29 Kasım 2021

“Fourteen Age Girls Sex Party” Nerede ve Kimin İçin Yapıldı?

 

“Fourteen Age Girls Sex Party”

 Nerede ve Kimin İçin Yapıldı?

Atalay Girgin*

Okuyanlar anımsayacaktır. “Çocuk Fuhuşu Raporu veTeenage Girls Sex Party1 başlıklı yazı şu sözlerle bitiyordu:  Peki; “Fourteen age girls sex party” nerede ve kimin için düzenlenir? Sorunun yanıtı gelecek yazıda… Ben “gelecek yazıda” desem de kim bilir ki belki de Sedat Peker benden önce açıklayabilir soruların yanıtını…

Lakin beklenen sürpriz gerçekleşmedi. Belki yazı Sedat Peker’e ulaşmadığı ya da ulaştıysa da okumadığı için… Belki de bu olayı bilmediğinden ya da biliyorsa da başka saiklerden dolayı kendisinden herhangi bir açıklama gelmedi.

Ve sonuçta iş yine başa düştü. Yaşadığımız koşulların olanak verdiği ölçüde açık olmak kaydıyla, iddia ve bilgileri dikkate alarak ve “deveye hendek atlatmak” pahasına, dolambaçlı yollara saparak da olsa soruları yanıtlamaya girişelim o halde…

İstanbul’da Bir Gece

Turhan Çömez’in, “Çocuk Fuhuşu Raporu” daha yazılmamıştır. Hatta Çömez kendisine gelen ihbarlar üzerine harekete bile geçmemiş ve korunmaya muhtaç çocukların kaldığı kız yurdunun kapısını dahi çalmamıştır daha… Ve İstanbul’da bir gecedir.

Tanık olanların ve bilenlerin anlattıklarına göre, aslında bu ne ilk gecedir ne de son gece… “Party”lenen gecelerden bir gecedir yalnızca…

Lakin o geceyi ve o gece yapılan “party”i özel kılan başka bir şeyler vardır. Belki bir kutlama… Belki de kutlanan günler içinde daha özel kılınan bir gün… Kim bilir ki belki de bir yaşın bitip yenisinin başlama günü…

Hangisinin olduğuna ilişkin net bir bilgi yoksa da “özel mi özel bir gün” olduğu kesindir. Çünkü hazırlıklar günler öncesinden başlamıştır. ‘Sipariş’ler verilmiş ve “deyyus-u ekber”ler çoktan işe koyulmuştur!

İşte O “Party”nin Sahibi

Malum “Party”nin sahibi aslisi 61-62 yaşındadır. Birini tamamlayıp diğerine başlamanın öncesindedir. Her ‘önemli’ şahsiyet gibi, basında ve kamuoyunda adı ‘saygı’yla anılan bir kişidir. Hem de ‘iddia’ olarak dile getirilen, hatta yine ‘iddia’ olarak yazılıp çizilen ve asla yalanlanmayan birçok özelliğiyle birlikte…

Örneğin; belirtilen bu özellikleri arasında, ulusal ve uluslararası istihbarat çevrelerince bilinen, hatta istihbarat notlarına ve raporlarına dek geçen uyuşturucu tacirliği ve kaçakçılığı vardır. Ve doğal olarak, kendisinin de dâhil olduğu mafya dünyasıyla ilişkileri...

Keza önceki iki yazının yanı sıra bunun da yazılmasına neden olan, küçük yaştaki kız çocuklarına yönelik cinsel düşkünlüğü de yer alır bu raporlarda… Halk arasında söylenen biçimiyle ifade edersek eğer, ayan beyan “sübyancı”dır yani…

Bir başka özelliği ise çevresinde neredeyse “kuş uçurtmayan” özel ve resmi korumaları da vardır. Yalnızca bunlar değil elbette…

24 Kasım 2021

Son Yazı

 

Son Yazı…

Atalay Girgin*

Bugün “Çocuk Fuhuşunun Eskort Tarlası….?1yla başlayıp “Çocuk Fuhuşu Raporu ve Teenage Girls Sex Party2 başlıklı yazıyla devam eden dizinin üçüncüsünü yayınlayacaktım.

Ama olmadı. Çünkü araya beklenmedik bir biçimde işte bu “Son Yazı…” girdi. Malumdur ki her son yeni başlangıçlara gebedir. Her başlangıç da ne zaman nasıl olacağı kestirilemeyen bir sona…

Yaklaşık üç yıldır yazılarımın yayımlandığı Gerçek Gündem’deki “son” da bugüne gebeymiş. Elden ne gelir ki… Sonunda doğum gerçekleşti artık….

Bu “son” nedensiz bir son değil.

Gerçek Gündem’in yeni sahiplerinin göreve getirdikleri editöryal ekibi, kendilerince haklı gerekçelerle “Çocuk Fuhuşu Raporu ve Teenage Girls Sex Party” başlıklı yazıyı yayından kaldırdı. Elbette kendileri bilirler. Çünkü ‘dükkan’ da ‘tezgâh’ da onların… Elbette kalem, pardon klavye de benim…

21 Kasım 2021

“Çocuk Fuhuşu” Raporu Ve “Teenage Girls Sex Party”

 

“Çocuk Fuhuşu” Raporu Ve “Teenage Girls Sex Party”

Atalay Girgin*

“Çocuk anneler…”, “Çocuk fahişeler…”, “Fuhuşa sürüklenen kız çocukları…” ve “Çocuk fuhuşu…” Bu sözler, ne denli üzücü olsa da geçmişten bu yana konuya ilişkin yayımlanan haberlerin başlıklarında ya da içeriklerinde yer alır.

Ne yazık ki haber bir sonuçtur. Ve bunlar haber konusu olmadan önce de başta ilgili kurum ve kuruluş yetkilileri olmak üzere, toplumun farklı kesimlerine mensup kişiler tarafından yıllardır bilinir.  Buna rağmen, bilinebilir ve tahmin edilebilir birçok nedenden dolayı, çocukların göz göre göre ve alenen cinsel istismarı ve sömürüsünün ifadesi olan çocuk fuhuşu konusunda kayda değer ve kapsamlı önlemler alın(a)maz.

Anlatanların iddialarına göre haberlere yansıyanlar buz dağının yalnızca görünen kısmına ilişkindir. Ve görünen kısmına ilişkin yeterli bilgiyi bile kamuoyuna aktarmaya yeterli değildir.

Yine bu iddia sahiplerine göre, genellikle yapılan ihbarların büyük bir bölümü de karşılıksız kalır. Acaba neden? Ellerinde gerekli ve yeterli olanaklar olduğu halde kimler, hangi etkili ve yetkili kişiler bu olayların üzerine gitmez?

“Çocuk Fuhuşu” raporuna giden süreci başlatan ihbar ise mucize kabilinden bir istisnadır. Çünkü bunun öncesinde, sonuç alınma umudu yok denecek kadar az olsa da bilindik ve ilk akla gelen birçok kurumun yanı sıra, çok sayıda milletvekiline de ihbarlar yapılmış, bilgi ve iddialar aktarılmıştır. Sanki ihbar olup yağmıştır isimsiz ve adressiz birileri…

Ne gariptir ki bu ihbar yağmurundan ıslanan, kendisine aktarılan bilgi ve iddialarla dertlenen ve bunların peşine düşen bir tek kişi çıkmıştır. Peki; o kişi kimdir?

19 Kasım 2021

"Çocuk Fuhuşu"nun Eskort Tarlası…?

 

"Çocuk Fuhuşu"nun Eskort Tarlası…?

Atalay Girgin*

Okuyanlar anımsayacaktır.
Antoine de Saint-Exuperyin “Küçük Prens”inde “Tilki ile Küçük Prens” arasında şöyle bir konuşma geçer:

“İnsanlar gerçeği unuttular” der Tilki, “Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiklerinden her zaman sorumlu olacaksın. Gülünden sorumlusun.”

“Gülümden sorumluyum” diye karşılık verir Küçük Prens, “Gülümden sorumluyum.”

İnsan yalnızca evcilleştirdiklerinden değil, en az onlar kadar sosyalleştirdiklerinden de sorumludur. Kendisi de sosyal-kültürel bir varlık olan insanın, sosyalleştirdiklerinin en başında çocuklar gelir. Yani insanın ve toplumun sorumlu olduğu ve kıskançlıkla koruması gereken “Gül”ü, gonca “Gül”ü çocuklardır.

Çocukların sosyalleştirilmesi ise yalnızca anne ve babalarınca gerçekleştirilip tamamlanan bir süreç değildir. Onlar bu sürecin ilk başlatıcılarıdır. Sosyalleştirilme süreci, çocuğun en yakın çevresinden başlayarak, farkında olsun ya da olmasın, doğrudan ya da dolaylı olarak, o toplumu oluşturan tüm bireylerin katılımıyla devam eder.

Dolayısıyla, çocukların korunması, bakımı, güvenliği, sağlığı ve eğitiminin sorumluluğu topluma, daha doğrusu toplumun “şu” diye gösterilebilen her bir bireyine aittir. Lakin tek tek bireyler bu sorumluluğu taşıma bilincinde olmadıkları, hatta bazıları bunu bile isteye kötüye kullandıkları ve istismar ettikleri için birçok toplumda bu işlevleri yerine getirmeye dönük toplumsal kurum ve kuruluşlar tesis edilmiştir.

17 Kasım 2021

Danıştay MEB’in ‘Bürokrat Zırhı’nda Delik Açabilir Mi?

 

Danıştay MEB’in ‘Bürokrat Zırhı’nda Delik Açabilir Mi?

Atalay Girgin*

“MEB başsavcılığa neden soruşturma izni vermedi?1” başlıklı yazıyı okuyanlar anımsayacaktır. Söz konusu yazıda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, MEB bürokrasinden 7 kişi hakkında “Soruşturma İzni” talep ettiğini yazmıştık.

Dönemin Milli Eğitim ‘Bakan’ı Ziya Selçuk imzasıyla bu talep reddedilmiş ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına “Soruşturma İzninin Verilmemesi”ne hükmedilmişti.

Savcılığın, “4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun” bağlamında talep ettiği “Soruşturma İzni”nin gerekçesi “Görevi kötüye kullanma” suçuydu.

Bu suçun açılımında ise şunlar yazılıydı: Milli Eğitim Bakanlığı’nda yapılan atamalar ve/veya görevden almalarla alakalı yargı süreçlerine müdahale anlamı taşıyan, bu sayede hem çıkar sağlandığı hem de kamunun gereksiz tazminat ödemesine sebep olunarak suç işlendiği iddiaları

İddialar Ciddiydi Ama…

16 Kasım 2021

Yüzleşmek Zorunda Olduğumuz Sorunlar

 

Yüzleşmek Zorunda Olduğumuz Sorunlar

“Kötü Politikaların” Değil, “Kötü Sistemin” Eseri… 

Fikret Başkaya 

“Gerçek kalkınmanın dış ilişkilerin kontrolünü gerektirdiği mantıkî sonucuna varıyordum. Başka türlü ifade edersek, kopuşu gerektiriyordu ve kopuş olmadan girişilecek yapısal reformların başarısızlığı kaçınılmazdı”.1                                                                                                                                                                Samir Amin 

Türkiye ekonomisi her geçen gün daha çok dibe vururken, çöküş derinleşirken, ‘iyi politikalarla’ bu durumdan çıkılabileceği beklentisi ve umudu hala canlı… İşte, iyi bir merkez bankası başkanı, iyi bir hazine ve maliye bakanı “iyi politikaları” uygularsa, aracın düzlüğe çıkacağı sanılıyor… Oysa, gelinen aşamada artık ‘iyi politikaların’ bir işe yaraması mümkün değil. Dünyanın en yetenekli iki uzmanını o iki kurumun başına geçirseniz de şeylerin seyri değişmez… Artık sorunlar faizle – kurla oynayarak çözülebilir değil. ‘Kötü sistem’ dahilinde ‘iyi politikalar’ mümkün olmadığı için… Eğer aracın motoru bozuksa, sürücüyü değiştirerek aracı hareket ettiremezsiniz… 

O halde sadede gelebiliriz. Çöküş tablosunun gerisinde ne var? Buraya neden ve nasıl gelindi? Bu soruların cevabı 41 yıl geride saklı… 1980’de alınan virajın doğrudan sonucu. Amerikancı-NATO’cu generallerin darbesi sayesinde hayat bulan şu ünlü 24 Ocak Kararlarının bizi getirdiği yer… Cuntacı generallerin gerisinde NATO, ABD, CIA vardı ama 24 Ocak Kararlarının arkasında da IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vardı… Tabii her zaman olduğu gibi 24 Ocak Kararlarıyla ilgili tevatür başkaydı. Türkiye dışa açılacak, ihracat öncülüğünde büyüyecek, zaferden zafere koşacak, muasır medeniyetin üstüne çıkacaktı… İyi de yapılmak istenen aslında ne idi? Kapitalizm ‘yapısal krize’ girmişti. Sermaye yeteri kadar değerlenemiyordu. Kâr oranlarını restore etmenin bir yolu da Türkiye gibi kapitalist dünya sisteminin çevresinde yer alan ülkelerden kaynak akışını artırmak, sömürüyü derinleştirmekti. 

14 Kasım 2021

MEB’den Yargıya: Bu Öğretmeni Hapsedin!

 

MEB’den Yargıya: Bu Öğretmeni Hapsedin!

Atalay Girgin*

Sonunda bunu da gördük!

Mahmut Özer’li Milli Eğitim Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde tarihe geçecek ve kendileri için utançla anılacak bir adım attı. Mahkemeden, kendi personeli olan bir öğretmenin tutuklanıp hapse atılmasını istedi.

Aslında MEB yetkililerince gerçekleştirilen bu talebin tercümesi şuydu: Bu öğretmeni hapsedin ve bizi de Milli Eğitimi de bu öğretmenden kurtarın!

Bu Öğretmen Ne Yapmıştı?

Peki; MEB, bu öğretmenden neden kurtulmak istiyordu? Bu öğretmen, kültürel ve ahlaki çürümenin her düzeyde yaşandığı ve her geçen gün bir enkaza, bir bataklığa dönüşen MEB’de, birilerinin hapsedilmesini şiddetle arzulayabileceği kadar kötü olabilecek ne yapmıştı?

Yalnızca MEB bürokrasisinin her konuda mahir ve seçkin bazı yöneticilerinin bilip de başkalarının hiç mi hiç bilmediği yüz kızartıcı davranışlarda mı bulunmuştu? Telaffuz bile edilemeyecek büyüklükte suçlar mı işlemişti? Çalıştığı okullarda öğrencilerine ve meslektaşlarına cinsel taciz ve tecavüz eylemlerine mi girişmişti? Bu taciz ve tecavüz eylemleri, yapılan soruşturmalar sonucu sübuta mı ermişti?

Bunlar yetmezmiş gibi, MEB bürokrasisinin işlerine de müdahale edip, ihaleye fesat karıştırmayı, yolsuzluk ve usulsüzlük yapmayı alışkanlık haline getirerek haksız kazançlar mı sağlamıştı? Örneğin; bu yolsuzluk ve usulsüzlükler sonucu elde ettikleriyle sayısı onun üzerinde lüks daireler ve arsalar mı satın almıştı? Hem kendisinin hem karısının altına lüks arabalar mı çekmişti? Birçok mahir ve seçkin MEB bürokratı, il ve ilçe müdürü gibi, aldığı resmi maaş bordrosunda yazılı olmasına rağmen (nasıl oluyorsa artık!) çocuklarını en gözde özel okullarda mı okutmuştu?

Hakkında, bir bakan yardımcısını koluna takıp Kıbrıs’a kumar ve her türlü zevk-i sefa için götürdüğü mü iddia edilmişti? Puanı yetmeyen kadın öğretmenlere “ahlaksız teklif”te bulunup sonra da onların göreve başlatılmasını sağladığı mı ileri sürülmüştü? Ya da Mahmut Özer’in söylediği iddia edilen sözlerle ifade edersek, “kirli işlere ve harama bulaşan haramzadeler” gibi haram mı yemişti?

Yoksa MEB’deki rant ve koltuk çetelerinin Bakanlık dışındaki gizli lideri miydi? Örneğin; “MEB’de Büyük Operasyon” metnini yazan ve adım adım uygulanmasını sağlayarak Mahmut Özer’in ‘bakan’ koltuğuna oturtulmasıyla sonuçlandığı iddia edilen operasyonun üç üst aklından biri miydi?

26 Ekim 2021

Yine Milli Eğitim… Yine Taciz İddiası Ve Yer: Yine…

 

Yine Milli Eğitim… Yine Taciz İddiası Ve Yer: Yine…

Atalay Girgin*

Başlığı okuyan birçok kişi, taciz iddiasına konu olan olayın nerede, hangi ilde, hangi ilin hangi ilçesinde gerçekleştiğini merak edecek olsa da… Biz olaya odaklanalım önce…  

Malum; yine Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir okul… Bir lise… Geçmişte de adı cinsel taciz iddialarıyla anılan, hatta soruşturma sonucunda bazı öğretmenleri ve bir idarecisi yer değişikliğine tabii tutulan bu lisede tüm öğrencileri kız çocuklarından oluşan bir sınıf… Ve ders beden eğitimi…

Covid-19 tedbirleri kapsamında maske mesafe kuralları uygulanıyor ya da uygulandığı söyleniyor ya… Anlatılanlara göre, ders esnasında ne olduysa, öğretmen, adı bizde saklı olan bir öğrencinin yanına yaklaşıyor. Ve maskesini indirmesini ya da çıkarmasını istiyor. Öğrenci bu isteği yerine getiriyor.

Öğretmenin Kız Öğrencisine ‘İltifat’ı!

20 Ekim 2021

MEB’de Yaşanan Bu ‘Aşk’ Bitmez

 

MEB’de Yaşanan Bu ‘Aşk’ Bitmez

Atalay Girgin*

Yaşayanlar bilir ki her aşk özeldir. Her aşk bir başka güzeldir. Ve her aşkın kendi rengi vardır. Ne anlatılabilen ne de tanımlanabilen…

Lakin MEB’de yaşanan bunlara benzemez. Geçmişten bu yana rant ve koltuk çetelerinin cirit attığı Milli Eğitim Bakanlığında ‘aşk’ bir başka yaşanır. Hele de koltuk rantla, rant da koltuk ve kadrolaşmayla taçlanırsa…

Her ne kadar birileri, arada sırada, işler kendi istedikleri gibi gelişmediğinde “MEB taşra teşkilatını çeteler yönetiyor” diye bağırırken; o taşra teşkilatlarını atayan MEB merkez teşkilatı olmasına rağmen, ona toz kondurmasa ve ağızlarını açıp tek kelam etmeseler de… Oysa bu işlerde asıl mahir olanlar merkez teşkilatında, yani suyun başında oturan, işin ehli bazı çemişlerdir.

Bilinmelidir ki MEB’de eğer ucunda rant yoksa, maddi ve manevi haz ayrıcalıkları sağlamayacaksa koltuk da eğitim de değersizdir. Hatta külfettir. Eğer koltuk ve kadrolaşma ranta eriştiriyorsa, ‘aşk’, yıllar geçtikçe değerlenen şarap misali, her şeye rağmen yeniden yeniden küllerinden doğarcasına tazelenir.

Kadrolaşma ise bambaşka bir hikâyedir. Ve yeri geldiğinde yazılması gereken başka bir yazının konusudur. Şimdilik bunu bir kenara alıp şu bitmeyen ve sürekli tazelenen ‘aşk’a dönelim.

18 Ekim 2021

Mahmut Özer Cinsel Tacizden Kaçamadı

 

Mahmut Özer Cinsel Tacizden Kaçamadı

Atalay Girgin*

“Kaçtığın yer kaçamadığın yerdir” der şair. Onu yankılarcasına söylersek eğer, çözmek yerine üstünü örttüğün; sorulduğunda sustuğun; yüzleşip hesaplaşmak yerine yokmuş gibi davranmaya çalıştığın sorun da kaçamadığın sorundur. Gün gelir seni yakalar. Tıpkı; Mahmut Özer’i yakaladığı gibi…

Oysa “MEB’de Taciz ve Tecavüz1 başlıklı yazıdan, “MEB’de Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Mahmut Özer’e Çağrı”ya2 dek, defalarca yazmış ve defalarca sormuştuk. Hatta cinsel taciz ve tecavüz olaylarında doğrudan ya da dolaylı dahli olan bazılarının adlarını verircesine belirtmiştik. Makamlarını bile yazmıştık. Tacizcileri hangi sıfatla atadıklarından, hangi sıfatla onların pansiyonda öğrenciler arasında yatıp kalkmasına onay verdiklerinden söz etmiştik.

Lakin, söz konusu yazılarda değinilen sorunlara ve sorulan sorulara karşı, ne kameralar karşısında çocuklara “kuzucuklarım” diyen Ziya Selçuk’tan bir yanıt geldi ne de onun halefi Mahmut Özer’den… Her ikisi de halef-selef, aynı tavrı gösterdiler, cinsel taciz ve istismar olaylarına, dahası bu olayların faillerine karşı… Hem de bu olaylarda bezi-tarağı olanlardan en azından biri halen MEB bürokrasisinin koridorlarında dolaşırken… Buna rağmen sorulduğunda sustular.