Ne Yeyip Ne İçeceğimize Kimler Karar Veriyor? II
Dr. Cengiz
Başkaya
Endüstriyel tarım ve gıda
üretiminin yaygınlaşması bütün ülkelerin neredeyse aynı biçimde beslenir hale
gelmesi sonucunu doğurdu. Üretilen gıda türleri gitikçe azalıyor. Gıdaların
işlenme ve saklanma, hazırlanma yöntemleri de tek tipleşme yolunda. Bu durum
halkların gıda güvenliğini ve gıda egemenliğini yok ediyor. Yerel ürünlerin
yerine tekellerin üretim ve dağıtım haklarını sahiplendiği sertifikalı
tohumlar, fideler ve fidanların kullanılması dayatılıyor. Büyük bir zenginlik
olan genetik zenginlik büyük ölçüde kaybedildi ve süreç bu yönde ilerlemeye
devam ediyor. Yerinde sağlanabilecek gıdaların az sayıdaki merkezden büyük
masraflar ve enerji harcanarak dağıtılması maliyetleri yükseltiyor. Kriz
durumlarında gıdaya ulaşmayı tehlikeye atıyor. Uzun yolculuklar yapması
gereken ve raflarda bekletilen besinlerin bu süreçte bozulmaması gerekli. Bunun
için fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilmeleri şart. Yapılan müdahalelerin
asıl amacı kontaminasyonun önlenmesi, yani bakteri, mantar ve küfler nedeniyle
gıdaların çürümesini, kokuşmasını engellemek.
Gıda endüstrisi için sağlıklı
gıda sadece günlerce hatta aylarca bozulmayan gıda demek. Ne var ki,
bakterilerin yok edilmesi ve üremelerini önlemek için uygulanan yoğun enerji
biçimlerinin ve etkili kimyasalların seçici olarak sadece bu organizmaları
etkileyeceğini düşünmek biyoloji, fizik ve kimyanın prensiplerine aykırıdır.
Bir bakterinin genetik yapısını bozan, protein zincirlerini kıran radyasyon,
yüksek basınç ve yüksek ısıl işlemler gibi yoğun enerji uygulamalarının
besinlerin yapısını moleküler düzeyde etkilememesi mümkün değildir. Ortaya
çıkan ara ürünlerin sağlığa zararlı olduğu bilinen birçok etkileri var.
Zamanla ortaya çıkacak olanlar ayrı bir endişe kaynağı. Gıda endüstrisine
göre sağlıklı sayılan işlenmiş gıdalar aslında birçok açıdan gerçek gıda
olmaktan çıkmış oluyor. Etlere, hububat ve baklagillere radyoaktif ışın ve elektron
ışını uygulanır. Uzun süre depolanan ve uzun mesafelerde gemilerle nakledilen
buğday ve mısır güçlü zehirlerle korunur. Süt homojenize edilmek amacıyla ince
kanallarda çok yüksek basınçlar altında geçirilir. Kısa süre için de olsa 300
dereceye kadar ısıtılır. Paket sütlerdeki UHT ibaresi bu ısıl işlemi tanımlar;
"Ultra High Temperature - Çok Yüksek Isı."
Tarımda 60 yıl önce
yaygınlaştırılan yeşil devrimin olmazsa olmazı pestisit, fungusit ve
herbisitler de tükettiğimiz birçok gıdaya kaçınılmaz olarak bulaşıyor.
Bu güçlü zehirler doğanın
tanımadığı sentetik moleküller. Doğal süreçlerle zararsız elementlere
parçalanamıyorlar. Yıllarca doğada kalıp, toprağı, suyu ve havayı
kirletiyorlar. Her yıl daha etikili olduğu iddiasıyla daha pahalı yeni
zehirler piyasaya sürülüyor. Ne var ki ürün zaralıları için üretilen bu ilaçlar
zararlılar dışında bütün canlıları öldürmek konusunda çok başarılı oldu.
Zararlıların doğal düşmanları yok edildi.
Artık rakipleri yok ve yeni
ilaçlara da kısa sürede uyum sağlayıp dirençli hale geliyorlar. Yani meydan
onlara kaldı. Bir kısır döngüye girilmiş durumda.