koyması, paylaşımcı
olması olarak belirtir. Buna karşın, Ulusların Zenginliği kitabında insan
doğasının evrensel özelliğinin “öz çıkar” olduğunu söyler.
John
Stuart Mill(1806-1873) ile iktisadi insan(homo economicus) kavramı gündeme
gelmiştir.
Bu
kavram W.S. Jevons’un iktisadında bir “ideal tip” e dönüştürülmüştür.
Jevons
ve Walras’ta homo economicus zamansızdır, mekânsızdır, “insanın doğası, özü
böyledir” derler. Buna uymayan durumlara da, “kazara olan durumlar” diyorlar.
Walras
bunlara” ideal tip soyutlamasına uymayan durum” der.
Homo
Economicus ve tam rekabet vs. gibi kabuller ile ideal bir düzen yaratırlar,
buna uymayı amaçlarlar.
Homo
Economicus öyküsü 16.yüzyılda küçük meta üretimi, uzun mesafeli ticaret ve
finans sistemine dayanan kapitalizm ile başlar.
Klasik fizikçiler
de idealleştirme kullanmıştır.
Sürtünmesiz
ortam gibi, hatta bazen idealleştirmeler yasalarda bile kullanılır, “ideal
gazlar yasası” gibi..
Ancak
ne klasik fizik ne de diğer doğa bilimleri kullandıkları idealleştirmeleri,
araştırma nesnelerinin amacı olarak ortaya koyar.
Oysa
Marjinalistlerin ereği homo economicustur.
Homo
economicus esasında hiç de insani olmayan bir yaklaşımdır. Bilime ve
sosyolojiye karşı durmaktadır.
Marjinalizm homo economicus’u idealleştirir.
Her
biri farklı süreçlerin bir araya gelmesi ile oluşan homo sapiens ve birey,
bireye ait olan nitelikler ortadan kalkar ve her biri adeta tek bir yeni türe
indirgenir; ve ona da homo economicus,
derler.
Bu
biyolojik bir varlık olarak insanın, toplumsal-tarihsel var oluş biçimi olan
birey(ler) ve onların sahip olduğu özgür iradenin bir kenara bırakılmasıdır.
Marjinalist
kabullerin tersine, insana yönelik değişmeyen bir doğa veya özü değil,
toplumsal tarihsel olarak bağımlı bir var oluşu kabul etmek gerekir.
Ondokuzuncu
yüzyıl burjuva düşüncesi insanı idealize ediyor. Bize, sanki insanın tek var
oluş biçimi buymuş gibi, homo economicus, bir anlayışla sesleniyor.
Edebiyat buna tepki verir. Dostoyevski
Yeraltından Notlar kitabında sınırsız
insan halleri tasvir eder.
Edebiyattaki
bu zenginlik burjuva iktisadını huzursuz etmelidir.
Liberalizmin
“akıl yürütmesinde” tek tipte bir “rasyonalite” görmekteyiz.
Bu
ifade ve yaklaşım olarak çıkar maksimizasyonu, en yüksek fayda, hazzın tatmini
şeklinde belirtilir.
Günümüz
iktisat teorisinde(2000’ler) insan böyle algılanmaz, çok belirlenimlidir,
karmaşık düşünce ve duygu dünyasına sahiptir, irrasyonel davranışlar sergiler.
2.3.Marks’ta İnsan Anlayışı
Marx,
insanın kavranabilir ve belirlenebilir olduğuna inanır.
Ona
göre bir insan, sadece biyolojik, fizyolojik ve anatomik olarak değil, aynı
zamanda psikolojik açıdan da tanımlanabilir bir özelliktedir.(Fromm, 2016, s.47)
Yine
Marx’a göre, gerçek insan doğası ile ile içinde yaşanılan toplumun insan tipi
eş olmak zorunda değildir.
İnsanı
“yararlılık” ilkesine göre değerlendirdiğimizde yalnızca genel bir anlayışa
ulaşırız. Sonrasında ise her bir dönemde tarihsel akışa bağlı olarak değişen
bir insan doğası ile karşılaşırız. (Marx, 1971,s.637)
Marx
“genel insan doğası” ile “tarihsel süreç içinde ve tarih tarafından
değiştirilen insan doğası” arasında bir ayrıma gitmiştir. Ve ağırlığı tarihsel
yönü ağır basan görüşe vermiştir.
Demek
ki, Marx’ta; bir genel insan doğası ve bir de kültür çevrelerinde değişen bir
insan doğası bulunmaktadır.
İki
tür insani güdü ve hırsı birbirinden ayırıyor.
Birincisi,
açlık duygusu ve cinsel dürtüler gibi sabit güdüler.
İkincisi
ise, göreli güdü ve hırslardır.
Bunların
ortaya çıkışları, belirli bazı toplumsal yapılara, üretim koşullarına ve alış
veriş ortamlarına bağlıdır.
Örneğin,
kapitalizm tarafından özellikle üretilen bazı ihtiyaçlar vardır.
Ekonomipolitik
ekolünün üretebildiği biricik ihtiyaç, para ihtiyacıdır.
Peki,
bu ihtiyaç ne tip bir insan biçimlendiriyor?
Malların,
metaların ve ihtiyaçların doğurduğu sorunlara hemen çare bulan, sürekli
hesaplar yapan, insanlıktan uzak, kurnaz, doğadan kopuk, hayali arzularının
esiri olmuş, adeta onların kölesi olmuş bir insan tipi.
İnsanlar
tarihsel akış içinde kendilerini geliştirmişler ve değişmişlerdir.
Böylece
tarihsel sürecin bir ürünü ve sonucudurlar.
İnsanlar
tarihlerini yaparlar ve kendilerini yaratırlar.
Tarih,
insanın kendini gerçekleştirmesinin tarihidir.
Tarih,
emek ve üretim süreçlerinde insanın tarihidir.
Dünya
tarihinin özü, insanın emeği ile yaratılmasıdır.
Marx,
Hegel ve antik Yunan felsefesini önemsemiştir. Teorik-kuramsal felsefenin
sorunlarıyla ilgilenmemiştir. Onları boş spekülasyon görüyordu.
Çünkü
kendi felsefesinde dünyayı değiştirmek gibi hayati bir görev vardı.
Marx
insanın toplumsal doğasını dikkate alır. Platon ve Aristoteles’te olduğu gibi.
Marx,
“ insanın özü, somut gerçekliği içinde,
toplumsal ilişkiler bütünüdür.” şeklinde yazmıştır.(K.Marx, Feuerbach
Üzerine Tezler, aktaran; Stevenson,Habermas,Matthews, Witt, İnsan Doğası
Üzerine Onüç Teori, 1. Baskı, The Kitap, Kasım 2018 s.256)
Marx,
insan doğasının tarihsel süreçlere ve toplumsal yapılara göre değişkenlik
içerebileceğini öne sürer.
Toplum,
kişilerin sosyal etkileşimlerinin etkisi altında kalmış bir özdür.
Sosyoloji
psikolojiye indirgenemez.
İnsanların
yaşadıkları toplum da dikkate alınmalıdır.
Marx’ın
en belirgin katkılarından biri, bu metodolojik vurgudur.
Bu
görüş yaygın kabul görür.
Bu
nedenle Marx, sosyolojinin kurucu babalarından biridir.
Bunlara
karşın Marx’ın insan doğasına ilişkin tözsel bir genellemesi de vardır. Bu
önceki paragraflarda belirtilmişti.
Marx,
insan doğasının geleceğine ilişkin bir arzusunu da dile getirir.
Bu,
insana uygun yaşamın amaca yönelik
üretken faaliyetler içermesi gerektiğine ilişkindir.
Herkesin
var olan yeteneğini sınırsızca geliştirebileceği, geleceğin toplumuna ilişkin
bir öngörüdür, bir öneridir bu özlem..
2.4.Dostoyevski’de İnsan Anlayışı
Dostoyevski,
“iktisadi insan” anlayışına karşıdır.
İktisadi
insan(homo economicus) J.S.Mill ile başlatılmış, Jevons’un iktisadında bir
“ideal tip” e dönüştürülmüştür.
Dostoyevski
bu tip ile hesaplaşmıştır.
“Rasyonalist
hesapçı akla sahip” olduğu öne sürülen bu bireyin karşısına “Yeraltı İnsanı” nı
çıkarmıştır.
Yeraltı
İnsanı Homo Economicus’a karşıdır.
Yazar,
Yeraltından Notlar kitabında bu
hesaplaşmayı başarıyla gerçekleştirmiştir.
Dostoyevski
öykü ve romanlarında neoklasik iktisadın kaba akılcılığı ve faydacı felsefesine
ve toplum kurgusuna karşı bir dizi eleştiri getirir.
Neo
klasik iktisadın birey ve toplum kurgusuna karşıdır.
Yeraltından
Notlar bu bağlamda gerçek bir temel sunar.
Yeraltı
insanı onun için bir soyutlama değil, etiyle kanıyla modern toplumda yaşayan
eleştirel gerçekliğin kendisidir.
Yeraltından
Notlar’ın doğrudan muhatabı J.S.Mill’dir.
Dostoyevski
bir toplum modeli öne sürmez elbette. Bütüncül bir modernizm eleştirisi yapar.
Bu eleştirisi kapitalizm ve piyasa toplumu temelindedir.
Modernizm
eleştirisi yaparken elbette post-modernizmin tuzaklarına düşülmemeli. Çünkü
post-modernizmde muğlaklıklar çoktur.
Hayatta
gerçek daima iki çelişmenin ara yerindedir. Bu anlayış Marshall Berman’ın Katı
Olan Her şey Buharlaşıyor kitabında iyi vurgulanmıştır.
İnsanın
yöneldiği tek hedef, hedefini elde etmek için harcadığı sürekli çabadır, başka
bir deyişle yaşamın kendisidir.
Dostoyevski’den
neo klasik iktisat ve kapitalist piyasa toplumu çok şey öğrenmelidir.
3.Sonuç
İnsan
belki de eksik, zavallı ve çaresiz bir canlıdır.
Yaşam
süremiz sürekli bir tamamlanma gereksinimi ve bunun arayışı ile geçmektedir.
Akılcı
yön ve davranışlarımız olduğu gibi, bir o kadar da(belki daha çok) irrasyoneliz
ve anlamsız işlerle uğraşmaktayız.
İnsan
toplumsal bir varlıktır ve tarihsel bir gelişim- değişim süreci yaşamıştır.
İnsan,
başta kendi emeği olmak üzere her çeşit “yabancılaşmadan” kurtulup, kendi özüne
döndükçe kendini gerçekleştirecektir.
Kanımca
insanı, sürekli bir “düzen kurma” çabası içinde olan varlık olarak
tanımlayabiliriz. Sürekli planlayan-düzenleyen bir varlık. Bu da iyi bir
“üretkenlik” sonucu getirmektedir.
4.Kaynakça
-Erich
Fromm, Marx’ın İnsan Anlayışı,
2.Baskı,Say Yayınları, 2016
-Karl
Marx, Das Kapital(Kapital), Cilt I-III,1971
-Atalay
Girgin, Edebiyat Nedir Ki, Dorlion
Yayınları, 2019
-Adam
Smith, Milletlerin Zenginliği, T.İş
Bankası Kültür Yayınları, IV.Baskı,Temmuz 2010, s.xii
-K.Marx,Feuerbach Üzerine Tezler, aktaran;
Stevenson,Habermas,Matthews, Witt, İnsan
Doğası Üzerine Onüç Teori, 1. Baskı, The Kitap, Kasım 2018 s.256
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder