Tüm
Öğretmenler, Öğrenciler ve Velilerin Teşekkür Etmesi Gereken
En Başarılı Milli Eğitim Bakanı Kim?
Atalay
Girgin*
2002 Kasım’ından bu yana
var olan iktidar, genelde eğitimi, özelde ise MEB’i oyun alanına çevirdi.
“Yapıyoruz. Çağ atlıyoruz”, “Eğitimde devrim gerçekleştiriyoruz” derken bile,
zaten çağın ve toplumun ihtiyaçlarına yanıt veremeyen eğitimi daha da
kötürümleştirdi. Sorunlar kangrenleşti. Bu toplumun çocukları, bilinçli ya da
bilinçsiz bir biçimde kobay olarak kullanıldı. Bunun müsebbibi de mevcut
iktidar ve onun Milli Eğitim Bakanlarıdır.
Bu süre içinde, mevcut
eğitimi ve okulları bir yandan kendi iktidarının “arka bahçesi” kılma çabasıyla
yapboz tahtasına dönüştürdüler. Diğer yandan kapitalizme ve dolayısıyla
piyasaya uygun hale getirmek için tabiri caizse her köşe başında yerden pıtrak
bitercesine özel okullar kurulmasının önünü açtılar. Bu okulları
yaygınlaştırabilmek için özel teşvik uygulamaları yaptılar. Bu okullara gitmeyi
özendirici ve destekleyici kararlar aldılar ve bunları hayata geçirdiler.
Lakin geçen zaman içinde,
mevcut iktidarın eğitimi yapboz tahtasına dönüştürmenin dışında
gerçekleştiremediği tek şey, çağın ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak
istikrarlı bir eğitim politikasıydı. Şu ana kadar MEB’in başına yedi bakan
getirmiş olan ve sonuncusunu da hızla eskitmeye yönelen iktidar, çocukları
kobaylaştırma görevini başarıyla sürdürmektedir.
Peki; bu bakanların
içinde başarılı işler yapan hiç kimse yok muydu? Elbette vardı. Peki; yedi
bakan arasında en başarılı olan kim? Bu bakanı başarılı kılan icraatı ne?
İktidarın
Milli Eğitim Bakanları
İktidarın ve liderinin,
Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına getirdiği bakanları kronolojik olarak
anımsayacak olursak, ilk sırada Erkan Mumcu var. O günkü koşullarda makyaj
kabilinden göreve getirilen ve kısa süre sonra da bu makamdan alınarak yerini Hüseyin
Çelik’e bırakan Mumcu hakkında herhangi bir değerlendirme yapmanın gereği
yoktur. Malumdur ki her makyaj görüntüyü, zevahiri kurtarmak içindir ve işlevi
bitince silinir, temizlenir.
Hüseyin Çelik, iktidarın,
hükümet olsa da iktidar olamadığını düşündüğü, varlığını ve meşruluğunu devam
ettirebilmek için kapitalist-emperyalist ABD ve AB kapılarında destek, dayanak
ve icazet aradığı, onlarla kolkola girebilmek için yırtındığı yılların Milli
Eğitim Bakanıdır. Bir yandan “siyasetin ve ideolojinin göreli özerkliği”ne
uygun kısmi düzenlemeler yaparken, AB’ye şirin gözükme ve onun desteğini
garantileme adına eğitimde ve okullarda bir takım uygulamaların ve
işbirliklerinin kapısını da açan kişidir.
Örneğin; MEB’in başında
en uzun süre kalan Hüseyin Çelik’in döneminde, okullarda “Demokrasi ve İnsan
Hakları” dersi yaygınlaşmıştır (Şimdilerde bu dersi seçen okul idarelerinin
sayısı olabildiğine azalmıştır). Geçmişte “Hristiyan Kulübü” diye niteledikleri
AB için, okullarda “Avrupa Günü” etkinlikleri yapılmış, “Avrupa Birliği
Yarışmaları” düzenlenmiştir. Keza AB’nin Erasmus, Sokrates, Leonardo Vinci
eğitim programları doğrultusunda projeler hazırlanması ve okulların bunlara
katılımı teşvik edilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Neylersiniz ki uluslararası
destek ve icazet uğruna şirinlik dâhil, her şey mubahtır.
Yine Hüseyin Çelik
döneminde, şimdilerde adını anan ve anımsayan olmasa da “Eğitimde Newtoncu
anlayıştan Kuantumcu anlayışa geçiyoruz” denilerek, bunun “Eğitimde devrim”
olduğu ilan edilmiş, bu doğrultuda müfredat değişimine gidilmiştir. Ve dönemin
Talim Terbiye Kurulu Başkanı da şimdiki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tur. Yani
bugün, kendisinin hiç dahli yokmuşçasına, müfredatı “çağdışı” olarak niteleyen,
hatta daha da ileri gidip “Dışarıdan propagandist şekilde çocuklara
verilen, hayattan uzak, bayat müfredatların sorgulanması gerektiğini”1 dile getiren Ziya Selçuk.
Ziya Selçuk demişken,
kronolojik sırayı bozmak pahasına devam edelim. Odatv’de yayınlanan Mahiye
Morgül’ün haberinden1 öğreniyoruz ki Demokrat
Parti döneminde temelleri atılan2 eğitimi
ABD emperyalizmi ve onun uluslararası kurumlarıyla işbirliği içinde
biçimlendirme aşkı mevcut iktidarla birlikte yeniden depreşmiş. Morgül’ün
haberinde yer alan bilgiye göre, “Rehberlik
Uzmanı Ziya Selçuk 2004 yılında Talim Terbiye Kurulu başkanı olarak görev
yaparken Piyasaya Göre eğitim Modeline geçişi hazırlamakla görevli SPAN Eğitim
Danışmanlarıyla beraber çalıştı. SPAN şirketinin görevi Türk Milli Eğitimini
aşamalar halinde kamucu eğitimden piyasacı eğitim sistemine geçirmekti görevi.
2023’ü hedef seçmişlerdi; o yıla kadar eğitim hizmetlerinde milli devlet
tasfiye edilmiş piyasacı sisteme geçilmiş olacaktı.”
Yani, bir yandan AB emperyalizmine şirinlik için eğitimde ve okullarda
uygulamalar yapılırken, aynı dönemde ABD’li kuruluş ve uzmanlarla daha köklü
bir değişim için planlamalar yapılıyormuş Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve
Ziya Selçuk’un TTK Başkanlığı sırasında. “Ey aşk, ne kadar eski olsan da sen
nelere kadirsin”, dememek ne mümkün.
Halefinden Ziya Selçuk’a Gönderme
Mahiye Morgül’ün haberini
ve “Eğitim iktidarların oyun alanı mı?” başlığıyla Odatv’de yayınlanan yazıyı
teyit edercesine, Ziya Selçuk’un halefi olarak TTK Başkanlığına atanan eğitim
bilimci Prof. Dr. İrfan Erdoğan, twitter hesabından konuyla ilgili bir
paylaşımda bulundu.
Söz konusu paylaşımında,
“Türk Milli Eğitim Sistemi”ni “dev bir sahne gibi” diye niteleyen Erdoğan,
Milli Eğitim bakanı Ziya Selçuk’un devlet ricalinin en üst makamdan katılımı
eşliğinde şaşaalı bir organizasyonla sunduğu “2023 Eğitim Vizyonu”na ilişkin
imalı bir biçimde “Bu arada işin ilginç tarafı da şudur ki; sahneye konan
vizyondaki oyun da çoğu zaman yeni olmaz. Keşke bu dev sahneyi dağıtabilsek
veya küçültebilsek de aynı oyunlar oynanmasa.”
Eski TTK Başkanı Prof.
Dr. İrfan Erdoğan’ın paylaşımından da anlaşılabileceği gibi, Ziya Selçuk yeni
bir şeyler yapmıyor. Aksine 2004 yılında çalışmaya başladıkları ABD’li SPAN
şirketiyle hazırladıkları programı, en iyi ihtimalle sağından solundan revize
ederek kamuoyuna sunuyor.
Anlaşılan odur ki kendisi
de eğitim alanındaki bilgisi ve entelektüel kapasitesi ne olursa olsun,
kabinenin makyajı olarak lütfedilen makamda arzı endam eyleyen Ziya Selçuk’un
yaptığı SPAN şirketiyle hazırlanan “eski oyunu” ya da programı, yeni bir imajla
pazarlama çalışmasıdır. Lakin her imajın olduğu gibi her makyajın da bir miadı
vardır. Üç vakte kadar olmasa da beş vakte kadar imaj da makyaj da silinir. Bu
anlamda şimdiden söyleyebiliriz ki Ziya Selçuk halefini bekleyen bir bakandır
artık. Belki de o anı sabırsızlıkla ve iple çekmektedir.
Ancak Ziya Selçuk’un
hakkını da teslim edelim: Göreve gelmesinin üzerinden bir yıl bile geçmeden,
makamı kendisine lütfedenleri bir biçimde ikna ederek, yetersiz de olsa, okula
başlama yaşını 60 aydan 69 dokuz aya çekebilme iznini aldı. Hiç yoktan iyidir.
Umarım bu, halefi atanıncaya dek toplum adına elde edebildiği tek başarısı olarak
kalmaz.
Peki;
En Başarılı Bakan Kim?
Geriye kalan dört Milli
Eğitim Bakanı içinde, Hüseyin Çelik’ten sonra göreve gelen Nimet Çubukçu’nun
mevcudu sürdürmenin dışında dişe dokunur fazlaca bir şey yaptığını söylemek
mümkün değil.
Lakin onun yerine atanan
Ömer Dinçer, iktidarın Gülen Cemaati kadrolarıyla el ele, kol kola yaptığı
“operasyonlar” ve “mıntıka temizliği”nin de rüzgârını ardına alarak kamuoyunda ses
getiren toplumsal tarafların tepkilerini üzerine çeken bir dizi uygulamaya imza
attı. Bunların başında, tüm toplumu ilgilendiren, eğitim-öğretime başlama
yaşının 60 aya indirilmesi ve “4+4+4” olarak düzenlenmesi gelmektedir. Keza,
“siz İmam Hatip’e gitmezseniz biz İmam Hatip derslerinden bazılarını
seçmeli/zorunlu kabilinden her okula getiririz” dercesine bir dizi dersin
okutulma girişimi de yine iktidarın ve Dinçer’in “siyasi ve ideolojik”
saiklerle imza attığı ve bunların “bilimsel”, bunlara ilişkin eleştiri
yöneltenlerin ise “ideolojik” tepki vermekle suçlandığı değişiklikler
arasındadır. Ne de olsa artık dönem, “kindar ve dindar nesil” misyonunun açıkça
ilan edildiği dönemdir. Talimat büyük yerdendir ve Ömer Dinçer de gereğini
yapmakta tereddüt bile etmemiştir.
İsmet Yılmaz ise Milli
Eğitim Bakanlığı döneminde idare-i maslahat eyleyenlerden biridir. Ne varlığı
bellidir, ne yokluğu, ne de duruşu. Zaten bunun için göreve getirilmiştir.
Mevcut iktidarın uygulamalarından biri olan TEOG Sınavını ve başarısını
savunmaya çalışırken, kısa bir süre sonra kendisine o makamı lütfedenlerin bir
sabah yaptıkları açıklamayla ters köşe oluvermiştir. Hem de TEOG’da Guinness
rekorlar kitabına geçecek bir biçimde 17 bin birinci çıkarmış, eğitimin ne
denli başarılı olduğunu anlatmaya çalışırken… Akılda kalan tek icraatı da bu
olsa gerek. İsmet Yılmaz da TEOG’un başarısını savunmaya çalışan kendisi
değilmiş gibi, tüm söylediklerini bir anda unutup, tam tersi bir açıklamayla
çark ederek, TEOG’u kaldırma çalışmalarının başladığını ilan edivermiştir. Hem
de hiç alınıp gocunmadan!
Ne diyelim ki onca bilgi
birikimine, akademik kariyerine, entelektüel kapasitesine rağmen ilineğin
ilineği olanların da, lütfedilebilecek bir makam, statü ve sıfat uğruna ilineğin
ilineklerin ilinekliğine boyun eğen ve soyunanların da makûs talihi budur.
İşte
En Başarılı Milli Eğitim Bakanı
Bu arada İsmet Yılmaz’dan
önce Milli Eğitim Bakanlığına atanan Nabi Avcı’yı unuttuğumu sanmayın. Onu sona
sakladım. Çünkü o ironik bir biçimde başarısını bir başarısızlığa borçludur.
Sizler buradan hareketle ironi yaptığımı düşünseniz bile, ben başarıdan söz
ederken ironi yapmıyorum. Neden?
Göreve geldiği andan
itibaren, “Bana Nabi Hoca, deyin” açıklamaları yapan, babacan ve munis
davranışlarıyla dikkati çeken Prof. Dr. Nabi Avcı, Ömer Dinçer’den devraldığı
düzeni sürdürse de sessiz sedasız bir projenin sona ermesine, akamete
uğramasına vesile olmuştur.
Bu proje, reklamcısından,
teknik işlerini yapanlara dek yandaş ve candaş firmalara on milyonlarca dolar
aktarılan ve eski Milli Eğitim Müsteşarı Yusuf Tekin’in açıklamasına göre
halkın sırtına “30 milyar dolar”lık bir maliyet yükleyen “Fatih Projesi”dir. Bunun
akamete uğramasına, başarısızlığına seyirci kalması bile Nabi Avcı’nın tek başına
alkışlanmaya değecek, takdir edilecek bir başarısıdır.
Nabi Avcı, yandaşlara
aktarılan, halkın sırtına yüklenen 30 milyar doların bir sentini bile geri
getirememiştir elbette. Lakin, o dönemde sayıları az da olsa Fatih Projesinin
zararlarına ilişkin araştırma ve yayın yapan kurum ve dergilerin sesine kulak
vermiştir. Bunlardan ikisini belirtmeden geçmek olmaz. Bunlardan birisi Gazi
Üniversitesi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma
Merkezi-GNRK’dır. Diğeri ise eğitim
alanında yayın yapan Eleştirel Pedagoji Dergisidir.
Muhalefet adına birileri
“Fatih Projesini neden, hala hayata geçirmiyor, uygulamıyorsunuz” eleştirileri
yöneltirken, “Eleştirel Pedagoji Dergisi”3,
Gazi Üniversitesi Non-İyonizan Radyasyondan
Korunma Merkezi-GNRK’nın hazırladığı rapora dayanarak bu projenin zararlarına
dikkati çekmiştir.
Nabi
Avcı, bu eleştirileri bir biçimde duymuş ve muhalefet temsilcilerinin aymaz
açıklamalarına rağmen, Fatih Projesinin başarısızlığına, akamete uğramasına göz
yummuştur. Ve bu tutum ve davranışıyla okulların küçük çaplı bir RF radyasyon
merkezine dönüşmesine engel olmuştur.
Sözün
özü; bir başarısızlık üzerine bina olmuş olsa bile, Nabi Avcı yedi bakan
içerisindeki en başarılı bakandır. Öğretmenler, öğrenciler, veliler başta olmak
üzere, tüm toplumun Nabi Avcı’ya en azından bir teşekkür borcu vardır. İşte
bundan dolayıdır ki ironi yapmıyorum. En azından kendi adıma “Nabi Hoca”ya
teşekkür ediyorum.
1 yorum:
Eğitimin kötü olup dersanelere ihtiyaç duyulan sistemlerde dersaneler arası ticari rekabette kaçınılmaz olarak gelinecek nokta şüphe,şaibe, içsel bilgiye erişim, etik ve yasa dışıliktir. Her sınav türü ve döneminde benzer konular toplumu yormaktadır. Özkaya Çözüm tüm eğitim alanlarında köklü düzenlemeler ve dersanelerin kapatılmasıdır.
Ali Fethi Yılmaz yazdı 04.03.2019
Tıpta Uzmanlık Sınavı sonrasında ÖSYM’nin soruları ve cevap anahtarını yayımlamadan önce sınav soruları sosyal medyada yer aldı. 24 Şubat 2019 Pazar günü gerçekleşen Tıpta Uzmanlık Sınavı öncesinde soruların Whatsapp gruplarında paylaşıldığı iddia edilirken, TUS sorularının çalındığı tartışmaları gündeme gelmişti.Sınav sorularının çalındığı iddiaları üzerine ÖSYM açıklama yaptı. TUS soruları ve cevap anahtarının çalındığı iddialarının odağındaki TUSDATA isimli dershane de konuyla ilgili açıklama yaptı. TUS’a giren doktorların Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne yaptıkları şikayetler ve söyledikleri, “sınav soruları çalındı mı” sorularını kuvvetlendirdi. Sınava giren bir doktor konuyla ilgili, "Bugün TUS dershanesine gitmeden başarı elde etmek çok zor” dedikten sonra, “Sızıntı iddiasının odağındaki TUS dershanesinin sınav öncesi 50 kişilik özel gizli grup oluşturduğunu ileri sürülüyor. Sınav soruları derece yapmaları için bu özel gruba verildi iddiası var. Bir de yüzde 98 soru tutturma, çıkan tüm sorulara referans spot bilgi paylaşımı sızıntı ihtimalini kuvvetlendiriyor. Binlerce tıp doktorunun emeğinin çalınmasına sessiz kalınmamalı” iddialarında bulunmuştu. Konuyla ilgili sosyal medyada ve farklı mecralarda da iddialar dile getirilmesi üzerine, TUSDATA sınava giren hocalarının soruları ezberledigini ifade etmişti. CİMER’e yapılan şikayete ÖSYM Hukuk Müşavirliği yanıt vermişti. ÖSYM açıklamasında, TUSDATA’nın “soruları ezberledik” şeklindeki açıklamasına yer verdi ve sorular ÖSYM'den iki gün erken açıklandığı için telif hakkı konusunda yasal işlem başlatılacağı ifade edildi.
ÖSYM Başkanlığı Hukuk Müşavirliği Avukat CİMER’e yapılan şikayete şöyle yanıt vermişti: ÖSYM tarafından gerçekleştirilen sınavlarda, sınavlara giren bazı adaylarca sınav esnasında sorular ezberlenerek (bazen farklı adaylarca sınav esnasında ezberlenen sorular sınavdan sonra bir araya getirilerek) sınav sonrasında facebook, twitter, instagram, whatsapp, youtube gibi sosyal medya platformları üzerinden paylaşılabilmektedir.
Orijnaline en yakın şekilde çıkartarak soruları sınav bittikten sonra whatsapp üzerinden paylaştıkları açıkça ifade edilmiştir.Afyon Telif hakkı Başkanlığımıza ait olan sınav soru ve cevaplarının 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa aykırı olarak Başkanlığımızın yazılı izni olmaksızın yayınlanması suç olduğundan sınav sonrasında soruları izinsiz yayınlayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmakta ve aynı zamanda erişimin engellenmesi kararı verilmesi, Sulh Ceza Mahkemesi Hakimliğinden talep edilmektedir.ilgili kişi ve kurumlar hakkında gerekli yasal işlemler başlatılmıştır.”
2019-TUS sorularının sızdırıldığı iddiaların merkezinde olan TUSDATA’nın kurucuları arasında yer alan Uzman Doktor Sami Selçukbiricik’in bağlantıları da dikkat çekiyor. Uz. Dr. Sami Selçuk Biricik, kurucu olmasının yanı sıra, çeşitli illerde yapılan TUSDATA seminerlerine konuşmacı olarak katılıyor ve DUSDATA sitesinde yazarlık yapıyor İstanbul’da İskenderpaşa Cemaati’nin lideri Muhammed Nureddin Coşan’ın vakfettiği “Asfa Eğitim Vakfı" yönetim kurulunda, TUS sorularını sızdırdığı öne sürülen TUSDATA’nın kurucusu Uz.Dr.Sami Selçukbiricik’in adı da geçiyor. Sami Selçukbiricik, Özel Asfa Ferda Koleji Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı.
Türkiye geçmişte ÖSYM sınav hırsızlıklarıni geçmişte çok yaşadı. Burhan Dün FETÖ’nün yaptığı sınav hırsızlıklarının sonucunda Türkiye hala bedel öderken bugün devlete yerleştirilen başka cemaatler üzerinden yine aynı iddiaların konuşulması “Ne zaman ders alacağız” sorularını da beraberinde getiriyor.Burhan Fethi Yılmaz Odatv.com
Yorum Gönder