MEB
ve Üniversite Ahlâki Çürüme ve Nepotizme Teslim
Atalay
Girgin*
Sözlüklerde “Nepotizm”, kısaca, “akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık” sözleriyle niteleniyor. Yani aslolan liyakat değil, eş, dost ve akrabadan başlayarak kayırma ve ayrımcılık esastır, deniliyor. Velhasıl aslolan haksızlık ve adaletsizliktir…
Bu adaletsizlik pastasından nemalanamayanlara, dışlanıp ötekileştirilenlere
kalansa yalnızca zulüm oluyor. Hele de orta yerde, mülakat giyotini de duruyorken…
Nepotistleri kim aşabilir ki… Elbette liyakat sırra kadem basıyor.
Ve EPK’nın, yani “Eğitim Politikaları Kurulu”nun, 2021 Ocak ayında tamamlanan raporunda “yönetici atamalarında liyakat” vurgusu yapılıyor. Demek ki 19 yıldır yapılanları, sonunda onlar da görmezlikten gelemiyor! Elbette yerseniz! Buna sevinsek mi üzülsek mi? Bunda bir keramet mi arasak? Yoksa “Bunca yıldır aklınız neredeydi? Gözleriniz kör, dilleriniz lâl, kulaklarınız sağır mıydı?” desek, bilemiyorum.
Ancak ortada umutlanmak için hiçbir neden olmadığını
biliyorum. Çünkü EPK’nın “liyakat”tan söz ettiği günlerde, artık vaka-i
adiyeden bile sayılmayan yeni nepotizm haberleri düşüyordu kamuoyuna. Hem de
birbiri ardına… O kadar çoktu ve o kadar sıradanlaşmış ve kanıksanmıştı ki
haber değeri bile görülmüyordu.
Aynı
günlerde Cemil Kılıç, “Eskiden yaşanan bazı önemli
toplumsal olaylarda üniversite senatoları bildiri yayımlardı. Şimdi hiç böyle
bir şey duymuyoruz. Yoksa üniversiteler kapandı mı?” sorusunu
yöneltiyordu, kinayeli bir biçimde...
Ve o sırada nepotizm haberlerine yenileri ekleniyordu: Yıldız
Teknik Üniversitesi’nde dönemin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olan Profesör
Dr. Ali Fuat Arıcı’nın yakını, İrem Demir Arıcı, onca aday arasında, nasıl olduysa
önce doktoraya kabul ediliyor, ardı sıra da araştırma görevlisi kadrosuna
alınıyordu. Peki; ya yakını olmayanlar? Elbette onlara kapının yolu gösteriliyordu.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreteri Doç. Dr Sebaheddin
Şevgin’in bir yakını (iddiaya göre kardeşi) olan Esasettin Şevgin, aynı
üniversitede, Sosyal Bilimler Eğitimi Ana Bilim Dalında açılan, Sosyal Bilgiler
Eğitimi Bilim Dalı’nda tezli yüksek lisansa başvuruyordu. Ancak alanı, Sosyal
Bilgiler değil, Fransızca öğretmenliğiydi. Dahası 121 kişilik başvuru
listesinin son sıralarında yer alıyordu. Ne önemi vardı ki abisi üniversite
genel sekreteriydi. Ve mutlu son! İddiaya göre, “Abi asansörü”yle önünde yer
alan 113 kişiyi hızla geçiyor ve son sıradan da olsa programa
yerleştiriliyordu. Kim bilir belki de “Abim sağ olsun!” diyordu.
Tezlerine ilişkin intihal
haberleriyle anılan Melih Bulu, hâlâ Boğaziçi Üniversitesi rektörlük koltuğunda
oturuyordu, kayyım sıfatıyla… Ve tüm bunların billurlaşmış ifadesi olan, acz ve
çaresizlik bildirimine dönüşen, itiraf niteliğinde ve haftalar önce söylenmiş bir
söz duruyordu orta yerde: Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz.
Başka ne beklenebilirdi ki… Toplumsal çözülme ve kültürel-ahlaki
çürüme bataklığının ortasında boy veren nepotizm ağacının zehirli meyveleriyle
beslenenlerin makûs talihiydi bu. Ve aslında boğulmak üzere olmalarına rağmen,
hâlâ nepotizmden medet umanların imdat çığlığı…
Bu hengâmede, Milli Eğitim Bakanlığı’nı sormaya bile gerek yok. Bakanlık
merkez teşkilatından taşra teşkilatlarına dek, bürokrasinin önemli
kademelerinde kim kimin abisi, kardeşi, kızı, baldızı, sekreteri ya da
sekreterinin kadın arkadaşıymış, kim kimin şeyiymiş, diyerek kısaca bir göz
atmak bile yeter…
Hele de “Baldan tatlıdır” denilen baldızlar, güzel kadınlar,
münferit kardeşler, yeğenler ve özel ‘şey’ler söz konusu olunca, akan sular
bile durur nepotistler için… Yazılı kurallar, mevzuatlar bile hükümsüz kılınır.
Sıfat, statü, makam, koltuk dediğin nedir ki… Hem de alan memnun veren
memnunken kime ne?!
“Peki; eğitimin hali ne olacak?” mı dediniz? Bu da soru mu şimdi…
Eğer bir ülkede, bir toplumda ilköğretiminden üniversitesine dek, eğitim kurum
ve kuruluşları ahlaki çürümeye ve nepotizme teslim olmuş ya da nepotistlere
teslim edilmişse, orada eğitim de üniversite de tükenmiştir. Kavramdan öte bir
değeri ve işlevi kalmamıştır. Bu koşullarda yapılması gereken tek şey, bir an
önce neşteri vurmaktır.
Hem de en derine… Hem de en tepeden en aşağıya dek… Öyle bir vurmak ki toplumsal bünyede, ahlaki çürüme ve nepotizmle biriken irinin, zehirli kanın zerresi bile kalmasın geride… Bir an önce arınsın! Aksi halde yaşanacak olan toplumsal bir kangrendir. Ve herkesin bugünleri mumla arayacağı top yekûn bir çözülüş ve çöküş… Hem de enkazının altında kimin/kimlerin kalıp kalmayacağının bugünden kestirilemeyeceği bir çöküş…
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi
Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder