Mobbing
Mağduru Öğretmenin Çığlığı Ölünce Mi Duyulur?
Atalay
Girgin*
“Reva mıdır bu?” dedi Muhterem bey, “Reva mıdır hocam!” Öfkeliydi. Çantasından çıkardığı evrakları bana uzatırken aynı minval üzre sözlerini sürdürüyordu: Bir öğretmene yapılır mı bu hocam?
Birkaç
sakinleştirici sözden sonra, “Ne olmuş? Ne yapılmış hocam?” dedim. “Okuyun ve
siz değerlendirin hocam!” karşılığını vererek ekledi: Siz de bana hak
vereceksiniz. Ölünce mi değerini anlayacağız biz bu öğretmenlerin? Ölünce mi?
Teoride Değil Pratikte Mobbing
Kulağım
Muhterem beyde olsa da kaç sayfa olduğuna bakmadan ilk sayfadan itibaren merakla
evrakları okumaya girişmiştim. “Değerli Bakanım Ziya Selçuk” hitabının ardından
“Mobbing nedir?” sorusuyla başlıyordu.
Soruyu, kendi yaşadıklarını anlatan; “Mevzuata uygun şekilde yapılmayan deneme sınavlarından iki tanesini bu sınavlar yüzünden ders yapamaz hale geldiğim için yapmadığımdan dolayı yaşadığım Mobbing, arkasına aldığı siyasi destek ve örgütlü yapı ile liyakatsiz bir okul müdürünün bir öğretmeni önce “Tutanak tutalım terletelim, terlesin de görsün!’’ diyerek kapalı kapılar arkasında tehdit etmesi, mağdurun Bakanlığa şikayet etmesinden sonra yine kapalı kapılar arkasında ilçe Milli Eğitim Müdürü tarafından kendisine hakaret edilmesi, liyakatsiz okul müdürünün bazı öğretmenlere tutanak tutturarak 3 tane iftira atması ile başlayan İlçe Milli Eğitim Müdürü D.Ö ve muhakkik sıfatlı 2 tane lise müdürü N.E ve A.İ.K tarafından yapılan kesinlikle tarafsız ve objektif olmayan bir soruşturma ile 3 iftiranın da sübuta erdirilmesi ve öğretmenin alnına kesinlikle hak etmediği bir KINAMA cezasının yapıştırılması ile başlayan bir süreç ve bu sürecin devamında mağdurun kendisini aklayacak olan ve asıl suç işleyenlerin kim olduğunu gösteren delillere sahip olduğunu bildikleri için de İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Afyon İdare Mahkemesi desteğini de alarak üzerimdeki suçu kaldırmak için gösterdiğim çabaların engellenmesidir”, sözleriyle yanıtlıyordu.
Ben
okurken Muhterem bey devam ediyordu: Bu öğretmen fizik öğretmeni hocam. Kendisini
hiç görmedim. Hiçbir yakınlığım da yok! Bir tayin döneminde yolu İstanbul’dan
Afyon’da bir okula düşmüş. Ardından Bolvadin’de bir Sosyal Bilimler Lisesine… Bu
okula gelmekle hayatının hatasını yapmış. Başına neler gelmiş neler?
Ceza Üstüne Ceza ve Sürgün
Bir
yandan Muhterem beyi dinlerken, diğer yandan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a hitaben
yazılmış metni okuyordum. Öğretmen “İdari bir soruşturma ve idari davada
konuyla ilgili mevzuat yok sayılarak ceza üzerimde bırakılmıştır.” diyor ve
devam ediyordu:
“Bu
çabalarımı hazmedemeyen okul idaresi ve bazı öğretmenler Okul Aile Birliği
toplantısında söz alıp konuşmamı dahi engellemeye çalışmışlar ve “Ağzından bal
damlayan fakat kuyruğundaki zehirli iğnesini bana batıran arılara’’ benzeyen
Bakanlık Müfettişlerince yapılan aleyhime olacak şekilde tek taraflı ve
objektif olmayan bir soruşturma ile de SÜRGÜN ve 1 Yıl Kademe İlerlemesinin
Durdurulma cezasını teklif etmişler asıl suç işleyenlere ise mevzuatın
gerektirdiği cezaları bile teklif edememişler ve KINAMA cezası ile
geçiştirmişlerdir.
Soruşturmada
itham edilen konumundaki İlçe Milli Eğitim Müdürü, okul müdürü ve iki muhakkikin
alması gereken bu cezaları da başarılı çalışmalarından ve daha önce hiç ceza
almadıklarından dolayı yetkisi olmadığı halde affedivermiştir. Fakat aynı İlçe
Milli Eğitim Müdürü benim de geçmişte hiç cezam olmadığı halde cezamı
kaldırmayarak, indirime bile gitmeyerek ne kadar hakkaniyetli olduğunu da kendi
elleriyle ispatlamıştır.”
Bu
arada hala yeterince sakinleşememiş olan Muhterem bey, kızgınlıkla
söyleniyordu: Yazık! Yazık! Sonunda benim gibi bir insanı bile dinden imandan
edecek bunlar hocam! Bu nasıl bir zihniyettir? Öğretmeni bir yıl içinde
darmadağın etmişler. Sadece cezalar da değil hocam, cezalar da değil…
Psikiyatriye Düşen Öğretmen
Muhterem
bey, “Sadece cezalar da değil hocam, cezalar da değil…” derken, ben de Ziya
Selçuk’a yazılan şu satırları okuyordum:
“Teftiş
Kuruluna yazdığım itiraza eklediğim Psikiyatri Anamnez Raporlarını gören İl
Milli Eğitim Disiplin Kurulu bir anda cezanızı Kurulda görüştük ve ağır bulduk
şeklinde bir yazı gönderme ihtiyacı duydu. Sonrasında sürgün yerimdeki okul
müdürüm dosyamı dahi incelemeden bir KINAMA cezası daha verdi. Tam 14 ay
boyunca soruşturma dosyasında ne var diye kaygı, üzüntü ve endişe ile bekledim,
mahkemeden aldım: Veliler, öğretmenler ve öğrenciler tarafından aleyhime
yapılan YALANCI TANIKLIK yani yalanlar yalanlar yalanlar… ALLAH BELANIZI
VERSİN... Bu yalanların tamamına yakını belge ile ispatlı şu anda… Tek
başlarına beceremedikleri iftira atma işlemini veliler ve öğrencileri de
kullanarak ikinci kez yapmaya çalıştılar.”
Öğretmenin “İmdat” Çığlığı
Buraya
kadar bir kısmını aktardığım yazılanlar neyse de son satırlar, “Lütfen duyun
beni!” diyen tam bir “imdat” çığlığı: “Ben (…) çok yıprandım… Sadece ben mi?
Sürgüne gönderildiğim ilk günün sabahında 6 aylık hamile eşim kapının eşiğine
takıldı ve düştü. Ağzı ve yüzü fayansa çarptı ‘’Çocuğu her nasılsa korudum, ama
kendimi koruyamadım ‘’ dedi. Ön dişi hala kırık… Yaklaşık iki üç ay yemek
yerken sıkıntı çekti. Çocuklarıma yansıyanları anlatmıyorum bile…
Zorbaların yaşadığı bu şehre gelene kadar 9
yıl çalışmıştım ve sadece 4 gün rapor almıştım. Şu anda ise 2.5 yılda
psikiyatri bölümünden 50-55 gün civarında rapor almışım. Sabah ve akşam
kullandığım ilaçlar, uykusuzluk, öfke patlaması, geçmeyen baş ağrılarım, okul
bile görmek istemiyorum… Tiksiniyorum maskelilerin dolaştığı, duyarsız, yalaka
ve menfaatçilerin olduğu bu hayattan… Ölmeyi de Öldürmeyi de çok düşündüm…. Yapamadım…
Sevdiklerim, çocuklarım gözlerimin önüne geliyor…”
Son
cümle ise yine Ziya Selçuk’a: “SAYIN BAKANIM, müfettiş göndereceksiniz
biliyorum ama ben hiç birine güvenmiyorum…Siz yine de itibar ve güvene layık
olan müfettişler gönderin….”
Saadet Öğretmen Gibi…
Gözlerimi
metinden ayırıp Muhterem beye bakarken, gayrı ihtiyarı “Üzücü…” dedim “Çok
üzücü hocam…”
O
celallenircesine hemen atıldı: Üzücü ne demek hocam? Bu tam bir rezalet… İşte
Milli Eğitim merkezinden taşrasına, kendini dev aynasında gören böylesi yöneticilere
teslim. Tam bir öğretmen öğütme merkezi gibi çalışıyor. Hele taşrada, küçük
yerleşim yerlerinde olup bitenler… Çoğu öğretmenin neler yaşadıklarını
bilmiyoruz, duymuyoruz bile… Duyabilmemiz için Saadet öğretmen gibi ölmesi mi
gerek öğretmenlerin?
Haklıydı.
“Peki” dedim, “Ziya Selçuk, kendisine gönderilen bu maili okumuş mudur?”
Yine
kızgınlıkla yanıtladı Muhterem bey… “Ne gezer hocam!” dedi, Ne gezer! Yüzünü
bile görmemiştir. Okuduysa da umursamamıştır!”
Sonra
duraksadı ve yanlış bir şey söylememiş olma kaygısıyla sözcüklerini seçerek
sözlerini sürdürdü: “Bilirsiniz hocam… Peşin hükümlü olmaktan imtina ederim hep
ama… Bu kez bir istisna yapıyorum. Çünkü okusaydı gereğini yapardı diye
düşünmek istiyorum. Ama yine de yanılıyorsam Allah affetsin…”
Bir
müddet sustu. Üç beş kelam ettik. Ama keyifsizliği her halinden belliydi. “Ben
artık gideyim” diyerek ayağa kalkarken elini cebine attı. Ve çıkardığı bir
flash belleği masaya bırakarak, “Bunun içinde de soruşturma dosyaları var hocam”
dedi buruk bir tebessümle, “Siz gerek gördüğünüzde ne yapacağınızı bilirsiniz. Hadi
selametle…”
Herkes
kendi yoluna giderken, zihnimde onun sorusu yankılanıyordu: Mobbing mağdurlarının
sesini duyabilmek için “Saadet öğretmen gibi ölmesi mi gerek öğretmenlerin?”
Sahi;
başta Ziya Selçuk olmak üzere, MEB’de mobbing mağdurlarının sesini duyacak,
sorunlarına çözüm olacak hiç kimse yok mu?
Uğradığı
mobbing nedeniyle intihara sürüklenen Saadet Harmancı’nın ardından söylenen tüm
sözler yalan mıydı yoksa? Onca söz, gök kubbede bir hoş sedaya bile dönüşemeden
nasıl da unutulup gitti.
Oysa unutmak teslim olmaktır; çözülene, çürüyene…
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen
Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında /
Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder