MEB ve Türkiye’de Eğitim Bu Sıfatzedelerin Oyun Alanı Mı?
Türkiye’de eğitim ve onun
kurumsal ifadesini bulduğu Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), iktidarların oyun
alanına dönüştürdüğü bir sahnedir.
Milli Eğitim Bakanı Ziya
Selçuk’un bile kısa sürede tanık olduklarını “Star Wars”ta sahnelenen tiksindirici
oyunlara benzettiği bu arenada, sırtını birilerine yaslayan ve kendinde keramet
olduğunu düşünen irili ufaklı taraflar, devletlûlardan ulufe ve lütuf
beklentisiyle her türlü yolu deneyerek rol kapmaya ve MEB bürokrasisinin üst
basamaklarında yer edinmeye çalışıyorlar. Bu uğurda her türlü yolu ve aracı
mubah görüyor, oyun üzerine oyun tezgâhlıyorlar. Ve ne yazık ki ilinekleştikçe
ilinekleşiyorlar.
Oysa toplumsal anlamda eğitim
sorunları ilinek insanlarla çözülmez, çözülemez. Bu sorunları çözebilmek için
sözde değil, kelimenin hem neliği hem de gerçekliği temelinde soruna felsefeyle
bakabilmek gereklilikten öte bir zorunluluktur. Bu ise felsefi düşünen, sorunu
felsefeyle kavrayan, anlayan ve anlamlandırabilen insanları gerektirir. İlineğin
ilineği olanları, sıfat, statü, makam peşinde koşan, birbirinin ardından kuytu
köşelerde, gün doğdu sanılan odalarda tezgâh kuran sıfatzedeleri değil.
Peki; bunların arasında
ne fark vardır? Yanıtı aşağıda… Buyurun efendim! Okuyun ve MEB’in sıfatzede ilinek
insanlara mı, yoksa başkalarına mı kalıp kalmadığı kararını da kendiniz verin! Ve
Türkiye’de eğitimin kimlerin elinde oyuncağa dönüştüğünü iyi düşünün!
İlinek
İnsan ve Felsefi Düşünen İnsan
Felsefenin arzusu
politika olsa da politikanın, politikacıların ve onlardan lütuf, ulufe, sıfat,
statü, makam bekleyen ya da verilmiş olanları korumak isteyen, bunlar sayesinde
elde ettiği maddi ve manevi haz ayrıcalığını yitirmemek için çırpınan ilineğin
ilineğine dönüşen insanın arzusu da kaygısı da felsefe değildir. Çünkü felsefe
ve asıl olarak da felsefeci ve felsefi düşünen insan, politikayı şiddetle
arzuladığı anlarda bile, aklını paranteze almaması, onu, kutsal addedilmiş
olsun ya da olmasın, herhangi bir dışsal varlığın ipoteğine vermemesi,
hizmetine koşmaması gerektiğini bilir. Bunu yaptığı an, kurduğu onca felsefi
önermeye, kullandığı onca felsefi kavrama rağmen, felsefenin/felsefi düşüncenin
sırra kadem basacağının bilincindedir.
İlinek insan,
ilinekleştirilen ya da ilinekleşmek zorunda kalan ve kendini buna mecbur
hisseden insan ise aklını kendi dışındaki düşsel/düşünsel ya da gerçek varlık
ya da varlıkların ipoteğine, hizmetine koşmakla karakterize olur. Çünkü bu
insanın kaybedebileceği her türlü makama ve maddi zenginliğe ilişkin korkuları,
kaygıları vardır. Keza ilinekleşmekte sınır tanımadığı sürece de neler
kazanabileceğine dair hayalleri, umutları… Bunları korumak, hayallerine erişmek
uğruna onurundan bile vazgeçer ve başta kendi değeri olmak üzere, hem sözünün
ve eyleminin hem de karşısındaki kişinin değerini, ilineğine dönüştüğü varlık
ya da varlıklarla ilişkisinden başlatır. İlinek insan için kendisinin ve
karşısındaki insanın değeri, ilineği olunan varlık ya da varlıklarla kurulan
ilişkinin uzaklığına-yakınlığına, olumluluğuna-olumsuzluğuna,
iyiliğine-kötülüğüne ve taşınan sıfata, statüye, makama göre belirlenir.
Her
İnsanın Değeri ve Değerleri Vardır
Oysa bu, felsefi düşünen
insanın işi değildir. Çünkü o hem kendisinin hem de karşısındaki kişinin
değerini kendisinden, yani bizatihi “şu” diye gösterilen insandan başlatır.
Felsefi düşünen insan için, İoanna Kuçuradi’nin de belirttiği gibi, her insanın
değeri ve değerleri vardır. Bu değer, kişinin kendisinden bağımsız olarak var
olan ya da var olduğu kabul edilen,
dışsal bir varlıkla ilişkisinin niteliğinden, sıfatından, statüsünden,
makamından, parasından pulundan, malından mülkünden kaynaklanmaz. Çünkü bir
kişinin kendisini ya da karşısındakini bunlarla değerli ya da değersiz addetmesi
bir yanılsama olmanın dışında, ilinek insan oluşunun da apaçık bir
göstergesidir.
Örneğin, çevrenize iyi
bakın! İtibarı ve değeri parada pulda, şanda, şatafat ve gösterişte, oturduğu
ya da yaptığı binaların büyüklüğünde arayan ve gören, Nasrettin Hoca’nın “Ye
kürküm ye!” fıkrasını anımsatırcasına, bunları ekonomiye, maddiyata
endeksleyen… Buna rağmen kendisini ve kendisi gibileri maneviyat ehli,
karşısındakileri de maddiyatçı, madde düşkünü olarak niteleyen…
Sıfatı-statüsü-makamı dolayısıyla önüne gelene canının istediği zaman,
yalan-iftira-hakaret dâhil, ağzına gelen her sözü söyleyebileceğini düşünen ve
söyleyen… Canının istediğini yapan ve engellendiğinde bağırıp çağıran, asıp
kesen, tehditler savuran… Kendisinden farklı düşünenlere ya da kendisine karşı
çıkanlara her türlü değersizliği yakıştıran… Sürekli onaylanmayı bekleyen
herhangi birini biliyorsanız, görüyorsanız, bilin ki o ilinek insandır. Hem de
ilineğin dik alasıdır.
Lakin bunun gibilerden
lütuf, ulufe, sıfat, statü, makam bekleyişinde olan, bunların karşısında el
pençe divan duranlar; bunların apaçık yalanlarına, yanlışlarına bile alkış
tutanlar, zerre itiraz etmeyenler/edemeyenler, hatta her sözünde keramet
bulanlarsa, kendilerine atfettikleri değer ne olursa olsun, hiyerarşik bir biçimde
ilineğin de ilineği olmakla karakterize olan kişilerdir. Bunlar, ilineğine
dönüştükleri kişiden, varlıktan korktukları kadar, inandıkları ya da var
olduğunu ileri sürdükleri Tanrı’dan/Allah’tan korkmazlar. Bunlar ilineği
oldukları kişinin, gücün, otoritenin karşısında, gassalin önünde çırılçıplak
uzanan mevta gibidirler. Tam bir teslimiyet içinde o nereye isterse oraya
dönerler. Ve ne yazık ki geriye kalan, aklı, iradesi, hatta bedeni, ilinek
olunan gerçek ya da düşsel/düşünsel varlığa/varlıklara ipotek eylenerek,
varlığım varlığına armağan olsun denilerek üstü çizilen, kendilerine göre
değerli ya da değersiz sıfatlar, statüler giydirilmiş, her biri sureti haktan
görünen, birer insan bakiyesidir.
Tutarlılık
Esastır
Öte yandan; felsefi
düşünen insan açısından, akla dayalı bir biçimde, kavramlarla ve bu kavramların
neliği ve gerçekliğinden hareketle kurulan önermelerin, onlarla örülen ve
eleştiri süzgecinden geçirilen düşüncenin, bilginin nesnesine uygunluğu
temelinde mantıksal bir iç tutarlılıkla ifadesi esastır. Yani ileri sürülen bir
felsefi düşüncenin, ortaya konan bir bilginin, bir metnin öncelikli tutarlılık
ölçütü dışsal bir varlık ya da otorite değildir. Metnin kendisidir. Bunun yanı
sıra felsefede tutarlılığın altın anahtarı, başta bilgi ve değer (etik ve
estetik) olmak üzere siyaset, toplum, eğitim, sanat, kültür, vb. anlayışını da
koşullayan, varlık anlayışıdır. Yani ontoloji, yani bir başka deyişle varlık
felsefesidir.
İlinek ya da ilineğin
ilineğine dönüşmüş olan kişiler için ise ileri sürülen düşüncenin
tutarlılığının, geçerliliğinin ve doğruluğunun mihenk taşı kendi dışında ve
ilineği olunan varlık ya da varlıklardır. Hatta bu noktada tutarlılıktan çok,
ilineği olunan varlığın hoşuna gitmek, onun onayını almak, söylenen her şeyin
onun kabullerine uygun olana bağlanması, kendini nakzetmek pahasına biat
bildirimine dönüşmesi geçerli tek ölçüttür. İlineği olunan varlıklar ise
eleştiriden, sormadan sorgulamadan aridir. Hatta onlar söz ve eylemlerinden
dolayı sorumsuzdurlar. Onlara yalnızca biat ve itaat edilir.
Felsefi düşüncede ileri
sürülen bir bilginin en önemli özelliklerinden birisi de eleştirel olmadır.
Konu edinilen şey ister bir bilgi kırıntısı olsun, isterse kapsamlı bir metin,
daima eleştirel bir değerlendirmeden geçer. Ona ilişkin ifade edilen her
önerme, aklın, onun neliği ve gerçekliğini dikkate alan çok yönlü eleştirel
değerlendirme süzgecine tabidir. Çok yönlü olmasının temel nedeni şudur:
Bilgi
Varlığın Dününe Aittir
Her bilgi, her daim,
varlığın dününe aittir. Yani hem nesnesi hem de kendisi itibariyle geçmişte
kalmıştır. Bu anlamda her bilgi, her metin toplumsal-tarihsel bir nitelik taşır
ve dünden seslenir. Bu niteliği dolayısıyla, onun üzerine kurulacak her önerme,
ileri sürülecek her düşünce, yalnızca bir değerlendirme değil, esas olarak
antropolojik, hatta felsefi antropolojik temelli eleştirel bir değerlendirme
olmak zorundadır. Çünkü tarihsel-toplumsal bir metnin ve onun aktardığı
bilginin eleştirel bir değerlendirmeden azade tutulması, nesnesi çoktan
değişmiş ya da ortadan kalkmış, yani nesnesini yitirmiş bir metnin, yanılsamalı
bir biçimde tartışılmaz, dokunulmaz, zaman ve mekân üstü mutlak bir doğru
olarak kabul edilmesi anlamına gelir. Oysa insanlık tarihinde varlığın
gerçekliğine dair böylesi bir hakikati bütünsel olarak bildiren hiçbir metin,
hiçbir kitap yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Zaten herhangi bir bilgiye
ya da kitaba ilişkin varlığın gelmişi, geçmişi, şimdisi ve geleceğine dair
hakikat bildiriminde bulunduğu iddiası safsatadan başka bir şey değildir.
Bunun yanı sıra, felsefi
düşünen insan için nesne edinilen şey, inşa edilen ve sürekli değişen toplumsal
gerçeklik ya da onun farklı veçheleri ve süreçleriyse şayet, bu durumda olanı
olması gereken açısından ele almanın ve değerlendirmenin kaçınılmaz bir gereği
olarak kurulan önermelerin eleştirelliği zorunludur. Bu anlamda, hangi
genellik, hangi akademik formellik zırhına büründürülürse büründürülsün,
tarafsız önerme, “tarafsız cümle yoktur”. Hele de konu, bilinçli ya da
bilinçsizce inşa edilen toplumsal-tarihsel-siyasal gerçeklikse, onun şu ya da
bu alanına ilişkinse, tarafsız bir cümle kurmak imkânsızdır. Dahası,
epistemolojik anlamda da sıfatı ne olursa olsun, gerçekliğe, özellikle de
toplumsal-tarihsel-siyasal gerçekliğe dair her bilgi, kabuller temelinde ideolojik
bir nitelik taşır. Bir kabuller varlığı olan insanın, insanla anlamlanan, insan
tarafından insan için yeniden yeniden anlamlandırılan nesneler, ilişkiler ve
değerlerle kuşatılmışlığın dışında bir var oluşu da mümkün değildir zaten.”1
Düşünün
ve Karar Verin
Şimdi, okuduklarınız
eşliğinde önce kendinize, sonra çevrenize, çevrenizdeki insanlara bakın.
Düşünün! Kimler ilineğin ilineğidir? Kimler ilinekleşmekte sınır tanımamakla
karakterize olmaktadır?
Peki; tepeden aşağıya böylesi
insanların kümelendiği, böylesi insanların oyun üzerine oyun tezgâhladığı bir
kurum eğitim sorunlarını çözebilir mi? Yoksa sorun çözmek yerine, yeni
sorunların kaynağı mı olur?
Karar sizindir!
Lakin kulağınıza küpe
olsun! Hiçbir varlığa, hiçbir kişiye, hiçbir kuruma vecd içinde secde etmeyin! Değmez!
İnsan olun, insan olmayı öğrenin yeter!
Bilmem anlatabildim mi?
NOT: “ARZU OKULU” bugün itibariyle matbaadan
çıktı. Ve Kitabevlerinde...
“ARZU OKULU”… Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'tan öğretmenine, öğrencisinden velisine tüm eğitim camiasını yakından ilgilendiren
bir kitaptır. Okuduğunuzda fark edeceksiniz ki bu okul başka bir okul…
* Felsefenin Işığında / Felsefece http://atalaygirgin.blogspot.com
1
Yukarıda
tırnak işareti içerisinde yer alan satırlar, “2023 Eğitim Vizyonu’nun Felsefesi Var Mı?” başlığıyla Eleştirel Pedagoji Dergisi’nin 2019 Ocak Sayısında yayınlanacak olan
uzunca bir yazının giriş bölümüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder