Nihayet MEB ve
Öğretmenler Başardı: Türkiye Dünyada Birinci!
Atalay Girgin*
“Türkiye, Dünya genelinde yapılan sınavda “Matematik ve Fende” ‘birinci’
oldu1. Türkiye’nin başarısını görmezlikten
gelen uluslararası ajanslar, haber bültenlerinde bile yer vermedi. Bu
birincilik, Türkiye’yi çekemeyen, küçümseyen, kıskanç ve ikiyüzlü Dünya’nın pek
umurunda olmasa da, başarıya hasret Türkiye için çok önemli. Nedenlerini
sorgulamayı, üzerine derin araştırmalar yapmayı gerektirmeyecek denli hayati
değeri olan bir başarı! 40 gün 40 gece eğlenceler düzenlesek yeridir!
Elde edilen bu ‘birinci’likten dolayı, MEB’i ve 60 yıldır, gelmiş geçmiş
tüm Milli Eğitim Bakanlarını ve onlara ayak uydurmaya çalışmaktan, saksağan
misali kendi yürüyüşünü yitiren öğretmenleri can-ı gönülden kutlamak gerek.
Elbette MEB’in son yıllardaki bilgelik kokan yaklaşımlarının bu başarıdaki
payını da inkâr etmemeli. Çünkü başta eğitim camiası olmak üzere, herkesi,
rakiplerini üzmemek için içlerine akıtmak zorunda kaldıkları sevinç gözyaşlarına
boğan bu başarı, MEB’in, yerli yersiz oyuncu ve taktik değişiklikleri yaparak
oyuna müdahale eden bir teknik direktör edasıyla, eğitim sistemi üzerindeki
kaynağı belirsiz düzenlemeleri ve buna ayak uydurmaya çalışan öğretmenlerin
katkısıyla elde edilmiştir. Dahası “Matematik ve Fen” alanındaki bu Dünya
‘birinci’liğiyle taçlanan başarının ardında 60 yıllık şanlı bir tarih
yatmaktadır.
MEB’in Şanlı Tarihinden İki Örnek2
Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisinde, kendine özgü diyebileceğimiz
neredeyse tek eğitim projesi ve uygulaması, ömrü yaklaşık 13 yıl sürebilen Köy
Enstitüleridir. Öğretmen yetiştirmek, öğretmen açığını gidermek üzere kurulan
bu kurumlar, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra, başta ABD olmak
üzere, emperyalist-kapitalist devletlerin gözüne batmaya başlamıştır. Çok
geçmeden ilgilerini bu kurumlardan esirgemeyen ve Türkiye içerisinde buldukları
destekçilerini de seferber eden bu güçler 1948’den 1953’e kadar süren 5 yıl
içinde amaçlarına erişmişler ve Köy Enstitülerinin kapısına kilit vurulmuştur.
Ve ardı sıra da, MEB’in şanlı tarihindeki ilk emperyalist müdahale ve değişimin
kapısı aralanmıştır.
Aralanan kapıdan Amerikan Ford Vakfı’nın kadirşinas ve hayırsever,
Türkiye’nin çıkarlarından başka hiçbir gayeleri olmayan, yetkilileri ve uzmanları
girmekte gecikmemişlerdir. Yıl 1956’dır. İktidarda Adnan Menderes’in Demokrat
Parti Hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda Celal Yardımcı vardır. Kısa
zamanda, Amerikan Ford Vakfı’nın, hiçbir karşılık talep etmeksizin sunduğu mali
desteği ve engin fikri yönlendiriciliğiyle, eğitim sistemine ilk neşter
vurulur: İlköğretim programı değiştiriliverir, hem de Viyana’da!
İkinci önemli değişiklik içinse AK Parti Hükümeti’ni beklemek gerek. Bu kez
devrede Avrupa Birliği vardır. Milli Eğitim Bakanlığında Hüseyin Çelik… Yapılan
değişiklik ve düzenlemeler “Devrim” diye sunulur gazete ve televizyonlar
aracılığıyla… Ve bir de afili jargonu vardır sürecin: Newtoncu eğitim
anlayışından Kuantumcu eğitim anlayışına geçiş!
Geçiş o geçiş! MEB tam gaz ilerlemekte, yerine göre iyice işleyişi bozan,
yerine göre amacına nail olmak için hukukun ardına dolanan, yerine ve işine
geldiğinde hukuka aykırı olduğunu bile bile yaptığı uygulamalarla yol
almaktadır. Sonuç ise aşağıda değineceğim değeri ve önemi tartışılmaz başarıdır.
Neylesiniz ki, Truman Doktrini ve Marshall Yardımları’yla çıkılan ve “Küçük
Amerika” olma düşleriyle yürünen yolda, mukadderat kaçınılmazdır: Şairin dediği
gibi, nasıl ki, “Her ömür kendi gençliğinden vurulur”sa, her toplum da kendi
gençliğinden teslim alınır. Bu süreçte MEB ne güftenin sahibidir ne de
bestenin; orkestra şefliğinin yanından ise hiç geçemez. Ve hükmü yalnızca
öğretmenler üzerinde uygulayıp, yabancı uzmanlardan oluşan kadrolarla ahenk
içinde çalışır.
