MEB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Haziran 2021

MEB’deki “Soygun Grubu”nu Ziya Selçuk TBMM’den Sakladı

 

MEB’deki “Soygun Grubu”nu Ziya Selçuk TBMM’den Sakladı   

Atalay Girgin*

Dünü bugüne bağlayan gece bir tweet atıldı. Tweet olmasa da içerisinde dışa vuran bir bilgi beklenmedikti.

O ana dek tahmin ediliyor, konuşuluyor, hatta sorulup yazılıyor olsa da yetkililerin hakkında konuşmadığı, yok saydığı iddiaları doğrulayan bir tweet… Ya da hiç umulmadık bir anda birilerini yazılan üç beş sözcükle açığa düşürüveren bir tweet…

İşte dün gece atılan tweet böyle bir işleve sahipti. Tweeti atanın böyle bir kaygısı ve amacı var mıydı? Bilmiyorum. Ama onu paylaşan sıradan biri değildi. Yıllardır işin içindeydi. Ya olup biten her şeyden haberdardı ya da hiçbir şeyin farkında olmayacak kadar saf…

Ancak hakkında ileri sürülen iddialar üzerine, yıllardır emek vererek yaptığı işi anlatıp, kararlılıkla kendini savunurken, sanki farkına bile varmadan, o güne dek telaffuz edilmeyen MEB’deki rant ve koltuk çetelerince sürdürülen soygun düzeninin “Omerta” kuralını çiğneyip geçiverdi.

İşte O Kişi: Dr. Selçuk Özdemir

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’un yönetim kurulunda olduğu İnova Akademi Bilişim Eğitim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin ortağı Dr. Selçuk Özdemir, MEB’de “soygun yapmak üzere örgütlenmiş bir grubun” var olduğunu dile getirdi.

Halkın Kurtuluşu Partisi-HKP’nin, Ziya Selçuk da dâhil, kendisi hakkındaki suç duyurusunun ardından, twitter üzerinden yaptığı paylaşımlarda, “Bakanlık içinde soygun yapmak üzere örgütlenmiş bir grubun” olduğundan söz eden Selçuk Özdemir, Ziya Selçuk öncesinde de sonrasında da bunların kendilerini alet etmeye çalıştığı pisliğe bir gram bulaşma”dıklarını belirtti. 

Peki; bunlar ne anlama geliyordu? Kimin yazdıklarını doğruluyordu? Ve kimi, neden açığa düşürüyor, gerçeğe aykırı beyanda bulunmuş olma konumuna itiyordu?

19 Haziran 2021

MEB’de Taciz ve Tecavüz

 

MEB’de Taciz ve Tecavüz…

Atalay Girgin*

Birçok kurumda olduğu gibi, MEB’de de toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin her türden olumsuz tezahürünü içselleştirmiş bir anlayış egemendir. Yıllar içinde kökleşen ve bünyeyi saran bu anlayış, hangi cenahtan olursa olsun birçok kişiyi sarmalına alıp kendisine eklemleyerek başat hale gelmiştir.

Bundan dolayıdır ki bu anlayış mensupları için, MEB’de taciz ve tecavüz (eğer olay basının ve kamuoyunun gündemine düşmemişse) vaka-i adliyeden bile sayılmaz. Savcılar olayı duyar duymaz kendiliğinden harekete geçmedikleri sürece, sorun kolay kolay adliyeye yansıtılmaz. Yani, istisnalar hariç, “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı işler.

Şikâyetçi, sorunu yargıya taşımadığı sürece sorun ya idari soruşturma sürecinde kapatılır ya da teklif edilen cezaların disiplin kurullarında bir alt dereceye düşürülmesiyle hitama erdirilir. Hele de adına taciz denilen cinsel istismarın ya da tecavüzün faili amirler-yöneticiler katına ve malum çevreye mensupsa…

Öte yandan, cinsel istismar, taciz ve tecavüz olaylarında, “görevi suistimal eden”; buna göz yuman ya da bilinçli bir biçimde, olayın faili olan amirlerini korumak için gerçeğe aykırı beyanda bulunan, yani yalan söyleyenler hakkında ise bu yalanları açığa çıktığında bile herhangi bir işlem yapılmaz. Hatta bunlar ödüllendirilircesine kariyer basamaklarında yükselirler. Daha doğrusu yükseltilirler.

Tacizciyi Müdür Olarak Atayanlar

Verdikleri kararlar ve yaptıkları atamalarla öğrencilerin cinsel taciz ve tecavüzlerine yol açan, zemin hazırlayan yöneticilere ilişkin, üst makamlarca kendiliğinden bir inceleme ve soruşturma gerçekleştirilmez. Bilmezlikten, görmezlikten gelinir. Örneğin; cinsel tacizden ceza almış, hatta hakkında cinsel tacizden adli hüküm verilmiş kişileri bile idareciliğe atadıkları bilindiği halde bunlara ilişkin işlem yapılmaz. Ki bunlardan biri hâlâ MEB’de Daire Başkanlığı koltuğunda oturmaktadır.

17 Mayıs 2021

“Öğretmeni Torpil Dilenen Toplum Sürünür!”

 

“Öğretmeni Torpil Dilenen Toplum Sürünür!”*

Söyleşi: Şahin Aybek-Atalay Girgin    

Biliyorsunuzdur: Son günlerde Sedat Peker’in açıklamalarıyla siyaset ve mafya ilişkilerinin hangi boyutlara eriştiği gözler önüne serilmeye başladı. Buradan hareketle sormak istediğim şudur: Bu türden ilişkilerin, yani rant ve çeteleşme ilişkilerinin MEB ve eğitimde olmadığını söyleyebilmek mümkün mü? Ya da MEB ve eğitimde de bu tür ilişkiler var mıdır?

Gerçek Gündem’deki yazılarımda ısrarla üzerinde durduğum ve vurguladığım bir konu var: Toplumsal çözülme ve kültürel çürüme. Bu çürümenin en tepeden en alt düzeye dek tüm toplumsal kurum ve kuruluşları kuşattığı, hatta kuşatmaktan öte içselleşerek, söz konusu kurum ve kuruluşları felç ettiği bir vakadır. Çözülme ve çürüme eşliğinde gerçekleşen ve olağanüstü bir nitelik taşıyan bu toplumsal bunalım döneminde, birçok kişinin ve grubun “toplumsal kültürel ayakkabıları vurmaya” başlamıştır.

Hangi neden ya da saiklerle olursa olsun, Sedat Peker de yaptığı açıklamalara istinaden “toplumsal kültürel ayakkabıları vurmaya” başlayanlardan biri olarak sahnede yerini almıştır. Ve iddialara göre, zamanlaması manidar bir biçimde, sanki birilerinden “konuş” talimatı almışçasına ortaya çıkmış ve yılların “Youtuber”larını kıskandırırcasına, söyledikleriyle toplumun geniş kesimlerinin ilgi odağına dönüşmüştür.

Aslında söyledikleri, toplumsal çözülme ve kültürel, ahlaki çürüme ve yozlaşmanın yasamadan yargı ve yürütmeye dek tüm toplumsal kurumları sarmalına alıp savurduğu koşullarda, okyanusta bir damla kabilindendir. Onun kendi at koşturduğu alana ilişkin telaffuz ettiği olaylar ve ilişkiler, uzun yıllardır siyasetten ekonomiye, dinden eğitime dek toplumsal kurum ve kuruluşların geneline egemendir. Hem de şu ya da bu oranda muhalefet ve muhalefet içerisinde yer alan birileri de bu sarmalın içindedir.

14 Mart 2021

Milli Eğitim’de Kimler Neler Yapmış Neler?

 

Milli Eğitim’de Kimler Neler Yapmış Neler?

Atalay Girgin*

Aslında, bu yazının başlığını, “Türkiye’de kimler neler yapmış neler?” diye yazıp okumak da mümkün. Ve ardı sıra gerisini Türkiye’de yapılanlar üzerinden yazmak da… Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı’nda olanlar toplumsal ve siyasal olarak yaşananların küçük bir parçası… Yani yalnızca MEB’e, MEB bürokrasisine özgü değil olup bitenler…

Bunda da şaşılacak herhangi bir şey yok. Çünkü uzun zamandır toplumsal olarak ilginç bir dönemden geçiyoruz. “İlginç” dediğime bakmayın. O sözün gelişi… Aslında olağanüstü bir toplumsal bunalımın tam ortasında yaşıyoruz. Hem de toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin tüm temel toplumsal kurum ve kuruluşları sarıp sarmaladığı, her yere sirayet ettiği bir dönemde… “Türkiye Cumhuriyeti’nin adı1”ndan ötesinin kalmadığı, yasama ve yargıdan yürütmeye, ekonomiden siyasete dek her şeyin, bu çözülme ve çürüme sarmalında savruldukça enkaza dönüştüğü bir dönemde…

Anımsayacaksınız! Akıldanelerin yazıp promptere yükledikleri “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” sözüyle, yaşanan durumu cümle âleme ilan eden Recep Tayyip Erdoğan, bu enkazın üzerine bir nevi itiraf bayrağını dikmişti geçtiğimiz aylarda. Lakin bu, yalnızca çok gecikmiş bir teşhis ve itiraf olmaktan öte bir değer taşımıyordu. Çünkü ne yaşanan olağanüstü toplumsal bunalıma bir çareydi ne de enkaza dönüşmüş herhangi bir kurum ve kuruluşa...

04 Mart 2021

Gizemli ve “Münferit Müdür”ün Topuk Sesleri

 

MEB’de Gizemli ve “Münferit Müdür”ün Topuk Sesleri

Atalay Girgin*

Soru, eğer yerinde ve zamanında sorulmuşsa ve yanıtı da bulunamamışsa, bir diş ağrısı gibidir. İnsanı sürekli rahatsız eder. Yanıtsız geçen her an, anımsadıkça zihninizde zonklayıp durmasına neden olur o sorunun. Benim ki de o hesap işte… Ansızın zihnimde beliren küçücük bir soruyla başladı, bu yazıya erişen süreç. O soru olmasa, muhtemelen bu yazı da hiç kaleme alınmayacaktı.

Oysa kısa bir zaman öncesine dek varlığından bile haberdar değildim. Elbette, benim, varlığından haberdar olmamam, her gerçek var olan gibi onun da varlığını ortadan kaldırmıyordu. Çünkü gerçek varlıkların ya da gerçek var olanların en temel üç özelliği vardı: İlki; var olmak için herhangi bir insanın düşünmesine, yani insan zihnine bağlı olmamalarıydı. Yani insan zihninden ve düşüncesinden bağımsızdılar. Diğeri; zamanda ve mekânda vücut bulmalarıydı. Sonuncusu ise sürekli değişim içerisinde oluşlarıydı. Değişmeyen hiçbir şey gerçek varlık, gerçek bir var olan ya da gerçek bir nesne değildi.

Bir de konumuz dışında kalsa da düşsel/düşünsel varlıklar ya da nesneler vardı. Bunların da üç temel özelliği söz konusuydu: Birincisi, bunların tümü insan zihninin ve düşüncesinin ürünüydü. Yani var olmaları da yok olmaları da insana, insanın zihnine bağlıydı. İkincisi, bunlar zamandan ve mekândan bağımsızdılar. Yani zamanda ve mekânda herhangi bir yer işgal etmiyorlardı. Üçüncüsü ise her türlü değişmeden ariydiler. Nasıl düşünülüp tasarlanmışlar ise hep öyle kalıyorlardı. Ne Güneş’ten ve yağmurdan etkileniyorlardı, ne acıkıyorlar, ne susuyorlar… Tıpkı; Anka Kuşu, Cennet, Cehennem, Su Perisi, Cin, Tanrı/Allah, Şeytan, Melek, vb gibi… Bunlar düşsel/düşünsel birer nesne ve salt imgesel kavramlar olmaktan öteye geçmiyorlar, kendilerine hangi değer atfedilmiş olursa olsun hiçbir gerçekliğe delalet etmiyorlardı.

22 Ekim 2020

MEB Kimlere Teslim? İlinek İnsana Mı? Yoksa...?

 

MEB Kimlere Teslim İlinek İnsana Mı? Yoksa…? 

Atalay Girgin* 

Başlıktaki soruyu bir kez daha tekrar edip devam edelim: MEB kimlere teslim? MEB’i bu kişilere kim ya da kimler teslim etti?

Malumunuzdur ki Türkiye’de eğitim hem nicelik hem de nitelik anlamında hızla enkaza dönüş(türül)müştür. Eğitimin bu içler acısı halini günümüzde hâlâ bilmeyen, duymayan kaldı mı? Bilmiyorum.

Hatta “Fikri bir buhranın içinde çırpınıyoruz”, “Topyekûn bir eğitim öğretim reformu yapmamız gerekiyor” sözleriyle Recep Tayyip Erdoğan bile mevcut durumu kabullendi ve sonunda bunu bilenler ve bildirenler (Bu konuda herkes aynı şeyi bilmiyor ve bildirmiyorsa da) kervanına katıldı. O’nun bu sözlerinden sonra, bakalım, “2023 Eğitim Vizyonu”nda mevcut eğitim enkazına “nicel başarı hikâyesi” diyerek methiye düzen Ziya Selçuk ne söyleyecek?

Gerçekten merak ediyorum: Ziya Selçuk kem küm mü edecek? “Kim ne derse desin! Ben sözümün arkasındayım!” mı diyecek? Yoksa bir gün önce söylediklerinin tam tersini işitir işitmez, hem de zerre utanıp sıkılmadan, yüzleri bile kızarmadan, “Biatsa biat! İtaatse itaat! Liderim ne derse odur!” diyen çemişler misali, boynunu büküp “Sukut ikrardan gelir!” dercesine susacak ya da onların sözlerini mi yineleyecek?

14 Aralık 2019

ZİYA SELÇUK İTİRAF ETTİ!


Ziya Selçuk İtiraf Etti!
Atalay Girgin*

Dile getirilen her doğru bilgi itiraf değildir. Ancak her itiraf doğrudur. Çünkü hiçbir itiraf, nesnesine/eylemine uygun olmayan bilgi içermez. Eğer içerirse, o beyan ya da bilgi itiraf niteliği taşımaz.

Peki; Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk neyi itiraf etti?

“Aldatıldım! Allah affetsin!” mi dedi? Yüz binlerce ‘atanamayan öğretmen’, sabırsızlıkla atama takvimini ve atama sayısının açıklanmasını beklerken, bunun yapılamamasında kendi payına düşen ve yerine getiremediği sorumluluğa ilişkin hakikatleri mi dile getirdi?

Bir yanda KPSS’ye girmiş ve ‘atama bekleyen öğretmen’ler varken, KPSS’ye bile katılıp katılmadığı, katıldıysa yeterli puanı alıp almadığı belirsiz, “ücretli” olarak çalışanlardan ‘bazıları’nın (Buradaki ‘bazıları’, başta ‘atanamayan-atama bekleyen öğretmenler’ olmak üzere, herkesin “Mim” koymasını gerektirecek kadar önemlidir) “kadrolu öğretmen”liğe geçirileceğine ilişkin iddialara doğruluğundan kuşku duyulmayacak yanıtlar mı verdi?

07 Aralık 2019

Lise Felsefe Dersi De Kızağa Alındı!


Lise Felsefe Dersi De Kızağa Alındı!

Atalay Girgin*

Küçücük çocuklara Kuran Kursu, Arapça derken, zamanının geldiği düşünülen her şey adım adım gerçekleştiriliyor. Bunlardan biri de liselerde felsefe dersi… Bakalım Ziya Selçuk başka nelere paratoner kılınıp uygulama safahatına geçilecek? Sorunun yanıtını sizlere bırakıp devam edelim.

İlgilenenler bilir. Genelde eğitim, özelde ise MEB marifetiyle içeriği belirlenip okullarda gerçekleştirilen eğitim üzerine düşünen, soran, sorgulayan eğitim bilimciler, öğretmenler ve felsefeciler, “Mevcut eğitim sisteminden kurtulmak gerek”tiğini söyler. Çünkü bu sistem yama tutmaz! Pansuman tedbirler, palyatif çözümlerle iyileştirilemez. Radikal çözümlere ve değişikliklere ihtiyaç vardır.

Hatta bunu bir adım daha ileri götürüp, “Öğretmen yetiştirme ve seçme düzeni de dâhil köktenci bir biçimde değiştirmek ve yeniden düzenlemek gerek”tiğini  yazıp söylerken, mevcut eğitimin içeriğini, biçimini ve işleyişini düzenleyen ve belirleyenler, el çabukluğu marifet deyişini anımsatırcasına liselerde felsefe dersinden de kurtulmaya yönelmişlerdir.

Kamuoyuna, 2020-2021 eğitim öğretim yılından itibaren okutulmaya başlanacak “bilgi kuramı” dersine istinaden, “Felsefe derslerinin saatini liselerde dört saate çıkardık” diye açıklama yapanlar, asıl felsefe dersini, diğer felsefe grubu dersleri mantık, sosyoloji, psikoloji, demokrasi ve insan hakları, vb gibi seçme(me)li bir hale dönüştürmüşlerdir.

28 Ocak 2019

MEB ve Ziya Selçuk'un 'Pansuman' Açılımı...


İşte MEB ve Ziya Selçuk’un ‘Pansuman’ Açılımı!
Atalay Girgin*

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un ve onun önderliğindeki MEB’in son açılımını ve buna ilişkin “cek” “cak”lı açıklamalarını, sanırım, eğitim camiası içinde duymayan çok az kişi kalmıştır.

MEB ve MEB’e bağlı okullar ve diğer kuruluşlarda yaşanan en temel sorunlara neşter vurma iradesini gösteremeyen ya da daha uygun bir deyişle bu konuda icazet alamayan Ziya Selçuk, imaj makerlık kabilinden, ‘pansuman’ niteliğinde açılım ve açıklamalara girişiyor.

İşte bunun son örneklerinden biri de “İş Garantili Liseler”… Malum medya kalemşorlarının, eğitimle ilgili haberler yapan sitelerin, sormadan sorgulamadan pazarlamaya giriştiği “İş Garantili Liseler Açılacak” açıklaması birçok açıdan sorunlu.
Basında parlatılan, süslenip püslenen bu açıklama, öncelikle meslek liselerini iş garantili ve iş garantisiz liseler olarak ikiye bölüyor. Ve tabiri caizse, malumu bir kez daha ilan ederek diyor ki “Mevcut meslek liselerine giden öğrenciler için iş garantimiz yoktur. Boşuna umutlanmayın! Sizi gözden çıkardık!”

İkincisi bu “iş garantili” denilen liselerden mezun olan herkes işe girecek, işsiz kalmayacak yanılsaması yaratıyor. İnsanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin “işsizlik ve pahalılık illeti” olmadan varlığını sürdürebileceği yanılsamasını körüklüyor. Bir başka deyişle de MEB ve Ziya Selçuk’un kapitalist sömürü düzeninin en temel iki illetinden birisi olan işsizliğe karşı savaş açtığı izlenimi oluşturuyor. Sanki MEB, Ziya Selçuk’un liderliğinde akşamdan sabaha kapitalizme ve işsizliğe karşı mücadelenin kalesine dönüşmüş gibi…

27 Ocak 2019

"2023 Eğitim Vizyonu"nun Felsefesi Var Mı?


Ziya Selçuk’un “2023 Eğitim Vizyonu”nun Felsefesi Var Mı?
Atalay Girgin*

Baştan belirteyim ki eğer Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un "Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” diye yakınan, hayıflanan, sitemkâr sorusuyla karşılaşmasaydım bu yazı hiç kaleme alınmamış olacaktı. Daha açıklandığı ilk gün okumuş olmama rağmen bu metin üzerine yazmanın gereksiz olduğunu düşünmüştüm.

Neyse… Sonunda karar verdim. Liselerdeki binlerce felsefe öğretmeni, felsefe bölümlerindeki yüzlerce akademisyen, eğitim fakültelerindeki yine yüzlerce eğitim bilimci ne düşünür, ne der bilemem ama Milli Eğitim Bakanının sitemkâr sözlerini üzerime alındım. Sonra da bu yazı öncesi metni yeniden yeniden okudum. Notlarımı çıkardım. Ve işte yazıyorum. Buyurun efendim.

Ancak darılmaca gücenmece yok! Makam ve statüye, hiyerarşiye sığınma da yok! Çünkü kalemin, ucundan dökülen düşüncelerle arz-ı endam eylediği yerde hiyerarşi sırra kadem basar. Hemen söyleyeyim: Aşağıdaki satırları okuduktan sonra, MEB bürokrasisi ve hiyerarşisindeki işgüzar ve işgüder aparatçıklar aracılığıyla, başta “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Aşk Mavidir Öğretmenim1 ve bu yazının yayımlandığı günlerde matbaadan çıkacak olan, hem sizin hem de tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşündüğüm “Arzu Okulu” adlı roman olmak üzere kitaplarımın okullara sokulmasını yasaklamak da yok!

Anlaştık mı bilmiyorum. Lakin kalem kuşanan, kalemle derdini, meramını anlatanlar, “Ben söyledim, oldu” diyerek kenara çekilemezler. Çünkü söz söylemek, hem bireysel hem de toplumsal anlamda sorumluluktur. Sözü söyleyen bu sorumluluğu ahlaki ve entelektüel olarak taşımak, bedelini ödemek, eğer varsa ödülünü de olgunlukla, edeple kabullenmek zorundadır. Yegâne barutu, fünyesi kavram ve sözcüklerden ibaret cümleler ve önermelerle dile gelen eleştiri silahına ve o eleştiri silahının önermelerle tetik düşüren yargısına hazır olmalıdır. Hele de konu, en temel işlevlerinin başında siyaset ve ideolojinin yer aldığı eğitimse… Hele de konu, arzusu politika2 olan felsefeyse…

20 Ocak 2019

MEB, Diyanet, Cemaat: Çocuklar Örselenirken Onlar Susar! Ya Bakan Selçuk...?


MEB, Diyanet, Cemaat: Çocuklar Örselenirken Onlar Susar! Ya Bakan Selçuk…?

Atalay Girgin*

Ne gariptir ki kısa bir süre önce matbaadan çıkan “Arzu Okulu” adlı kitabımı, belki bir uyarı olur, belki bir duyarlılık oluşur düşüncesiyle onlara ithaf etmiştim, şu sözlerle:  “Bir daha yaşanmasın diye… Başta Pozantı Cezaevi, Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi ve Karaman olmak üzere, tüm cezaevleri ve okullarda, yurtlarda cinsel taciz ve tecavüze uğrayan çocuklara…”

Ne yazık ki Arzu Okulu’nun yayınlanışının üzerinden iki hafta bile geçmedi. Yurtlarda, okullarda Kuran Kurslarında, okul pansiyonlarında kalan çocuklara, öğrencilere yönelik cinsel taciz ve tecavüz iddialarına ilişkin yeni bir haber daha düştü gündeme. Oysa bir önceki yazımda da bu konuya ilişkin bir soruşturma dosyasından söz etmiştim, sağır sultanlara…

Barış Yarkadaş’ın twiter paylaşımlarıyla kamuoyuna duyurduğu olay da bunlardan yalnızca birisi… Ve yalnızca tesadüfen ortaya çıkmış olan buz dağının görünen kısmına dâhil olan bir vaka…

Barış Yarkadaş’ın on maddelik twiter mesajlarının son ikisi oldukça düşündürücü. Yarkadaş diyor ki “İçim acıyarak yazdığım ve özetlemeye çalıştığım bu tablo, Milli Eğitim Bakanlığı'na emanet edilmesi gereken binlerce çocuğumuzun, siyasi iktidarın çıkarcı politikaları yüzünden cemaatlere terk edilmesinin yarattığı sonuçlardan sadece biridir. @ziyaselcuk ne iş yapar acaba?”1 ve devam ediyor:

Sadece Ziya Selçuk değil tabii ki... Siyasi partiler, medya, insan hakları kuruluşları neden sessiz kalır bu dehşete? Yoksa artık muhalefet de bu tür vakaları önemsemiyor ve sıradan mı görüyor? Ya da üç beş oy kaygısı mı herkesi hareketsiz bırakıyor? Cevabı siz verin...

03 Ocak 2019

Ziya Selçuk'un Sorusuna Yanıt


                       Ziya Selçuk Sordu! Biz Yanıtladık:                       MEB “Vizyonu”nun Felsefesi Var Mı?

Atalay Girgin*

Yazının Gerekçesi ve Girizgâh

“Baştan belirteyim ki eğer Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un "Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” diye yakınan, hayıflanan, sitemkâr sorusuyla karşılaşmasaydım bu yazı hiç kaleme alınmamış olacaktı. Daha açıklandığı ilk gün okumuş olmama rağmen bu metin üzerine yazmanın gereksiz olduğunu düşünmüştüm.

Neyse… Sonunda karar verdim. Liselerdeki binlerce felsefe öğretmeni, felsefe bölümlerindeki yüzlerce akademisyen, eğitim fakültelerindeki yine yüzlerce eğitim bilimci ne düşünür, ne der bilemem ama Milli Eğitim Bakanının sitemkâr sözlerini üzerime alındım. Sonra da bu yazı öncesi metni yeniden yeniden okudum. Notlarımı çıkardım. Ve işte yazıyorum. Buyurun efendim.

Ancak darılmaca gücenmece yok! Makam ve statüye, hiyerarşiye sığınma da yok! Çünkü kalemin, ucundan dökülen düşüncelerle arz-ı endam eylediği yerde hiyerarşi sırra kadem basar. Hemen söyleyeyim: Aşağıdaki satırları okuduktan sonra, MEB bürokrasisi ve hiyerarşisindeki işgüzar ve işgüder aparatçıklar aracılığıyla, başta “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Aşk Mavidir Öğretmenim1 ve bu yazının yayımlandığı günlerde (Elbette Eleştirel Pedagoji Dergisi'nin Ocak 2019 sayısındaki tam hali) matbaadan çıkacak olan, hem sizin hem de tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşündüğüm “Arzu Okulu” adlı roman olmak üzere kitaplarımın okullara sokulmasını yasaklamak da yok!

Anlaştık mı bilmiyorum. Lakin kalem kuşanan, kalemle derdini, meramını anlatanlar, “Ben söyledim, oldu” diyerek kenara çekilemezler. Çünkü söz söylemek, hem bireysel hem de toplumsal anlamda sorumluluktur. Sözü söyleyen bu sorumluluğu ahlaki ve entelektüel olarak taşımak, bedelini ödemek, eğer varsa ödülünü de olgunlukla, edeple kabullenmek zorundadır. Yegâne barutu, fünyesi kavram ve sözcüklerden ibaret cümleler ve önermelerle dile gelen eleştiri silahına ve o eleştiri silahının önermelerle tetik düşüren yargısına hazır olmalıdır. Hele de konu, en temel işlevlerinin başında siyaset ve ideolojinin yer aldığı eğitimse… Hele de konu, arzusu politika2 olan felsefeyse…

02 Ocak 2019

Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?


               Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın                  Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?

Atalay Girgin*

Eğriye eğri, doğruya doğru!

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, hem bir öğretmen ve eğitim bilimci hem de insan olarak kibar, nazik ve karşısındakine saygılı bir kişi olması hasebiyle sözünü seçerek, bilerek ve nezaketle söylüyor. Kırmadan, dökmeden, yapıcı bir biçimde hitap ediyor karşısındakine ve hedef kitleye… Çünkü, yanlış kabullerle doğru sonuçlara ulaşmak gibi bir yanılsama içinde olsa bile, bir şeyler yapmak istiyor. Hem de geçmişte Talim Terbiye Kurulu Başkanı sıfatıyla yaptıkları ortadayken… 2003’ten bu yana yapılan ve adına “nicel birikim” denilerek üzeri örtülmek istenen eğitim enkazının oluşturulmasında emeği geçenlerden birisi de kendisiyken…

Başta “2023 EğitimVizyonu”nda  (buna ilişkin ayrıntılı değerlendirme “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin 2019 Ocak sayısında yayınlanacaktır) dile getirdikleri olmak üzere, görüş ve düşüncelerinin birçoğuna katılmıyor olsam bile bu nitelikleri ve donanımıyla son yıllarda MEB’in başına gelmiş örnek bakanlardan birisi... Keza bu nitelikleri, eğitim alanına ilişkin birikimi ve entelektüel kapasitesini de taçlandırıyor.

Elbette Ziya Selçuk’un bu özellikleri yalnızca eğitim camiası tarafından bilinmiyordu. Devletlûların da malumuydu. İşte tam da bundan dolayı, kamuoyundaki yaygın ve güçlü kanaat odur ki eğitimin enkaza dönüştüğü/dönüştürüldüğü bir zamanda, kabineye makyaj ve imaj kabilinden Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirildi. “2023 Eğitim Vizyonu”nu açıklayıncaya dek de bu işleve uygun bir biçimde birçok kesimin sempatisini alarak yoluna devam etti.

Ancak her geçen gün makyaj da imaj da soldu ve miadını tamamladı. Malum; her şeyin, her tekil ve tikel varlığın, bir miadı ve sonu vardır. Tıpkı imajın ve makyajın olduğu gibi…  Bunda, neden göreve getirildiğini kavrayamamak kadar, asıl söz sahibinin kim ya da kimler olduğunu idrak edememe dâhil, birçok etkenin rol oynadığı aşikâr. Ancak burada öncelikli konumuz olmadığı için bunun üzerinde durmuyor ve başlığa dönerek soruyu yineliyorum:

06 Kasım 2018

Türkiye'de Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır


Türkiye’de Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır
Atalay Girgin*

Türkiye’de eğitim, dolayısıyla MEB, öteden beri, iktidara gelenlerin egemenlik kurmak istedikleri bir oyun alanıdır. Elbette bedeli toplumsal olarak ödenen bir oyun…

Bunun asli nedeni şudur: Hem genel olarak eğitim, hem de özel olarak okullarda yapılan sistematik eğitim, toplumun mevcut kuşaklarının ve aynı zamanda da onları izleyen nesillerinin bilincini siyasal ve ideolojik olarak biçimlendirme, “ideolojik körlük”le malul kılma etkinliğidir. Ekonomi politikalarını ve kültürel tercihlerini (özellikle kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı yıllarda) zihinleri “ideolojik körlük”le sakatlanmış çocuklar ve gençler yetiştirmek ve onlardan başlayarak kitlelere yayma aracıdır.

Dolayısıyla, toplumu, kendi siyasal-ideolojik ve dinsel tercihleri doğrultusunda hızla değiştirip dönüştürmek isteyen iktidarlar, güçleri nispetinde, öncelikle bu alanı kendi oyun alanları haline getirirler. Bunun için de ilk yapılması gereken, mevcut olanı, (iyi de olsa kötü de olsa, doğru da olsa yanlış da olsa, güzel de olsa çirkin de olsa) kendi kabulleri temelinde bozmaktır (şimdiden söyleyelim ki yarın kimse bağırıp çağırmasın, bu günler geçecek ve bu dönemin sonrasında da aynısı olacaktır. Bugün bozulanı kaçınılmaz olarak düzeltmek için bile olsa…).

Bu bozma süreci bazen biçime, bazen içeriğe, bazen de her ikisine birden müdahalelerle gerçekleştirilir. Sağından solundan müdahalelerle mevcut olanı bozup kötürümleştirirler. Ama yaptıkları her müdahale ile de eğitimin kalitesini arttırdıklarını iddia ederler. Oysa burada aslolan, toplumun ihtiyaçlarından çok bunu yapanların histeriye ulaşan saplantılı siyasal ve ideolojik amaçlarının yanı sıra iktidar ve egemenlik hırslarıdır. “Kindar ve dindar nesiller” isteği ve bu uğurda hala yapılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir.

Lakin sosyolojik olarak temel toplumsal kurumlardan biri olan eğitim alanında oyun bir kez başlamışsa dur durak bilmez, sonuçları itibariyle başka alanlardaki oyunlara da benzemez. Dahası bu oyun, diğer temel toplumsal kurumları da sarmalına alarak, dinsel temelli, saplantılı siyasal ve ideolojik bilinç halleriyle her geçen gün genişler ve derinleşir. Bir türlü önlenemeyen, yok edilemeyen kanserli bir hücre gibi her yere sirayet ederek, toplumsal çözülme ve kültürel çürümeyi, çatışma ve iç savaş halleri de dâhil, nihai sonuçlarına doğru hızlandırır. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi…

Peki; eğitim alanındaki oyun ne zaman ve nasıl başladı?