13 Kasım 2018

20 Kasım Dünya Felsefe Günü Bildirisi


20 Kasım Dünya Felsefe Günü Bildirisi
Sıfatlar Değil, Aslolan İnsandır

İnsanın yeryüzündeki serüveni acılarla, katliamlar, tehcirler ve soykırımlarla bezenmiştir. “İnsan” adı verilen varlığın, “insan olmayı öğrenme” ve “insanlaşma” süreci, her çağda, sıfatlarının ardına sığınan insanın, sıfatlarıyla mahkûm ettiği insana yaptığı zulümlere karşı duruş, düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş biçimiyle gelişmiş ya da ağır darbeler almıştır.

Bu tarih, bir yandan insanlığın ortak mirasına katkıların bir yandan da yakıp yıkmaların, yağma ve talanın, insanın insana yaptığı zulmün tarihidir. İnsan olmayı, etnik ya da dinsel, ideolojik ya da derisinin rengi anlamında yalnızca kendi sıfatıyla, yalnızca kendisi gibi olmayla özdeşleştiren sıfatzede insanın, hâkimiyet kurma ve ekonomik zenginliğe el koyma tarihidir. Bu anlamda, yaşanmış tarihin ve yaşanmakta olan anın zalimi de mazlumu da sıfatzedelerdir.

Tarihte yaşananlara rağmen, günümüz insanı için Dünya, geçmişten ne daha iyi ne de daha kötüdür. Kimi insanlar insanlığın ortak mirasına katkılarda bulunmaya, yapılan savaşlara, zulüm ve vahşete karşı durmaya çalışırken, kimileri ise yalan, talan, hırsızlıkla hükmetmeye devam etmekte ve bunlardan beslenmektedir. Kimileri ise otorite, muktedir saydığı efendilerinin karşısında el pençe divan durup, lütuf beklemekte ya da lütfedilen makam ve statülerini korumak uğruna vecd içinde secde etmektedir. Dünyanın her yanında olduğu gibi, yanı başımızda da birileri hala sıfatları için öldürmekte, sıfatları için öldürülmektedir. Oysa insanın değerini belirleyen sıfatları, statüleri değildir. Sıfatlar değişebilir, statüler gelip geçicidir.

11 Kasım 2018

16 Yılın En Başarılı Milli Eğitim Bakanı Kim?


Tüm Öğretmenler, Öğrenciler ve Velilerin Teşekkür Etmesi Gereken
En Başarılı Milli Eğitim Bakanı Kim?

Atalay Girgin*

2002 Kasım’ından bu yana var olan iktidar, genelde eğitimi, özelde ise MEB’i oyun alanına çevirdi. “Yapıyoruz. Çağ atlıyoruz”, “Eğitimde devrim gerçekleştiriyoruz” derken bile, zaten çağın ve toplumun ihtiyaçlarına yanıt veremeyen eğitimi daha da kötürümleştirdi. Sorunlar kangrenleşti. Bu toplumun çocukları, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde kobay olarak kullanıldı. Bunun müsebbibi de mevcut iktidar ve onun Milli Eğitim Bakanlarıdır.

Bu süre içinde, mevcut eğitimi ve okulları bir yandan kendi iktidarının “arka bahçesi” kılma çabasıyla yapboz tahtasına dönüştürdüler. Diğer yandan kapitalizme ve dolayısıyla piyasaya uygun hale getirmek için tabiri caizse her köşe başında yerden pıtrak bitercesine özel okullar kurulmasının önünü açtılar. Bu okulları yaygınlaştırabilmek için özel teşvik uygulamaları yaptılar. Bu okullara gitmeyi özendirici ve destekleyici kararlar aldılar ve bunları hayata geçirdiler.

Lakin geçen zaman içinde, mevcut iktidarın eğitimi yapboz tahtasına dönüştürmenin dışında gerçekleştiremediği tek şey, çağın ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak istikrarlı bir eğitim politikasıydı. Şu ana kadar MEB’in başına yedi bakan getirmiş olan ve sonuncusunu da hızla eskitmeye yönelen iktidar, çocukları kobaylaştırma görevini başarıyla sürdürmektedir.  

Peki; bu bakanların içinde başarılı işler yapan hiç kimse yok muydu? Elbette vardı. Peki; yedi bakan arasında en başarılı olan kim? Bu bakanı başarılı kılan icraatı ne?

09 Kasım 2018

Öğretmenler ve Eğitimciler İçin Bir Dergi


Öğretmenler ve Eğitimciler İçin Bir Dergi



Eğitim alanında emekle sabırla yılları geride bırakan bir dergi var. Süreli yayınlanan dergilerden, ardında sermaye, medya kuruluşu olmadan yaşayan edebiyat dergilerinin bile sayısı iki elin parmaklarını geçmezken, bunlardan yoksun olduğu halde eğitim alanında yıllara meydan okuyan bir dergi… Eleştirel Pedagoji Dergisi.

Kaç öğretmen, kaç eğitimci varlığından haberdardır? Kaç öğretmen, kaç eğitimci Eleştirel Pedagoji Dergisini okumuştur ya da okumaktadır? Bilmiyorum.

Ancak şunu biliyorum ki sayıları bir milyona yaklaşan öğretmenlerin binde biri bile Eleştirel Pedagoji Dergisini düzenli okumamaktadır. Satın alanların sayısı ise bu orandan daha da azdır. Peki; neden?

06 Kasım 2018

Yapay Zeka Neler Getiriyor, Neleri Götürecek?


YAPAY ZEKA NELER GETİRİYOR, NELERİ GÖTÜRECEK?


                                        Dr. Cengiz Başkaya



İnsanlık, tarihinin en önemli, en etkili, en hızlı değişim sürecine girmek üzere. 18. Yüzyılın başında buharlı makinelerin icadı, demir üretiminin artması, demiryollarının yaygınlaşmasıyla birinci sanayi devrimi başladı. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren çelik üretim tekniğinin gelişmesi, elektrik, petrol ve değişik kimyasalların üretim sürecine katılması ikinci sanayi devrimi olarak tanımlandı. Seri üretim bu dönemin tipik özelliği oldu.
1970 den itibaren bilgisayar teknolojisinde, telekomünikasyon, robotik, lazer, fiberoptik ve biyogenetikte çok hızlı gelişmeler, internetin yaygınlaşması, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması, otomasyonun birçok alanda kullanılması üçüncü sanayi devrimi olarak kabul edildi.
Artık dördüncü sanayi devriminin, başka bir tanımlamayla Endüstri 4.0'ın eşiğindeyiz. Bu devrimin en önemli belirleyicileri yapay zeka, robotik ve kuantum bilgisayarları olacak. 

Türkiye'de Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır


Türkiye’de Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır
Atalay Girgin*

Türkiye’de eğitim, dolayısıyla MEB, öteden beri, iktidara gelenlerin egemenlik kurmak istedikleri bir oyun alanıdır. Elbette bedeli toplumsal olarak ödenen bir oyun…

Bunun asli nedeni şudur: Hem genel olarak eğitim, hem de özel olarak okullarda yapılan sistematik eğitim, toplumun mevcut kuşaklarının ve aynı zamanda da onları izleyen nesillerinin bilincini siyasal ve ideolojik olarak biçimlendirme, “ideolojik körlük”le malul kılma etkinliğidir. Ekonomi politikalarını ve kültürel tercihlerini (özellikle kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı yıllarda) zihinleri “ideolojik körlük”le sakatlanmış çocuklar ve gençler yetiştirmek ve onlardan başlayarak kitlelere yayma aracıdır.

Dolayısıyla, toplumu, kendi siyasal-ideolojik ve dinsel tercihleri doğrultusunda hızla değiştirip dönüştürmek isteyen iktidarlar, güçleri nispetinde, öncelikle bu alanı kendi oyun alanları haline getirirler. Bunun için de ilk yapılması gereken, mevcut olanı, (iyi de olsa kötü de olsa, doğru da olsa yanlış da olsa, güzel de olsa çirkin de olsa) kendi kabulleri temelinde bozmaktır (şimdiden söyleyelim ki yarın kimse bağırıp çağırmasın, bu günler geçecek ve bu dönemin sonrasında da aynısı olacaktır. Bugün bozulanı kaçınılmaz olarak düzeltmek için bile olsa…).

Bu bozma süreci bazen biçime, bazen içeriğe, bazen de her ikisine birden müdahalelerle gerçekleştirilir. Sağından solundan müdahalelerle mevcut olanı bozup kötürümleştirirler. Ama yaptıkları her müdahale ile de eğitimin kalitesini arttırdıklarını iddia ederler. Oysa burada aslolan, toplumun ihtiyaçlarından çok bunu yapanların histeriye ulaşan saplantılı siyasal ve ideolojik amaçlarının yanı sıra iktidar ve egemenlik hırslarıdır. “Kindar ve dindar nesiller” isteği ve bu uğurda hala yapılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir.

Lakin sosyolojik olarak temel toplumsal kurumlardan biri olan eğitim alanında oyun bir kez başlamışsa dur durak bilmez, sonuçları itibariyle başka alanlardaki oyunlara da benzemez. Dahası bu oyun, diğer temel toplumsal kurumları da sarmalına alarak, dinsel temelli, saplantılı siyasal ve ideolojik bilinç halleriyle her geçen gün genişler ve derinleşir. Bir türlü önlenemeyen, yok edilemeyen kanserli bir hücre gibi her yere sirayet ederek, toplumsal çözülme ve kültürel çürümeyi, çatışma ve iç savaş halleri de dâhil, nihai sonuçlarına doğru hızlandırır. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi…

Peki; eğitim alanındaki oyun ne zaman ve nasıl başladı?

24 Ekim 2018

Andımız Kavgası Neyin Göstergesidir?


Andımız Kavgası Neyin Göstergesidir?
Atalay Girgin*

Ortalık toz duman, salvolar havada uçuşuyor. Sanki zincirlerinden boşanmışçasına… Taraflar yıllardır içlerinde birikenleri kusuyor birbirlerine. Kimi televizyon ekranlarından, kimileri gazetelerden… Her iki olanağı da bulamayanlar ise sosyal medya mecralarından sesleniyor bir diğerine… Bir tarafta sevinç var, diğer tarafta öfke. Konu malum: Andımız!

Danıştay 8. Daire yargıçlarının “Andımız”a ilişkin verdiği karar, neredeyse beş yıldır küllenen ve unutulmaya yüz tutan bir konuda, başta eğitim camiası olmak üzere tarafların sessiz bir bekleyiş içerisinde olduğunu ortaya koydu. Eğitim camiasındaki taraf sendika yöneticilerinin ve öğretmenlerin dışa vuran tepkilerine, kaçınılmaz bir biçimde kendini taraf olarak gören ya da düne kadar sükut ikrardan gelir dercesine susuyor olmalarına rağmen, durumdan vazife çıkaran ve rol kapmak isteyen siyasiler de eklendi.

Ve konu bir anda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını da içerecek bir biçimde dallanıp budaklandı. Neredeyse iş “Ankara’da hala yargıçlar var” havasına büründü.

“Andımız” kararı sonrası başlayan kavga yakın bir gelecekte diner mi bilmem. Ancak bu kavga hem yanılsamaların hem de toplumsal yaşamın, eğitim başta olmak üzere birçok alanında var olan ve gizlenen sorunlarının apaçık bir göstergesidir. Ve aynı zamanda da bilinmek ve dillendirilmek istenmeyen hakikatin dışavurumudur.

Şimdi bunlardan birkaçının üzerinde duralım. “Andımız” marşının içeriğini bir yana bırakarak, bu karar kapsamında önce yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile “Andımız” kararının siyasal ve ideolojik mi yoksa hukuki mi olduğuna değinelim. Sonra da bu sorunun asli nedenine…

03 Ekim 2018

Bilimin Dini Yoktur; Ya Felsefenin...?


Bilimin Dini Yoktur; Ya Felsefenin...?

 Atalay Girgin*

MEB’in Lise Felsefe kitaplarına ilişkin ilk tartışma, 11. sınıflarda okutulmasına karar verilen kitaptaki okuma parçasıyla başlamıştı.

İbn Rüşd’ün “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” adlı kitabından aktarılan okuma parçasında yer alan, özel olarak filozoflar, genel olaraksa herhangi bir kişi için, “Kendisine öğretilmiş olan dini ilkelerden kuşku duyduğunu açıkladığı ya da bunları peygamberlerin bildirdiklerine aykırı bir biçimde yorumladığı ve onların yolundan saptığı takdirde kafir denmeye en layık kişi olur. Bunu ve böyle bir durumun öğrenim gördüğü dinde küfür cezasıyla cezalandırılacağını bilmesi erdemin bir gereğidir.”1 sözleri, tartışmanın odak noktası olmuştu.

Felsefe diye sunulan, bir dinin sormaya, sorgulamaya kapalı, dogmatik akaidlerine dayanan,  inanç temelli bu sözlerin felsefeyle bir ilişkisi yoktur. İbn Rüsd’ün filozof olması, onun her söylediğinin ve her yazdığının felsefi olduğu anlamına gelmez. Aslında bu bize şunu da göstermektedir. Herhangi bir dine, onun temel doğmalarının kabulüne dayalı bir felsefe olamaz. Çünkü, din felsefesi başka bir şeydir, bir dinin mührünü, zırhını taşıyan bir felsefenin olduğundan söz etmek bambaşka bir şey...

Bu anlamda İslam Felsefesi, Hristiyan Felsefesi, Yahudi Felsefesi diye felsefelerden söz edilemez. Keza İslam Bilimi, Hristiyan ya da Yahudi Biliminden de... Bunların tümü, akıl ve bilim sınırlarını zorlayan birer uydurma olmanın yanı sıra, asıl olarak dinsel temelli siyasal-ideolojik saik ve aidiyetlerle yapılmış sınıflandırma ve adlandırmalardır.

MEB’in Lise Felsefe kitaplarına ilişkin ilk tartışmaya ilişkin kısa açıklamanın ardından asıl konumuza gelelim. Yani MEB’in Lise 10 Felsefe kitabına...

02 Ekim 2018

MEB Lise Felsefe Kitabındaki Yanlışlar



Dünya Evrenin Merkezinde ve Bir Tepsi Gibi Düz Müdür?
 Güneş Doğar Mı, Batar Mı?
Yoksa Hem Doğar, Hem Batar Mı? MEB Lise Felsefe Kitabı Hangi Yanlışı Pekiştiriyor?
Yukarıdaki sorulara bakıp da küçük bir tashih sorununun büyütüldüğünü düşünmeyin. Bu bir tashih sorunu değildir.

30 Eylül 2018

MEB Lise Felsefe Kitabında Kadim Yanlış


MEB Lise Felsefe Kitabında Kadim Yanlış

Yılmaz Ceditli*

 Bir felsefe öğretmeni olarak MEB’in hazırlattığı ders kitabını okuyunca, birçok eksiklik bir yana, iki önemli yanlış dikkatimi çekti.

Eksiklik sorunu, nereden, nereye, neden,nasıl ve niçin baktığınıza, ne aradığınıza bağlı olarak farklılık gösterebilir. Bundan dolayı şimdilik üzerinde durmuyorum. Ancak yanlışlar önemli. Şimdi bunları sırasıyla aktarıyorum.

İlk Yanlış

2018-2019 eğitim-öğretim yılı lise 10. sınıflar için hazırlanmış ve 1.128.391 adet basılmış olan felsefe dersi kitabı, dinlerin asırlar boyunca kutsal metinleri aracılığıyla aktarmasının da etkisiyle, nesilden nesile yinelendikçe iyice yerleşmiş ve üzerine düşünme ve sorgulama gereği bile hissedilmeyen kadim bir yanlışı tekrarlıyor : Güneş, her gün doğar ve batar1.

Yukarıdaki önermeyi okuyanların büyük bir bölümü, belki de “Ne var ki bunda. Elbette Güneş, her gün doğar ve batar” diyecektir, kendisinden önce gelmiş geçmiş ve hala yaşayan milyarlarca insan gibi. Ben de öyle düşünüyor ve söylüyordum. Ancak işin aslı ve hakikati hiç de öyle değilmiş.

08 Haziran 2018

Onların Ahlakı ve Bizim Ahlakımız

ONLARIN AHLAKI ve BİZİM AHLAKIMIZ

Malum şahıslardan biri (hangi biri hangi biri dediğinizi duyar gibiyim) yalan üstüne yalan söylüyor! Bir gün önce söylediğini ertesi gün unutup tam tersini yumurtluyor!

Bunları gören biri soruyor: Müslümanlara göre yalan söylemek günâh değil mi?

Ben düşünüyorum: Eğer Müslümanlara göre yalan söylemek günah olsa, Müslümanlar yalan söyler mi? Çalmak, çırpmak, hak etmediği, alnının teriyle kazanmadığı bir kuruşu bile kendi hanesine geçirir mi?

El cevap: Yalan söylemek günâh değildir! Keza diğerleri de... Çünkü yalan başta olmak üzere bunların hepsi birer yöntemdir! Hatta değeri ne olursa olsun ahlaki bir eylemdir!

Ancak böylelerinin ahlakı ile bizim ahlakımız aynı değildir ve hem ahlaki hem de etik değerler anlamında aramızda uçurumlar vardır! Örneğin; onlar eğer kendilerindense cinsel tacizcileri, hırsızları, yolsuzluk yapanları, katilleri korur. Bu gibilere sıfat, statü, makam bahşeder. Hatta yolsuzluk, yalan, talan ve soygun düzenine halel gelmesin diye kapılarında sadık bir çoban köpeği misali nöbet tutar.

Bizlerse böylesi yalan, talan, yolsuzluk ve soygun düzenlerine de bunların efendilerine ve kapısında nöbet tutan çemişlerine ve destekçilerine de prim vermeyiz.

Bundan dolayı biz onlardan değiliz ve asla olmayacağız da... Çünkü insan olmak ve insan kalabilmek hiçbir dinin, hiçbir mezhebin ve tarikatın sınırlarına sığmaz! Bunların hepsi dar gelir insan olana ve insan kalabilene... Gerisi laf-ı güzaftır!