TÜRK-İŞ veya Sendikacıları Nasıl bilirsiniz?
Fikret Başkaya
Türk-İş
genel başkanı Ergun Atalay, 1 Aralık’ta başlayacak asgari ücret görüşmeleriyle
ilgili olarak, bir rakam telaffuz etmeyeceklerini, hükümetin teklifini
beklediklerini söyledi… Asgari ücreti kimin, nasıl belirlediğini bildikleri için
bir rakamı telaffuz etmiyorlar... Cumhuriyet döneminde, 1947 yılına kadar
işçilerin sendika kurması yasaktı… Esasen her şey yasaktı… 1946 yılında
Cemiyetler Kanununda yapılan bir değişiklik, dernek kurmanın önünü açtı ve
1947’den itibaren işçi sendikaları kurulmaya başladı… Gerçi sendika kurmak
mümkündü ama
grev ve
toplu sözleşme yapmak yasaktı… Bir de işçi
aidatları çok düşük belirlenmişti. O kadar ki, sendikalar kiraladıkları
büroların kirasını bile ödeyemiyorlardı…
Devlet yardımları işçi
örgütlerini
ehlileştirmenin bir aracı sayılıyordu…
Sendikalar
1950’lerin başında bir konfederasyon çatısı altında birleşerek mücadelenin
etkinliğini artırmak üzere hareket geçiyorlar. Dönemin hükümeti, konfederasyon
kurulmasına başta karşı çıkıyor… Konfederasyonun devleti zora sokacağı
düşünülüyor… O zaman tüm devlet kurumlarında Amerikalı uzmanların paralel
büroları vardı… Bir Amerikalı uzmana danışılıyor ve uzman, “bilakis,
konfederasyon kurulmasına izin verilmelidir, böylece her biriyle teker teker
uğraşmaktansa, topluca denetim altında tutmak kolaylaşır” diyor… 1952’de TÜRK-İŞ
Konfederasyonu kuruluyor. Ve sendikacılar bilgi ve görülerini artırmak
üzere ABD’nin yolunu tutuyor… İlerleyen dönemde TÜRK-İŞ yöneticileri, Amerikan Sendikacılığının
rahle-tedrisinden geçmiş sendika bürokratları oluyor… 1963’te Grev-lokavt-toplu
özleşme hakkı yasalaşıyor. 1967’de TÜRK-İŞ’ten ayrılan sendikacılar Devimci
İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kuruyorlar ve ilk defa sendikal
mücadele sınıfsal bir temele oturuyor… 12 Eylül 1980 Amerikancı askerî darbe
DİSK’i kapatıyor, yöneticileri hapse atılıyor…
Darbenin
ardından dönemin TÜRK-İŞ genel başkanı İbrahim Denizcier, cunta şefi Kenan
Evren’e gönderdiği mesajda: “Türk‐İş topluluğu, zat‐ı devletlerinizin
bildirisinde de açıkça yer aldığı üzere, ülkemizin huzuru, devletimizin
bütünlüğü ve milletimizin bölünmezliğini sağlamak amacıyla Türk
Silahlı Kuvvetlerimizi yönetime bütünü ile el koyma mecburiyetinde bırakan
bir gerçekle karşı karşıya bırakıldığının bilinci içindedir” diyor… Ve
Türk-İŞ genel sekreteri Sadık Şide, Cunta hükümetinin Sosyal Güvenlik Bakanı
oluyor… TÜRK-İŞ’in İşçi sınıfının sınırlı haklarını da yok eden faşist askeri
rejimin en büyük destekçisi olması asla şaşırtıcı değildir…
TÜRK-İŞ
hiçbir zaman İşçi sınıfının çıkarını savunan bir örgüt olmadı… Devletin ve
sermayenin has örgütüydü ve hep öyle kaldı… Onun için neden söz
ettiğini bilmek önemlidir denmiştir… Esasen Türkiye’de rejim üç sütun, üç
başkanlık üzerinde duruyor: Genel Kurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı
ve Türk-İş Başkanlığı…
Asgari
Ücret Komisyonu, beşi hükümet [devlet], beşi sermaye sınıfı, beşi de en büyük
işçi konfederasyonu olan Türk-İş yöneticilerinden oluşuyor. Aslında 2’ye 1’lik
bir güç dengesi var, zira devlet ve sermaye bir ve aynı şeydir, madalyonun iki
yüzüdür. Fakat realite görünenden farklıdır. Aslında TÜRK-İŞ de işçi sınıfının
çakarını savunan, onu temsil eden bir örgüt değildir. Bidayetten itibaren devletin bir kontrol
örgütüdür… Dolayısıyla, asgari ücret görüşmeleri seyirciyi oyalamaya
yönelik sahte bir şovdan ibarettir…
Türkiye’de
işçi ve memur sendikalarının kahir ekseriyeti, bürokratik yozlaşmayla malûl
örgütlerdir… Sözde temsil ettiklerini söyledikleri sınıfa yabancılaşmış
durumdadırlar… RosaLuxemburg,:”bürokrasinin olduğu yerde her türlü canlı
yaşam ölür” demişti…“Elbette bunun istisnaları vardır ama istisnalar
kuralı doğrulamak içindir denmiştir. Büyük Konfederasyonların ve büyük
sendikaların yöneticileri arasında 30-40 bin TL’denfazla maaş alanlar
çoğunluktadır… Asgari ücretin 10-15 katı aylık alanlar var… Fakat hepsi o kadar
değil, milyonluk arabaları kullanırlar, özel şoförleri
vardır… Sendikanın fonlarını da istedikleri gibi kullanırlar… Dolayısıyla, işçi
sınıfının çıkarını temsil etmek diye bir şey söz konusu değildir… Aslında bu
parazit unsurların çıkarı, işçi sınıfının çıkarlarıylabağdaşır değildir… Bu
taife, işçi sınıfına değil, burjuva sınıfına dahildir… Milletvekillerinden bile
daha yüksek bir gelir düzeyine sahiptirler…