Öğretmenevi
Skandalı, Diyarbakır MEM ve Mahir Müfettişler-2
Atalay Girgin*
Serkan Nasıl Kurtulur?
Biliyorum.
Bu ara başlık birazcık “Asiye Nasıl Kurtulur?”a benzedi. Ama olsun. Herhangi
bir mahzur yok efendim. Biz, “Bilin bakalım, bu yazının altında kimin imzası
vardır?” sorumuzu anımsatarak, kaldığımız yerden devam edelim…
Yazının
altında kimin imzası olduğunu bilebildiniz mi ya da yakini bir tahminde
bulunabildiniz mi, bilemiyorum. Ancak, iddialara göre; doğrudan ve yalnızca
Serkan Batur’u kurtarmaya dönük hazırlanmış yazının altında, bakan adına, yani
Ziya Selçuk adına bir imza vardır. Belki de bu durumdan Ziya Selçuk bile
haberdar değildir.
Lakin
bu yazı başlangıçta umutlarını pekiştirse de dertlerine derman olamaz
kahramanlarımızın. Çünkü yazının gereğini yaptırabilecekleri ve davulu boynuna
asıp, tokmağı ellerine alabilecekleri, sorumluluğu da sırtına yıkabilecekleri
bir merci ve kişi yoktur ortada.
Bu işi yapabileceklerden biri olan ve malum zerzevatların kendisine ilişkin umut besledikleri Vali Karaloğlu, kararlılık bildiren ve yaptırım gerektiren bir talepte bulunmaz. Arada sırada ve aklına geldikçe, dilinin ucuyla, olsa da olur olmasa da dercesine şifai sözler eder yalnızca.
O
an ki Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer ise iddialara göre daha
temel ve ilkesel bir gerekçe öne sürer, yazının gereğini yapmama konusunda: Haklarında
adli kontrol şartı konularak salıverilmiş ve açığa alınmış olanlardan herhangi
biri hakkında, dosyadan ayrıştırılarak, ona ilişkin özel bir uygulama
yapılması, hukuken uygun değildir. Haklarındaki adli kontrol şartı kalkmadan göreve
başlatılmaları da uygun değildir. Çünkü bu kişilerin tamamı aynı yolsuzluk
operasyonu kapsamındaki aynı dosyadan ve aynı ya da benzer eylem ve işlemlerden
yargılanmaktadır. Aralarında ayrım yapılamaz.
Tabir-i
caizse, İl Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer, “Ya hepsi ya hiçbiri! Adli
kontrol şartı sürerken de asla” demiştir. Hem Valilikten sözlü ve şifai talepte
bulunanlara hem de yazıyı kaleme alıp Ziya Selçuk adına imzalayanlara…
Bu
konuya ilişkin düşüncelerini almak istediğim, Bakanlık’tan bir müfettiş ise “Bu
yazıdan haberimiz var” dedikten sonra müstehzi bir biçimde gülerek şöyle devam
etti: Malum yazı, bir akrobasi harikasıdır hocam. Ama muhteva açısından hiçbir
kıymet-i harbiyesi yoktur. Beş para
etmez. Aklı başında, onurlu, makam ve mevkisini layıkıyla hak etmiş,
sallabaşını al maaşını zihniyetinde olmayan, hukuka ve mevzuata saygılı hiçbir
müfettiş böyle bir yazı kaleme almaz. Çünkü bu yazı ne Anayasanın eşitlik
ilkesini dikkate almaktadır ne de “uygulama hakkı”nı. Bunun da sebebi malumdur:
Kişiye mahsus hazırlanmış olması. Burada şunu da belirtmeliyim: Şayet bu yazıya
dayanarak birini göreve başlatıp diğerlerini başlatmayan amirler varsa onlar da
suç işlemiş olur. Velhasıl bunu kaleme alanlar birine imtiyaz sağlayalım ve
koruyalım derken, diğerlerinin de yolunu açan, emsal teşkil edecek bir iş
yapmışlardır. Ne diyeyim ki böyle başa böyle tarak!
Elbette
yalnızca yukarıdaki sözlerden ibaret değildi Bakanlık Müfettişimizin söyledikleri.
Mülakattan müfettişliğe ve MEB Teftiş Kurulu’na dek başka konulara da değindik
konuşmamızda ancak bunlara yer vermenin yeri ve sırası değil şimdilik. Bundan
dolayı konuya dönelim:
İlaç Gibi Bir Karar
İl
Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer’in bu ilkesel yaklaşımı ve tutumu elbette
kabul edilebilir değildir, hem kendilerini dev aynasında gören üst makamlarda koltuklarının
ardına sığınarak iş görenler hem de MEB merkez teşkilatındaki rant çetesi açısından.
O halde tez zamanda gereği yapılmalıdır. Çünkü Taşçıer o koltukta oturduğu
sürece istediklerini yaptıramayacaklarını kavramışlardır.
Yapılır
da… Uzun süredir Taşçıer’in uygulamalarından rahatsız olan yereldeki bazı vakıf
ve cemaatlerin, kendilerini sivil toplum
örgütü olarak takdim eyleyen malum bazı dinsel ve siyasal güç odaklarının, hatta mülki idarenin şikâyet ve talepleriyle
MEB merkez teşkilatındaki yapının talepleri çakışır. Aralarında İl Milli Eğitim
Müdürlüğü’ne kimin getirilmesi konusunda bir mutabakat olmasa da kimin görevden
alınması gerektiğine ilişkin herhangi bir anlaşmazlık yoktur.
Ve
Eylül’ün ikinci haftasında birbirlerine müjdeyi verirler. Beklenen olmuş ve
Feysel Taşçıer görevden alınmıştır. Üç dört gün sonra da Antalya İl Milli
Eğitim Müdürü Yüksel Arslan da Diyarbakır’a atanır.
Başlangıçta
iki sevinci bir arada yaşar Serkan Batur ve MEB merkez teşkilatındaki saz
arkadaşları. Hem Vali Karaloğlu’nun varlığı hem de Yüksel Arslan’ın atanmasının
ardından, Ziya Selçuk adına imzalanarak gönderilmiş olan ve masada duran
yazının gereğinin hemen yapılacağı beklentisine girerler. Lakin günler hızla
geçip gitmesine rağmen hiçbir gelişme olmaz. Günlerin geçip gidişine haftalar
eklenmek üzeredir artık… Yeniden girişimlere başlanır Ankara’da…
Ve Şehre Bir Konuk Gelir
Eylül’ün,
yerini Ekim’e bırakma anlarında şehre bir konuk gelir. Bakanlar içinde etkisiz,
saksı çiçeği kabilinden bakanlardan birinin başdanışmanı sıfatıyla… “Hangi
bakan? Hangi başdanışman?” diye sormayın şimdi. Malum başdanışmanlardan
geçilmeyen bir zamandayız. Elini sallasan başdanışmana değiyor işte… Bunu da
siz düşünün efendim!
Lakin
siz benim böyle deyişime bakmayın! Öyle zamanlardan geçiyoruz ki telefonda bile
“Başdanışman” sıfatını duyar duymaz koltuğunda doğrulup ceketinin düğmelerini
iliklemeye yeltenen onca bürokrat varken ortalıkta hiç de hafife alınır bir şey
değildir başdanışmanlık… Kolay değil öyle akıldaneler içinde bir akıldane
olmak…
Neyse
efendim… İşte bu başdanışman, iddialara göre, bir akşam Serkan Batur ve
Hüsamettin Atlı’yla (Hani şu, Teftiş Kurulu’na diye yazdıkları dilekçeleri
malum internet sitesine gönderip haber yaptıran Yenişehir İlçe Milli Eğitim
Müdürü yani..) birlikte bir tatlıcıda buluşurlar. (Fark edebileceğiniz gibi, Yunus
Memiş yalnızca Ankara’ya götürülmemekle kalmaz. Artık dış kapının mandalı
muamelesine bile layık görmedikleri için Diyarbakır’da gerçekleşen bir
buluşmaya bile çağrılmaz.)
Tatlılarını
yerken de neler yapacaklarını, nasıl bir yol izleyeceklerini konuşurlar. Bir
karara vardıktan sonra da yine iddialara göre, bu malum bakanlardan birinin
malum başdanışmanı, daha koltuğunu ısıtmaya bile fırsat bulamamış olan çiçeği
burnunda İl Milli Eğitim Müdürü Yüksel Arslan’ı arar ve uygun bir biçimde
gerekli bilgileri aktarır. Sonuç olumludur. Her konuda mutabık kalınmıştır. Artık
Serkan Batur’un göreve başlaması birkaç günlük iştir. Taş çatlasın bir haftalık
bir iş…
Yine Mahir Bir Müfettiş Zamanı
Şimdi
sıra Ankara’dan değil, Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden mahir ve uygun
bir müfettiş bulmaya gelmiştir. Dikkatinizi çekerim, artık tek başına mahir
olması yetmez müfettişin. Aynı zamanda ‘uygun’, yani ‘münasip’ de olması
gerekir. Şimdi, durduk yere “Neye münasip?” deyip de kafaları karıştırmayın,
beni de yazıyı uzatmaya zorlamayın lütfen! Başka bir deyişle, görevlendirilecek
müfettiş, istenen tarz ve içerikte rapor hazırlayacak ki Serkan Batur göreve
dönebilsin!
Vakit
yitirmeden hemen kollar sıvanır. Böylesi bir raporu yazması için birkaç
müfettiş nezdinde girişimde bulunulur. Lakin olumlu bir yanıt alınamaz bu
müfettişlerden… “Mutlaka biri olmalı” diye düşünerek arayışlarını sürdürürler.
Ve
çok geçmeden de tam istedikleri gibi hem mahir hem ‘münasip’ hem de ehil
ellerde biçimlendirilmiş mızrak misali bir müfettiş bulurlar. İstenen hedefe
istenen hızda gidecek bir müfettiş… Konuşup anlaşırlar! Konuştukça müfettişin
de tamamen duygusal nedenlerden kaynaklı motivasyonu yükselir, hedefini tam on
ikiden vurma kıvamında bir mızrak haline dönüşür. İsteneni yapacak, uygun bir
rapor hazırlayacaktır. Hazırlayacağı da en fazla bir buçuk iki sayfa bir şeydir
zaten… Birkaç saatini bile almayacaktır, ama “birkaç güne biter bu iş” diye düşünürler.
Artık saatler, günler mutlu sona doğru akmaya başlar Serkan Batur ve MEB merkez
teşkilatındaki saz arkadaşları için.
Atılması Geciken Bir İmza, İlginç
Bir Olay ve Tarih
Ancak
nedendir bilinmez, beklenen rapor bir türlü bitmez. Rapora atılması gereken
imza bir türlü atılmaz. Birkaç güne yeni birkaç günler eklenir. Yeni birkaç günlere
haftalar ama yine de hedefe fırlatılmış mızrak, orada burada oyalanmaktan öte
bir şeyler yapmaz. Kim bilir belki beklediği bir şeyler vardır. Belki de
motivasyonunu yitirmiştir. Lakin Serkan Batur ve diğerleri sabırsızlanmaktadır.
Ekim’in
üçüncü haftası da bitmek üzeredir. Mahir, ‘münasip’ ve mızrak misali iş gören
müfettişle görüşmelerinin üzerinden yaklaşık yirmi gün geçmiştir. Ve ayın 20’sini
21’ine bağlayan gece yarısı ve günün ilk saati bile dolmadan ilginç bir gelişme
yaşanır.
Serkan
Batur’un resmi değilse de gayri resmi olarak sahibi olduğu, onun kontrolünde
olduğu iddia edilen bir internet sitesinin mavi “tık”lı resmi Twitter
hesabından ardı ardına tweetler paylaşılmaya başlanır. Hedefte Gazi
Üniversitesi’nin kamuoyunda bilinen ve tanınan, kitapları da iyi satan bir
öğretim üyesi vardır. Tehdit ve şantaj kokan mesajlarda şöyle denilmektedir:
Sattığın kitapların vergisini veriyor musun? ….. ….’nın dosyasını yarın
açıyoruz! Detaylar sitemizde…
Öğretim
üyesi profesörün dosyasının “yarın” denilerek açılacağı ilan edilen tarih 22
Ekim’dir. Lakin söz konusu mesajların yayınlanmasının ardından nerede ve kimler
arasında ne oldu ve ne konuşulduysa, o “yarın”, yani 22 Ekim tarihi hiç gelmez.
Ve
Allah’ın hikmeti işte, mahir ve ‘münasip’ müfettişimiz tamamen duygusal motivasyonunu
yeniden kazanıvermiş olmalı ki mızrak misali hedefe yönelip, aynı gün imzayı
atıverir. Ve Serkan Batur da işte böyle kurtulur efendim!
****
Pardon!
Ben Ziya Selçuk adına imzayı atanın kim olduğunu söyleyecektim değil mi? Kusura
bakmayın efendim! Mualla tabii ki desem de inanmayın! Çünkü Maulla değil Ala
Ala! Hangi Ala mı? Elbette Atıf Ala! Başka kim olacaktı ki...
Peki;
Yunus Memiş’e ne mi oldu? Onu İl Disiplin Kurulu’nda sendikasıyla ilgili herkes
sattı efendim. Yalnızca Serkan Batur, Hüsamettin Atlı ve MEB merkez
teşkilatındaki çete değil! Ama eğer bu yazıyı iyi okursa, işine yarayacak çok
önemli bilgiler var. Bunları değerlendirirlerse yolsuzluktan açığa alınanların
hepsi göreve dönebilirler. Ne de olsa burası Türkiye… Benim gibi kitap
yazarsanız teklif edilen hiçbir cezanız için indirim bile yapılmaz. Ama yolsuzluk
dediğin, kamu zararı dediğin nedir ki…
*Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi
Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder