03 Ekim 2018

Bilimin Dini Yoktur; Ya Felsefenin...?


Bilimin Dini Yoktur; Ya Felsefenin...?

 Atalay Girgin*

MEB’in Lise Felsefe kitaplarına ilişkin ilk tartışma, 11. sınıflarda okutulmasına karar verilen kitaptaki okuma parçasıyla başlamıştı.

İbn Rüşd’ün “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” adlı kitabından aktarılan okuma parçasında yer alan, özel olarak filozoflar, genel olaraksa herhangi bir kişi için, “Kendisine öğretilmiş olan dini ilkelerden kuşku duyduğunu açıkladığı ya da bunları peygamberlerin bildirdiklerine aykırı bir biçimde yorumladığı ve onların yolundan saptığı takdirde kafir denmeye en layık kişi olur. Bunu ve böyle bir durumun öğrenim gördüğü dinde küfür cezasıyla cezalandırılacağını bilmesi erdemin bir gereğidir.”1 sözleri, tartışmanın odak noktası olmuştu.

Felsefe diye sunulan, bir dinin sormaya, sorgulamaya kapalı, dogmatik akaidlerine dayanan,  inanç temelli bu sözlerin felsefeyle bir ilişkisi yoktur. İbn Rüsd’ün filozof olması, onun her söylediğinin ve her yazdığının felsefi olduğu anlamına gelmez. Aslında bu bize şunu da göstermektedir. Herhangi bir dine, onun temel doğmalarının kabulüne dayalı bir felsefe olamaz. Çünkü, din felsefesi başka bir şeydir, bir dinin mührünü, zırhını taşıyan bir felsefenin olduğundan söz etmek bambaşka bir şey...

Bu anlamda İslam Felsefesi, Hristiyan Felsefesi, Yahudi Felsefesi diye felsefelerden söz edilemez. Keza İslam Bilimi, Hristiyan ya da Yahudi Biliminden de... Bunların tümü, akıl ve bilim sınırlarını zorlayan birer uydurma olmanın yanı sıra, asıl olarak dinsel temelli siyasal-ideolojik saik ve aidiyetlerle yapılmış sınıflandırma ve adlandırmalardır.

MEB’in Lise Felsefe kitaplarına ilişkin ilk tartışmaya ilişkin kısa açıklamanın ardından asıl konumuza gelelim. Yani MEB’in Lise 10 Felsefe kitabına...


Güneş Doğar Mı, Batar Mı?

Lise 10. sınıflar için hazırlanmış ve okutulmasına karar verilmiş olan bu kitapta birçok eksiklikten söz edilebilir. Eksiklik konusu, nereden nereye, neden, niçin ve nasıl baktığınıza göre çokyönlü, çok boyutlu ve spekülatif bir tartışmaya açık olduğu için bunun üzerinde durmayacağım. Ancak iki önemli yanlış var ki bunlar görmezlikten gelinemez.

Benim için bunlardan birincisi iki açıdan yok sayılamaz. Öncelikle felsefe öğretmeni olmam nedeniyle. İkincisi de 2016 yılında yayımlanan ve soruşturma konusu yapılarak cezalandırılmama hükmedilen “Aşk Mavidir Öğretmenim” kitabında bu konuyu, bugünleri öngörürcesine, roman kahramanları aracılığıyla işlemiş olmam nedeniyle...

Burada “Aşk Mavidir Öğretmenim”de anlatılanları aktarmayacağım. Soruyu yineleyeceğim: Güneş doğar mı, batar mı? Güneşin hem doğması, hem de batması için ne olması gerekir?

Hem okuru yormadan, hem de konuyu uzatmadan kısaca yanıtlayalım: Dünyanın bir tepsi gibi düz olması gerekir ki Güneş bir taraftan doğsun, sonra da diğer taraftan batsın. Hatta Dünyanın evrenin merkezinde olması ve dönmemesi de gerekir. (Bilirsiniz, bir zamanlar “Dünya dönüyor” demek büyük günahtı. Yalnızca Hristiyanlık değil, İslamiyet açısından da... Peki; neden? Sorunun yanıtını size bırakarak, devam edelim.)

Bu, ilk işaretleri günümüzden 2300-2400 yıl öncesine, yani Aristarkhos’a kadar gitse de asıl olarak, Kopernik, Brahe, Galileo gibi bilim insanlarının çalışmalarıyla çoktan yanlışlanmış bir evren anlayışına dayanır. Bu evren anlayışına göre Dünya evrenin merkezinde, hareketsiz ve bir tepsi gibi düzdür.

Asırlar önce yanlışlanmış bu evren anlayışının kabulünden hareket ettiğimizde ya da sormadan, sorgulamadan, üzerine düşünmeden, yalnızca inançsal olanı dile getirdiğimizde, tıpkı MEB’in Lise 10 Felsefe kitabında yazdığı gibi, “’Güneş, her gün doğar ve batar’ yargısı gerçeklikle uyuştuğu için doğrudur”2  deriz.


Biliyorum, binlerce yıl insanlar, dinlerin de bunu ileri sürüyor ve vaaz ediyor olmasının da etkisiyle bu yanlış bilgiye inanarak yaşamlarını tamamladılar. Günümüzde hala milyarlarca insan, bilim tarafından çoktan yanlışlanmış olan bu evren anlayışının sonucu olarak, Güneşin her gün doğduğuna ve battığına inanıyor. Bunu her gün yineliyor. Ancak unutulmamalıdır ki bir bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı dinlere, inançlara ve ona inananların sayısına bağlı değildir. Keza MEB ders kitaplarında yazılmasına ya da adlarının önündeki kendilerinden büyük sıfatlara sığınarak, şık şıkırdım kıyafetlerinin ya da cübbelerinin içinde televizyon ekranlarında arz-ı endam eyleyen, gerdan kıran, sakal sıvazlayan zevat-ı muhteremin dudaklarından dökülen sözlere de bağlı değildir.

Buradan hareketle, “Güneş her gün doğar ve batar” önermesinin aktardığı bilgi, MEB 10. Sınıf Felsefe kitabında ileri sürüldüğünün aksine, ne gerçekliğe uygundur ne de doğrudur. Apaçık bir biçimde yanlıştır. MEB, bilimsel anlamda yanlışlığı apaçık olan bir bilgiyi, “gerçekliğe uygun doğru bilgi” diyerek, dinler aracılığıyla binlerce yıl öncesinden inanç olarak günümüze sirayet etmiş olan bir bilgiyi pekiştirmektedir.

İki Sayısı Üşür Mü?

Yukarıdaki soruyu şu şekilde de sorabilirdim: İki sayısı kaç derecede donar ya da kaç derece sıcaklıkta terler? Bunun yanı sıra şöyle sorular da sorabilirdim: Tanrı/Allah var mıdır, dedikten sonra; “Eğer varsa Tanrı’nın ya da Allah’ın saçları yılda kaç santim uzar? Eğer saçları yoksa Tanrı/Allah kel midir?” Hangi biçimde sormuş olursam olayım, bu durum, sorunun abesliğini ortadan kaldırmazdı. Çünkü soru, biri gerçeklik alanına, diğeri ise düşsel, düşünsel kabuller alanına ait öğelerle kurulmuştur.

İşte MEB’in Lise 10. sınıflarda okutulmasına karar verdiği Felsefe kitabındaki bir diğer yanlış da tam bu noktada karşımıza çıkıyor. Ve kitap diyor ki “Matematiksel temel önermeler soyut gerçekliğe örnek gösterilebilir.”3

Burada “Gösterilebilir” sözcüğünün taşıdığı olasılığın “Gösterilemeyebilir”i de içereceği gibi, kaçamak bir savunmayı bir yana itmek gerekir. Çünkü ister Matematiksel olsun, isterse olgusal, her önerme soyuttur. Nesnesinin somutluğu, önermelerin soyutluğunu ve ifade ettiği bilginin bir soyutlama oluşunu ortadan kaldırmaz. Bu anlamda hiçbir önermenin gerçekliğinden söz edilemez. Aksine onların, özellikle iki değerli mantık açısından, yalnızca doğruluğu ya da yanlışlığı söz konusudur.Çünkü gerçeklik; gerçek varlığın zamandan zamana ve mekandan mekana değişiminin ifadesi ve göstergesi olan bir özelliktir. Düşsel, düşünsel kabullere dayanan, salt zihinsel/düşünsel nesnelerin ise zamandan zamana, mekandan mekana değişen bir gerçekliği yoktur.


Konumuz açısından, özellikle Mantık ve Matematik ise formel (biçimsel) ya da ideal bilimler olarak sınıflandırılır. Bunun temel nedeni, hem konuları içerisinde kalan nesnelerin, önerme ve denklemlerin, hem kullandıkları tüm sembollerin insan zihninin ürünü olmaları, hem de bunlardan yararlanarak kurulan temel ya da tali hiçbir önermenin, hiçbir denklemin gerçekliğinin olmaması, yani değişmemesidir. Dolayısıyla zamanda ve mekanda yer almayan, insan zihninin dışında yani dış dünyada bir varlığı bulunmayan ve sürekli değişim içerisinde olmayan hiçbir varlık gerçek değildir ve bunların somut ya da soyut hiçbir gerçekliği yoktur. Matematiksel önermeler de buna dahildir.

Ya da başka bir biçimde söylersek; iki sayısı ne kadar üşür ya da terlerse, Tanrı’nın/Allah’ın saçları ne kadar uzar ya da dökülürse, “Matematiksel temel önermeler” de “soyut gerçekliğe” o kadar “örnek gösterilebilir.” Daha ötesi değil.

Velhasıl; eğer MEB yetkilileri, yirmi birinci yüzyılda olmamıza ve bugüne kadar ki bilimsel açıklamalara ve verilere rağmen hala Dünyanın evrenin merkezinde, bir tepsi gibi düz ve hareketsiz olduğuna inanmıyorlarsa, bir an önce kısa ya da uzun bir açıklamayla, özellikle ve öncelikle yer merkezli evren anlayışına dayanan ve onun ifadesi olan bu yanlışı düzeltmelidirler. Peki; ikincisi mi?

Onu merak etmenize gerek yok! Çünkü kitap ne derse desin, işini bilen, konusuna hakim olan her felsefe öğretmeni, bunun gereğini yapacaktır. Malumdur ki felsefenin ve felsefecilerin asli işi sormak, sorgulamaktır. Ellerinde tuttukları kitap, kendilerine, ne denli kılavuz olarak sunulsa, ne denli kutsal olarak takdim edilse, ne denli bilfiil kendi düşüncelerinin ürünü olsa bile sormaktan, sorgulamaktan, eleştirel düşünmekten asla vazgeçmezler.  Ve asla, akıllarını herhangi bir dinin, otoritenin ipoteğine vermezler. 

Bilirler ki bunu yaptıkları an, düşüncelerini hangi terminolojiyle sarıp sarmalarlarsa sarmalasınlar, felsefe ve felsefi olan sırra kadem basar. Hele hele, İslam dini akaidine (bu İslam değil başka bir din, örneğin Hristiyanlık ya da Yahudilik olduğunda da geçerlidir) dayanan kabullerinden dolayı en iyi ihtimalle kelamın ve teolojinin kapsama alanında kalabilecek bir metni4 felsefe diye sunmazlar. Sunulduğunda da ona icabet etmezler. Gerisi laf-ı güzaftır şimdilik.

EELEŞTİREL PEDAGOJİ DERGİSİ






* Felsefe Öğretmeni-Yazar; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 MEB 11. Sınıf Lise FELSEFE, sf. 63, 2018.
2 MEB 10. Sınıf Lise FELSEFE, sf. 47, 2018.
3 MEB 10. Sınıf Lise FELSEFE, sf. 47, 2018.
4 İbn Rüşd’ün MEB 11. Sınıf Lise Felsefe, 63. Sayfada yer verilen metni.

Hiç yorum yok: