MEB’den
Yargıya: Bu Öğretmeni Hapsedin!
Atalay
Girgin*
Sonunda bunu da gördük!
Mahmut
Özer’li Milli Eğitim Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde tarihe geçecek ve kendileri
için utançla anılacak bir adım attı. Mahkemeden, kendi personeli olan bir
öğretmenin tutuklanıp hapse atılmasını istedi.
Aslında
MEB yetkililerince gerçekleştirilen bu talebin tercümesi şuydu: Bu öğretmeni
hapsedin ve bizi de Milli Eğitimi de bu öğretmenden kurtarın!
Bu Öğretmen Ne Yapmıştı?
Peki;
MEB, bu öğretmenden neden kurtulmak istiyordu? Bu öğretmen, kültürel ve ahlaki
çürümenin her düzeyde yaşandığı ve her geçen gün bir enkaza, bir bataklığa
dönüşen MEB’de, birilerinin hapsedilmesini şiddetle arzulayabileceği kadar kötü
olabilecek ne yapmıştı?
Yalnızca
MEB bürokrasisinin her konuda mahir ve seçkin bazı yöneticilerinin bilip de
başkalarının hiç mi hiç bilmediği yüz kızartıcı davranışlarda mı bulunmuştu? Telaffuz
bile edilemeyecek büyüklükte suçlar mı işlemişti? Çalıştığı okullarda
öğrencilerine ve meslektaşlarına cinsel taciz ve tecavüz eylemlerine mi
girişmişti? Bu taciz ve tecavüz eylemleri, yapılan soruşturmalar sonucu sübuta
mı ermişti?
Bunlar
yetmezmiş gibi, MEB bürokrasisinin işlerine de müdahale edip, ihaleye fesat
karıştırmayı, yolsuzluk ve usulsüzlük yapmayı alışkanlık haline getirerek
haksız kazançlar mı sağlamıştı? Örneğin; bu yolsuzluk ve usulsüzlükler sonucu
elde ettikleriyle sayısı onun üzerinde lüks daireler ve arsalar mı satın
almıştı? Hem kendisinin hem karısının altına lüks arabalar mı çekmişti? Birçok mahir
ve seçkin MEB bürokratı, il ve ilçe müdürü gibi, aldığı resmi maaş bordrosunda
yazılı olmasına rağmen (nasıl oluyorsa artık!) çocuklarını en gözde özel okullarda
mı okutmuştu?
Hakkında,
bir bakan yardımcısını koluna takıp Kıbrıs’a kumar ve her türlü zevk-i sefa
için götürdüğü mü iddia edilmişti? Puanı yetmeyen kadın öğretmenlere “ahlaksız
teklif”te bulunup sonra da onların göreve başlatılmasını sağladığı mı ileri
sürülmüştü? Ya da Mahmut Özer’in söylediği iddia edilen sözlerle ifade edersek,
“kirli işlere ve harama bulaşan haramzadeler” gibi haram mı yemişti?
Yoksa MEB’deki rant ve koltuk çetelerinin Bakanlık dışındaki gizli lideri miydi? Örneğin; “MEB’de Büyük Operasyon” metnini yazan ve adım adım uygulanmasını sağlayarak Mahmut Özer’in ‘bakan’ koltuğuna oturtulmasıyla sonuçlandığı iddia edilen operasyonun üç üst aklından biri miydi?
Ya
da Avrupa Birliği ve uluslararası kuruluşlar tarafından çocukların eğitimi için
MEB’e hibe edilen ve Sayıştay Raporlarınca da tespit edilen yüz milyonlarca
Euro’yu hiç kimsenin bilmediği özel ve vadeli hesaplara aktararak, nemasıyla
birlikte yalayıp yutmuş muydu?
MEB
Personel Genel Müdürlüğü müdür ve atama dairesi başkanlarının ümüğüne çökerek,
hiçbir gerekli ve yeterli koşula sahip olmayan kişilerin ilçe milli eğitim
müdürlüğüne ve “ulufe tarlası” olarak nitelenen proje okullarına müdür olarak
atanmasını mı sağlamıştı?
Bu
soruları daha da çoğaltabilirim. Ama gerek yok şimdilik… Çünkü sorduğum ve
sorabileceğim tüm soruların tek bir yanıtı var: Hayır ya da hiçbiri...
Bunlar Hapsedilme İstenecek
Suçlardan Değildir.
Evet!
Hiçbiri… MEB’in yargıdan hapsedilmesini talep ettiği öğretmen, yukarıda sayılan
ve yasal olarak da suç teşkil eden eylemlerin, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin hiçbirini
yapmamıştı. Eğer bu öğretmen bunlardan birini hatta birkaçını bile bir arada
yapsaydı, MEB, onun hakkında hapsedilsin talebinde bulunmazdı. On parmağında on
marifet kabilinden, böylesi yetenekleri olan bir kişiyi hangi kurum kaybeder ki
MEB hapse tıkılmasını istesin…
Neden?
Çünkü bunlardan birçoğu Sayıştay Raporlarınca da tespit edildiği gibi MEB’de
yıllardır yapılan rutin işlerdendi. Ve vaka-i adliyeden bile sayılmazdı. İstisnalar
dışında bu iş ve işlemler ne idari soruşturma konusu yapılırdı ne de bunları
yapanlar hakkında adli suç duyurusunda bulunulurdu.
Hatta
bunlar birileri için kariyer basamaklarını tırmanmanın ya da taltif edilmenin
karinesi bile olabilirdi. Ne de olsa ‘usta’lık ve bu işlerde ‘deneyimli’ bir
bürokrat olmak ayrıcalıktır!
MEB’de ‘Acemi’ Tacizciye Kolaylık
Sağlanır!
Örneğin;
öğrencisine ya da meslektaşlarına cinsel tacizden ceza teklif edilen
birilerinin cezası, disiplin kurullarında “İlk kez yapmıştır, daha deneyimsiz.
Biraz daha deneyim kazansın” dercesine bir alt düzeye düşürülürdü. Aksini iddia
edenler için hemen, hem de en az iki tanesini yazabilirim. Daha fazlasını
görmek içinse MEB’deki cinsel taciz dosyalarının kapağını açmak yeterlidir.
Yalnızca
bu mu? Elbette değil. Örneğin; erkek öğrencisine cinsel tacizde bulunduğu
soruşturma sonucu sübuta eren ve hakkında hem disiplin ve idari yönden
yöneticilik görevinin üzerinden alınması teklif edilen hem de aynı olaydan
dolayı adli ceza alan biri, hiçbir şey yokmuş gibi okul müdürlüğüne atanır. Çok
geçmeden, aynı kişi “huylu huyundan vazgeçmez” sözünü doğrularcasına, bu kez
daha fazla erkek öğrenciye cinsel tacizde bulunur. Ama MEB bürokrasisi ve Hukuk
İşleri Genel Müdürlüğü müdürü ve mahir hukukçuları onun hapse atılması ya da
hapiste kalması için davaya müdahil bile olmaz.
Peki;
onu atayana, onun pansiyonda ve erkek öğrenciler arasında yatıp kalmasına
icazet verenlere ne olur? Şaşırmayın ama biri MEB’de daire başkanlığına
yükseltilir. Diğerine ise üniversitede kıçının altına bir koltuk sunulur.
İnanmayan
“şahsa özel” denilebilecek bir kararnameyle rektör koltuğuna oturtulan Yusuf
Tekin’e sorsun! O yalanlamaya kalkarsa eğer, adı, sanı, dosya numaraları ve
belgeleriyle birlikte huzurlarınızdadır. Yalnızca Yusuf Tekin’e değil, isteyen
MEB bürokrasisinin mahir yöneticilerine, hatta ‘bakan’ı Mahmut Özer’e bile
sorabilir bunu. En iyi ihtimalle “Bilmiyorum” diyebilirler. Sıkıysa
yalanlasınlar!
Savcılığa Soruşturma İzni Verilmez!
Öte
yandan; geçmişten bu yana kravatlı, takım elbiseli rant ve koltuk çetelerinin
cirit attığı MEB’de özellikle akçeli işler, görevi kötüye kullanma ve kurumu
zarara uğratma da vaka-i adliyeden sayılmaz. Bunlar iyice ayyuka çıkmadığı
sürece hem de Sayıştay Raporlarınca tespit edilmesine rağmen “kol kırılır yen
içinde kalır” anlayışıyla ya da usulen yapılan soruşturmalar sonucu göstermelik
disiplin cezalarıyla geçiştirilir.
Eğer
iş ayyuka çıkar ya da inatçı mağdurlar işin peşini bırakmayıp sorunu adliyeye
taşırsa bu kez mahir müfettişler girer devreye. Örneğin; Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı, “görevi kötüye kullanmak, çıkar sağlamak ve kurumu zarara
uğratmak”tan dolayı, etkili ve yetkili birileri hakkında “soruşturma izni” mi
talep etti? İşte o zaman polimden bir iş başlar MEB’de. Hele de bu kişiler arasında
genel müdürler ya da daire başkanları varsa…
Hemen
maharetli ve işinin ehli müfettişlerce usulen bir soruşturma yapılır ve kısa
bir sürede “soruşturma izninin verilmemesi” teklifi getirilir. Sonra da işi
bakmak olan ve o sırada koltukta oturan malum bir ‘bakan’ bu soruna son noktayı
koyan imzayı atar: Soruşturma İzninin Verilmemesine…
Haklarında
hapis cezası istemek bir yana adli soruşturma aşamasına geçilmesine bile izin
verilmez. Ve bu ‘usta’ ve ‘deneyimli’ elemanlar, el çabukluğu marifet kabilinden
bir hamleyle asla Adliyeye kaptırılmaz! Eee… Bu devirde hem ‘usta’ hem de ‘deneyimli’
eleman bulmak kolay değil elbette!
Dinsiz MEB’in Yaptığına Bakın Siz!
Dinsiz
MEB’in, bilumum cemaat, tarikat ve vakıfla iş ve işbirliği yapmaktan, hatta Danıştay
kararına rağmen 4 yaşından başlayarak çocukların eğitimini bile bu dinsel kurum
ve kuruluşlara teslim etmekten zerre çekinmeyen çemişlerinin, yargıdan
hapsedilmesini istedikleri öğretmen kimdir? Ne yapmıştır?
Bu
öğretmen, kendi inançsal ve düşünsel kabulleri temelinde eleştirel düşünen,
soran, sorgulayan, yazan ve her yazar gibi düşüncelerini kamuoyuyla paylaşan ve
aynı zamanda ilahiyatçı ve din dersi öğretmeni olan Cemil Kılıç’tır.
Cemil
Kılıç’ın inançsal ve düşünsel kabullerini, bu temelde ortaya koyduğu fikirleri
kabul etmek de reddetmek de herkesin kendi bileceği bir iştir. Ya da eleştirip
karşı tezlerle o kabulleri ve düşünceleri çürütmek de...
Ancak
dinsiz MEB’in, bir ilahiyatçı öğretmenin hapsini isteyen inançlı ya da dindar yönetici
çemişleri ve onların motivasyon kaynağını oluşturan mihraklar bunu tercih
etmemişler ve kendilerine en çok yakışanı yapmışlardır.
Cemil
Kılıç’ın “Halkın bir kesimini alenen aşağılama” gibi, soyut ve muğlak bir
iddiayla yargılanıp 6 ay 15 gün hapse çarptırıldığı ve bunun da yasal olarak ve
mahkemece HAGB (Hükmün açıklanmasının geriye bırakılması) kapsamında 5 yıl ertelendiği
karara itiraz ederek demişlerdir ki “cezanın çektirilmesine karar verilmesini”
istiyoruz.
Elbette
Mahmut Özer’li MEB’in bu talebinin bir tek anlamı vardır: Bu öğretmeni hapsedin!
Yani düşüncelerini mahkûm edemediğimiz öğretmenin bedenini hapsedin!
Düşüncelerini
mahkûm edemediğin birinin, yargıdan bedenini hapsetmesini istemek, insan olduğunu
unutmayan herkes için, en hafif deyimle bir utançtır. Bu talebi bir eğitim kurumu
olduğu söylenen MEB yöneticilerinin yapması ise hem MEB’in hem de onların
tarihine vurulmuş kapkara bir lekedir. Utanacak yüzü olan her insan için
kapkara bir utanç vesikası…
Ve bilin ve asla unutmayın ki başta MEB’in malum ‘bakan’ı Mahmut Özer ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Müdürü Ömer İnan olmak üzere bu kara lekeyi, yaşadığınız sürece taşıyacaksınız! Sizler unutsanız bile birileri asla unutturmayacak ve daima suratınıza suratınıza çarparcasına anımsatacaktır. Hem de bu talebi geri çekseniz bile...
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen
Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında /
Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder