12 Mayıs 2021

“Türk Milletinin Romanı”: Anadolu İhtilali

 

“Türk Milletinin Romanı”: Anadolu İhtilali

 Halit Suiçmez 

Mayıs’ın mavi-beyaz günleri…

Ankara’da “evde kal” günlerinde okuyup değerlendirdiğim önemli kitaplardan biri de, Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali isimli dev eseridir.

Büyük özlemlerinden biri ne deseler, yanıtım şu olurdu:

Roman diliyle bu kitabı baştan sona öyküleştirip yazmak ve yayımlamak..

Bu eserin gerçekçi bir filmini yapmak..

Çünkü, en büyük eser budur, kanımca..en büyük roman, şiir, en güzel film ve en esaslı, kalıcı bir millet şarkısı..türküsü..

Anadolu İhtilali Türk Milletinin Romanıdır.

1968’de Burçak Yayınevince yayımlanan eser, dördüncü baskı olup,740 sayfadan ibarettir.

Hem bu kitap, hem bilinen-bilinmeyen tüm boyutlarıyla ihtilalin kendisi, hem de bu konuda yazılmış-yazılacak diğer tüm bilimsel ve sanatsal eserler “Türk Milletinin Romanı” olarak tarihteki yerini alacaktır.

Bu yazıda yer yer değinsek de, “Anadolu İhtilalinde Ekonomi Politik Unsurlar” başlıklı bir incelemeyi ayrıca yapmalıyız.

Dinamik ve gerçekçi bir yaklaşımla ele alınmıştır zamanın olayları.

Somuttur tarihsel ve toplumsal gelişmeler, bilimsel görüşle değerlendirilmiştir.

Hem bireylerin rolü hem de toplumsal yapı arasındaki dengeler iyi kurulmuştur.

Dün- bugün ve gelecek arasındaki karşılıklı etkileşim ile değişimin temel dinamikleri eksiksiz saptanmıştır.

30 Nisan 2021

Bak Şu 'Bakan'a!

 

Bak Şu ‘Bakan’a!

Atalay Girgin*

Recep Tayyip Erdoğan kabinesinin ‘bakan’larına ilişkin geçmişten günümüze birbiri ardına iddialar ortaya atılıyor. Bunlardan bazıları salt iddia düzeyinde dile getirilirken, bazıları belgeleriyle birlikte yazılıp çiziliyor.

Damat Berat Albayrak’a ilişkin ve neredeyse herkesin malumu olanları saymazsak… Kabinenin ‘bakan’larına ilişkin ilk iddia Ahmet Nesin tarafından kaleme alındı: Yoksa İltica Mı Edeceksiniz Sayın Bakanım1.

İlk ve Tek Tepki Soylu’dan

Ahmet Nesin, şu anda ‘bakan’ olan birinin 2018 Haziran seçimleri öncesinde, Almanya’da “ev aradığını” dillendirdi. Artı Gerçek haber sitesinde yayımlanan yazıda bu ‘bakan’ın adından söz edilmemiş, bazı ortak özellikler sıralanmıştı.

Bu özellikleri taşıyan birden fazla ‘bakan’ vardı. Ancak, nedendir bilinmez, herhangi bir isimden söz edilmemesine rağmen, Ahmet Nesin’in bu yazısına, ilk ve tek tepki, İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’dan geldi. Belirtilen özellikleri taşıyan diğer ‘bakan’lar ise oralı bile olmadı.

Lakin Soylu, “yarası olan gocunur” sözünü anımsatırcasına ve bir paratoner misali yazılanları hemen kendi üzerine alınmıştı. Alınmakla da kalmamış ve ‘bakan’ sıfatına da sığınarak, kendisine yakışan bir biçimde hiddetini hakaretamiz sözler eşliğinde dışa vuran tehditvari bir açıklama yapmıştı: İspat etmezsen karışmam2

Yaşar Kemal Romanlarında Ekonomi Politik Unsurlar

 

Yaşar Kemal Romanlarında Ekonomi Politik Unsurlar

Halit Suiçmez

Ekonomi Politik, üretimin ve bölüşümün toplumsal ilişkilerini tarihsel gelişmeleri içinde inceler.(Orhan Hançerlioğlu, Ekonomi Sözlüğü, Remzi Kitabevi,Birinci Basım, Haziran 1972,s;66)

Üretim araçlarının gelişmesi, zamanı, ekonomiyi ve tüketimi belirler. Yeni bir üretim aracı, bir başkasını eskitir, zorlar.

Yazar eserinde, tarihsel ve sosyal zamana önem vermelidir.

Roman toplumsal gelişmeyi yansıtmalı, ya da eşdeyişle, toplumsal gelişme romana yansıtılmalıdır.

Bunu yazar yapacak, ama yaparken de etik ve estetik tutuma özen gösterecektir.

Neyi, niçin ve nasıl yaptığının bilincinde olacak, gerçekliğin hem tarihsel hem de toplumsal ve bireysel boyutlarını derinliğine verebilecektir.

Prof. Dr. Alemdar Yalçın’a göre, “…Türk romanı, siyasal ve sosyal değişmeye sosyal bilimlerden daha çok ilgi göstermiş ve bu değişimi üstün bir başarı ile anlatmıştır…”( Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Romanı, Cilt 1, 4.Baskı,2017, s;157)

Hangi üretim biçimindeyiz, hangi sosyal sınıflar güçlenmekte, bireyi anlatırken, somuta ve derinliğine, karmaşıklığına inebilmekte miyiz.Tüm bu sorular yol gösterici olabilir..

Sanatçı önceden gören-sezense son 20 yılı kimler önden görüp yazmıştır?

2000’li yılları, Fetö’yü, fetö’nün kimi çevreleri, kimi çevrelerin de  onu kullanmasını, ergenekon-balyoz- 17 aralık-15 temmuz olaylarını, yönetimsel boyuttaki anayasa- meclis-hükümet değişimlerini..

Sanatçı çağının tanığıysa siyasal islamı kim romanlaştırmıştır?

Örneğin,Sabahattin Ali Sırça Köşk öyküsünde bu yılları(2020) mı öngörmüş?

17 Nisan 2021

"Gönüllü Yetingen" Başkaya İle Söyleşi

 

Fikret Başkaya: “Bilinç devrimine, etik ve entelektüel bir yenilenmeye ihtiyaç var”.

Serdar Kırımlı

Gönüllü yetingenlik tercihi yapmış, yıllardan beri öyle yaşayan biri olarak…” diyorsunuz. Gönüllü yetingenlikten ne anlamalıyız?

Azla yetinmek, insan refahının ve mutluluğun daha çok şey sahip olmaktan geçmediğini bilmek. Neyin gerçekten ihtiyaç olduğuna kendin karar vermek. Abuk-subuk şeylere sahip olmak için didinip durmamak. Tüketim saçmalığından uzak durmak. Reklamların nasıl rezil bir şey olduğunu bilmek… Tüketim yarışında başkalarını geçmeye değil, kendini aşmaya çalışmak… Çok şeye sahip olmak değil, olabildiğince az şeye ihtiyaç duymak… Sokrates bir pazarın içenden geçmiş, geriye dönüp bakmış, “ihtiyacım olmayan onca şey” demiş…

Bildiğim kadarıyla arabanız yok.

Benim durumumda biri için bir araba sahibi olmanın hiçbir mantıkî gerekçesi olamaz. Araba  ancak yaptığın işin, mesleğinin bir gereğiyse edinilecek bir şeydir. Benim gibi Ankara’da yaşayan biri için çok sayıda ulaşım seçeneği var: Metro var, otobüs var, halk otobüsü var, banliyö treni var, dolmuş var, taksi var… Duruma göre bunlardan birini kullanırsın. Araba edinmek için önemli bir para gerekir, yakıtı var, vergisi var, sigortası var… Araba almak buzdolabı almaya benzemez… Kaldı ki, arabanın genel ulaşım aracı olmasına, yaygın kullanımına ilkesel olarak karşıyım… Ettiği sevap, ürküttüğü kurbağaya değmiyor… Temel ulaşım aracı ‘toplu taşıma’ olmalıdır… Arabanın (otomobilin) topluma ve doğaya verdiği zararlar saymakla bitmez…

Bir zamanlar cep telefonunuz da yoktu. Hala yok mu?

Birkaç yıl önce bir devlet dairesine işim düşmüştü. Memur cep telefonumu sordu. Söyledim. “Bu olmaz, cep telefonu numarası lâzım” dedi… Anladım ki, cep telefonu zorunlu ihtiyaç haline gelmiş… Ben de 90 liraya ‘akılsız’ bir cep telefonu aldım. Şu anda cep telefonum var…  

15 Nisan 2021

Ece Ayhan Şiirinde Politik Yansımalar

 

Ece Ayhan Şiirinde Politik Yansımalar…

Halit Suiçmez

“…Genel olarak sanatta, ki esas olarak edebiyatta, bir yapıtı, hatta bir tek şiir ya da öyküyü bile felsefeyle sorguya çeken, felsefeyle değerlendirip değerleyen bir bakış…felsefi bir bakıştır…”(Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Kİ, Dorlion Yayınları, 2019, Sayfa;113)


Ece Ayhan(1931-2002) Datça’da doğmuş, İzmir’de ölmüştür.

Tam adı,Ece Ayhan Çağlar.

Yüksek öğrenimine 1953'te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde başlar ve 1959'da mezun olur.

Aynı yıl, İstanbul maiyet memurluğunda başladığı stajını ve kaymakamlık kursunu tamamlar.

1962'de Deniz Hafize Hanım ile evlenir ve kaymakam olarak atandığı Gürün'de göreve başlar.

1963'te Alaca'da (Çorum) kaymakamlık ve belediye başkanlığı görevlerine atanır; aynı yıl tek çocuğu olan Ege dünyaya gelir.

1964'te Tuzla Piyade Okulu'nda yedek subay öğrenci olarak başladığı askerlik hizmetini tamamlar ve 1965'te Çardak (Denizli) kaymakamlığına atanır.

Disiplinli bir yaşam tarzı ve memurluk hayatı, edebiyat çevrelerinde bugün de “hırçın şair”, “huysuz şair” olarak anılan Ece Ayhan’ın yaradılış özelliğiyle bağdaşmayacak olgulardır.

Ece Ayhan, 1966’da devlet memurluğu görevinden ayrılarak “soluk alıp verdiğini gerçekten duyduğum tek kent” dediği İstanbul’a yerleşir.

Kansere yakalanan eşi Deniz Hafize Hanım'ı 1968'de kaybeder. Ekonomik durumunun çok kötü olması ve yaşının küçüklüğü gibi nedenlerle oğlunun bakımını eşinin ebeveynine bırakır.

Ece Ayhan, 1974’ten ölümüne kadar, beynindeki tümörün yol açtığı birtakım hastalıkların sıkıntılarıyla yaşamıştır.

09 Nisan 2021

Müesses Nizamın Muhalefeti

 

Müesses nizamın muhalefeti…

 

Fikret Başkaya

 

Savaş Barıştır, Özgürlük

Köleliktir, Cahillik Güçtür                                                     G. Orwell 

Türkiye’de demokrasi pratiğinin hiçbir zaman reel bir karşılığı olmadı. Kitlelerin politik alanda etkili olmasına izin verilmedi. Her ne kadar TBMM’nin genel kurul salonu duvarında  “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dense de, çok sayıda ‘kayıt ve şartla’ egemenlik halkın elinden alındı… Rejimin adı ‘cumhuriyet’ olarak değiştirildi diye şeylerin seyrinin de değişmesi gerekmiyordu… Bir cumhuriyet rejimindekitlelerin iradesinin reel bir karşılığı vardır. Olması gerekir. Aslında bizde ‘cumhuriyet’, bundan sonra padişah olmayacağın karşılığıydı. Padişah yoksa cumhuriyettir demeye geliyordu. Rejim mefhum-u muhalifinden giderek tanımlanıyordu. Kaldı ki, cumhuriyet, halkın gıyabında ilan edilmişti. Tipik bir darbe söz konusuydu… Öyle olduğunu görmek için resmi tarihe, resmî ideolojiye dair biraz kafa yormak gerekirdi… İlkokuldan üniversiteye, oradan askerliğe kadar, genç nesiller öyle bir bağnaz resmî ideoloji ve resmi tarih ‘rahle-i tedrisinden’ geçiriliyor ki, insanların düşünme yeteneği dumura uğruyor… Bir de zihinleri resmî ideoloji tarafından köreltilmiş olanlara ‘aydın’ deniyor… Esasen Türkiye bir ‘aydınlar ülkesidir’… Aydın sayılmak için bir diploma yeterli koşuldur… 

05 Nisan 2021

Milli Eğitim Lime Lime Dökülüyor

 

Milli Eğitim Lime Lime Dökülüyor ‘Bakan’ Üfürüyor!

Atalay Girgin*

Uzun süredir, boşuna toplumsal çözülme ve kültürel çürümeden söz etmiyoruz. Keza bunun, başta eğitim olmak üzere, yasamadan yargı ve yürütmeye dek tüm toplumsal kurum ve kuruluşları sarmalına aldığından ve bir enkaza, hatta bataklığa dönüştürdüğünden de…

Pazar günü Mine Kırıkkanat değindi Cumhuriyet’teki köşesinde1… Kendini ahlaki değer erozyonu ve yozlaşmayla dışa vuran kültürel çürümenin ve buna eşlik eden ilişkiler ağının nereden nereye, kimlerden kimlere dek uzandığına… Herkesin üzerine alınmasına gerek yok ama kendisine bel bağlanan muhalefet de dâhil aynı bataklıkta kulaç atan ve debelenenlere…

MEB, yani Milli Eğitim’se bambaşka bir enkaz yığını… Dökülüyor. Malum ‘bakan’ ise koltuğa oturtulduğu, pardon atandığı ve çiçeği burnunda arzı endam eylediği günlerde “nicel başarı hikâyesi” övgüleri düzdüğü eğitim enkazına, şimdi o enkazın en tepesinden bakıyor. Hem de kayıtsızca… Belki de son kez temaşa eyliyor. Ne keyif ama…

Öyle bakıyor ki elinden bakmaktan ötesi gelmiyor. Zaten yapmaya, düzeltmeye mecali de yok! O da bakmaktan usanmış ya da can sıkıntısından bıkmış olmalı ki günün ve gündemin akıntısına bırakıyor kendini… Ve gecikmekten korkarcasına, kaygılı bir telaş içinde “Vesayet, demokrasi, millet egemenliği” söz ve kavramlarını üfürüyor. Ve “Buradayım efendim!” dercesine sosyal medyanın akışında gerçekleşen içtimaya yetişiyor.

21 Mart 2021

Edebi Ürünlerde “Değerlendirme”

 

Edebi Ürünlerde “Değerlendirme” Konusu

Halit Suiçmez

“…Edebiyatta felsefi olanı bulmak için etik boyuta bakılmalı… bunun da yolu… yapıtın değerinin saptanması, söylediklerine, gösterdiklerine uygun değerlendirilebilmesidir…”

(Atalay Girgin, Edebiyatta Felsefe, Felsefe ve Edebiyat, Çizgi Kitabevi, Eylül 2014, Sayfa 257-264)

 


Giriş

Genel olarak bilimde olsun sanatta olsun, felsefede, hatta sadece entelektüel etkinliklerde değil, hayatın her anında şu üç soru insan yaşamının temel dinamikleridir;

-Ne yapacağız(yapmalı)?

-Niçin yapacağız(yapmalı)?

-Nasıl yapmalı(yapacağız)?

Elbette bu soruların yanına veya devamına yer ve zaman(kapsam)boyutlarını da katarak bir işin-eylemin gerçekleşme planını tamamlarız.

“Ne yapılmalı” sorusu, konuyu, işin-eylemin amacını ortaya koyar.

“Niçin” sorusu o konunun önemini-gerekçesini, insan için, dünyamız için, toplumsal gelişme için anlamını ortaya koymak demektir.

“Nasıl yapmalı” sorusu da bilimde yöntemi, sanatta estetiği gündeme getirir.

Değer Kavramı

Değer kavramı felsefenin içindedir. İoanna Kuçuradi’ye göre;

“Değer; bir şeyin değeri… o şeyin kendisiyle aynı türden şeyler arasındaki özel yeridir; bir yazın yapıtı söz konusu olduğunda bu, o yapıtın ait olduğu alandaki yeri demektir… değer yargılarından ve etik değerlerden ayrıdır bu değer kavramı…

“Andımız” Bahane İlanı Aşk Şahane

 

“Andımız” Bahane Gaz Alma Operasyonu ve İlan-ı Aşk Şahane  

Atalay Girgin*

İlk gündeme düştüğü andan beri, “Andımız” konusu, bir mesaj düellosuna vesile olmaktan öte gitmedi. Hem de ikiyüzlülüğün, riyakârlığın ve tutarsızlığın arz-ı endam eylediği, zora düşenin sıvışmaya hazır olduğu bir düello…

İktidar mahfilleri, herkesin gözünün içine bakarak, hatta MEB’in “Andımız” marşının okullarda okunmasını yasaklayan işlemini iptal eden yargı kararına rağmen, bu konuda kararlılıklarının gereğini yaparken… Sözüm ona “Andımız da Andımız” diye tutturan sendikacılar, öğretmenler1 ve “Türk milliyetçiliği” dendiğinde mangalda kül bırakmayan parti yetkilileri, bir bardak bile değil, bir kaşık suda fırtına kopartırcasına açıklamalara giriştiler.

Ve her biri bilinçli ya da bilinçsizce kendi rolünü oynadı. Tüm figüranlar gibi, kimi inanarak, kimi de kendini akıntıya kaptırarak… Hem de bir kez değil. Tam üç kez… İlk ikisi hüsrandı. Üçüncüsündeyse kurşunlar da dâhil oldu mesajlara… Elbette yalnızca görsel olarak…

14 Mart 2021

Bir Erol Toy Göçtü Aramızdan…

 

Bir Erol Toy Göçtü Aramızdan…

Evet! Bir Erol Toy göçtü aramızdan… Ardında toprak kokan, Alaşehir kokan, kehribar taneli üzüm kokan romanlar da bırakarak…

Öykü, roman, deneme ve eleştiri yazarı Erol Toy, 85 yaşında yaşamını yitirdi. Yazarın ölüm haberini, kızı Ayşe Toy sosyal medya hesabından paylaştığı mesajla duyurdu.

Toy yaptığı açıklamada, "Canım babam, yazar Erol Toy, uzun bir hastalığının sonunda yanımızdan ayrıldı, acımız tarifsiz. Babacım, merak etme, ömrün boyunca kaleminle anlatmak ve korumak için mücadele ettiğin laik Cumhuriyet bize emanet artık. Fikirlerin ölümsüz, huzur içinde uyu" notunu düştü.