“Felsefenin
Göçmen Kuşu”nu Hatırlıyor
Musunuz?
Atalay
Girgin*
Sizi bilmem ama, Milli
Eğitim Bakanlığı (MEB) unuttu onu. Sekiz
yıldır, YÖK’ün takvimine girip girmediğine ilişkin ise hiçbir emare yok. Başta
İstanbul Üniversitesi olmak üzere, üniversitelerin hiçbirinden ses çıkmadı
bunca yıl. Peki; bunca kurum anımsamazken, öğretmenler hatırlar mı, “Felsefenin göçmen kuşu”nu?
Hayır! “Kuş” deyince,
felsefeyle ilgilenen birçok kişinin aklında beliriveren “Minerva’nın baykuşu” değil sözünü ettiğim. Derler ki, “Minerva’nın
baykuşu” gün kararıp, akşam olunca başlar uçuşuna. “Felsefenin Göçmen Kuşu”1 ise “Güneşle” seslenir. Günışığı altında
yazar ki, “Güneşle”deki yazılarının ortak özelliği de, kendi deyişiyle, “günün yalnızca güneşli saatlerinde yazılmış
olmalarıdır”.
“Güneşle”
sözünü okur okumaz, ilgilileri hatırlamış olmalı. Ama ben yine de bilmeyenler
ve hatırlayamayanlar için yazayım, kimden söz ettiğimi, “Felsefenin Göçmen
Kuşu”nun kim olduğunu…
“Felsefenin Göçmen Kuşu” sözü ne denli kendisine yakışsa, ne denli
onu anımsatıveren bir imge olsa da o bir insandı. O bir beyefendi… O üretken
bir düşünürdü; üretken bir filozof. “Kalamış’taki evinin önünden son kez
havalan”ışının üzerinden sekiz yıl geçti. Adının önüne hiçbir titri, hiçbir
sıfatı ve statüyü iliştirmeye gerek yok. Çünkü adı dışında her sıfat, her statü
ona ilinek olmaktan öte bir değer taşımaz. Onun adı, hâlâ Nermi Uygur’dur. O,
birçokları gibi sıfatlar ve statülerle değerlenen değil, aksine kendisine
iliştirilen sıfat ve statülere değer katandı.
Son kez kanatlarını
açıp havalanışının ardından, geçen zaman içinde, hakkında ve düşünceleri üzerinde
kapsamlı çalışmalar2 yapıldığına dair,
günışığına kavuşmuş herhangi bir emare yok ne yazık ki. Kimileri, “Bekleyin! Daha
erken. Önümüzdeki yıllarda felsefe bölümleri, yüksek lisans ve doktora
tezleriyle bu eksikliği giderir” deyip geçse de, günümüzde bunu beklemeyenler
de var. İyi ki var!
Sözcelem
Felsefe
- Edebiyat Dergisi de bu beklemeyenlerden. Sanki, artık hatırlamayanlara hatırlatmak,
unutanlara yeniden anımsatmak istercesine, Sözcelem
Felsefe-Edebiyat Dergisi 3. sayısında,
“Felsefenin Göçmen Kuşu” adını
taşıyan bir “Nermi Uygur dosyası”yla
çıkmış okurun karşısına.
Uygur’un aramızdan
ayrılışının onuncu, yirminci ya da yuvarlak rakamlı bilmem kaçıncı yıldönümüne
ertelememişler, onu anmayı ve başkalarına da anımsatmayı. Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyelerinden felsefeci H. Haluk Erdem ve
Çukurova Üniversitesi öğretim üyelerinden felsefeci Mustafa Günay’ın da katkılarıyla
oluşturdukları dosyayla, Nermi Uygur’u unutmadıklarını ve hatırlatmak
istediklerini göstermişler.
Sizce de 1925 yılında
doğan, ilkokul yıllarındaki lakabı “sorgucu”ya çıkan; şimdilerde fazlaca
anımsayan olmasa da yaptığı çalışmalarla “1960’larda şöhreti Almanya, ABD,
İngiltere, Fransa’ya ulaş”an;
günümüzde birçoklarının diline pelesenk olan “çokkültürlülük” kavramını daha 1980 başlarında telaffuz edip, “Kültür Kuramı” adlı eserinde, eğitimin
çokdilli, çokkültürlü olması gerektiğini ileri süren; anadilde eğitimin önemine
vurgu yapan Nermi Uygur, anımsanmaya ve yeniden okunmaya değmez mi? Hele
“Yaşama Felsefesi”, “Felsefenin Çağrısı” başta olmak üzere denemeleriyle…
Keza Sözcelem Felsefe-Edebiyat
Dergisi de… Dergi alıp okuma alışkanlığınız olmasa bile, takdir edilmeye
değmez mi?
Elbette sorum da sözümde, “Felsefe de neymiş ki, onun kuşuyla
uğraşalım!” diyen kurumlara ve öğretmenlere değil. Onları kendi hallerine
bırakmak gerek. Çünkü onlar, yaptıkları işte bile hükmünü sürdüren ve adlarını dahi
bilmedikleri birilerinin felsefeleriyle yaşadıkların fark etmeden, felsefeye
burun kıvıra kıvıra tamamlarlar ömrü hayatlarını. Ne var ki onlar geçip gitse
de, hatırlayanlara ve hatırlamayanlara rağmen, kültür dünyasının rengarenk
gökyüzünde süzülerek uçuşunu sürdürür, “Felsefenin göçmen kuşu”. Bazen, hafif
bir kanat çırpışıyla, kitap evlerinin raflarında görünür ve her daim insanlığın
yazılı hazineleri kütüphanelerde konaklar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder