Ziya
Selçuk ‘Atanamayan/Atama Bekleyen Öğretmenler’ İçin Dedi Ki…
Atalay
Girgin*
Milli
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Fatih Altaylı’nın “Teketek” programında yönelttiği
sorulara, her biri haber olabilecek bilgiler içeren birçok yanıt verdi.
Bunun
yanı sıra, ‘atanamayan öğretmenler’ tarafından yanıtı merakla beklenen soruları
ise bir eğitimciden çok giderek ustalaşan bir politikacı edasıyla
sağından-solundan dolanarak ya yanıtsız bıraktı ya da olabildiğince ‘politik’
ve genel yanıtlarla geçiştirmeyi başardı. İkisi hariç! Keza eğitimin temel
sorunlarına ilişkin konuları da…
Ziya
Selçuk’un “Teketek” programında yaptığı açıklamaların birçoğu, internetteki memur
ve öğretmen sitelerinde haber oldu. Bir kısmı eğitim konusunda yazan köşe
yazarlarının yazılarında değerlendirme ve eleştiri konusu yapıldı. Kimi
eleştirdi. Kimi kendi meşrebince ‘yıkama yağlama’ ve parlatma fonksiyonunu
yerine getirdi.
Velhasıl
ister haber niteliğinde olsun, isterse köşe yazısı, bu konuda yazan herkes,
nereden nereye, neden, nasıl ve niçin baktığına bağlı olarak kendi istediği
konuları öne çıkardı. Hatta bazıları hızını alamayıp Ziya Selçuk’un sözlerini
cımbızlayarak “Daha fazla öğretmen alacağız” türü başlıklar attılar.
Ancak
bu yazının konusu olan ve biri başlıkta belirtilen iki konuya ilişkin haber,
değerlendirme ya da eleştiri yapılmadı. Belki de ben rastlamadım1.
İşte
bu yazının yazılmasına neden olan da Ziya Selçuk’un, haber ve köşe yazılarına bile
konu olmayan açıklamalarıdır. Bunlardan biri “Kral çıplak” diyen “Eğriye eğri,
doğruya doğru” türünden bir tespit, diğeri ise “Özrü kabahatinden büyük”
denilecek cinsten bir itiraftır. İlkinden başlayalım:
‘Atanamayan
Öğretmenler’ Mi? Yoksa…
Kendilerine
‘atanamayan/atama bekleyen öğretmenler’ diyen ve sayılarının 700 bine
eriştiğini belirten, üniversitelerin öğretmenlik bölümlerinden ya da
fen-edebiyat fakültelerinden mezun gençler, kendilerinin öğretmen olduklarının
altını çize çize aylardır sosyal medya üzerinden kamuoyu oluşturmaya ve
seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.
Hatta
sayılarının 700 bin olduğu belirtilen ‘atanamayan öğretmenler’in tamamı için
talepte bulunma bilincinden bile yoksunlar. Bundan dolayı, geride kalanları
gözden çıkarmaya hazır bir biçimde #60binatama diyorlar, atama takviminin
açıklanmasını istiyorlar.
Hatta
40, 30 ya da 20-25 bine, velhasıl 10-15 bine bile razılar ki bu durumda bu
kişiler için mesajlarında yer verdikleri “700 bin atama bekleyen öğretmen” sözü
yalnızca sorunun büyüklüğüne ilişkin vahamet algısı yaratan bir aksesuara
indirgenmekte. Hem de hiçbir inandırıcılığı kalmayan bir sayıya, sıradanlaşan
bir istatistik veriye… Bıraktım kamuoyunu, kendileri için bile…
Hal
böyle olunca yapılan iş bir hak mücadelesi olmaz. Şu ya da bu biçimde, yalvar
yakar ayrıcalık peşinde koşma niteliği kazanır. Ne acıdır ki aslında mevcut
durum da budur. Zaten onlar da açık açık yazamasalar da hak değil, ayrıcalık
istiyorlar.
Kimse
kusura bakmasın ama bu uğurda öyle kişileri etiketlediler, onlara öyle
sıfatlarla hitap ettiler, öyle mesajlar paylaştılar ki “Öğretmen yalvarmaz. Öğretmen boyun eğmez.
Öğretmen el açmaz” diyen Fakir Baykurt gibi bir öğretmen ve yazarın kemiklerini
sızlatırcasına sosyal medyayı yalvarıp yakarma, kendilerine acındırma ve
neredeyse ağlama duvarına çevirdiler. Ve bir kişinin ya da topluluğun kendisine
‘öğretmen’ demekle öğretmen olunmadığının da çarpıcı örneklerini verdiler.
Oysa
Dünyanın neresinde olursa olsun, görevde olan ya da görev bekleyen
öğretmenleri, iktidarlara, etkili ya da yetkili olduğunu düşündükleri kişilere
yalvarıp yakarmaya, el avuç açmaya, kendilerine acındırmaya başlayan toplumlar
iflah olmaz. Bilinmelidir ki aday ya da değil, öğretmenleri, böyle davranan
toplumların dünü ve şimdisi bitmiştir. Yakın geleceği ise çoktan ipotek altına
konulmuştur. (Ne dediğimi anlamayan ve anlamak isteyen her öğretmene, her öğretmen
adayına ve her üniversite mezunu gence, fazla uzağa gitmeden, acilen, Mustafa
Kemal Atatürk’ün “Bursa Nutku”nu
okumalarını öneririm.)
****
Peki;
buradan hareketle, sadede, yani başlıktaki üç noktaya gelelim:
Milli
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, söz konusu programda, Fatih Altaylı’nın 700 bin
‘atanamayan öğretmen’le ilgili sorusu üzerine, uygun bir biçimde dedi ki onlar
öğretmen değil, “Aday öğretmen”dir. Aslında tam meali şuydu söylediklerinin: “Aday” da değil,
aday adayı öğretmen! Daha ötesi değil. (Bu hakikati, bir dizi sıkıntı, büyük
bir beklenti ve kamuoyu baskısı sürerken, açıkça belirten Ziya Selçuk’u
kutlamak gerek.)
Ziya
Selçuk bu sözü, bir dil sürçmesi olarak ağzından kaçırmadı. Aksine bilinçli
olarak telaffuz etti. Çünkü bir eğitim bilimci olarak çok iyi biliyor ki
eğitimi ne olursa olsun, sınıfa girmeyen hiçbir kişi öğretmen değildir. Laf
aramızda, bunların içerisinde “ücretli” olarak istihdam edilenler, aday öğretmen
olma sıfatına daha yakındır. Bu anlamda sözü edilen, üniversitelerin
öğretmenlik bölümlerinden ve Fen-Edebiyat Fakültelerinden mezun ve KPSS’ye
girmiş olan 700 bin kişi öğretmen olmaktan çok, işsizdir; üniversite mezunu
işsiz.
İşte
bu genç işsizlerin bir türlü anlamadıkları, anlamak istemedikleri ve bundan
dolayı kendilerine yakıştıramadıkları hakikat budur: İŞSİZ; üniversite mezunu
işsiz. Bu gençlerin buradan hareketle, acilen yapmaları gereken, var olan ve
içerisinde yaşadıkları toplumsal gerçekliği kavramak ve bir an önce onunla
yüzleşmektir. Ne yazık ki bu kitle Ziya Selçuk’un nezaketle ve kibarca
televizyon ekranlarından yüzlerine vurduğu hakikate rağmen, hâlâ bunu
kavramıyor ve anlamıyor.
Ne
diyelim ki eskilerin “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”
sözünü anımsatarak bitirelim bu yazıyı…
****
Ziya
Selçuk’un “Özrü kabahatinden büyük” vasfındaki itirafı ise gelecek yazıda
efendim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder