14 Ekim 2021

Milli Eğitimden Okullara Zorunlu “Akif” Faturası

 

Milli Eğitimden Okullara Zorunlu “Akif” Faturası

Atalay Girgin*

Milli Eğitim Bakanlığının konuya ilişkin, tüm Milli Eğitim Müdürlüklerini kapsayan genel ve yazılı bir talimatı var mı? Bilmiyorum. En azından bu konuda elimize ulaşan herhangi bir belge yok.

Ancak, Eylül sonlarında gösterime girmesinden kısa bir süre sonra “Akif” filmine ilişkin medyaya yansıyan haberlerde Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatlarının adı geçiyor. Okul öğrencilerinin ve idarecilerin filmi izlediği ve çok beğendiği aktarılıyor.

Başrolünde malum ‘sanatçı’ Yavuz Bingöl’ün rol aldığı filmin, sanatsal değerinin ne olduğundan söz edilmiyor. Keza etik ve estetik boyutunun ne olup ne olmadığından da… Ne önemi var ki…

“Bu Film İzlenecek! İzlenmese De Fatura Ödenecek!”

Lakin Milli Eğitim Müdürlüklerince yapılan toplantılarda, filmin Külliye tarafından desteklendiği belirtilerek, katkı verilmesinin istendiği ileri sürülüyor. Hatta bu konuda katkı verilmesi istemini dile getirmekten çok okul müdürlerine emir kabilinden talimatlar verildiği belirtiliyor.

Tabiri caizse, Milli Eğitim Müdürlüklerince okul müdürlerine “Bu film izlenecek! İzlenmese de fatura ödenecek!” deniyor. Bununla da yetinilmiyor ve her okuldan kaç öğrencinin filmi izlemesi gerektiği ve film şirketinin hesabına hangi tarihe kadar kaç para yatırmaları gerektiği de bildiriliyor. Yani okul müdürlerinin kaçarı göçeri yok. Emir yukarıdan geliyor. Sıkıysa ödeme…

13 Ekim 2021

Mahmut Özer’e “Ulufe Tarlası”na Konan Nilüfer Soruları

 

Mahmut Özer’e MEB’in “Ulufe Tarlası”na 

Konan Nilüfer Soruları

Atalay Girgin*

Anımsayacaksınız. Başlıkta yer alan konuya ilişkin, kısa bir süre önce iki yazı yayımlamıştık. İlki “MEB’de Siyasal Mobbing Mağduruna ‘Bakan’ Onaylı Sürgün1 başlığını taşıyordu, ikincisi de “MEB’in ‘Ulufe Tarlası’na Konan Bir Nilüfer2

Söz konusu yazılar sonrasında farklı kaynaklardan birçok bilgi ve iddia gelmeye başladı. Bu iddialardan bazıları öylesine çarpıcı bilgiler içeriyordu ki soru formunda yazmak bile olanaklı değildi. Bazıları ise çok çok ‘özel’di. Bunlar da ilgi alanımızın dışındaydı.

Ancak, yazıların kahramanı olan Nilüfer Karakoç’a ilişkin aktarılan bilgilerin ve dile getirilen iddiaların bir kısmı doğrudan yazdıklarımızla ilgiliydi. Bunlardan bazıları Nilüfer Karakoç’un 2015 yılında öğretmenliğe başlatılır başlatılmaz Büyükorhan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne “Müdür” sıfatı ve statüsüyle atanmasına ilişkindi.

İddia sahiplerinden bazıları, şaşkınlıklarını dışa vururcasına diyorlardı ki “İlçe Milli Eğitim Müdürü olmak için gereken hiçbir koşula ve yeterliliğe sahip olmayan biri nasıl bu göreve atanır?”

Başka birileri ise “Bursa Olgunlaşma Enstitüsü müdürü olmak için hangi koşula sahipmiş Nilüfer Karakoç?” diyerek devam ediyorlardı: Nerede, ne zaman öğretmenliğe başladığı bile bilinmeyen biri… Hakkında bilinebilecek tek şey 2002’den 2015 sonunda Büyükorhan İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak ortaya çıkıncaya dek AKP İl Kadın Kolları geçmişi… Öncesinde ne yapmış? Vekil öğretmenlik mi? Asil öğretmenlik mi? Peki; ne zaman, nerede, hangi okullarda?

Velhasıl sorular ve iddialar böylesine uzayıp gidiyordu. Soruların yanıtı yoktu. Ve bunların hepsi geçtiğimiz günlerde Bursa Olgunlaşma Enstitüsü Müdürlüğüne dördüncü kez atanan Nilüfer Karakoç’a ilişkin söyleniyordu.

11 Ekim 2021

MEB ve TBMM’ye Cinsel Taciz ve Tecavüz Soruları

 

MEB ve TBMM’ye Cinsel Taciz ve Tecavüz Soruları

Atalay Girgin*

Aşağıda yazılanlar yalnızca birer iddia, yalnızca birer soru değildir. Aynı zamanda çağrıdır. Sorumluluk sahibi olan, çocuklar için kaygı duyan, başta veli ve öğretmenler olmak üzere herkes için bir çağrı…

Yeni eğitim öğretim yılının başlaması ve okulların açılmasının peşi sıra, yine basının ve sosyal medyanın gündemine, öğretmen ve özellikle de idareci kaynaklı cinsel taciz ve istismar haberleri düşmektedir. Haberlere konu olan bu olaylar ve failleri eğitim ve öğretmen camiasına duyulan güveni sarsmaktadır.

Kökeni geçmiş yıllardaki özensiz ve liyakatsız yönetici atamalarına kadar giden ve hâlâ devam eden bu atamalarla birlikte iyice ayyuka çıkan, öğrenci ve öğretmenlere yönelik cinsel taciz ve istismar olaylarına karşı acilen ve şeffaf bir biçimde önlemler alınması gerekmektedir.

Bu amaçla hiçbir gerekçenin ardına sığınmaksızın, geçmiş yıllardan itibaren, öğrenci ve öğretmenlere dönük gerçekleşen cinsel taciz ve istismar dosyaları yeniden açılmalıdır.

Atama aşamasından başlayarak, bu konuda dahli ve sorumluluğu olan, görevi kötüye kullanan, failleri korumak ve kollamak için yalan söyleyen kişi ve kişiler (bunlar genellikle idareci ya da onlara yakın öğretmenlerdir) hakkında adli ve idari işlemler yapılmalıdır.

Cinsel taciz, tecavüz ve istismar dosyalarındaki failler, onların bu fiillerini örtmek için soruşturma ifadelerinde yalan söyleyenler, 657’ye 125’in “zaman aşımı” maddesinin ardına saklanarak koruma altına alınmamalıdır.

Buradan hareketle, Milli Eğitim ‘Bakan’ı Mahmut Özer aşağıdaki soruları bir an önce yanıtlamalı ve Teftiş Kurulunu harekete geçirmelidir.

Duygusal Eğitim Üzerine

 

Duygusal Eğitim Üzerine

Halit Suiçmez

“…İradesini kullanarak, hukuki ya da ahlaki değerlendirmeye konu eylemi yapanlar, yalnızca insanlardır.” (Atalay Girgin, Aşk Mavidir Öğretmenim)

“…İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir…” Jean-Paul Sartre

“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.(Dostoyevski)

 

Biz, birey ve toplum olarak nasıl bir “duygusal eğitim”den geçiyoruz?

Ailede, okulda, hayatta gördüğümüz eğitimler içinde “duygusal eğitim”in payı, içeriği, önemi nedir?

Sağlıklı bir iletişimin olmazlarından biri değil midir?

Türkçe Sözlük’te duygu; “ duygularla algılama, his, belirli nesne, olay ya da bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim, hiçbir belirti yokken birşeyin olacağını sezme, önsezi” şeklinde tanımlanmıştır.(Dil Derneği, Öğrenciler İçin Türkçe Sözlük, Tudem Kültür, Ekim 2004, s,213)

Eğitim ise yine aynı kaynakta; “kişiyi yeteneklerini geliştirecek ve yaşama etkin biçimde katılmasını sağlayacak bilgi ve becerilerle donatmayı amaçlayan etkinliklerin tümü…” olarak tanımlanmıştır.

Duygusal Eğitim nedir, önemi nereden gelir, kişinin gücünü, potansiyellerini keşfetmesini ve onu toplumsal iyilik-güzellik doğrultusunda geliştirip kullanmasını sağlayan bir “duygusal eğitim” nasıl sağlanabilir, diğer eğitimler ile ilişkisi ve bütünselliği nerededir?

Tüm bu soruların yanıtlarını araştırmak için nelerden katkı alabiliriz?

Elbette bilim, sanat ve toplumsal-bireysel yaşamdan..

Yollardan biri klasikleri okumaktır.

Klasikler elbette insanın “duygularını” eğitir, empati kurdurur.

Gustave Flaubert’in(1821-1880,Fransa) Duygusal Eğitim romanına da değinerek bu konuda bir yazı deneyebiliriz:

07 Ekim 2021

MEB’de Taciz ve Tecavüz Soruları

 

MEB’de Taciz ve Tecavüz Soruları

Atalay Girgin*

Yeni eğitim öğretim yılının başlaması ve okulların açılmasının peşi sıra, yine basının ve sosyal medyanın gündemine, öğretmen ve özellikle de idareci kaynaklı cinsel taciz ve istismar haberleri düşmektedir. Haberlere konu olan bu olaylar ve failleri eğitim ve öğretmen camiasına duyulan güveni sarsmaktadır.

Kökeni geçmiş yıllardaki özensiz ve liyakatsız yönetici atamalarına kadar giden ve bu atamalarla birlikte iyice ayyuka çıkan, öğrenci ve öğretmenlere yönelik cinsel taciz ve istismar olaylarına karşı acilen ve şeffaf bir biçimde önlemler alınması gerekmektedir.

Bu amaçla hiçbir gerekçenin ardına sığınmaksızın, geçmiş yıllardan itibaren, öğrenci ve öğretmenlere dönük gerçekleşen cinsel taciz ve istismar dosyaları yeniden açılmalı, atama aşamasından başlayarak, bu konuda dahli ve sorumluluğu olan, görevi kötüye kullanan, failleri korumak ve kollamak için yalan söyleyen kişi ve kişiler hakkında adli ve idari işlemler yapılmalıdır.

Buradan hareketle, Milli Eğitim ‘Bakan’ı Mahmut Özer aşağıdaki soruları bir an önce yanıtlamalı ve Teftiş Kurulunu harekete geçirmelidir.

06 Ekim 2021

Yok Edilen Doğa, Çürüyen Toplum

 

İlerleme, Kalkınma ve Büyüme Adına

Yok Edilen Doğa, Çürüyen Toplum 

Fikret Başkaya 

Kapitalizm, mülksüzleştirerek sermaye biriktirmektir. İnsana ve doğaya zarar vermeden, sosyal kötülükleri azdırmadan, ekolojik dengeleri aşındırmadan yol alması mümkün olmayan, absürt, lanetli bir sistem, bir üretim tarzıdır… Gerçek durum böyledir ama söylem başkadır… Maalesef, insanlar ekseri yıkılanı değil, yapılanı görme eğilimindedirler… Ve bu tavır olup bitenleri meşrulaştırıyor, egemenlerin işini kolaylaştırıyor… Kapitalizmin ürettiği, kapitalizmi de yeniden ve yeniden üreten, sıradan insanı büyüleyen ileri teknolojiler, toplumsal refahı, iyi yaşamı değil, kârı artırmanın hizmetindedir… İşte şimdilerde insanlığın içine sürüklendiği çöküş tablosunun gerisinde, sistemin bu yıkıcı, yok edici temel eğilimleri ve dinamikleri var… Bu da kapitalizm dahilinde bir gelecek yok demektir… 

1980’li yıllarda bir Fransız belgeseli izlemiştim. Bir Fransız sömürgesi olan Senegal bağımsızlığını kazanır [1960]. Paris’te mühendislik eğitimi almış biri Fransız, diğeri Senegalli iki mühendis karayolu yapımında görevlendirilirler. Güzergâhta bulunan bir köy ile mezarlık, yolun oradan geçmesi halinde yok olacaktır… Köylüler ayaklanırlar… Köyün muhtarı (daha doğrusu kabile şefi), “Bu bize ve ecdadımıza saygısızlıktır. Bu işten vazgeçin, bunu asla kabul etmeyiz,” der. Fransız mühendis, “Duyarlılığınızı anlıyorum ama bu yol kalkınma, ilerleme demek. Refahın artması, yoksulluğun ortadan kalkması demek. Yol yapıldığında istersen bir benzin istasyonu kurar, yanına da bakkal dükkanı açarsın, diye karşılık verir”… Bunun üzerine kabile şefi de,“Köyümüz, mezarlığımız yok edilmeden kalkınmak, ilerlemek imkânsız mı ki bunca ısrar ediyorsunuz?” diye sorar. Tabii onu kimse dikkate almaz ve jandarma köyü basar. Silahlı çatışma çıkmasına rağmen yol inşasına devam edilir. Tabii Senegal de, o günden beri,hızla ilerlemeye, kalkınmaya, büyümeye devam ediyor!.. 

05 Ekim 2021

MEB’de Cinsel Taciz Ve Tecavüze Karşı Mahmut Özer’e Çağrı

 

MEB’de Cinsel Taciz Ve Tecavüze Karşı 

Mahmut Özer’e Çağrı

Atalay Girgin*

Yeni eğitim öğretim döneminin başlaması ve okulların açılmasının üzerinden bir ay bile geçmedi. Ama öğretmen ve okul idarecilerine ilişkin cinsel taciz ve istismar haberleri basının ve sosyal medyanın gündemine düşmeye başladı.

Sanki zillerin çalışı, derslerin başlangıcının ya da bitişinin değil de yeni bir cinsel taciz ve istismar sezonunun açılış habercisine dönüştü.

Elbette genelleme yapmanın doğru olmadığını biliyorum. Keza bütün okulların cinsel taciz ve istismarda bulunan öğretmenler ve idarecilerle dolu olmadığını da biliyorum. Hatta birçok öğretmenin ve idarecinin öğrencileri kıskançlıkla koruduğunu da… Bu niteliklere sahip olan öğretmen ve idarecilerin de yazılanları, gereksiz bir alınganlıkla kendi üzerlerine alınmayacaklarını düşünüyorum.

Ancak bu durum, yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçeklikleri görmezlikten gelmenin nedeni de olamaz ve olmamalıdır. Çünkü cinsel taciz ve istismara ilişkin kamuoyunda bilinenler yalnızca haberlere konu olanlarla sınırlıdır. Ve haberlere yansımadığı sürece, cinsel taciz ve istismar olayları, yaşandığı çevrenin sınırları içinde kapatılıp gitmektedir. Üzeri örtülerek, unutulmaya terk edilmektedir.

Mağdurlar korkudan ya da bilemediğimiz başka nedenlerden dolayı sorunu dillendiremezken; bunlara ilişkin bilgi ve duyumları olanlar da adam sendeci bir tutumla susmakta ve konuyu yetkililere taşımamaktadır. Olay büyüyüp, basının gündemine gelmediği ya da savcılıklarda şikâyete dönüşmediği sürece bir sır perdesinin ardında yaşanmaya devam etmektedir.

Oysa mağdur olan ya da mağduriyetine sessiz kalınan her öğrenci, yaşadığı travmaların ve korkuların etkisiyle, bilinci derinden yaralanmış ve sakatlanmış bir fert olarak toplumun içine ve geleceğine salınmaktadır. Buna kimin hakkı vardır ki… Elbette hiç kimsenin hakkı yoktur. Anne babalarının bile…

03 Ekim 2021

MEB’de Euro Aşkı

 

MEB’de Euro Aşkı

Atalay Girgin*

“Milli Eğitim Bakanlığı 2020 Yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu” yayımlandı. Bu raporun ardı sıra, geçmiş yıllarda olduğu gibi, basının ve sosyal medyanın gündemine birçok bilgi ve iddia içeren haber düştü. Neredeyse birbirinin benzeri olan bu haberleri okudunuz.

Ancak Sayıştay Raporunda yer alan ve başlığa taşıdığımız konuyu hiçbir yerde okumadınız. Geçen yıl yayımladığımız, “MEB’in 640 Milyon Eurosu Nerede?”1 ve “Ziya Selçuk’tan 640 Milyon Euroluk MuhteşemCevap2 başlıklı yazılarda anlatılanlar gibi bu da herhangi bir yerde yayımlanmadı.

Süzgeçten Geçen Sayıştay Raporları

Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’ün , “Sayıştay raporlarına müdahale mi ediliyor?” başlıklı yazısı, bu raporların süzgeçten geçirilmek bir yana, sansüre tabi tutulduğu kuşku ve iddialarını gündeme taşıdı.

Öztürk’ün yazısında yer alan, “Geçen haziran ayının sonunda yeni Sayıştay başkanı, TBMM tarafından seçildi ve göreve başladı. Seçilen kişi Cumhurbaşkanlığı bünyesinde görev yapan bir bürokrattı. Ne hukukçu ne de herhangi bir denetim tecrübesi bulunmayan bir kişi. İktisat mezuniyeti dışında Sayıştay ile ilintili tek bir yanı yok.” diyen satırlar kuşku ve iddiaları güçlendiriyor.

 Ancak bunun yanı sıra yazılan,Yeni başkanın son yayınlanan raporlara müdahale ettiği iddiası alabildiğine yaygın. Başkan Yener'in, iki danışmanı aracılığı ile Değerlendirme Kurulu raporlarından bazı bölümleri, başkanın isteği üzerine çıkarttırdığı belirtiliyor.”3 sözleri, “sansür” iddialarını kuşkudan öteye geçerek pekiştiriyor.   

İşte bu,  “özel ve sıkı” denetim koşullarından geçerek yayımlanan Sayıştay Raporlarına rağmen, yine de kırıntı kabilinden geriye kalan tespitler bile basılı ve internet ortamında yayın yapan gazetelerin ve sosyal medyanın ilgisini çekecek, gündemini meşgul edecek denli önem taşıyor. Acaba süzgeçten geçirilmese ya da iddialara konu olduğu gibi “sansür”e uğramadan yayınlansa neler olur, neler?

Sorunun olası yanıtlarını bir yana bırakıp, başlıkta yer alan ve “Milli Eğitim Bakanlığı 2020 Yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu”nda belirtilen konuya dönelim.  MEB’deki Eurolara ne olduğuna…

02 Ekim 2021

Fikret Başkaya Diyor Ki...

 

Fikret Başkaya Diyor Ki... 

"İnsan kendi ölümünü engelleyemez ama insanlığın ölümünü engelleyebilir”… 

 Söyleşi: Doğan Baran Tüfekçi.

Doğan Baran Tüfekçi: Paradigmanın İflasının yayınlanmasından bu yana 30 yıl geride kaldı. Bu arada çok sayada kitabınız ve makaleniz yayınlandı. Sadece eleştirmiyorsunuz, aynı zamanda çıkış yollarına dair de yazıyorsunuz. Geleceğe dair iyimser misiniz?

 Fikret Başkaya: Eleştiri bir amaç değil. Şeylerin gerçeğine nüfûz etmek için gerekli. Tabii radikal olmak kaydıyla… Yoksa ekseri yapıldığı gibi eleştiriyormuş gibi yapmak değil. Radikal olmayan eleştiri şeylerin etrafında dolanmaya, kendini ve başkalarını aldatmaya, sömürü düzenini meşrulaştırmaya yarar… Radikal olmak, sorunları kökeninden ele almaktır… Mesele, iyimserlik-kötümserlik meselesi değil. Bunların ikisi de realiteden uzaklaşmaktır… Biri bir tarafa öteki diğer tarafa doğru abartır… Önemli olan umutlu olmaktır. Umut da ‘mümkün olanla muhtemel olan arasında bir yerlerdedir’…

Doğrusu umutluyum. Umutluyum çünkü insan irade sahibi bir varlıktır. Bu da şeylere, olaylara müdahale edebilme yeteneğine, potansiyeline gönderme yapar. Eğer araç yürümüyorsa, patinaj yapıyorsa, tamir edersin, değilse yenisini yaparsın… O halde mesele ne? Kapitalizm sosyal kötülükleri azdırmadan, ekolojik yıkım ve iklim krizi peydahlamadan yapamıyorsa, insanlığın ve uygarlığın geleceği riske girmişse, bütün bu olup-bitenler, saçmalıklar, akılsızlıklar da bir takdir-i ilahinin eseri değilse, ki değildir, o zaman sen de başkalarının bozduğunu yapmaya talip olursun… Aracın direksiyonunu “iyi yaşamdan” tarafa çevirirsin… Bazı insanların bozduğunu başka bazı insanlar neden yapmasın? Dar bir küresel oligarşi, dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirmişse, bu süreçten zarar gören Büyük İnsanlık neden bu kepazeliği kabullensin… Olup-bitenleri seyretmekle yetinsin? 

DBT: Ekolojik sorun çalışmalarınızda önemli bir yer tutuyor. Son kitaplarınızdan birinin başlığı, ‘İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım’. Bu ikisiyle yüzleşmek, süreci tersine çevirmek mümkün mü?

 FB: Vakitlice harekete geçmek kaydıyla bu güzel gezegeni hala yaşanabilir bir yer haline getirmek mümkün… Aksi halde belirli bir eşik aşıldığında ki, maalesef o eşiğe hızla yaklaşılıyor- artık kurtarılacak bir şey kalmayabilir… Geri dönüş mümkün olmayabilir… Aslında yapılması gereken de bir sır değil. Vakitlice silkinip ayağa kalkmamız, üretim, tüketim ve yaşam tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor ki, bu da insan iradesini aşan bir şey değil… İnsan kendi ölümünü engelleyemez ama insanlığın ölümünü engelleyebilir… Saçma bir üretim ve tüketim almış başını gidiyor… Üstelik bu kepazelik, büyüme, kalkınma, ilerleme adına meşrulaştırılıp, dayatılıyor… Kapitalizm sınırsız büyüme eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistemdir. Fakat bu dünyanın kaynakları sınırlı… Bir zaman geliyor sınırsız büyüme, kaynakların sınırına dayanıyor…

 Bu kör gidişi durdurmak süreci tersine çevirmek de ekonomik, politik, ekolojik ve etik bir radikal devrimi gerektiriyor. Fakat yerel ve küresel oligarşiler (mülk sahibi sınıflar), burjuva siyasetçileri, kendilerinin ve başkalarının ‘aydın’ dediği zevat, sömürü düzeninin akıl hocaları, “kanaat önderleri”hala bu aracın bu rotada yol alabileceğinden şüphe etmiyorlar. Esasen radikal eleştiri zaafı var ki, şeylerin, süreçlerin bilince çıkarılmasını zorlaştırıyor…

01 Ekim 2021

MEB’in “Ulufe Tarlası”na Konan Bir Nilüfer

 

MEB’in “Ulufe Tarlası”na Konan Bir Nilüfer

Atalay Girgin*

Yer: Bursa… Bursa’da Milli Eğitime bağlı bir okul… Elbette sıradan bir okul değil.

Birilerinin “ulufe tarlası” olarak nitelediği proje okullarından biri… Dahası o “ulufe tarlası”nda, tabiri caizse ‘kupon arsa’ olarak değerlendirilen bir okul… Adı: Bursa Olgunlaşma Enstitüsü… O ‘kupon arsa’ya konan ya da kondurulan ise Nilüfer Karakoç…

Okuyanlar anımsayacaktır ki “MEB’de Siyasal Mobbing Mağduruna Bakan Onaylı Sürgün”1 başlıklı yazıda, bu okulun, Nilüfer Karakoç’a nasıl teslim edildiğini anlatmıştık.

Ve yazının sonunda da şöyle demiştik: Peki; yerel ve merkezi MEB bürokrasisinin, arzularını gerçekleştirmek için, ayağına turab olacak kadar uğruna seferber olduğu Nilüfer Karakoç kimdir?

Kendi Beyanına Göre “Öğretmen

Nilüfer Kahveci ya da Nilüfer Karakoç (her iki isimden bazen birisi, bazen her ikisi birden yerel basında kullanılmaktadır. Biz ikincisini kullandık ve kullanacağız) hakkında ileri sürülen ve yerel basının gündemine düşen iddialar üzerine facebook sayfası üzerinden “Ben Nilüfer Karakoç…”2 diye başlayan bir açıklama yapar.

30 Haziran 2013 tarihinde “Bursa Şehir”de de yayımlanan bu açıklamada Nilüfer Karakoç, “28 Şubatın soğuk günlerinde derse giren başörtülü bir öğretmen” olduğunu ve öğretme hakkının bile elinden alınmak istendiğini, “birçok psikolojik tacize maruz bırakıl”dığını dile getirir.

Dile düşen, basında yazılıp çizilen iddialara ilişkin herhangi bir yanıt içermeyen bu açıklamadan öğreniyoruz ki Nilüfer Karakoç 1996-1997 eğitim öğretim yılında öğretmendir. Peki; ya bunun öncesinde ve sonrasında…?