Ve Gerçeğin Hakikati
Anadolu Ajansı’nın geçtiği habere göre, “Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Selahattin Turhan, Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Cemil Yücel, Eğitim
Fakültesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Engin Karadağ, 2011 yılından yapılan Uluslararası
Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması Sınavı (TIMSS) sonunda
Türkiye’nin matematik ve fen eğitimindeki analizini çıkarttı.”
Prof. Dr. Turan’ın rakamları da sıralayarak yaptığı
analizin ayrıntılarını burada aktarmayacağım. Çünkü ilgilisi zaten bunları bulur.
Ancak Turan’ın açıklamasında dikkati çeken bazı noktaları sizlerle
paylaşacağım. Prof. Dr. Turan, yukarıda MEB’in şanlı tarihine örnek olarak
verdiğim gelişmeleri de içerecek tarzda, diyor ki, “Batının eğitim modelleri
alındı. Bunlar çalışmıyor. Her ülkenin kendine özgü eğitim modelleri var.
Türkiye, kendine özgün modelleri geliştirmek zorundadır.”
60 yıl sonra gelinen noktaya bakın: Kendine özgü tek
model olarak nitelenebilecek olan Köy Enstitülerini, emperyalist devletlerin
yönlendirmeleri ve onların işbirlikçilerinin desteğiyle ve binbir türlü
iftiraya sığınarak kapatan bir ülke, kendine özgü model geliştirmek zorunda.
Yalnızca bu da değil, Prof. Dr. Turan’ın vurguladığı.
Aynı zamanda, eğitimle sosyal adalette bozulan denge arasındaki ilişkiye dikkat
çekiyor ve “Bu rapor, Türkiye’de sosyal adaletin bozulduğunu söylüyor.” diyerek
ekliyor: Giderek uçurum artıyor. Kamu ve özel sektör, Türkiye’de eğitim
politikalarını tamamen kazananlar üzerine inşa ediyor. Anadolu insanının
çoğunluğunun gittiği okular göz ardı ediliyor. Kırsal kesimin çocukları
daha başarısız, sosyo-ekonomik statüleri düşük olan öğrencilerimiz daha
başarısız.”
Anlayanlar için, Prof. Dr. Turan’ın bu sözlerinin
üzerine söylenecek söz yoktur. Çünkü bu sözler, bir akademisyen, bir bilim
insanının ağzından dökülen, ne denli edepli söylenmiş olursa olsun, sağır
sultanın bile duyması gereken bir çığlıktır. Bu sözlerden herkesin payına düşen
en az bir hisse vardır. MEB’i saymıyorum. Ancak bu toplumun öğretmenlerine,
herkesten daha fazla pay düşmektedir. Çünkü dünyanın egemenleri, emperyalist
güçleri ve onlar adına, onlarla işbirliği içinde çalışanların belirledikleri
eğitim politikalarının, bu toplumun, bu ülkenin çocuklarının bilincine bir deli
gömleği misali geçirilip geçirilmemesinde asıl söz sahibi, asıl sorumlu
onlardır.
Dünyanın her yerinde öğretmenler güçtür. Yeter ki
güçlerinin bilincine varsınlar! Yeter ki güçlerinin farkına ve bilincine
varırken ne yapacaklarına karar versinler!
Belki de Çetin Altan misali bağlamak gerek bu yazıyı:
Çıkmayan candan umut kesilmez ya… Enseyi karartmayın siz! Gün olur,
devran döner ve çelikten bile olsa tüm deli gömlekleri parçalanıp atılır. Yeter
ki öğretmenler karar versin! Yeter ki öğretmenler, düzenin duvarındaki tuğla
olmaktan vazgeçmeye görsün! O gün her ülkenin, her toplumun insanı daha
onurluca dikecektir gözlerini ufka… Enseyi karartmayın efendim! Sabah ola
hayrola!”
****
Neyse… Siz
bunlara takılmayın efendim! Yaşanan
gerçekliğe rağmen, eğitimde “Dünyayla yarışıyoruz”, “rekabet ediyoruz” diyen Milli
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a kulak verin, diyeceğim ama diyemiyorum. Çünkü
Bakanın sözlerine kaç İl Milli Eğitim Müdürünün kulak verdiği, -hadi kulak
verdiler diyelim- kaçının inandığı ve ciddiye aldığı bile tartışmalıdır! Neden
mi? Çünkü gerçekliğin hakikati başka telden çalıyor. Milli Eğitim Bakanı
bambaşka bir telden…
Toplumsal
çözülme ve kültürel çürümeye, yozlaşmaya paralel olarak, eğitimde yaşanan enkaz
ve sefalete rağmen “Dünyayla yarışıyoruz” diyen Milli Eğitim Bakanının sözleri
üzerine anımsadığım bu yazı 24 Şubat 2013 tarihinde yazılmıştır.
1
Eğitim Haberleri
sitesinin, AA’ya dayanarak ve “Matematik ve Fende Sondan Birinciyiz” başlığıyla
verdiği habere göre, Türkiye Matematik ve Fen Bilimleri eğitimi alanında yine
birçok açıdan geride kaldı.
2 Bu konudaki daha geniş
bir yazı için; http://atalaygirgin.blogspot.com/2012/03/ideolojik-denklem-444.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder