ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZ
ÜZERİNE…
Halit
Suiçmez
Bizim toplumda hikaye okumak ve yazmak mı, dinlemek mi daha yaygın?
Ne dersiniz?
Sanırım hikaye anlatmak
daha çok ilgi çekiyor…
Konuşmayı şehvetle
seven bir yanımız var galiba.
Dede Korkut
Hikayelerine kadar iner geçmişimiz.
Son on yılda ise
öykücülüğümüz pratik anlamda çok görünür oldu.
Bunun arkasındaki
politik ve düşünsel ortam nedir?
Neyin öyküsü, nasıl
yazılıyor?
1980 siyasal ve düşünsel anlamda kırılma noktasıdır. İlerici kesimler en büyük darbeyi
her anlamda bu yıllarda almıştır.
Toplumun geleceği hemen
her alanda yeni liberal politikaların etkisine bırakıldı.
Edebiyat dünyası da
aynı çizgiye dahil oldu.
1990’
ların başında Sovyetlerin Çözülüşü de etkili oldu,
kültür-sanat ortamının çoraklaşmasında.
Edebiyat piyasa ile
bütünleşti.
Romanlarda”karakterler”
diyalogsuz, yenik, sevgisiz, bencil ve gizemci bir yapıdaydı.
Derinlik aranmayan, bunalımlı
karakterler artmıştı kitaplarda.
Bu durum, “birey” i
esas almak olarak yorumlansa da gerçeklikten uzaktı elbette.
Roman sanatı elbette Sanayi Devrimi ile doğmuş, Burjuvazinin devrimci olduğu dönemde gelişmiş ve “birey”in gelişmesine, feodal ilişkilerden özgürleşmesi anlamında katkı sağlamıştır.