28 Kasım 2018

Milli Eğitim Bakanı Rüya Mı Görüyor, ...?


                      Ziya Selçuk Rüya Mı Görüyor,                      ‘Devrimcilik’ Mi Oynuyor?
Atalay Girgin*

Birinci sorunun yanıtını, “Ziya Selçuk rüya mı görüyor?”1 başlıklı yazısında, Şahin Aybek vermişti. Aybek’in yazısı gösteriyor ki “Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı” diye yakınan, sitem eden Milli Eğitim Bakanı’nın rüyası bile başka birinin patentini taşıyor: İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun.

Çok söz edilen ‘Felsefesi’ ise esinlendiği ya da beslendiği kaynaklar2 bir yana, neliği ve gerçekliği temelinde ele alındığında, ilmeği boynunda gezen bambaşka bir sorun. Ziya Selçuk’un “Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” sorusunu, bir felsefe öğretmeni olarak üzerime alınsam da buna ilişkin değerlendirme bu yazının formatını ve sınırlarını çok aşacağı için şimdilik bu konuya girmiyorum ve başlangıç niteliğinde yalnızca şu sözle yetiniyorum:

“2023 Eğitim Vizyonu”, ontolojisi, yalnızca ontoloji kavramına yüklenmiş, ilmeği boynunda gezen, felsefi kavram ve önermelerle yüklü, buna rağmen misyonun gölgesinde gezinen, başta hamisi olmak üzere, herkese “mavi boncuk” göndermeye çalışan eklektik bir metindir. Felsefi bir metnin en temel özelliği tutarlılıktır. Oysa söz konusu metin, final cümlesiyle, tutarlılık özelliği açısından tüm söylediklerini çöpe atmıştır. (Bu değerlendirmenin tamamını merak eden okur, devamını “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin yeni sayısında bulacaktır.)


Peki; Ya Devrim ve Devrimcilik?

“Söz meclisten dışarı” diyerek, bir girizgâhla, bir genellemeyle başlayalım ki kimse üzerine alınmasın! Ya da iyi saatte olsunlar, durduk yere havadan nem kapmasın!
Siyasal tarih tanıktır ki Dünyanın hiçbir yerinde devrimler ve devrim süreçleri sarayların, saraylıların icazetiyle başlamaz. Onların icazetiyle gerçekleşmez. Keza dünyanın hiçbir yerinde de devrimcilik saraylıların lütfuyla, onların bahşettikleri makam koltukları ve statüler aracılığıyla yapılmaz. Çünkü devrimin de devrimciliğin de hem ödenmesi gereken bedeli hem de bireysel ve toplumsal anlamda ahlaki ve etik sorumluluğu vardır.

Bu bedeli ödemeyi göze alamayanlar, bu ahlaki ve etik sorumluluğu taşımaya muktedir olmayanlar / olamayanlar ise meşruiyeti ulusal ya da uluslararası sarayların ve saraylıların kapısında, onların hamiliğinde ararlar. Hatta sarayların tekaüte ayrılmış adamlarının aracılığına başvururlar. Onlara, “Emrinize amadeyim” dercesine, sonu “Sizin”, “Kıymetliniz”, “Sevdalınız”, “Kulunuz”, vb sözcüklerle biten mektuplar yazarak yardım dilenir, lütuf beklerler.

Eğer onlar da böylelerinin, istedikleri kıvama geldiğini düşünürler ya da daha da uygun kıvama gelmesini isterlerse lütufkârlıkta hiç de cimri davranmazlar. Bakanlık, generallik, vekillik, senatörlük, başkanlık, başbakanlık, eş başkanlık-şeş başkanlık, hatta krallık ve sultanlık lütfetmekte cömerttirler. ‘Demokrasi’ ve ‘özgürlük’ adına darbeler yapılmasına göz yummakta mahirdirler. Her türlü yolla, bireysel olarak zenginleşmelerine, hanedanlıklar kurmalarına, yerine göre kendilerine bile bağırıp çağırmalarına, sözüm ona dayılanmalarına ses çıkarmazlar.

Böylelerini onore etmek, egolarını şişirmek için hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Hatta özel fırsatlar yaratırlar. Örneğin; kitap okumayı hiç sevmediğini, dillendirdiği hiçbir metni kendinin yazmadığını bildikleri halde, böylelerine yüzyılın düşünürleri sıralamasında bir numaracık bahşederler. Boyunlarına, görünmez zincirlerinin ucunu kendi ellerinde tuttukları ve adına madalya dedikleri çok değerli altın tasmalar takarlar. Sırtına türlü türlü kıyafetler geçirir ne olduğunu bile düşünüp anlamaya fırsat bırakmadan ebleh ebleh sırıtan fotoğraflarını çekerler. İzzeti ikramda bulunmaktan geri durmazlar. Masalarına, sofralarına davet ederek altlarına bir koltuk, önlerine bir tabak yemek koyup onurlandırırlar. Peki; neyin ve nelerin karşılığında?

Bu uluslararası saraylılar bilir ki kurtarılanlar, en iyi ihtimalle kurtarıcılarının ayaklarının dibine yakışır. Keza yine onlar bilir ki toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin siyasetten yargıya, dinden eğitime dek tüm kurumları sarmalına aldığı dönemlerde lütuf, makam, statü, vb. ayrıcalık bekleyişi içinde kapılarına gelen,  lütuflarına mazhar olabilmek için karşılarında el pençe divan duranlar, tespih taneleri gibi hizaya girenler de en iyi ihtimalle, lütfedenlerin eteklerinin dibine yaraşır.

Bundan dolayıdır ki ulusal ya da uluslararası sarayların ve saraylıların desteğiyle bunların hamiliğinde, gözetiminde, kol kanat germeleri altında gerçekleşen herhangi bir şeyin adı devrim olmadığı gibi, bunu gerçekleştirenlerin sıfatı da devrimci değildir ve olamaz.

Bu uzun girizgâhın ardından başlıktaki soruya dönelim.

Devrimi Devrimciler Yapar ve Devrimcilik Bir Oyun Değildir

Baştan belirtelim ki Ziya Selçuk bir devrimci değildir ve aklı başında hiç kimsenin de ondan devrimcilik beklemesi söz konusu değildir. Ancak bu satırların yazarı dâhil olmak üzere, eğer Selçuk, başta kendisine makam, statü lütfedenlerden başlayarak herkesi yanıltır ve mucize kabilinden kavramın neliği ve gerçekliğine uygun bir devrim gerçekleştirirse de bugün söylediklerini eleştirenler sonuna kadar yanında ve arkasında saf tutmaktan geri durmazlar. Lakin akılda, bilimde ve felsefede mucizenin yeri yoktur.
Buna rağmen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, “2023 Eğitim Vizyonu”nu sunarken, devletlûların önünde, hem de yüzlerine baka baka ve gururla bir “devrim”den söz etti. Hatta hiç çekinmeden, tebliğ edercesine, alenen bir devrim bildiriminde bulundu: Nitelik devrimi.

Bırakın devrimi, üzerinden yıllar geçmesine rağmen, “Gezi” sözünü duyduklarında bile tüyleri diken diken olan, uykuları kaçanlar; ayakları yerden kesilip korkularından nereye konacaklarına bile karar veremeyenler; meydan meydan, ekran ekran gezip sarıldıkları endazesiz yalanları utanıp arlanmadan, zerrece yüzleri kızarmadan günlerce anlatanlar; her biri dürüst, namuslu Müslüman birer ‘gazeteci’ olarak aynı yalanları, noktasına, virgülüne dek köşelerine taşımaktan  utanmayanlar hala yaşıyorken ve bu olup bitenler hafızalardayken,..  Ziya Selçuk nasıl oldu da bir “devrim”den, hem de “nitelik devrimi”nden söz edebildi? Acaba karşımızda yıllardır kendini ve ‘devrimci’ fikirlerini gizlemiş, “uysallık” postuna bürünmüş bir asi, bir devrimci mi vardı?

Elbette ki hayır! Tarihte ve günümüzde devrimi daima devrimciler ilan eder, devrim süreçlerini daima devrimciler başlatır. Ziya Selçuk, bir devrim ilanında bulunmuş olsa da bu onu bir devrimci kılmaya yetmez. En iyi ihtimalle her yaptığı ve söylediği birilerinin icazeti olmadan hüküm taşımayan bir ‘devrimci’ olarak nitelenmesine vesile olabilir. Daha ötesi değil.

İktidarın Eğitimde İkinci ‘Devrim’ İlanı

Peki; ilan edilen şu “Nitelik devrimi” neyin nesidir? Bu, mevcut iktidarın, iktidar eylediği süre içinde “Eğitimde yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” anlayışıyla dile getirilen ikinci ‘devrim’dir.

Ziya Selçuk’un Talim Terbiye Kurulu Başkanı, Hüseyin Çelik’in de Milli Eğitim Bakanı olduğu sırada, “Newtoncu eğitim anlayışından Kuantumcu eğitim anlayışına geçiyoruz” denilerek yapılanların “Eğitimde devrim” olarak sunulup pazarlandığı günleri geride bıraktık. Bu dönemde gerçekleştirilen uygulamalarla, eğitim sisteminin nasıl bir yapboz tahtasına çevrildiğini, çocukların nasıl bir kobaya dönüştürüldüğünü hep birlikte gördük ve yaşadık. (Buna “İşte iktidarın MEB’teki en başarılı bakanı”3 başlıklı yazıda değindiğim için yeniden ele almıyorum.)

İlan edilen ve adına “Nitelik devrimi” denilen bu süreç, aslında geçmişte yapılanlara ilişkin bir aczin ve başarısızlığın ikrarıdır. Lakin bunu, lütfedilen statü ve makamlardan apaçık söyleyebilmek mümkün değildir. Keza yaşanan önceki sürecin, yani eğitimde birinci ‘devrim’in mimarlarından biri de Ziya Selçuk’tur.

İlkine bakarak, ikincisine, yani üç yıla yayılması planlanan eğitimde “Nitelik devrimi”ne ilişkin şimdiden şunu söyleyebiliriz: Kimse mucize beklemesin. Ziya Selçuk’un, her biri lütuf ve icazet makamının onayına tabii düşleri, sözleri, halisane niyeti, duygu ve düşünceleri bir yana, “Nitelik devrimi”yle yapılması planlanan ve yapılabilecek her şey birincisinin üzerine tüy dikecektir. Çünkü daha o yıllarda planlanan ve bir kısmı kadük de olsa parça parça hayata geçirilen tasarılar, önümüzdeki süreçte daha da sistemli olarak uygulama safhasına sokulacaktır.

Zaten, sanki bunu müjdelercesine ve biat bildiriminde bulunur, güven tazelemek istercesine telaffuz edilen, dahası ‘devrimcilik’ oyunu da bu işin felsefesi de bir yere kadar dedirten, “16 yıllık süreçte yapılanlara, ortaya çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde yeni halkalar eklenecektir” sözü bunun teminatı gibidir. Aslında metnin final cümlesi olan bu söz, o ana dek baştan aşağı “2023 Eğitim Vizyonu”nun üzerine örtülen güzelleme şalının çekilip alınmasıdır. Lakin çekilen şalın altındakini şimdi göremeyen, hala güzellemelere kananlar da yakın bir gelecekte işin aslını farkedecektir.

Elbette o günlerden önce lütfedenler bir sabah ya da bir gece yarısı ansızın lütuflarından vazgeçmezler ya da gün doğmadan neler doğar sözünü anımsatırcasına lütfedenler ve lütfedilenler birlikte sırra kadem basmazsa…

Okur için not: “2023 Eğitim Vizyonu” içine serpiştirilmiş, oldukça önemsediğim öneriler de var. Ancak söylenenleri hem veri olan toplumsal-siyasal koşullar, hem de neliği ve gerçekliği temelinde ve metnin bütünlüğü içinde değerlendirdiğimde ne yazık ki bunlar sözüm ona “toplumsal mutabakat” sağlama adına, ayrıntı olarak araya sıkıştırılmış, eğreti “mavi boncuklar” olmaktan öteye gitmiyor. Bu önerilere takılıp, eklektik bir metnin içinden bunlara odaklanmak, “ağaçlardan ormanını görememek” olacaktır. Bunun yanı sıra, yalnızca metnin bazı noktalarını öne çıkarıp buradan hareketle metne övgüler düzmek de birilerine yaraşmak isteyen “cambaza bak”çıların işidir. Benim değil.
                                                                                                   23 Kasım 2018    



* Felsefenin Işığında / Felsefece : http://atalaygirgin.blogspot.com
2 http://www.egitimajansi.com/sahin-aybek/ziya-selcukun-beserden-tam-insana-giden-cift-kanatli-egitim-felsefesinin-felsefesi-kose-yazisi-1668y.html Şahin Aybek’in linkteki ve Ziya Selçuk’a ilişkin diğer yazılarından, bakanın hangi kaynaklardan beslendiğini ve kimlerden yararlandığını, esinlendiğini tespit etmek mümkündür.

Hiç yorum yok: