08 Aralık 2020

Öğretmenevi Skandalı, Diyarbakır MEM ve Mahir Müfettişler-2

 

Öğretmenevi Skandalı, Diyarbakır MEM ve Mahir Müfettişler-2

Atalay Girgin*

Serkan Nasıl Kurtulur?

Biliyorum. Bu ara başlık birazcık “Asiye Nasıl Kurtulur?”a benzedi. Ama olsun. Herhangi bir mahzur yok efendim. Biz, “Bilin bakalım, bu yazının altında kimin imzası vardır?” sorumuzu anımsatarak, kaldığımız yerden devam edelim…

Yazının altında kimin imzası olduğunu bilebildiniz mi ya da yakini bir tahminde bulunabildiniz mi, bilemiyorum. Ancak, iddialara göre; doğrudan ve yalnızca Serkan Batur’u kurtarmaya dönük hazırlanmış yazının altında, bakan adına, yani Ziya Selçuk adına bir imza vardır. Belki de bu durumdan Ziya Selçuk bile haberdar değildir.

Lakin bu yazı başlangıçta umutlarını pekiştirse de dertlerine derman olamaz kahramanlarımızın. Çünkü yazının gereğini yaptırabilecekleri ve davulu boynuna asıp, tokmağı ellerine alabilecekleri, sorumluluğu da sırtına yıkabilecekleri bir merci ve kişi yoktur ortada.

Bu işi yapabileceklerden biri olan ve malum zerzevatların kendisine ilişkin umut besledikleri Vali Karaloğlu, kararlılık bildiren ve yaptırım gerektiren bir talepte bulunmaz. Arada sırada ve aklına geldikçe, dilinin ucuyla, olsa da olur olmasa da dercesine şifai sözler eder yalnızca.  

 

O an ki Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer ise iddialara göre daha temel ve ilkesel bir gerekçe öne sürer, yazının gereğini yapmama konusunda: Haklarında adli kontrol şartı konularak salıverilmiş ve açığa alınmış olanlardan herhangi biri hakkında, dosyadan ayrıştırılarak, ona ilişkin özel bir uygulama yapılması, hukuken uygun değildir. Haklarındaki adli kontrol şartı kalkmadan göreve başlatılmaları da uygun değildir. Çünkü bu kişilerin tamamı aynı yolsuzluk operasyonu kapsamındaki aynı dosyadan ve aynı ya da benzer eylem ve işlemlerden yargılanmaktadır. Aralarında ayrım yapılamaz.

Tabir-i caizse, İl Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer, “Ya hepsi ya hiçbiri! Adli kontrol şartı sürerken de asla” demiştir. Hem Valilikten sözlü ve şifai talepte bulunanlara hem de yazıyı kaleme alıp Ziya Selçuk adına imzalayanlara…

Bu konuya ilişkin düşüncelerini almak istediğim, Bakanlık’tan bir müfettiş ise “Bu yazıdan haberimiz var” dedikten sonra müstehzi bir biçimde gülerek şöyle devam etti: Malum yazı, bir akrobasi harikasıdır hocam. Ama muhteva açısından hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.  Beş para etmez. Aklı başında, onurlu, makam ve mevkisini layıkıyla hak etmiş, sallabaşını al maaşını zihniyetinde olmayan, hukuka ve mevzuata saygılı hiçbir müfettiş böyle bir yazı kaleme almaz. Çünkü bu yazı ne Anayasanın eşitlik ilkesini dikkate almaktadır ne de “uygulama hakkı”nı. Bunun da sebebi malumdur: Kişiye mahsus hazırlanmış olması. Burada şunu da belirtmeliyim: Şayet bu yazıya dayanarak birini göreve başlatıp diğerlerini başlatmayan amirler varsa onlar da suç işlemiş olur. Velhasıl bunu kaleme alanlar birine imtiyaz sağlayalım ve koruyalım derken, diğerlerinin de yolunu açan, emsal teşkil edecek bir iş yapmışlardır. Ne diyeyim ki böyle başa böyle tarak!

Elbette yalnızca yukarıdaki sözlerden ibaret değildi Bakanlık Müfettişimizin söyledikleri. Mülakattan müfettişliğe ve MEB Teftiş Kurulu’na dek başka konulara da değindik konuşmamızda ancak bunlara yer vermenin yeri ve sırası değil şimdilik. Bundan dolayı konuya dönelim:

İlaç Gibi Bir Karar  

İl Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer’in bu ilkesel yaklaşımı ve tutumu elbette kabul edilebilir değildir, hem kendilerini dev aynasında gören üst makamlarda koltuklarının ardına sığınarak iş görenler hem de MEB merkez teşkilatındaki rant çetesi açısından. O halde tez zamanda gereği yapılmalıdır. Çünkü Taşçıer o koltukta oturduğu sürece istediklerini yaptıramayacaklarını kavramışlardır.

Yapılır da… Uzun süredir Taşçıer’in uygulamalarından rahatsız olan yereldeki bazı vakıf ve cemaatlerin,  kendilerini sivil toplum örgütü olarak takdim eyleyen malum bazı dinsel ve siyasal güç odaklarının,  hatta mülki idarenin şikâyet ve talepleriyle MEB merkez teşkilatındaki yapının talepleri çakışır. Aralarında İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kimin getirilmesi konusunda bir mutabakat olmasa da kimin görevden alınması gerektiğine ilişkin herhangi bir anlaşmazlık yoktur.

Ve Eylül’ün ikinci haftasında birbirlerine müjdeyi verirler. Beklenen olmuş ve Feysel Taşçıer görevden alınmıştır. Üç dört gün sonra da Antalya İl Milli Eğitim Müdürü Yüksel Arslan da Diyarbakır’a atanır.

Başlangıçta iki sevinci bir arada yaşar Serkan Batur ve MEB merkez teşkilatındaki saz arkadaşları. Hem Vali Karaloğlu’nun varlığı hem de Yüksel Arslan’ın atanmasının ardından, Ziya Selçuk adına imzalanarak gönderilmiş olan ve masada duran yazının gereğinin hemen yapılacağı beklentisine girerler. Lakin günler hızla geçip gitmesine rağmen hiçbir gelişme olmaz. Günlerin geçip gidişine haftalar eklenmek üzeredir artık… Yeniden girişimlere başlanır Ankara’da…

Ve Şehre Bir Konuk Gelir

Eylül’ün, yerini Ekim’e bırakma anlarında şehre bir konuk gelir. Bakanlar içinde etkisiz, saksı çiçeği kabilinden bakanlardan birinin başdanışmanı sıfatıyla… “Hangi bakan? Hangi başdanışman?” diye sormayın şimdi. Malum başdanışmanlardan geçilmeyen bir zamandayız. Elini sallasan başdanışmana değiyor işte… Bunu da siz düşünün efendim!

Lakin siz benim böyle deyişime bakmayın! Öyle zamanlardan geçiyoruz ki telefonda bile “Başdanışman” sıfatını duyar duymaz koltuğunda doğrulup ceketinin düğmelerini iliklemeye yeltenen onca bürokrat varken ortalıkta hiç de hafife alınır bir şey değildir başdanışmanlık… Kolay değil öyle akıldaneler içinde bir akıldane olmak…

Neyse efendim… İşte bu başdanışman, iddialara göre, bir akşam Serkan Batur ve Hüsamettin Atlı’yla (Hani şu, Teftiş Kurulu’na diye yazdıkları dilekçeleri malum internet sitesine gönderip haber yaptıran Yenişehir İlçe Milli Eğitim Müdürü yani..) birlikte bir tatlıcıda buluşurlar. (Fark edebileceğiniz gibi, Yunus Memiş yalnızca Ankara’ya götürülmemekle kalmaz. Artık dış kapının mandalı muamelesine bile layık görmedikleri için Diyarbakır’da gerçekleşen bir buluşmaya bile çağrılmaz.)

Tatlılarını yerken de neler yapacaklarını, nasıl bir yol izleyeceklerini konuşurlar. Bir karara vardıktan sonra da yine iddialara göre, bu malum bakanlardan birinin malum başdanışmanı, daha koltuğunu ısıtmaya bile fırsat bulamamış olan çiçeği burnunda İl Milli Eğitim Müdürü Yüksel Arslan’ı arar ve uygun bir biçimde gerekli bilgileri aktarır. Sonuç olumludur. Her konuda mutabık kalınmıştır. Artık Serkan Batur’un göreve başlaması birkaç günlük iştir. Taş çatlasın bir haftalık bir iş…

Yine Mahir Bir Müfettiş Zamanı

Şimdi sıra Ankara’dan değil, Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden mahir ve uygun bir müfettiş bulmaya gelmiştir. Dikkatinizi çekerim, artık tek başına mahir olması yetmez müfettişin. Aynı zamanda ‘uygun’, yani ‘münasip’ de olması gerekir. Şimdi, durduk yere “Neye münasip?” deyip de kafaları karıştırmayın, beni de yazıyı uzatmaya zorlamayın lütfen! Başka bir deyişle, görevlendirilecek müfettiş, istenen tarz ve içerikte rapor hazırlayacak ki Serkan Batur göreve dönebilsin!

Vakit yitirmeden hemen kollar sıvanır. Böylesi bir raporu yazması için birkaç müfettiş nezdinde girişimde bulunulur. Lakin olumlu bir yanıt alınamaz bu müfettişlerden… “Mutlaka biri olmalı” diye düşünerek arayışlarını sürdürürler.

Ve çok geçmeden de tam istedikleri gibi hem mahir hem ‘münasip’ hem de ehil ellerde biçimlendirilmiş mızrak misali bir müfettiş bulurlar. İstenen hedefe istenen hızda gidecek bir müfettiş… Konuşup anlaşırlar! Konuştukça müfettişin de tamamen duygusal nedenlerden kaynaklı motivasyonu yükselir, hedefini tam on ikiden vurma kıvamında bir mızrak haline dönüşür. İsteneni yapacak, uygun bir rapor hazırlayacaktır. Hazırlayacağı da en fazla bir buçuk iki sayfa bir şeydir zaten… Birkaç saatini bile almayacaktır, ama “birkaç güne biter bu iş” diye düşünürler. Artık saatler, günler mutlu sona doğru akmaya başlar Serkan Batur ve MEB merkez teşkilatındaki saz arkadaşları için.

Atılması Geciken Bir İmza, İlginç Bir Olay ve Tarih

Ancak nedendir bilinmez, beklenen rapor bir türlü bitmez. Rapora atılması gereken imza bir türlü atılmaz. Birkaç güne yeni birkaç günler eklenir. Yeni birkaç günlere haftalar ama yine de hedefe fırlatılmış mızrak, orada burada oyalanmaktan öte bir şeyler yapmaz. Kim bilir belki beklediği bir şeyler vardır. Belki de motivasyonunu yitirmiştir. Lakin Serkan Batur ve diğerleri sabırsızlanmaktadır.

Ekim’in üçüncü haftası da bitmek üzeredir. Mahir, ‘münasip’ ve mızrak misali iş gören müfettişle görüşmelerinin üzerinden yaklaşık yirmi gün geçmiştir. Ve ayın 20’sini 21’ine bağlayan gece yarısı ve günün ilk saati bile dolmadan ilginç bir gelişme yaşanır.

Serkan Batur’un resmi değilse de gayri resmi olarak sahibi olduğu, onun kontrolünde olduğu iddia edilen bir internet sitesinin mavi “tık”lı resmi Twitter hesabından ardı ardına tweetler paylaşılmaya başlanır. Hedefte Gazi Üniversitesi’nin kamuoyunda bilinen ve tanınan, kitapları da iyi satan bir öğretim üyesi vardır. Tehdit ve şantaj kokan mesajlarda şöyle denilmektedir: Sattığın kitapların vergisini veriyor musun? ….. ….’nın dosyasını yarın açıyoruz! Detaylar sitemizde…

Öğretim üyesi profesörün dosyasının “yarın” denilerek açılacağı ilan edilen tarih 22 Ekim’dir. Lakin söz konusu mesajların yayınlanmasının ardından nerede ve kimler arasında ne oldu ve ne konuşulduysa, o “yarın”, yani 22 Ekim tarihi hiç gelmez.

Ve Allah’ın hikmeti işte, mahir ve ‘münasip’ müfettişimiz tamamen duygusal motivasyonunu yeniden kazanıvermiş olmalı ki mızrak misali hedefe yönelip, aynı gün imzayı atıverir. Ve Serkan Batur da işte böyle kurtulur efendim!

****

Pardon! Ben Ziya Selçuk adına imzayı atanın kim olduğunu söyleyecektim değil mi? Kusura bakmayın efendim! Mualla tabii ki desem de inanmayın! Çünkü Maulla değil Ala Ala! Hangi Ala mı? Elbette Atıf Ala! Başka kim olacaktı ki...

Peki; Yunus Memiş’e ne mi oldu? Onu İl Disiplin Kurulu’nda sendikasıyla ilgili herkes sattı efendim. Yalnızca Serkan Batur, Hüsamettin Atlı ve MEB merkez teşkilatındaki çete değil! Ama eğer bu yazıyı iyi okursa, işine yarayacak çok önemli bilgiler var. Bunları değerlendirirlerse yolsuzluktan açığa alınanların hepsi göreve dönebilirler. Ne de olsa burası Türkiye… Benim gibi kitap yazarsanız teklif edilen hiçbir cezanız için indirim bile yapılmaz. Ama yolsuzluk dediğin, kamu zararı dediğin nedir ki…



*Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

 

Hiç yorum yok: