Yurttaş Mı,
Tüketici Mi?
Fikret Başkaya
"Kimse özgür olduğu
yanılsamasına ikna olanlar (ya da kapılanlar) kadar umutsuzca köle
değildir."
Goethe
Yurttaş, bir ülkede yaşayan, bir nüfus cüzdanına- şimdilerde bir kimlik numarasına- sahip olan, beş yılda bir önüne konan sandığa oy atan mıdır? Eğer siyaset arenasında hiçbir etkinliği yoksa, toplumsal yaşamda hiç bir dahli yoksa, toplumun bu gününe ve geleceğine dair söyleyecek sözü, bir fikri yoksa, yasalar ve düzenlemeler gıyabında yapılıp-uygulanıyorsa, ödediği verginin hesabını soramıyorsa… hala ‘yurttaştan’ söz edilebilir mi… Kelimelerin, kavramların, bir anlamı, bir içeriği olması gerekmiyor mu? Aslında bunlar yoksa, yurttaştan değil de, tebaadan söz etmek gerekmez mi? Tebaa, bir devletin hükmü altında bulunan kimse, uyruk demek olduğuna göre…
Kanunları kim, neden, kimin hesabına yapıyor? Mesela anayasa daha baştan insanları politikanın dışına atmıyor mu? Eğer, siyaset sahnesinde kitlelerin bir dahli olsaydı, böyle anayasa ve kanunlar olur muydu? Bir de köklü bir anayasa fetişizmi var… Eğer iyi bir anayasa yapılırsa, her şeyin güzel olacağı sanılıyor… Netice itibariyle anayasa bir kağıt parçasıdır… Ne olduğu, onu kimin, neden, nasıl ve kimin hesabına yaptığındın bağımsız değildir. Onu yapanlar sizin dışınızdakilerse, ülkenin varını-yoğunu yağmalayan egemen sınıflar hesabına yapılmışsa, neyi içerdiğinin bir önemi olur mu? Onu yapanlar/yaptıranlar, istedikleri gibi de uygularlar… İstedikleri zaman da değiştirirler… Türkiye’de bu gün yürürlükteki anayasa, yerli-yabancı sermaye hesabına NATO’cu, cuntacı ordu tarafından yapıldı… O anayasa topluma politika yapma yolunu kapatıyordu, son derece geri-gerici bir metindi… Bu gün o anayasa bile ‘bol geliyor’, uygulanmıyor, neden?
Eğer “politika yapma işi” münhasıran profesyonel burjuva politikacılarının işiyse, orada demokrasiden söz edilebilir mi? Bir kere demokrasi, politikanın ne olması ve nasıl yapılması gerektiği sorusundan bağımsız değildir. Eğer toplumun yapısı, kurumları, örgütlenme tarzı ve işleyişi sorgulanabiliyorsa, sorgulanmaya açıksa, insanlar yaşadıkları topluma dair her temel sorunu tartışabiliyor, tartışmalara müdahil olabiliyorsa, politik ve sosyal kurumların yapısı ve işleyişi de dahil olmak üzere, yasalar ve yönetmelikler değiştirilebiliyorsa, toplumu oluşturan yurttaşlar, toplumsal/politik sürece gerekli olduğu her zaman ve her durumda müdahale edilebiliyorsa [itiraz, eleştiri, tartışma, öneri, karar sürecine katılma], başka türlü söylersek, toplum kendi hakkında düşünebilir ve gereğini yapabilir durumdaysa, orada politika yapmanın bir anlamı, bir değeri, velhasıl bir kıymet-i harbiyesi var demektir…
Yurttaş Değil, Tüketici…
Şimdilerde ortalama insan siyaset işini burjuva
politikacılarına ihale etmiş durumda… İnsan olmanın yerini sahip olmak almış…
Kendini sahip olduğu şeylerle tanımlıyor… Ne kadar çok şeye sahip olursa, o
kadar ‘mutlu olacağı’ saplantısına kendini kaptırmış durumda… İnsanı
insanlıktan çıkaran reklamlara göre hareket ediyor. Kapitalizm sınırsız büyüme
dinamiğine sahiptir. Her seferinde daha çok üretmek zorunluluğu var… Zira,
‘vahşi rekabet ortamında’ başka türlü yapması mümkün değildir… Kapitalistler, büyümek
veya yok olmak ikilemine hapsolmuş durumdadır… Burada durayım, bana bu
kadarı yeter diyemez… Aksi halde yarışı terk etmek, oyunun dışına itilmek
kaçınılmazdır… Lâkin, amacın hasıl olabilmesi için, üretilenin satılması
gerekir. Marksist bir kavramı kullanmak gerekirse, realizasyon [gerçekleşme]
zorunludur. Aksi halde üretmenin bir anlamı yoktur… Tabii sınırsız üretim
de “sınırsız tüketimi” varsayar… O zaman insanlara ihtiyaçları olmayan şeyleri
satmanın bir yolunu bulmak gerekir… O yol da, reklamlardan, programlanmış
eskitmeden, moda ve markadan geçiyor… İnsanlar reklamlar tarafından beyinsizleştirilip, satın alan, sürekli satın alan soytarılara
dönüştürülüyor…
Bir de otomatiğe bağlanmış tüketim var: Bayramlarda, yılbaşında, çocuk karne aldığında, sınıfı geçtiğinde, diploma aldığında, tanışma, nişan ve evlilik yıldönümlerinde, sevgililer, anneler, babalar günlerinde, yaş gününde, yılbaşında, vb… Bir tanıdığım, torununun birinci yaş gününde gelen hediyeleri açmanın bir buçuk saat sündüğünü söylemişti… Bir yaşındaki çocuk onca ‘lüzumsuz şeyi’ ne yapar… Aslında satın alma bağımlısı insanlara satın alma “mutluluğu” verdiğine göre gerisi önemli değildir… Siz her hanenin neden bir çöp fabrikasına döndüğünü sanıyorsunuz? Elbette bu söylediklerim bir yanlış anlamaya meydan vermemelidir… Zira, yeryüzünün lanetlileri o denkleme dahil değil… Onlar ‘tüketim toplumunun dışında’…Kapitalizm onların en temel ihtiyaçlarını karşılamalarını yasaklıyor! Zaten kapitalizm dahilinde başka türlü olması mümkün değildir… Açlık, yoksulluk, kötü/yetersiz beslenme, temiz suya ulaşamayan, asgari sağlık hizmeti alamayan milyarlarca insan var ve tablo her geçen gün kararmaya devam ediyor… Onların dünyası tüketim toplumu şımarıklarınınkinden farklı…
Eğer şimdilerde artık bir sürdürülemezlik tablosu ortaya
çıkmışsa, dünya yaşanmaz bir yer haline gelmişse, bunda sadece ‘sınırsız
üretim’ saçmalığının değil, ‘tüketim soytarılığının’ da payı büyük…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder