Öğretmen
ve Eğitim Sendikaları Nereden Nereye?
Atalay
Girgin*
Günümüz ‘eğitim’ ve ‘öğretmen’ sendikalarının kuruluş sürecinden bu yana geçen yakın geçmişini dikkate almak bile üzeri örtülen bir dizi gerçekliği, yadsınan hakikatleri, ısrarla söylenen ve sürdürülen yalanları gözler önüne serer.
Bunlardan
biri, eğitim, siyaset ve öğretmenler ilişkisidir. Bir diğeri ise şu an var olan
‘sendika’ların ve ‘üye’lerinin, başlangıçtaki sendikalar ve üyelerle (bireyler
olarak aynı kişiler olmamalarından söz etmiyorum) nitelik, duyarlılık, örgütlenme
ve toplumsal sorumluluk bilinci; öğretmen özerkliğinin değerini bilme ve gereğini
yapma düzeyi, vb açılardan aynı olmadıklarıdır.
Malumdur
ki her şey değişiyor. Değişen her şeyle birlikte, şeylerin hakikati de
değişiyor. Bu değişim ve değişen her şeye eğitim, ‘öğretmen’ ve bu alanda
kurulup varlığını devam ettiren sendikalar da dâhildir.
Bugünü Anlamak İçin Biraz Tarih
Bugün, bir yandan “ÖMK ve Kariyer Basamakları Sınavı”yla cebelleşen; diğer yandan “GEÇİNEMİYORUZ” diyerek, sesini ‘sendika’cı(k)lara ve malum yetkili/yetkisiz iktidar cenahına duyurmaya çalışan; bunları yaparken de eğitimin, öğretmenlerin ve sorunlarının siyasetle ilgili olmadığı yanılsamasını yaşayan ve söyleyen memur ‘öğretmen’ kitlesinin hali pür melalini de anlamak için, yakın geçmişi kısaca anımsamak ve anımsatmak gerek.
Bunun
için de çok gerilere uzanmadan, 1980 sonrası yıllardan başlamak yeterli. Çünkü
bugünün adı anılan öğretmen ve eğitim sendikalarının, en eskisinin bile kuruluş
ya da inşa süreci 1980’li yılların ikinci yarısından başlar. Kuruluşları ise
1990 yılına…
Bu
sürecin ilk adımını ise TÖS ve TÖB-DER geleneğini sürdüren öğretmenler atar.
Tarih 1986’dır1. Önce “ABECE Dergisi”
çıkarılır. “ABECE Dergisi”nin çıkarılması, dağıtılması süreciyle başlayan ve
örülen ilişkilerin, iki yıl içinde olgunlaşan faaliyetlerin ardından 1988
yılında Eğit-Der kurulur. Memur statüsü taşıyan öğretmenlerin dernek üyesi
olmasının önündeki engel ise “Fahri üyelik”le aşılır.
Eğit-Der,
kuruluşunun daha birinci yılını tamamlarken “Sendikal Haklar Kurultayı”nı
düzenler Ankara’da. Yıl 1989’dur. Hedef sendikalaşmaktır. Bu hedef
doğrultusunda 15 Şubat 1990’da Eğit-Der Genel Merkezi bir genelge yayınlayarak,
tüm şubelerde “Sendikal Haklar Komisyonu” kurulmasını ister ve bu komisyonlar
kurulur. Ve çalışmalar başlar. Yerelde ve ülke genelinde toplantılar yapılır.
Birbiri Ardına İki Sendika Ya
Diğerleri…?
Ancak
süreç daha yeterince olgunlaşmadan, bu çalışmalarda yer alan bir kesim “el
çabukluğu marifet” anlayışıyla “Eğitim-İş”in kuruluşunu ilan eder! Böylece
‘devlet’in malum mahfillerinin de kurulmasında yasal sakınca görmediği
“Eğitim-İş”, 12 Eylül sonrasında kurulan ‘ilk sendika’ olur.
Birilerinin,
başka birilerince sürecin yeterince olgunlaşmasını bile beklemeden “Eğitim-İş”
adı altında davranmaya yönlendirilmesi, hatta teşvik edilmesi ve bir anlamda “Eğit-Der’den
Eğit-Sen’e” olarak adlandırılan örgütlenme sürecinin baltalanmasını, geriye
kalanların da hızlanmasını beraberinde getirir.
Ardı
ardına yapılan geniş katılımlı toplantılar sonucunda sendikanın kurulmasına
karar verilir. Ve ‘erken doğum’ gerçekleşir. 13 Kasım 1990’da İstanbul
Valiliğine kuruluş evrakları teslim edilir. 1980 sonrasının eğitim alanında
kurulan “ikinci sendikası” Eğit-Sen olarak tarihe geçer. Elbette, gelişmeleri
yakından izleyen ‘devlet’in malum mahfilleri de harekete...
Eğit-Sen’in
kuruluş dilekçesinin verildiği 13 Kasım 1990 tarihinde sendikanın genel başkanı
ve genel sekreteri hemen gözaltına alınır. Valilik, 14 Kasım 1990’da kuruluş
evraklarını kabul etmediğini bildirerek, geri vermeye çalışır. Velhasıl
“Eğit-Sen” ve onu kuranlar, yasal hakları bile hiçe sayılarak daha baştan
“öteki” kılınır ‘devlet’in malum mahfilleri tarafından… Onlar ‘devlet’in
icazetlileri arasında değildir.
Bir
yanda bunlar olurken, birileri bedel öderken, bir biçimde icazet bekleyen,
‘devlet’ mahfilleri ve siyasi iktidarlarla işbirliğini düstur edinen diğerleri
ise seyretmekle yetinirler. Ve bağlı oldukları siyasal odaklardan, malum
çevrelerden ve birilerinden işaret gelmesini beklerler. Çok geçmeden de
beklenen işaret gelir.
Elbette
süreci gözleyen, öğretmenleri ve onların örgütlenmesini siyasal ve ideolojik
olarak denetim ve kontrol altında tutmak isteyenler diğerlerinin de
kurulmasının yolunu açarlar. Ve 1992 yılında iki sendika daha kurulur eğitim
alanında. Bunlardan ilki “üçüncü sendika” sıfatını kazanan Eğitim Bir Sen’dir.
Diğeri ise bundan dört ay sonra sahne alan Türk Eğitim Sen olur.
1995 yılında da Eğitim-İş ile Eğit-Sen’in birleşmesi sağlanarak Eğitim Sen kurulur. Birleşme
kararına uymayıp dışarıda kalanlar ve daha sonraki yıllarda Eğitim Sen'den ayrılanlar ise 2005 yılında Eğitim-İş'in kuruluşunu gerçekleştirirler yeniden...
Öğretmen Sendikacılığında Üç Siyasal-İdeolojik
Damar
Eğitim
ve öğretmen sendikacılığında üç ana siyasal ve ideolojik damar vardır. Bunlardan
ilki hem eğitim hem de toplumsal alanda hak ve kazanımları önceleyen, düzene
muhalif devrimci-demokrat öğretmenlerdir ki geçmişte Eğit-Sen, günümüzde ise
Eğitim Sen çatısında toplanmışlardır.
İkincisi
düzenle ve siyasi iktidarla işbirliğini önceleyen milliyetçilik ekseninde ve şu
ya da bu biçimde MHP’yle entegre ve onun güdümünde olan Türk Eğitim Sen;
üçüncüsü de düzen ve siyasal iktidarla işbirliğinde diğeriyle yarışan Siyasal
İslamcılık ve muhafazakarlıkla hemhal olan Eğitim Bir Sen’dir.
Eğitim
alanında öğretmenlere yönelik olarak kurulan ve bunların dışında kalan tüm
diğer sendikalar bu üçünün farklı düzeylerdeki türevlerinden ibarettir. Ve
hepsi de siyasal ve ideolojik olmadığını, hatta asla siyaset yapmadıklarını,
apolitik olduklarını söylerken bile siyaset yapmaktadırlar.
Ama
her körün bir badem gözlü alıcısı bulunur misali, öğretmenler camiasında
bunların da alıcısı vardı.
Nasıl
olsa aidatlar da kendi ceplerinden çıkmamakta her birini ‘patron’ ya da işveren
olarak ‘devlet’ ödemektedir. ‘Patron’un ödediği aidatla ‘üye’ olmanın, ‘patron’dan
gelen paralarla kasaları doldurup ‘sendika’cılık yapmanın adına ne demeli ki… “El
şeyiyle gerdeğe girmek” sözü bile az gelir bunu ifade etmeye… İşte eğitim ve
öğretmen sendikacılığının geldiği nokta… Küçük ‘sendika’cı(k)lar kendi
kümeslerinde oynaşırken, beslenip semirtilenler ise ‘patron’un ayaklarının
dibinde… İnanırsanız hiçbiri siyaset yapmıyor!
Öğretmenler İdeoloji Aktarıcısıdır
Eğitim
alanında faaliyet gösteren sendikaların siyasal ve ideolojik bir nitelik
taşıması, eşyanın tabiatına özgüdür. Çünkü eğitimin üç temel işlevinden ilki ve
diğer iki işlevi kuşatanı siyasal-ideolojik işlevdir.
Bu
siyasal ve ideolojik işlevin gereklerini yapan, buna ilişkin aktarımları öğrenciler
nezdinde gerçekleştirenler ve onları düşünce, söylem ve davranış düzeyinde siyasal-ideolojik
işleve uygun olarak biçimlendirenler ise öğretmenlerdir. Yani öğretmenler,
birçoğu bunu bilmiyor, birçoğu bilip de yalan söylüyor olsa da eğitimin siyasal
ideolojik işlevi doğrultusunda davranmak üzere işe koşulan birer
siyasal-ideolojik ‘aparat’tır.
Bir
başka deyişle, günümüzde öğretmen “düzenin duvarındaki tuğla” ya da eski
Roma’nın “Pedagog”udur. Eski Roma’da “Pedagog”, “çocuk bakıcılığı yapan eğitimli
köle”lere verilen bir sıfattır. Kapitalist sömürü düzeninin öğretmeni de düzen
ve o düzenin efendileri için “köle yetiştiren eğitimli KÖLE”lerdir.
Ancak
öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu, hem yaşadıkları bilinç yanılsaması, hem de
öğrencilerden önce kendileri “siyasal ve ideolojik körlük”le malul kılınıp
birer “ideolojik esir”e dönüştürüldükleri ve “gönüllü kulluk”la
taçlandırıldıkları için, eğitimde siyaset olmadığını ve olmayacağını;
kendilerinin ve sorunlarının siyaset dışı/siyaset üstü olduklarını söylerler.
Gerçeğe aykırı bu inanış ve söylem yetmezmiş gibi bir de üyesi oldukları
sendikanın siyaset yapmadığı, rakip gördükleri diğerlerinin ise siyaset
yaptığını ifade ederler.
Lakin
tüm bu yanılsamalara, hatta yalanlara rağmen gerçeğin ve gerçekliğin hükmü
galebe çalar ve bir turnusol kâğıdı misali olanı gözler önüne serer. Elbette
görüp anlamak isteyenler için…
Üyeler ‘Üye’ciğe Sendikalar
‘Sendika’cığa…
Eğitim alanında örgütlenen ve örgütlenme iddiasında bulunan tüm sendikaların kaydettikleri her ‘üye’nin aidatını ‘patron’ ya da işveren olarak ‘devlet’, yani siyasal iktidar öder.
Kendilerine
atfettikleri sıfat ve değer ne olursa olsun; hangi eleştirel ya da muhalif
söylemi kullanırlarsa kullansınlar; tüm sendikaları birer ’sendika’cığa ve bir
form doldurtup üye diye kaydettikleri öğretmenleri de ‘üye’ciğe dönüştüren bu
sistem 2005 yılında kurulmuştur.
Yukarıda
“devlet mahfilleri ve siyasal iktidarla işbirliği”nden söz ettiğimiz “Türk
Eğitim Sen” ve onun üst örgütü “Kamu-Sen”, 2005 yılında oturduğu ve adına “toplu
görüşme/toplu sözleşme” denilen alışveriş masasında, sadece “5 TL” karşılığında
bu sistemin kurulmasına imza atmıştır. Yani, “5 TL” karşılığında, eğitim
alanında ‘sendika’cıklar ve ‘üye’cikler sürecini başlatmış, tümünü ‘patron’a
bağlamıştır2.
KESK ve Eğitim Sen’i Engellemek
Uğruna…
Bunu
da kamuda örgütlenen, hem mücadelesi hem de söylemleriyle genelde kamu çalışanlarının
özelde ise öğretmenlerin dikkatini çeken KESK ve Eğitim Sen’in yolunu
kesebilmek için yapmıştır. Elbette siyasal iktidarla yaptığı bu
işbirlikçiliğinin ödülünü almış ve hala almaktadır. Kasaları dolup taşmış,
yöneticileri neredeyse birer HOLDİNG CEO’suna dönüşmüş ve maaşlarını bile
açıklayamaz hale gelmişlerdir.
Ancak
“Kamu Sen” ve “Türk Eğitim Sen”in açtığı bu yoldan, siyasal iktidarın öz evladı
olan bir başka ‘sendika’cık ilerlemeye başlar. Ve siyasal iktidarın rüzgârını
ve fiili desteğini de alan “Memur Sen” ve “Eğitim Bir Sen” kısa bir zaman sonra
hem ‘üye’cik sayısında “5 TL”ye kendisine yolu açan bu işbirlikçileri geride
bırakır hem de onlardan boşalan koltuklara yerleşir.
Elbette
yetkili ‘sendika’cık olarak adına “toplu görüşme/toplu sözleşme” denilen “al
gülüm ver gülüm” hesabı naz yapma masasına da oturur. Ve o günden bu yana ‘patron’
işbirlikçiliğinde “Kamu Sen” ve “Türk Eğitim Sen”den aşağı kalmadığını ve
kalmayacağını defalarca sergiler ve hala da sergilemeye devam etmektedir.
Ve
onlar da ‘patron’un önünde ya da ardında vecd içinde secde etme ve işbirliği
yarışında birinciliğe ulaşmanın ödülünü fazlasıyla almışlar ve hala almaktadırlar.
Tıpkı “Türk Eğitim Sen” gibi “Eğitim Bir Sen” de neredeyse bir HOLDİNGe
dönüşmüş ve yöneticileri bir CEO misali maaşlarını bile açıklayamayacak hale
gelmişlerdir.
Peki; ya bu ‘sendika’cıkların ‘üye’cikleri? Yani öğretmenler…? Ne yazık ki onları sormayın artık! Çünkü onlar, etik bir yana ahlaki değerleri bile gözetmeden, bir rüzgârgülü misali peşlerine düştükleri ‘sendika’cıklar HOLDİNGe, yöneticileri birer CEO’ya dönüşmüşken; sosyal medya üzerinden “GEÇİNEMİYORUZ” demekle meşguldür. Birçoğu hala bu ‘sendika’cıklardan istifa bile edemeyecek kadar acziyet içinde aynı sözü yinelemektedir: GEÇİNEMİYORUZ! GEÇİNEMİYORUZ!
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 Bu sürecin
ayrıntılarını, Nebat Bükrek’in “Eğit-Der’den
Eğit-Sen’e” başlıklı kısa yazısından okuyabilirsiniz: https://www.evrensel.net/haber/179087/egit-der-den-egit-sen-e
2 Bu süreci merak
edenler, Emin Pazarcı’nın Tercüman Gazetesinde yayımlanan “5 YTL’nin Gücü” başlıklı yazısını okuyabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder