Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Aralık 2021

TÜRK-İŞ veya Sendikacıları Nasıl bilirsiniz?

 

TÜRK-İŞ veya Sendikacıları Nasıl bilirsiniz? 

Fikret Başkaya 

Türk-İş genel başkanı Ergun Atalay, 1 Aralık’ta başlayacak asgari ücret görüşmeleriyle ilgili olarak, bir rakam telaffuz etmeyeceklerini, hükümetin teklifini beklediklerini söyledi… Asgari ücreti kimin, nasıl belirlediğini bildikleri için bir rakamı telaffuz etmiyorlar... Cumhuriyet döneminde, 1947 yılına kadar işçilerin sendika kurması yasaktı… Esasen her şey yasaktı… 1946 yılında Cemiyetler Kanununda yapılan bir değişiklik, dernek kurmanın önünü açtı ve 1947’den itibaren işçi sendikaları kurulmaya başladı… Gerçi sendika kurmak mümkündü ama grev ve toplu sözleşme yapmak yasaktı… Bir de işçi aidatları çok düşük belirlenmişti. O kadar ki, sendikalar kiraladıkları büroların kirasını bile ödeyemiyorlardı… Devlet yardımları işçi örgütlerini ehlileştirmenin bir aracı sayılıyordu… 

Sendikalar 1950’lerin başında bir konfederasyon çatısı altında birleşerek mücadelenin etkinliğini artırmak üzere hareket geçiyorlar. Dönemin hükümeti, konfederasyon kurulmasına başta karşı çıkıyor… Konfederasyonun devleti zora sokacağı düşünülüyor… O zaman tüm devlet kurumlarında Amerikalı uzmanların paralel büroları vardı… Bir Amerikalı uzmana danışılıyor ve uzman, “bilakis, konfederasyon kurulmasına izin verilmelidir, böylece her biriyle teker teker uğraşmaktansa, topluca denetim altında tutmak kolaylaşır” diyor… 1952’de TÜRK-İŞ Konfederasyonu kuruluyor. Ve sendikacılar bilgi ve görülerini artırmak üzere ABD’nin yolunu tutuyor… İlerleyen dönemde TÜRK-İŞ yöneticileri, Amerikan Sendikacılığının rahle-tedrisinden geçmiş sendika bürokratları oluyor… 1963’te Grev-lokavt-toplu özleşme hakkı yasalaşıyor. 1967’de TÜRK-İŞ’ten ayrılan sendikacılar Devimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kuruyorlar ve ilk defa sendikal mücadele sınıfsal bir temele oturuyor… 12 Eylül 1980 Amerikancı askerî darbe DİSK’i kapatıyor, yöneticileri hapse atılıyor… 

Darbenin ardından dönemin TÜRK-İŞ genel başkanı İbrahim Denizcier, cunta şefi Kenan Evren’e gönderdiği mesajda: “Türk‐İş topluluğu, zat‐ı devletlerinizin bildirisinde de açıkça yer aldığı üzere, ülkemizin huzuru, devletimizin bütünlüğü ve milletimizin bölünmezliğini sağlamak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimizi yönetime bütünü ile el koyma mecburiyetinde bırakan bir gerçekle karşı karşıya bırakıldığının bilinci içindedir” diyor… Ve Türk-İŞ genel sekreteri Sadık Şide, Cunta hükümetinin Sosyal Güvenlik Bakanı oluyor… TÜRK-İŞ’in İşçi sınıfının sınırlı haklarını da yok eden faşist askeri rejimin en büyük destekçisi olması asla şaşırtıcı değildir… 

TÜRK-İŞ hiçbir zaman İşçi sınıfının çıkarını savunan bir örgüt olmadı… Devletin ve sermayenin has örgütüydü ve hep öyle kaldı… Onun için neden söz ettiğini bilmek önemlidir denmiştir… Esasen Türkiye’de rejim üç sütun, üç başkanlık üzerinde duruyor: Genel Kurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türk-İş Başkanlığı… 

Asgari Ücret Komisyonu, beşi hükümet [devlet], beşi sermaye sınıfı, beşi de en büyük işçi konfederasyonu olan Türk-İş yöneticilerinden oluşuyor. Aslında 2’ye 1’lik bir güç dengesi var, zira devlet ve sermaye bir ve aynı şeydir, madalyonun iki yüzüdür. Fakat realite görünenden farklıdır. Aslında TÜRK-İŞ de işçi sınıfının çakarını savunan, onu temsil eden bir örgüt değildir.  Bidayetten itibaren devletin bir kontrol örgütüdür… Dolayısıyla, asgari ücret görüşmeleri seyirciyi oyalamaya yönelik sahte bir şovdan ibarettir… 

Türkiye’de işçi ve memur sendikalarının kahir ekseriyeti, bürokratik yozlaşmayla malûl örgütlerdir… Sözde temsil ettiklerini söyledikleri sınıfa yabancılaşmış durumdadırlar… RosaLuxemburg,:”bürokrasinin olduğu yerde her türlü canlı yaşam ölür” demişti…Elbette bunun istisnaları vardır ama istisnalar kuralı doğrulamak içindir denmiştir. Büyük Konfederasyonların ve büyük sendikaların yöneticileri arasında 30-40 bin TL’denfazla maaş alanlar çoğunluktadır… Asgari ücretin 10-15 katı aylık alanlar var… Fakat hepsi o kadar değil, milyonluk arabaları kullanırlar, özel şoförleri vardır… Sendikanın fonlarını da istedikleri gibi kullanırlar… Dolayısıyla, işçi sınıfının çıkarını temsil etmek diye bir şey söz konusu değildir… Aslında bu parazit unsurların çıkarı, işçi sınıfının çıkarlarıylabağdaşır değildir… Bu taife, işçi sınıfına değil, burjuva sınıfına dahildir… Milletvekillerinden bile daha yüksek bir gelir düzeyine sahiptirler…