02 Ocak 2019

Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?


               Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın                  Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?

Atalay Girgin*

Eğriye eğri, doğruya doğru!

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, hem bir öğretmen ve eğitim bilimci hem de insan olarak kibar, nazik ve karşısındakine saygılı bir kişi olması hasebiyle sözünü seçerek, bilerek ve nezaketle söylüyor. Kırmadan, dökmeden, yapıcı bir biçimde hitap ediyor karşısındakine ve hedef kitleye… Çünkü, yanlış kabullerle doğru sonuçlara ulaşmak gibi bir yanılsama içinde olsa bile, bir şeyler yapmak istiyor. Hem de geçmişte Talim Terbiye Kurulu Başkanı sıfatıyla yaptıkları ortadayken… 2003’ten bu yana yapılan ve adına “nicel birikim” denilerek üzeri örtülmek istenen eğitim enkazının oluşturulmasında emeği geçenlerden birisi de kendisiyken…

Başta “2023 EğitimVizyonu”nda  (buna ilişkin ayrıntılı değerlendirme “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin 2019 Ocak sayısında yayınlanacaktır) dile getirdikleri olmak üzere, görüş ve düşüncelerinin birçoğuna katılmıyor olsam bile bu nitelikleri ve donanımıyla son yıllarda MEB’in başına gelmiş örnek bakanlardan birisi... Keza bu nitelikleri, eğitim alanına ilişkin birikimi ve entelektüel kapasitesini de taçlandırıyor.

Elbette Ziya Selçuk’un bu özellikleri yalnızca eğitim camiası tarafından bilinmiyordu. Devletlûların da malumuydu. İşte tam da bundan dolayı, kamuoyundaki yaygın ve güçlü kanaat odur ki eğitimin enkaza dönüştüğü/dönüştürüldüğü bir zamanda, kabineye makyaj ve imaj kabilinden Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirildi. “2023 Eğitim Vizyonu”nu açıklayıncaya dek de bu işleve uygun bir biçimde birçok kesimin sempatisini alarak yoluna devam etti.

Ancak her geçen gün makyaj da imaj da soldu ve miadını tamamladı. Malum; her şeyin, her tekil ve tikel varlığın, bir miadı ve sonu vardır. Tıpkı imajın ve makyajın olduğu gibi…  Bunda, neden göreve getirildiğini kavrayamamak kadar, asıl söz sahibinin kim ya da kimler olduğunu idrak edememe dâhil, birçok etkenin rol oynadığı aşikâr. Ancak burada öncelikli konumuz olmadığı için bunun üzerinde durmuyor ve başlığa dönerek soruyu yineliyorum:

27 Aralık 2018

Milli Eğitim Bakanı Neden Gerçeği Söyleyemez? Çünkü...


Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Neden Gerçeği Söyleyemez? Çünkü…

Atalay Girgin*

Bunu söyleyebilme olanağı ve yetisi yok! Keza gözlerinin önünde olup bitiyor olsa bile bu taciz olayı, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yine de gerçeği söyleyemezdi. Peki; neden?

Önce Olayı Anımsayalım

“Ziya Selçuk gerçeği söylemiyor” denilen olay İstanbul’da yaşanmış. İstanbul’daki Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesi’nde öğrencileri taciz ettiği iddiasıyla hakkında dava açılan Coğrafya Öğretmeninin başka bir okulda görevine devam ettiği açığa çıkmış.

Toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin, değer erozyonunun, tepeden aşağıya toplumun tüm temel kurumlarını sarmalına aldığı günümüz Türkiye’sinde, ne yazık ki vaka-i adiyeden sayılır hale gelen taciz olaylarına bir yenisi daha eklenmiş. Ziya Selçuk da bu olayla ilgili bir açıklama yapmış. Yani bir açıklamayla bilgi vermiş ya da paylaşmış.

Kısaca özetlediğimiz bu, bir yanıyla vahim diğer yanıyla da sıradanlaşan taciz vakasından asıl konumuza dönelim: Yani Ziya Selçuk’un neden gerçeği söylemediğine ve asla söyleyemeyeceğine…

26 Aralık 2018

Milli Eğitim Bakanı Öğretmenlere Kulak Vermeli!


Milli Eğitim Bakanı, Fatih Altaylı Kadar Öğretmenlerin de Sözüne Kulak Vermelidir!

Atalay Girgin*

Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’nın köşesinde kaleme aldığı yazıyı1 okuyunca, yaşanan sorunlar düşünülerek ve sorumluluk bilinciyle kaleme alınan “Eğitimde Radikal Değişim Zamanıdır2 başlıklı yazı aklıma düştü.

Fatih Altaylı’nın dile getirdikleri yanlış değildi. Ancak bu sorunları ve eğitimdeki enkazı, sefaleti fark etmek için basında adı sanı olan gazetecileri beklemek gerekmezdi. Bu yazıya rağmen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un sorunu kavradığını düşünmüyorum. Çünkü Bakan, hala “Nicelik birikimi” diyerek, dile getirilen bu eğitim enkazı ve sefaletinin üzerini örtmeye çalışıyor. Hatta “Nicelik birikimi” diye nitelediği bu sefaletin üzerinden bir “Nitelik Devrimi” gerçekleştireceğini iddia ediyor. Ve ne yazık ki yanılıyor.

Durum bu denli kötüleşmemişken, “Eğitimde Radikal Değişim Zamanıdır” diyerek bir an önce eğitime neşter vurulması gerektiğini dile getiren yazı hem genel ilkelere hem de pratik uygulamalara dönük şu önerileri içeriyordu. 

Lütfen okuyun. Söylenenleri harimi ismetinize bir saldırı saymadan okuyun!

28 Kasım 2018

Ziya Selçuk'un Halefi Kim? Ya da Ziya Selçuk Görevden Alınıyor Mu?


Milli Eğitim Bakanı Görevden Alınıyor Mu?

Atalay Girgin*

14 Kasım’da odatv’de yayınlanan “İşte İktidarın MEB’teki En Başarılı Bakanı”1 başlıklı yazıda, mevcut gelişmelerden hareketle, artık Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un da “Halefini bekleyen bir bakan” olduğunu belirterek şöyle yazmıştık:

Lakin her imajın olduğu gibi her makyajın da bir miadı vardır. Üç vakte kadar olmasa da beş vakte kadar imaj da makyaj da silinir. Bu anlamda şimdiden söyleyebiliriz ki Ziya Selçuk halefini bekleyen bir bakandır artık. Belki de o anı sabırsızlıkla ve iple çekmektedir.
Ancak Ziya Selçuk’un hakkını da teslim edelim: Göreve gelmesinin üzerinden bir yıl bile geçmeden, makamı kendisine lütfedenleri bir biçimde ikna ederek, yetersiz de olsa, okula başlama yaşını 60 aydan 69 aya çekebilme iznini aldı. Hiç yoktan iyidir. Umarım bu, halefi atanıncaya dek toplum adına elde edebildiği tek başarısı olarak kalmaz.”
Bu sözlerimizin üzerinden bir ay bile geçmeden, yazdıklarımızı destekleyen bir bilgi gazetelere düştü. Hem de Ziya Selçuk’un olası halefinin de adını telaffuz eden bir bilgi…
Ziya Selçuk’un Halefi Kim? 

Milli Eğitim Bakanı Rüya Mı Görüyor, ...?


                      Ziya Selçuk Rüya Mı Görüyor,                      ‘Devrimcilik’ Mi Oynuyor?
Atalay Girgin*

Birinci sorunun yanıtını, “Ziya Selçuk rüya mı görüyor?”1 başlıklı yazısında, Şahin Aybek vermişti. Aybek’in yazısı gösteriyor ki “Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı” diye yakınan, sitem eden Milli Eğitim Bakanı’nın rüyası bile başka birinin patentini taşıyor: İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun.

Çok söz edilen ‘Felsefesi’ ise esinlendiği ya da beslendiği kaynaklar2 bir yana, neliği ve gerçekliği temelinde ele alındığında, ilmeği boynunda gezen bambaşka bir sorun. Ziya Selçuk’un “Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” sorusunu, bir felsefe öğretmeni olarak üzerime alınsam da buna ilişkin değerlendirme bu yazının formatını ve sınırlarını çok aşacağı için şimdilik bu konuya girmiyorum ve başlangıç niteliğinde yalnızca şu sözle yetiniyorum:

“2023 Eğitim Vizyonu”, ontolojisi, yalnızca ontoloji kavramına yüklenmiş, ilmeği boynunda gezen, felsefi kavram ve önermelerle yüklü, buna rağmen misyonun gölgesinde gezinen, başta hamisi olmak üzere, herkese “mavi boncuk” göndermeye çalışan eklektik bir metindir. Felsefi bir metnin en temel özelliği tutarlılıktır. Oysa söz konusu metin, final cümlesiyle, tutarlılık özelliği açısından tüm söylediklerini çöpe atmıştır. (Bu değerlendirmenin tamamını merak eden okur, devamını “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin yeni sayısında bulacaktır.)

25 Kasım 2018

Ziya Selçuk'un Sözünün Hükmü Ya da Kim Yalan Söylüyor?


                   Ziya Selçuk’un Sözünün Hükmü                            ya da 3600 Konusunda Kim Yalan Söylüyor?
Atalay Girgin*


Odatv’de yazmıştık: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un ağzından çıkan sözlerin, değeri ne olursa olsun, kendisine o makamı, sıfatı, statüyü lütfedenlerin icazet patentini taşımadığı sürece, ömrü yirmi dört saat bile değildir1.

Bu satırların üzerinden bir ay bile geçmeden, hem Ziya Selçuk hem de tüm eğitim camiası ve Türkiye öğrendi ki bakanın ağzından çıkan bir söz, ona o makamı ve statüyü lütfedenlerin mührü vurulmadığı sürece hükümsüzdür. Çünkü Ziya Selçuk, o makama, bakanlık koltuğuna, herhangi bir konuda icraatta bulunsun, başta öğretmenler olmak üzere, kendi personeline sözler versin ve yerine getirsin diye oturtulmamıştır. Aksine kabinenin imajı açısından, yalnızca izin verildiği kadarını yapsın ve kamuoyunda temsil görevinin gereği olarak rolünü oynasın diye getirilmiştir.

Ancak Milli Eğitim Bakanı, beklendiği gibi, kamuoyunda ve öğretmenler arasında gördüğü ilginin de etkisiyle, kendisine lütfedilen makam ve statünün asıl olarak imaj için olduğunu kısa zamanda unutmuştur. Bu unutkanlık hem büyük bir gafı hem de haddini aşmayı ortaya çıkarmıştır.

3600 Konusunda Kim Yalan Söylüyor?

22 Kasım 2018

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜ?


Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğladır

Atalay Girgin*

Her 24 Kasım’da olduğu gibi, bu kez de öyle oldu. Dört bir yandan öğretmen popülizmi yükseltildi. Beklentiler çoğaltıldı. Hatta abartıldı.

Günümüz Türkiye gerçekliğinde mücadele aracı olmaktan çok, her biri küçük ya da büyük birer “öğretmen kümesleri”ne dönüşen eğitim sendikalarından, gazetelerde ve internet sitelerinde eğitim üzerine kalem oynatan yazarlara dek neredeyse her kesim öğretmenlere şirinlik yapmakta, öğretmenin sırtını kaşımakta birbirleriyle yarıştı. Öneri üstüne öneri, talep üstüne talep eklendi. Sendikalar ardı ardına, öğretmenlerin ekonomik durumuyla ilgili anketler yayınladı.

Milli Eğitim Bakanı bile 24 Kasım Öğretmenler Günü için 3600’le ilgili “sürprizimiz olabilir” derken, bazıları hızını alamayıp, gönlünden ne geçerse sıralamaya girişti. Takım elbise talebinde bulunan bile vardı bunların arasında…

Sanırım 24 Kasım pazarı biraz daha erken açılsa iç çamaşırı, sütyen, külot, çorap diyenleri de görecekti memleketim insanı… Neyse… Daha o günlerle karşılaşmadık. Lakin bu gidişle çok da uzak değildir o günler!

Peki; tüm bunlar neden ve niçin yapıldı? Öğretmenlerin ekonomik, sosyal sorunlarını çözmek, özlük haklarında iyileştirmeler sağlamak ve yeni haklar doğrultusunda yeni bir mücadeleye girişmek için mi?

Ne yazık ki hayır! Tüm bunlar, hakların mücadeleyle kazanılmadığı her yerde olduğu gibi, ulufe ve lütuf beklentilerini körüklemek için yapıldı ve hala da yapılıyor.

Lakin gerçekliğin ve onun hakikatinin yanından geçenler, kıyıda köşede ve yok denecek kadar azdı. 24 Kasım’ı vesile ederek yazan köşe yazarlarından eğitim sendikalarının dile getirdiği taleplere kadar dikkatlice izleyin. Hiçbirinde gerçekliğin hakikatinin kırıntılarına, eğitimin ve öğretmenin asli sorunlarına ilişkin palyatif olmaktan öte, köklü ve kalıcı çözüm önerilerine rastlayamazsınız.

Neredeyse her şey, istisnai bazı talepler dışında, ekonomiye ve ekonomik sorunlara endekslenmiştir. Sanki öğretmene on bin lira ya da iki bin dolar maaş verilse eğitim sorunları sabahtan akşama düzelecek, öğretmenin ve öğretmenliğin sorunları ortadan kalkıverecekmiş gibi…

Gerçi “İtibardan tasarruf olmaz” yaklaşımı düstur bellenecek olursa, toplumun ve devletlûların bilincine içkin olan bu bakışa göre en azından “itibar sorunu” sırra kadem basar ya… Neyse… Hamasi söylemlerle öğretmenliğe övgüler düzmek, öğretmenin sırtını kaşımak varken, gerçek sorunlara değinmenin, hakikati dile getirmenin ne önemi var ki…

21 Kasım 2018

Çocuklarımıza felsefi düşünmeyi neden öğretmeliyiz?

Çocuklarımıza Felsefi Düşünmeyi Neden Öğretmeliyiz?
İnsanın yeryüzündeki serüveni acılarla, katliamlar, tehcirler ve soykırımlarla bezenmiştir. “İnsan” adı verilen varlığın, “insan olmayı öğrenme” ve “insanlaşma” süreci, her çağda, sıfatlarının ardına sığınan insanın, sıfatlarıyla mahkûm ettiği insana yaptığı zulümlere karşı duruş, düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş biçimiyle gelişmiş ya da ağır darbeler almıştır.
Bu tarih, bir yandan insanlığın ortak mirasına katkıların bir yandan da yakıp yıkmaların, yağma ve talanın, insanın insana yaptığı zulmün tarihidir. İnsan olmayı, etnik ya da dinsel, ideolojik ya da derisinin rengi anlamında yalnızca kendi sıfatıyla, yalnızca kendisi gibi olmayla özdeşleştiren sıfatzede insanın, hâkimiyet kurma ve ekonomik zenginliğe el koyma tarihidir. Bu anlamda, yaşanmış tarihin ve yaşanmakta olan anın zalimi de mazlumu da sıfatzedelerdir.

20 Kasım 2018

Robotların "Yapay Zekâsı"


Robotların "yapay zekâsı"
sizi yeryüzü cennetine taşır mı?

Fikret Başkaya

Robotlar, insanın bazı özelliklerini taklit edebilen makinalar. Robot kavramı ilk defa Çek yazar-dramaturg, Karel Capek tarafından bir bilim-kurgu oyununda [1920] kullanılıyor. Slavca rabota'dan türeme ve eski [kadim] Slavca'da angarya, serf anlamına geliyor. Yapay zeka Batı'da önemli bir ilgi, kaygı ve tartışma konusu olsa da, bizde sıra öyle şeylere pek gelmiyor. Şeytanla mücadele, kadınların nasıl giyineceği, kız çocuklarının ne zaman evleneceği... gibi önemli konulardan yapay zekaya, robotlara bir türlü sıra gelmiyor...    

Robotlar, yapay zeka aslında kapitalizmin ürettiği/kapitalizmi üreten teknolojinin ulaştığı son aşamadan başkası değil. Kapitalizm teknikçi bir üretim tarzı. Üretim, vahşi/yıkıcı bir rekabet ortamında gerçekleşiyor. Her bir kapitalist veya kapitalist işletme, rekabetçi konumunu korumak, yarışta kalabilmek, için her seferinde en ileri üretim tekniklerini kullanmak, sermayesini büyütmek zorunda. Aksi halde toplam artı-değerden yeterli payı kapamaz ve yarışın dışına itilir. Başka türlü ifade edersek, kapitalizm dahilinde teknoloji, münhasıran kâr etmenin ve kârı büyütmenin hizmetindedir... İnsanlar daha az zahmetle, daha az çalışarak, daha kolay üretsinler, rahat yaşasınlar diye üretilmiyor. Kapitalist sınıfın her seferinde daha çok zenginliğe el koyması için peydahlanıyor ve kullanılıyor. Modern teknoloji harikalar yaratırken, insanlığın ve uygarlığın tehlikeli bir eşiğe gelip-dayanması, bu temelli çelişkinin/bu saçmalığın bir sonucudur...

13 Kasım 2018

20 Kasım Dünya Felsefe Günü Bildirisi


20 Kasım Dünya Felsefe Günü Bildirisi
Sıfatlar Değil, Aslolan İnsandır

İnsanın yeryüzündeki serüveni acılarla, katliamlar, tehcirler ve soykırımlarla bezenmiştir. “İnsan” adı verilen varlığın, “insan olmayı öğrenme” ve “insanlaşma” süreci, her çağda, sıfatlarının ardına sığınan insanın, sıfatlarıyla mahkûm ettiği insana yaptığı zulümlere karşı duruş, düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş biçimiyle gelişmiş ya da ağır darbeler almıştır.

Bu tarih, bir yandan insanlığın ortak mirasına katkıların bir yandan da yakıp yıkmaların, yağma ve talanın, insanın insana yaptığı zulmün tarihidir. İnsan olmayı, etnik ya da dinsel, ideolojik ya da derisinin rengi anlamında yalnızca kendi sıfatıyla, yalnızca kendisi gibi olmayla özdeşleştiren sıfatzede insanın, hâkimiyet kurma ve ekonomik zenginliğe el koyma tarihidir. Bu anlamda, yaşanmış tarihin ve yaşanmakta olan anın zalimi de mazlumu da sıfatzedelerdir.

Tarihte yaşananlara rağmen, günümüz insanı için Dünya, geçmişten ne daha iyi ne de daha kötüdür. Kimi insanlar insanlığın ortak mirasına katkılarda bulunmaya, yapılan savaşlara, zulüm ve vahşete karşı durmaya çalışırken, kimileri ise yalan, talan, hırsızlıkla hükmetmeye devam etmekte ve bunlardan beslenmektedir. Kimileri ise otorite, muktedir saydığı efendilerinin karşısında el pençe divan durup, lütuf beklemekte ya da lütfedilen makam ve statülerini korumak uğruna vecd içinde secde etmektedir. Dünyanın her yanında olduğu gibi, yanı başımızda da birileri hala sıfatları için öldürmekte, sıfatları için öldürülmektedir. Oysa insanın değerini belirleyen sıfatları, statüleri değildir. Sıfatlar değişebilir, statüler gelip geçicidir.