SÖYLEŞİ:
“Bildiğiniz Bir Yere Hayali Bir Yolculuk”*
Mustafa SÜTLAŞ
- S- "Kemeutopyalılar" dizisi sürecek mi?
Başbakanın günlüğünü de okuyabilecek miyiz?
Y-
Evet! Eğer uygun bir yayıncıyla karşılaşıp anlaşabilirsem “Kemeutopyalılar”
roman dizisini, başlangıçta düşündüğüm hızda sürdürmeyi istiyorum. Ancak ilk üç
kitaptan sonra, istemeye istemeye de olsa, bir süredir diziye ara verdim.
Dizinin dışında, fabl olmayan, birkaç roman yayınlamanın daha uygun olduğu
düşüncesi ağır bastı. Bu doğrultuda şu an üzerinde çalıştığım iki dosya var.
Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek, sözünü ettiğiniz, “Başbakanın varlığı inkâr
edilen günlüğü”nü ya da bir başka deyişle “Güncesi”ni de şu anda zamanını
kestiremiyor olsam da okuyacaksınız. Zaten Ambarca’da yayımlandı. Mesele uygun
bir zaman ve yayıncı bulup Türkçe’ye tercümesini gerçekleştirip yayınlamakta…
S-
Böyle bir dizi roman yazma düşüncesi aklınıza nereden geldi?
Y- Ambar’dan… Belki size komik gelecek, belki
inanmak istemeyeceksiniz ama ambardan geldi. Meşhur ambardan… Malum; insan
içerisinde yaşadığı gerçeklikten, tanık olduklarından etkileniyor. Düşünüyor.
Her insan da kendi donanımı, duyarlılıkları oranında çevresinde olup bitenlere
ilişkin bağlar, bağlantılar kuruyor. Bunları anlamaya, yeniden anlamlandırmaya
çalışıyor. Ve iş bazıları için salt bu aşamada kalmıyor. Benim için de böyle
oldu. 2008 yılında, anlamlandırmaları, teorik-politik makaleler dışında ifadeye
yöneldiğimde “Ambarya Öyküleri” ortaya çıkmaya başladı. Ancak öyküler o kadar
çok ve o kadar iç içe geçmiş bir haldeydi ki, bu işin öykülerle
sınırlanamayacağını düşündüm. Ama ötesini de nasıl yapmam gerektiğine bir türlü
karar veremiyordum. Kafamda dönüp duran, beni bir türlü rahat bırakmayan
düşüncelerle üç yıl geçti. Aslında bu süre, bir olgunlaşma dönemi, fikrin
tasarının şekillenme dönemi oldu. Üç yılın sonunda, yeni bir gezegen ve o
gezegenin içinde Ambarya fikri oluşuverince, roman dizisi de kendiliğinden
ortaya çıkıverdi. Çünkü öylesine çok malzeme var ki, yazılıp anlatılacak, sanki
gök delinmiş de yağmur olup akmakta…
S-
Dizinin ilk iki bölümünün arkasında, üçüncünün de girişinde yer verdiğiniz
tepki ve değerlendirmeler dışında nasıl tepkiler aldınız?
Y- Dizinin üç kitabına ilişkin de aldığım
tepkileri üç grupta toplamak mümkün. Bunlardan birincisi, “tamamlanmamışlık
hissi” verdiği ki bu doğru. Çünkü adı üzerinde dizi... Her biri göreli olarak
bir diğerinden bağımsızmış gibi düşünülse de, hem geniş anlamda mekân hem de
kahramanların önemli bir bölümü ortak. Bazı kahramanlar ilerleyen bölümlerde
görünmese, yenileri ortaya çıksa da, bazıları baştan itibaren varlıklarını
koruyor. Dahası ikinci ve üçüncü bölümde ortalıkta görünmeyen kahramanlardan
bazıları sonraki bölümlerde yeniden arz-ı endam eyleyecek. Önceki bölümlerde
ikincil olanlardan kimisi, daha sonraki bölümlerde başatlaşacak.
Tepki ve değerlendirmelerden ikincisi ise,
kitaplara ve bana ilişkin herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığıyla ilgili. Sanırım
kitapların siyasal niteliği ve okurun kahramanlara ilişkin algı ve
anlamlandırmaları bu değerlendirmenin temel nedeni. Aslında bunu önemli
buluyorum. İnsanların yaşananlar karşısında, farkında bile olmadan ne hale
geldiklerinin, getirildiklerinin önemli bir göstergesi. Her insan, tek tek
bireyleri aşıp topluma sirayet etmeye başlamış olan bu düşünsel algı ve
beklentiden rahatsızlık duymalı diye düşünüyorum. Öte yandan korku ve kaygının
bireysellikten çıkıp toplumsallaşmaya başlaması, sorunun çözümünün ve
panzehirinin de nerede olduğunu göstermesi açısından önemli. Elbette bu
kavranıp, düşünce, söylem ve davranışa yön veren bir bilinç kılınabilirse…
Üçüncü grup değerlendirme ve tepki ise, romanın
kahramanlarından özellikle ikisine ilişkin: Tumu ve Savcı. Şu ana kadar aldığım
değerlendirmeler, “Mehdi ve Mesih”te yer alan Tumu’nun ve “Başbakanın
Günlüğü”ndeki Savcı’nın birer roman olarak ortaya konulması doğrultusunda. Gelen
tepkilere bakılırsa, Tumu, sevilen ve ileride ne olacağı ne yapacağı beklenen bir
karakter oldu. Keza Savcı da…
S-
Bu roman dizisi içeriği itibariyle bir hayli "siyasi". Romanda bir
muhalif yaklaşım hissediliyor. Siyasi yelpazede kendinizi nerede
konumlandırıyorsunuz?
Y- Doğru! İçerik siyasal. Çünkü dizi siyasal
açıdan tasarlandı zaten. Dünyada ve toplumda yaşananlara tanık olup da
toplumsal ve siyasal olanın dışına kaçmanın doğru olmadığını düşünüyorum.
Elbette herkesin kendi tercihi ve öncelikleri vardır. Kimi tarihsele sığınır.
Kimi aşka ve erotizme… Kimi dinsel olana… Ben de insana, topluma, dünyaya
bakışım ve var olan karşısındaki duruşum gereği siyasal olanı seçtim. Bu
seçimim, daha önceki yıllardan beri yazdığım, edebiyattan eğitime, felsefeden
ekonomiye dek makale ve denemelerimde de belirgindi. Bu itibarla, siyasi
yelpazenin solunda olduğumun gizlisi saklısı yok.
Ancak bu sol, düzenin siyasal
bilinç sınırları dışındaki bir soldur. Aynı zamanda da sormaya sorgulamaya
kendini kapatmayan, dogmatizme kapılanmayan bir sol. “Amaç için her araç ve her
yol mubahtır” demediği gibi, düşünce, söylem ve davranış boyutuyla etik
tutarlılığa sahip bir sol. Kendi
dogmatik kavrayış ve anlayışını, kendi yaptıklarını sorgulamak yerine, zevahiri
kurtarmak için, “Kitlelerin üzerine ölü toprağı serpilmiştir” teranesine,
“Marksizmin bunalımı” lafzına sığınmayan bir sol.
S-
Roman karakterleri gerçek yaşamda tanıdığımız pek çok karakterle çok önemli
benzerlikler gösteriyor, onlara dair romanda atfettiğiniz kimi özellikler
nedeniyle bir "korku" ya da "kaygı" yaşadınız mı? Doğrudan
ya da dolaylı bir tehdit, resmi bir işlem veya buna yönelik bir girişim söz
konusu oldu mu? Daha da önemlisi kendi kendinize bir "oto-sansür"
uyguladınız mı?
Y- Dizinin ilk iki kitabı olan, “Mehdi ve
Mesih” ile “Lağımpaşalı” yoğun bir çalışma ve yazma süreci içinde çıktı. Dolayısıyla
romanlarla yatıp kalktığım, kendimi neredeyse duygusal ve düşünsel olarak
onlara vakfettiğim bir dönemdi. Onların dışında fazla bir şey düşünüp
hissettiğimi söyleyebilmem güç… Ancak romanları okuyan ve değerlendirmelerine
güvendiğim bazı insanların söylediklerinin başlangıçta endişelenip kaygılanmama
neden olduğunu belirtmeliyim. Bunun dışında şu ana kadar doğrudan bana
yansıyan, şimdilik, bir tehdit ya da resmi işlem söz konusu olmadı. Elbette bu
bundan sonra olmayacağı anlamına da gelmiyor. Son sorunuza gelince: Yazma
sürecinin hiçbir aşamasında oto sansür uygulamasına başvurmadım. Fabl türü
anlatıyı seçmemin önemli nedenlerinden biri de buydu zaten. Okurun ya da
birilerinin anlamlandırması ne olursa olsun, ben gerçek kişileri değil,
kahramanları farelerden oluşan bir toplumu, o toplum içindeki ilişkileri
olayları anlatıyordum ve kime neydi ki…
S-
Özellikle ana akım medya romanın ana aktörlerinden birisi, somut olay
benzerliklerinden yola çıkarak pek çok özellik, nitelik atfediyorsunuz, hatta bazılarını
çok bilinir özellikleri ve yaptıklarıyla anlatmışsınız, onlardan herhangi bir
"geri dönüş" (karşılık/tepki/tehdit) aldınız mı?
Y-Medya, yaşadığımız dünya ve toplum
gerçekliğinde çok önemli bir işleve sahip; hem siyasal ve ideolojik hem de
manipülasyonlar boyutuyla. Yalnızca bizim dünyamızda değil elbette…
Kemeutopya’da da televizyonların, gazetelerin, gazetecilerin rolü ve etkisi, ne
denli tartışmalı olsa da önemli. Hem
iktidarın onlarla ilişkisi hem de onların iktidarla ilişkisi açısından. Dahası
toplumu istenen doğrultuda düşündürmek için kullanılabildiği gibi, aydınlatma ve doğru bilgilendirme için de
kullanılabilir bir araç… Ne var ki Kemeutopya ve Ambarya’da medya patronları,
genel yayın yönetmenleri ve gazeteciler, istisnaları dışında, film setindeki
ışıkçılar gibi davranıyor: Işığı hep yönetmenin gösterilmesini istediği yere
tutuyorlar. Yönetmense malum…
Kitaplara ilişkin, bir-iki istisna dışında,
medyanın herhangi bir kesiminden herhangi bir geri dönüş almadım. Çünkü
görmediler!!! Kitap eklerinin yeni çıkanlar bölümünde bile… İstisnalarından
biri, kitaba ilişkin tanıtım yazısı yayımlayan Taraf Kitap. Keza birinin bir
yetkilisi de, kendileriyle iletişime geçen bir arkadaşa, daha kitabı bile
okumadan, “Bizimle ilgili bir şey yoksa değerlendiririz” demiş. Ne olacağını
sanıyorlarsa… Kitapta anlatılan Türkiye değil ki Ambarya…
S-
Bu dizi romanın bir "fabl" denemesi olduğunu ileri sürüyorsunuz.
"Fabl" genellikle insanlara bir mesaj ya da bir ders veren hayvan
hikâyeleridir. Siz hikâyeden çok bir roman yazmışsınız ve yaşadığımız gerçeği
görünür, derli toplu özetler ve yaşadıklarımızın nereye gidebileceğine dair
bazı çıkarımlarda bulunacak şekilde kaleme almışsınız. Üç cildi ve varsa
sonrakileri okuyan okurlarınızın bu romandan çıkarmasını istediğiniz ders
nedir?
Y- Fabl türü anlatının, yalnızca masal ve
hikâyelerle sınırlı olarak düşünülüp değerlendirilmesinin doğru olmadığı
kanısındayım. Keza G. Orwell’in “Hayvan Çiftliği”, alt başlığında “Bir Peri
Masalı” yazıyor olsa da bir roman… Mesaja gelince: Her öykü, her masal ve her
şiir gibi, türü ne olursa olsun her romanın da mesajı vardır hem de birden çok…
Bu mesaj ya da mesajlar bazen olabildiğince örtükken bazen de apaçık
kılınabilir. Siyasal romanda gösterilen şey, yazarın gösterme ve anlatım biçimi
kadar, okurun kabulleri, dünya görüşü, vb. doğrultusunda, gösterileni algılama
ve gerçeklikle bağ kurup anlamlandırma biçimi, yazardan bağımsız olarak, örtük
bir mesajın açık kılınmasına da açık bir mesajın farklı değerlendirilmesine de
neden olabilir. Çünkü gerçek ya da düşsel, düşünsel bir var olanı görme ve
gösterme biçimi kadar, onu ya da ona dair yazılanı okuyup anlama dahası
anlamlandırıp yeniden değerlendirme ve çıkarımlar yapma da farklı kabuller
temelinde şekillenmektedir. Bundan dolayı, dizinin yayınlanan kitaplarına
ilişkin, hangi dersleri çıkarması gerektiğini okura söylememin uygun olmadığını
düşünüyorum. Dahası bu doğru olmadığı gibi, okura da onun zekâsına da haksızlık
olur. Çünkü siyasal romanların mesajlarının bir çoğu örtük olsa da bir kısmı da
apaçık ortadadır zaten.
S-
Romanı bir filmin "storyboard"ı gibi okumak da mümkün, yazılı bir
roman yerine bir çizgi roman ya da gerçek bir düşsel sinema örneği olarak
gerçekleştirmeyi düşündünüz mü, böyle bir projeniz var mı?
Y- Bu soru için teşekkür ederim. Kitabı
tasarlayıp yazma sürecinde bana eşlik eden düşüncelerimin tercümanı oldunuz. Ki
bunu, yalnızca çok yakınımda olan ve dizinin oluşma sürecine tanıklık eden
birkaç arkadaşımla konuşmuş ve animasyon bir film yapılabileceği düşüncesini
paylaşmıştık. Ancak, şimdilik, salt düşünce düzeyinde kalan sözlerden öteye
geçmedi. Özellikle, “Başbakanın Günlüğü”
romanını izleyecek olan günceyi de bir karikatürist ya da çizerin çizgileri
eşliğinde, günlük bir gazetede dizi halinde yazmayı tasarlamıştım. Ancak
şimdilik bu tasarıyı gerçekleştirebilecek ilişkilerden yoksun olduğumu da
itiraf etmeliyim.
S-
Dizinin adındaki "utopya"dan yola çıkarak bu diziyi bir
"anti-utopya" olarak da nitelemek mümkün mü? Yoksa bu sözcüğün
kelimenin gerçek anlamından yola çıkarak bir eleştiriyi ortaya koymak; bu
ülkede yaşananların aslında "yok hükmünde" olduğunu belirtmek için mi
bu adı koydunuz?
Y- Düşsel, düşünsel bir gezegen ve bir ülkeden
söz edilmesi anlamında, ütopik olanı çağrıştırsa da kelimenin gerçek anlamında
bir ütopya olmadığını biliyorum. “Anti-ütopya” olarak değerlendirilmesinin de
fazlaca uygun olmadığı kanısındayım. “Kemeutopya” kelimesi, her halükarda iki
ayrı kelimenin birleşiminden oluşuyor. Birincisi, “Keme” ve “ütopya”;
kemelerin, farelerin yaşadığı bir gezegenin adı olarak düşünüldü. İkincisi ise
“Kem” ve “eutopya”; kötü bir yer olarak… Yaşananların ise “yok hükmünde”
olduğunu ise hiç mi hiç düşünmedim. Aksine değiştirilmesi dönüştürülmesi
gerektiğini düşündüm. Hem de yaşatanlara bedeli en ağır biçimde ödetilerek…
S- Romanda yazarken en çok keyif aldığınız
bölüm ya da tip hangisiydi? Neden?
Y- Dizinin ilk kitabı, “Mehdi ve Mesih”ten başlayarak
yanıtlayacak olursam, yazarken en çok keyif aldığım yer yer hüzünlendiğim
tiplerin başında, şu anda anımsadığım kadarıyla, önce Tumu geliyor. Sonra
Fistanıbol’un görevden alınan Teşkilat Müdürü Knatta Samso, Meftun-u Kâhya’nın
Doktor’u, Nihan ve elbette Mehdilik düşleri kuran Meftun-u Kâhya ile Knatta
Samso’nun yerine Teşkilat Müdürlüğüne atanan Hastun Hark. Özellikle son ikisini
yazmak oldukça keyifliydi. İkinci kitap “Lağımpaşalı” da ise başta romanın
kahramanı olan başbakan, Fistanıkara Belediye Başkanı ve turizm bakanı
tiplemeleri… “Başbakanın Günlüğü”ndeyse, yine ülkenin başbakanı, avukatlarından
Kehzaw Kahqalach ve elbette Savcı Wargah. Keza başbakana soytarılıkta yarışan
genel yayın yönetmenlerini de bunlara eklemeliyim.
“Neden?” sorunuza gelince:
Bu tiplemelerden bazıları, gözlerinde büyüttükleri iktidar ve güç sahipleri
karşısında tam bir kişiliksizlik ve tutarsızlık örneği sergileyen, vecd içinde
secde eden tipler. Aynı zamanda da fırsatını bulduklarında başkalarını kendi
konumlarına düşürmeye çalışan tipler. Hepsi de, kendisini dev aynasında görme
yanılsamasına kapıldığında bile, kendi değerini kendisinden başlatamayan ilinek
kişilikler. Kendilerini ve karşılarındaki kişileri değeri ve değerleriyle kişi
bütünlüğüne sahip biri olarak değil, aksine statüleri ve iktidara yakınlığı ya
da uzaklığına göre değerlendiren tipler. Bu halleriyle yer yer komik ve
acınacak duruma düşmelerine rağmen kof bir böbürlenme düşünce, söylem ve
davranışına sahipler. Kendilerini “Efendi” sandıklarında bile bu konumlarını
daha büyük bir “Efendi”ye boyun eğişlerine borçlular. Tumu, Savcı Wargah gibi
tipler ise doğru ya da yanlış kendi ilkeleriyle tutarlı bir yaşam sürmeye
çalışıyor, gerektiğinde doğruları için eğilmektense kırılmayı göze alıyorlar. Doktor
ve Knatta Samso tiplemeleri ise önemli bir dönem itaat etmiş olsalar da belli
bir noktadan sonra sormaya sorgulamaya girişenlere örnek…