30 Kasım 2019

Ziya Selçuk 'Atanamayan Öğretmenler' İçin Dedi Ki...


Ziya Selçuk ‘Atanamayan/Atama Bekleyen Öğretmenler’ İçin Dedi Ki…
Atalay Girgin*


Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Fatih Altaylı’nın “Teketek” programında yönelttiği sorulara, her biri haber olabilecek bilgiler içeren birçok yanıt verdi.

Bunun yanı sıra, ‘atanamayan öğretmenler’ tarafından yanıtı merakla beklenen soruları ise bir eğitimciden çok giderek ustalaşan bir politikacı edasıyla sağından-solundan dolanarak ya yanıtsız bıraktı ya da olabildiğince ‘politik’ ve genel yanıtlarla geçiştirmeyi başardı. İkisi hariç! Keza eğitimin temel sorunlarına ilişkin konuları da…

Ziya Selçuk’un “Teketek” programında yaptığı açıklamaların birçoğu, internetteki memur ve öğretmen sitelerinde haber oldu. Bir kısmı eğitim konusunda yazan köşe yazarlarının yazılarında değerlendirme ve eleştiri konusu yapıldı. Kimi eleştirdi. Kimi kendi meşrebince ‘yıkama yağlama’ ve parlatma fonksiyonunu yerine getirdi.

Velhasıl ister haber niteliğinde olsun, isterse köşe yazısı, bu konuda yazan herkes, nereden nereye, neden, nasıl ve niçin baktığına bağlı olarak kendi istediği konuları öne çıkardı. Hatta bazıları hızını alamayıp Ziya Selçuk’un sözlerini cımbızlayarak “Daha fazla öğretmen alacağız” türü başlıklar attılar.

Ancak bu yazının konusu olan ve biri başlıkta belirtilen iki konuya ilişkin haber, değerlendirme ya da eleştiri yapılmadı. Belki de ben rastlamadım1.

İşte bu yazının yazılmasına neden olan da Ziya Selçuk’un, haber ve köşe yazılarına bile konu olmayan açıklamalarıdır. Bunlardan biri “Kral çıplak” diyen “Eğriye eğri, doğruya doğru” türünden bir tespit, diğeri ise “Özrü kabahatinden büyük” denilecek cinsten bir itiraftır. İlkinden başlayalım:

16 Kasım 2019

MÜLAKAT MOBBİNGDİR!


Mülakat Mobbingdir

Atalay Girgin*


Artık anneler, babalar ve gençler başta olmak üzere ilgili herkes biliyor; bilmeyenler de kısa zamanda öğreniyor: Günümüzde öğretmen olabilmek ve atanabilmek için KPSS’de yüksek puan almak, alanında derece yapmak yetmiyor. Daha fazlası gerekiyor.

Mülakat İkiyüzlülük ve Riyakârlığı Pekiştirir

Bu “daha fazla”nın başında da mülakatı geçmek yer alıyor. Bir başka deyişle mülakat heyetinin öğretmenlikle ya da öğretmen adayının alanıyla ilgili-ilgisiz sorularına, onların hoşuna gidecek, onların siyasal-ideolojik-hatta inançsal kabullerine uygun düşen yanıtların verilmesi gerekiyor.

Bunun anlamı ise şudur: Öğretmen adayının siyasal-ideolojik kabullerinin, inanış biçiminin, dünya görüşü ve felsefesinin, mülakat heyetinin kabullerine ya da onaylama sınırlarına uygun olması. (Tam da bu noktada, sakın, Anayasa’nın “herkes” diye başlayan “din-inanç ve düşünce hürriyeti”ni ya da inanmama hürriyetini de içeren maddelerinden söz etmeyin lütfen! Çünkü mülakatta, mülakat heyeti nezdinde bunun hiçbir hükmü yoktur.)

Mülakat Hak ve Adalet Değil, Ayrıcalık Arayışına Yöneltir

Hatta bunlar da yeterli gelmiyor. Bir de ‘torpil’ hiyerarşisinin üst sıralarında yer almak, yani size referans olanın; sizin adınıza girişimde bulunan, adınızı bu işlere bakan malum yetkililere “Makbul kişidir. Bizdendir! Kefilim!” diye fısıldayanın sıfatı ve statüsünün, ilgililer nezdinde önemli bir saygınlığa sahip olması da gerekiyor. (Liyakatın, hak  ve adaletin sırra kadem bastığı yerde, adını eşit, hatta daha yüksek puan almış adayların üstüne yazdırabilmenin yoludur ‘torpil’.)

31 Ekim 2019

'Atanamayan / Atama Bekleyen Öğretmenler'in Çığlığı...


‘Atanamayan Öğretmenler’in Çığlığını Kimler Duyacak?
Atalay Girgin*
Rakamlar, harfler, kavramlar ve sayılar ne yalan söyler ne de doğru. “Yalan” kavramı da dâhildir buna…

Ancak dünyanın her yerinde siyasal iktidarlar ve onların her soydan ve boydan kalemşorları, televizyonlara çıkarılan ‘uzman’ sıfatı taşıyan borazanları, rakamları-sayıları ve kavramları gerçekliğin üzerine kapkaranlık bir şal gibi çekmekte ve yanılsamalar yaratıp hakikati toplumun geniş kesimlerinden gizlemekte mahirdir.

Onların işleri budur. Yalanı ve yanlışı doğruymuş gibi sunmak. Paralarını bundan kazanırlar, çocuklarının karnını bu meziyetleriyle doyururlar. Hatta bir de üstüne üstlük, hiç utanıp sıkılmadan “Çocuklarıma haram lokma yedirmedim” derler. Ne gam!
Yalan-talan, haksızlık-adaletsizlik üzerine kurulmuş düzenleri devam etsin, bir avuç düzenbazın soygun çarkları dönsün yeter. Efendilerinin gönlü hoş olsun. Efendileri arada sırada, kapılarındaki sadık çomarlara yaptıkları gibi, başlarını okşasın, sırtlarını sıvazlasın yeter! Hele bir de yanında ulufeyle birlikte efendilerinin iltifatına da mazhar olurlarsa, değmeyin keyiflerine!
****
İşte bu minval üzre; rakamlarla oynanarak enflasyonun ve işsizliğin düşük gösterildiği, iğneden ipliğe yapılan zamların ‘fiyat ayarlaması’ olarak sunulduğu, üretimdeki düşüşün ‘eksi büyüme’ diye nitelendiği ve birilerinin “yalan söylüyorsunuz” diyemediği günümüz koşullarında sosyal medyada “atanamayan/atama bekleyen öğretmenlerin” yüzbinlerce tweeti dolaşıyor. Lakin bunları ne duyan(!) ve gören(!) var ne de ses veren bir yetkili…

27 Ağustos 2019

EDEBİYAT NEDİR Kİ...

Edebiyat Nedir Ki...
"Edebiyatta Felsefe / Sanatta Nesneleştirme Sorunu"

Hiçbir kitapta” diyor Atalay Girgin, “gerçek yoktur. Bu önermeye, dinlerin kutsal sayılan metinleri de dâhildir. Neden?”

Ve devam ediyor: O halde edebiyatta anlatılan nedir? Edebiyatın neliği nedir? Edebiyatta felsefi olan nerede başlar nerede biter? Felsefi roman nedir? Keza eleştiri nedir?

Hiçbir kitapta gerçek yoksa bu durumda “Edebiyat nedir ki…?”

İşte kitaba adını veren bu soru, edebiyatta felsefeden sanatta nesneleştirme sorununa dek düşünmenin, sormanın, sorgulamanın, dahası okura da kendi yanıtlarını vermenin kapılarını aralıyor. Elbette edebiyatı neliği ve gerçekliği temelinde nesne edinerek… Ve elbette edebiyatı ve edebiyatçıları kuşatan toplumsal gerçekliği asla unutmadan…

Toplumsal çözülme ve çürümenin yaşamın tüm kurumlarını sarmalına aldığı ve insan ilişkileri ve davranışlarında düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş boyutuyla değer erozyonu olarak kendini gösterdiği günümüzde, edebiyatçıları ve edebiyat okurunu, aralanan bu kapıdan içeri bakmaya çağırıyor. Felsefeyle bakmaya, felsefeyle düşünmeye ve sorgulamaya...

Çünkü edebiyat camiası ve onların kurduğu ilişkiler ve ortaya koydukları ürünler de bu çözülme ve çürümeden ari değildir. Aksine dönemsel olarak edebiyat adına üretilen her şey içindedir bunun…  Hele hele her şeyin metalaştırıldığı ve metalaştırılamayanın değersiz sayıldığı bir dönemde… Edebiyat ve edebiyatçılar dışında kalabilir mi bu sürecin?

Peki; ya etik?



01 Şubat 2019

Nihayet MEB Başardı: Türkiye Dünyada Birinci!


Nihayet MEB ve Öğretmenler Başardı: Türkiye Dünyada Birinci!

Atalay Girgin*

“Türkiye, Dünya genelinde yapılan sınavda “Matematik ve Fende” ‘birinci’ oldu1. Türkiye’nin başarısını görmezlikten gelen uluslararası ajanslar, haber bültenlerinde bile yer vermedi.  Bu birincilik, Türkiye’yi çekemeyen, küçümseyen, kıskanç ve ikiyüzlü Dünya’nın pek umurunda olmasa da, başarıya hasret Türkiye için çok önemli. Nedenlerini sorgulamayı, üzerine derin araştırmalar yapmayı gerektirmeyecek denli hayati değeri olan bir başarı! 40 gün 40 gece eğlenceler düzenlesek yeridir!

Elde edilen bu ‘birinci’likten dolayı, MEB’i ve 60 yıldır, gelmiş geçmiş tüm Milli Eğitim Bakanlarını ve onlara ayak uydurmaya çalışmaktan, saksağan misali kendi yürüyüşünü yitiren öğretmenleri can-ı gönülden kutlamak gerek.

Elbette MEB’in son yıllardaki bilgelik kokan yaklaşımlarının bu başarıdaki payını da inkâr etmemeli. Çünkü başta eğitim camiası olmak üzere, herkesi, rakiplerini üzmemek için içlerine akıtmak zorunda kaldıkları sevinç gözyaşlarına boğan bu başarı, MEB’in, yerli yersiz oyuncu ve taktik değişiklikleri yaparak oyuna müdahale eden bir teknik direktör edasıyla, eğitim sistemi üzerindeki kaynağı belirsiz düzenlemeleri ve buna ayak uydurmaya çalışan öğretmenlerin katkısıyla elde edilmiştir. Dahası “Matematik ve Fen” alanındaki bu Dünya ‘birinci’liğiyle taçlanan başarının ardında 60 yıllık şanlı bir tarih yatmaktadır.

28 Ocak 2019

MEB ve Ziya Selçuk'un 'Pansuman' Açılımı...


İşte MEB ve Ziya Selçuk’un ‘Pansuman’ Açılımı!
Atalay Girgin*

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un ve onun önderliğindeki MEB’in son açılımını ve buna ilişkin “cek” “cak”lı açıklamalarını, sanırım, eğitim camiası içinde duymayan çok az kişi kalmıştır.

MEB ve MEB’e bağlı okullar ve diğer kuruluşlarda yaşanan en temel sorunlara neşter vurma iradesini gösteremeyen ya da daha uygun bir deyişle bu konuda icazet alamayan Ziya Selçuk, imaj makerlık kabilinden, ‘pansuman’ niteliğinde açılım ve açıklamalara girişiyor.

İşte bunun son örneklerinden biri de “İş Garantili Liseler”… Malum medya kalemşorlarının, eğitimle ilgili haberler yapan sitelerin, sormadan sorgulamadan pazarlamaya giriştiği “İş Garantili Liseler Açılacak” açıklaması birçok açıdan sorunlu.
Basında parlatılan, süslenip püslenen bu açıklama, öncelikle meslek liselerini iş garantili ve iş garantisiz liseler olarak ikiye bölüyor. Ve tabiri caizse, malumu bir kez daha ilan ederek diyor ki “Mevcut meslek liselerine giden öğrenciler için iş garantimiz yoktur. Boşuna umutlanmayın! Sizi gözden çıkardık!”

İkincisi bu “iş garantili” denilen liselerden mezun olan herkes işe girecek, işsiz kalmayacak yanılsaması yaratıyor. İnsanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin “işsizlik ve pahalılık illeti” olmadan varlığını sürdürebileceği yanılsamasını körüklüyor. Bir başka deyişle de MEB ve Ziya Selçuk’un kapitalist sömürü düzeninin en temel iki illetinden birisi olan işsizliğe karşı savaş açtığı izlenimi oluşturuyor. Sanki MEB, Ziya Selçuk’un liderliğinde akşamdan sabaha kapitalizme ve işsizliğe karşı mücadelenin kalesine dönüşmüş gibi…

27 Ocak 2019

"2023 Eğitim Vizyonu"nun Felsefesi Var Mı?


Ziya Selçuk’un “2023 Eğitim Vizyonu”nun Felsefesi Var Mı?
Atalay Girgin*

Baştan belirteyim ki eğer Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un "Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” diye yakınan, hayıflanan, sitemkâr sorusuyla karşılaşmasaydım bu yazı hiç kaleme alınmamış olacaktı. Daha açıklandığı ilk gün okumuş olmama rağmen bu metin üzerine yazmanın gereksiz olduğunu düşünmüştüm.

Neyse… Sonunda karar verdim. Liselerdeki binlerce felsefe öğretmeni, felsefe bölümlerindeki yüzlerce akademisyen, eğitim fakültelerindeki yine yüzlerce eğitim bilimci ne düşünür, ne der bilemem ama Milli Eğitim Bakanının sitemkâr sözlerini üzerime alındım. Sonra da bu yazı öncesi metni yeniden yeniden okudum. Notlarımı çıkardım. Ve işte yazıyorum. Buyurun efendim.

Ancak darılmaca gücenmece yok! Makam ve statüye, hiyerarşiye sığınma da yok! Çünkü kalemin, ucundan dökülen düşüncelerle arz-ı endam eylediği yerde hiyerarşi sırra kadem basar. Hemen söyleyeyim: Aşağıdaki satırları okuduktan sonra, MEB bürokrasisi ve hiyerarşisindeki işgüzar ve işgüder aparatçıklar aracılığıyla, başta “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Aşk Mavidir Öğretmenim1 ve bu yazının yayımlandığı günlerde matbaadan çıkacak olan, hem sizin hem de tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşündüğüm “Arzu Okulu” adlı roman olmak üzere kitaplarımın okullara sokulmasını yasaklamak da yok!

Anlaştık mı bilmiyorum. Lakin kalem kuşanan, kalemle derdini, meramını anlatanlar, “Ben söyledim, oldu” diyerek kenara çekilemezler. Çünkü söz söylemek, hem bireysel hem de toplumsal anlamda sorumluluktur. Sözü söyleyen bu sorumluluğu ahlaki ve entelektüel olarak taşımak, bedelini ödemek, eğer varsa ödülünü de olgunlukla, edeple kabullenmek zorundadır. Yegâne barutu, fünyesi kavram ve sözcüklerden ibaret cümleler ve önermelerle dile gelen eleştiri silahına ve o eleştiri silahının önermelerle tetik düşüren yargısına hazır olmalıdır. Hele de konu, en temel işlevlerinin başında siyaset ve ideolojinin yer aldığı eğitimse… Hele de konu, arzusu politika2 olan felsefeyse…

20 Ocak 2019

MEB, Diyanet, Cemaat: Çocuklar Örselenirken Onlar Susar! Ya Bakan Selçuk...?


MEB, Diyanet, Cemaat: Çocuklar Örselenirken Onlar Susar! Ya Bakan Selçuk…?

Atalay Girgin*

Ne gariptir ki kısa bir süre önce matbaadan çıkan “Arzu Okulu” adlı kitabımı, belki bir uyarı olur, belki bir duyarlılık oluşur düşüncesiyle onlara ithaf etmiştim, şu sözlerle:  “Bir daha yaşanmasın diye… Başta Pozantı Cezaevi, Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi ve Karaman olmak üzere, tüm cezaevleri ve okullarda, yurtlarda cinsel taciz ve tecavüze uğrayan çocuklara…”

Ne yazık ki Arzu Okulu’nun yayınlanışının üzerinden iki hafta bile geçmedi. Yurtlarda, okullarda Kuran Kurslarında, okul pansiyonlarında kalan çocuklara, öğrencilere yönelik cinsel taciz ve tecavüz iddialarına ilişkin yeni bir haber daha düştü gündeme. Oysa bir önceki yazımda da bu konuya ilişkin bir soruşturma dosyasından söz etmiştim, sağır sultanlara…

Barış Yarkadaş’ın twiter paylaşımlarıyla kamuoyuna duyurduğu olay da bunlardan yalnızca birisi… Ve yalnızca tesadüfen ortaya çıkmış olan buz dağının görünen kısmına dâhil olan bir vaka…

Barış Yarkadaş’ın on maddelik twiter mesajlarının son ikisi oldukça düşündürücü. Yarkadaş diyor ki “İçim acıyarak yazdığım ve özetlemeye çalıştığım bu tablo, Milli Eğitim Bakanlığı'na emanet edilmesi gereken binlerce çocuğumuzun, siyasi iktidarın çıkarcı politikaları yüzünden cemaatlere terk edilmesinin yarattığı sonuçlardan sadece biridir. @ziyaselcuk ne iş yapar acaba?”1 ve devam ediyor:

Sadece Ziya Selçuk değil tabii ki... Siyasi partiler, medya, insan hakları kuruluşları neden sessiz kalır bu dehşete? Yoksa artık muhalefet de bu tür vakaları önemsemiyor ve sıradan mı görüyor? Ya da üç beş oy kaygısı mı herkesi hareketsiz bırakıyor? Cevabı siz verin...

16 Ocak 2019

Arzu Okulu Milli Eğitim Bakanı ve Öğretmenlere Ne Anlatır?


         “Arzu Okulu” Milli Eğitim Bakanı,         Öğretmenler ve Velilere Ne Anlatır?
Atalay Girgin*

Son yıllarda “ahlak”, “ahlaklılık” ve “ahlaksızlık” kavramları dillerden düşmez oldu. Keza okullarda, yurtlarda öğretmenler ve idareciler tarafından öğrencilere yapılan cinsel taciz ve tecavüz iddiaları da… Toplumsal çözülme ve kültürel çürüme, baştan aşağıya tüm kurumlara sirayet edip onlarla bağlantılı her şeyi sarmalına aldıkça bu kavramların kullanılma sıklığı da arttı. Hatta “yolsuzluk”, “yoksulluk”, “hırsızlık”, “ihaleye fesat karıştırma”, vb. kavramlarının yanı sıra “yolsuzluk hırsızlık değildir” diyerek bunlara dinen icazet veren softaların da…

Böylesi toplumsal çöküş ve kültürel çözülüş dönemlerinde toplumsal bir kurum olarak eğitimin bunların önüne set çekmesi umulur. Elbette eğitimin tek başına toplumsal çözülmeyi durdurması, çöküşü önlemesi mümkün değildir. Hele hele siyasi iktidarların oyuncağı olmuşsa… Yazboz tahtasına dönüştürülmüşse… Ancak yine de eğitimin, en azından kendisini ahlaki boyutta değer erozyonuyla gösteren kültürel çürümeye karşı etkili bir panzehir olması beklenir.

Ne yazık ki beklendiği gibi olmadı. Bu kez kültürel çürümenin zehri, panzehir olması beklenen eğitimi de kendi cenderesine aldı. Panzehir kendi evinde, kendi yurdunda boğuldu, can evinden vuruldu. Failleri biliniyor! Ve zehir, her geçen gün bir kurum olarak eğitimin ulaşabildiği her yerine nüfuz etti.

“Balık baştan kokar ama kuyruğundan temizlenir” derler. Biliniyordu. Balık baştan kokuyordu, hem de leş gibi… Ama birileri bu leş kokusunda keramet bulup onu mis kokulu amber sanıyorlar ve tepeden tırnağa onunla yıkanıyorlardı. Yıkandıkça maddi ve manevi haz ayrıcalığı arzusuyla kuşanıyorlardı. Lakin buna itiraz edenlerin ne onu kuyruğundan temizlemeye yetecek gücü vardı ne de bunlara set çekebilecek... Aslında balığın başını kesmek gerekiyordu ve hala kesmek gerekiyor. Bilmem anlatabildim mi?

İşte “Arzu Okulu”, bu yaşananlara karşı yükselen öfkeyi edebiyatla terbiye etme girişiminin bir sonucu olarak doğdu. Bir itirazdı. Yaşananlara bir reddiye…

Yukarıda yazılanlar çok mu kapalı oldu? O halde bir örnekle anlatayım:

10 Ocak 2019

Milli Eğitim Bakanlığı Hangi Sıfatzedelerin Oyun Alanı?


                           MEB ve Türkiye’de Eğitim                                    Bu Sıfatzedelerin Oyun Alanı Mı?

Atalay Girgin*

Türkiye’de eğitim ve onun kurumsal ifadesini bulduğu Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), iktidarların oyun alanına dönüştürdüğü bir sahnedir.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bile kısa sürede tanık olduklarını “Star Wars”ta sahnelenen tiksindirici oyunlara benzettiği bu arenada, sırtını birilerine yaslayan ve kendinde keramet olduğunu düşünen irili ufaklı taraflar, devletlûlardan ulufe ve lütuf beklentisiyle her türlü yolu deneyerek rol kapmaya ve MEB bürokrasisinin üst basamaklarında yer edinmeye çalışıyorlar. Bu uğurda her türlü yolu ve aracı mubah görüyor, oyun üzerine oyun tezgâhlıyorlar. Ve ne yazık ki ilinekleştikçe ilinekleşiyorlar.



Oysa toplumsal anlamda eğitim sorunları ilinek insanlarla çözülmez, çözülemez. Bu sorunları çözebilmek için sözde değil, kelimenin hem neliği hem de gerçekliği temelinde soruna felsefeyle bakabilmek gereklilikten öte bir zorunluluktur. Bu ise felsefi düşünen, sorunu felsefeyle kavrayan, anlayan ve anlamlandırabilen insanları gerektirir. İlineğin ilineği olanları, sıfat, statü, makam peşinde koşan, birbirinin ardından kuytu köşelerde, gün doğdu sanılan odalarda tezgâh kuran sıfatzedeleri değil.

Peki; bunların arasında ne fark vardır? Yanıtı aşağıda… Buyurun efendim! Okuyun ve MEB’in sıfatzede ilinek insanlara mı, yoksa başkalarına mı kalıp kalmadığı kararını da kendiniz verin! Ve Türkiye’de eğitimin kimlerin elinde oyuncağa dönüştüğünü iyi düşünün!