25 Haziran 2024

"ŞU HERGELE DÜNYADA"N ŞİİRLER - I-

 

GELDİ ÖLÜM DE… 

Halı çırpar gibi balkondan

yetişir gibi otobüse tam saatinde

         öylesine basitçe geldi ölüm de.

 

Kapıyı çarpıp çıkar gibi

yastık yüzü diker gibi,

kaybeder gibi terliğin tekini de

öylesine sade

                  geldi ölüm de.

 

Öylesine rahat,

öyle rastgele,

unutmuş bir şeyini gidecek hemen

                   elleri ceplerinde

öyle teklifsiz, öyle pespembe

konması gibi bir saksağanın

            sıkılıp yere

öyle geldi

 durduk yerde ölüm de

 

‘Yuvarlanıp gidiyoruz  işte’ der gibi,

üşüyüp ceketini giyer gibi,

O sonsuz maviliği özler gibi

                     simsiyah bir gecede

öylesine kaygısız

            geldi ölüm de

 

Sallanması gibi rüzgarda akasyanın

kedinin öbür kediden kaçması,

bahçe kapısının kapanması gibi

                             akşam üstünde

öylesine hafifçe geldi

                              ölüm de.

 

Sanki göz seğirmesi,

sanki şiirin iki dize teklemesi

kristal bir aynanın yere düşmesi

                          her şeyi tam gördüğünde

öylesine kolayca

                    geldi ölüm de.

 

Öpücük gibi güzelce,

uzaklara gider gibi el ele,

bir daha kanar gibi hep aynı yalana

gezip dolana dolana

ürkek bir yolcu gibi odana

o koyu sessizliğinde

                usulca geldi ölüm de

 

Balkondan aşağı bakar gibi,

elinle yüreğini tutar gibi,

 

yapayalnız yatar gibi,

 için için ağlar gibi

        burnunu yastığa gömüp de

      -tüm beklediklerinin yerine-

öylesine apansız

   geldi ölüm de…

                                                                         Gülseren Kayın Öker

 

 

08 Mayıs 2024

Şeylerin Gerçeğiyle Yüzleşebilmek!

 

Şeylerin Gerçeğiyle Yüzleşebilmek! 

Fikret Başkaya 

“Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyor diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem da alçaktır. Bir adamın ‘benden başka herkes aldanıyor’ demesi güç şüphesiz ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?”.

                                                                                      Daniel de Feo

 

Bu gazeteleri okuyarak, bu televizyonları izleyerek, bu uzmanları dinleyerek, bu dünyanın gerçeğiyle yüzleşmek mümkün değil… Boşuna ‘neden söz ettiğini bilmek önemlidir’ denmemiştir… Şeylerin gerçeğiyle, şeylere dair anlayış-kavrayış arasında derin bir uyumsuzluk var. 

Paradigmayı radikal olarak değiştirmek gerekiyor zira bu aracın bu rotada yol alması artık mümkün değil… Başka türlü söylersek, radikal bir ideolojik-entelektüel kopuşa, zihinsel bir devrime, silkinmeye, ihtiyaç var. Geç kalınırsa da geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir… 

BİLİM FELSEFESİ

 

“BİLİM FELSEFESİ (Kısa Bir Giriş)”

                                                  Dr. Halit Suiçmez (yazar, iktisatçı)

 

Bilim felsefesi, felsefenin temel alt bölümlerinden biridir.

Bilimin ne olduğunu ortaya koymaya çalışır.

Bilime felsefeyle bakmak söz konusudur.

Bir şeyin felsefesini yapmak, onun özünü konuşmaktır.

Atalay Girgin’in deyimiyle; “…felsefeyle bakmak, …onun, yani nesne kılınanın neliği ve gerçekliğini de ortaya koymak demektir…”(Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Kİ, Dorlion Yayınları,1. Baskı, Ağustos 2019, s.67)

Bilimin neliği ve gerçekliği üzerine düşünmek, düşlemek, araştırmak, yazmak, konuşmak, değerlendirmek..

Bilimsel kuramın özgül yapısını, bilimsel yöntemin anlamını, bilimsel bilgiyi bilimsel olmayan bilgilerden ayıran ölçütleri, bilimin gelişimini, bilimin konumu-gelişimi ve iç yapısını değerlendiren, bunu kuramsal olarak ortaya çıkarmaya çalışan felsefenin bir alt bölümüdür.

Bilim felsefecileri her iki alanda da yer alırlar, hem bilim hem de felsefe alanında.

Başlangıçta bilim, felsefe içinde yer almıştır.

Filozoflar aynı anda bilim insanlarıydılar.

Aristo Fizik’i ve Metafizik’i yazarak bunun bir örneğini vermiştir.

Zaman içinde bilimler felsefeden özerkleşip, bağımsızlaştılar, uzmanlaştılar. Önce doğa bilimleri, sonra da sosyal bilimler ayrıştı.

Ama yine de bilimin felsefeyle ilişkisi devam etti ve hiç bitmeyecek.

Bilim felsefesine ilişkin metinler Aristo’dan başlayıp sürmüştür.

Temel incelemeler olarak, Bacon, Descartes(Metot Üzerine Konuşma), Newton(Felsefi Akıl Yürütmenin Kuralları)’un yazılarını öncü klasik metinler diye alabiliriz. 20.yüzyıldan sonra tamamen kapsamlı ve özerk bir bölüm olmuştur.

19.yüzyılın son çeyreğinden itibaren bilimin ilkelerinde değişimler görüldü.

Bilimsel bir gelişme olarak Kuantum fiziği bazı kuramsal sorunları getirdi. Ve 1960’lardan itibaren bilim felsefesi güncellik kazandı.

İki ilke çelişir durumdaydı, nedensellik ile belirsizlik..

Bu dönemde Popper, Kuhn, Lakatos ve Feyerabend gibi ünlü ve etkili bilim felsefecilerinin çalışmaları öne geçmeye başlamıştır.

Bilim Felsefesinde bilimin kendisi felsefenin konusu olmaktadır.

Bilim ile felsefe her zaman etkileşim içindedir.

Bilim felsefesi, bilimin kendi niteliği ve anlamı üzerine, felsefenin kuramsal çalışmalarını ortaya koyar.

Bilim hakkında felsefe ne söyler, işte budur konu.

02 Ocak 2024

‘Bakan’dan İtiraf: Milli Eğitim Gayrı Milli

                       ‘Bakan’dan İtiraf: Milli Eğitim Gayrı Milli

Atalay Girgin*

Ne Ziya Selçuk çare olabilmişti Recep Tayyip Erdoğan’ın “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” çığlığına ne de Mahmut Özer…

İlki “2023 Eğitim Vizyon Belgesi”yle sahne aldığı Milli Eğitim Bakanlığı koltuğundan affını isteyip, cebinde aynı belgeyle derk-i diyar eylemişti. İkincisini ise hiç sormayın. MEB’de yapmasına icazet verilen birkaç tesviye ve tasfiye hareketinden sonra “vekil” sıfatıyla bir kenara alınıvermişti.

Sonunda, özel mi özel bir kararnameyle kendisine ayrıcalık tanınarak önce ‘Harika Rektör’sıfatı verilen sonra da Milli Bakanlığı koltuğuna oturtulan Yusuf Tekin yetişti, Recep Tayyip Erdoğan’ın çığlığına…  

İşte Milli Eğitim ‘Bakan’ı koltuğunda oturan o Yusuf Tekin, katıldığı bir televizyon programında “Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın 1921 yılında Maarif Kongresi'ni açarken müfredatla ilgili söylediği sözleri” aktararak ve ona atıfla "Biz yerli ve millî bir müfredat, milletin karakteriyle fıtratıyla uyumlu bir müfredat çalışmasının içerisindeyiz."1 dedi.

‘Bakan’dan İtiraf

Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1921 yılında Osmanlı dönemi eğitimine ilişkin söylediklerini, zamanından, mekânından ve nesnesinden kopararak günümüze taşıyan Milli Eğitim ‘Bakan’ı Tekin, öyle bir söz söyledi ki tam evlere şenlik… Tabiri caizse “Merd-i Kıpti secaat eylerken sirkatin söyler” cinsinden…

22 Kasım 2023

Terörü ve Teröristi Nasıl Bilirsiniz?

                                Terörü ve Teröristi Nasıl Bilirsiniz? (1) 

Fikret Başkaya 

                                      Bu insanlığın bir parçası olmaktan utanıyorum.

                                                                     Ramallahlı (Filistin) bir kadın 

Aslında yazının başlığı, “Neyin terör, kimin terörist olduğuna kim karar veriyor” da olabilirdi…  7 Ekim’den beri Filistin’de yaşananlar, ‘Batı Medeniyeti’, ‘Uluslararası Toplum’ denilen hakkında biraz kafa yormayı gerektirmiyor mu? Elbette Filistin halkının maruz kaldığı devlet terörü sadece 38 günlük değil, 75 yıllık bir sorun. 

Terör, sivil insanlara yönelik şiddet ama nüanse edilmesi gerekiyor zira evrensel kabul görmüş bir ‘terör’ tanımı yok. Aslında terörizm bir retorik silahı ki, hasmın “meşruiyetini” ortadan kaldırıyor. Birinin terör saydığını başkası saymıyor… İşgalciye, sömürgeciye karşı mücadele eden bir örgüt, işgalci, sömürgeci devlet tarafından ‘terörist’ sayılıp lânetleniyor. Bir dönemde terör örgütü sayılan başka dönemde meşru muhatap saylıyor ki, bu konuda çok sayıda örnek var… Tam bir ABD-Suudi Arabistan-Pakistan ortak yapımı olan Taliban, Sovyetler Birliğine karşı savaştırılırken, “özgürlük savaşçıları” sayılıyordu… Daha sonra Katli vacip terörist sayıldı, üstelik Afganistan’ı işgal etmenin gerekçesi de yapıldı… 

Cezayir’in bağımsızlığı için mücadele eden Cezayir ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNL), İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), Afrika Ulusal Kongresi (ANC), sömürgeci devletler (Fransa, İngiltere) tarafından katli vacip terörist sayılıp lânetlenmişti ama barış masasına oturmak zorunlu hale gelince ‘meşru muhataplar’ sayıldılar ki, bu konuda da çok sayıda örnek var… 

Sömürgeleştirilmiş, ülkesi işgal edilmiş, dili, kültürü, kimliği inkâr edilmiş, kaynakları gasp edilmiş, aralıksız katledilen, teröre maruz kalan bir halkın, bir topluluğun işgalciye karşı mücadele etmeye hakkı yok mu? Başka bir seçeneği var mı? Eğer şeylerin gerçeğine nüfuz etmek gibi samimi bir niyetiniz, öyle bir kaygınız varsa, işe emperyalistlerin ve halk düşmanı devletin diliyle konuşmaktan vazgeçerek başlamanız gerekiyor… 

Baskıya karşı direnmek, evrensel bir haktır. Nitekim, 26 Ağustos 1789 tarihli ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin ikinci maddesinde: “Her politik toplumun amacı, insanın doğal ve dokunulmaz haklarını korumaktır. Bunlar: özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır” deniyor… 

10 Kasım 2023

Sonlu İnsanın Sonsuz Us Büyülenmesine

                         Sonlu İnsanın Sonsuz Us Büyülenmesine

                                                        İsmet Kiraz 

Sonlu insanın sonsuz us büyülenmesine

Her gün dönümünde
Taşıdık yüreğimizi zamana
Her gün dönümünde
Yakarken güneş ak bedenlerimizi
Bilincimizden başka taşıdığımız ne
Güneşe karşı ve onunla beraber
Aynada bakardık yaşlı ve genç bedenlerimize
Toprak daha uzak değildi gökyüzüne

Tanıklara

Yeryüzü ve gökyüzü arasında
Tanıklık ettik
Büyük insanlık tarihine
Gidiyorum
İzler üstünde tapınaklara
Gidiyorum
Yıkımımı gözetlemeye
Gidiyorum
Tarihin yaralı bilincine
Sıfırın tarihe düştüğü gündü belki.

Fukara tarihin şairi!
Şiirin imgesini
Kurduğu çatıda
Hep bu talan vardı

İzler üstündeki oyun

İzleyici tarihçinin şarkısıyla doluyken kulak
Öteki gezginin şarkısını duymaz olduk

Kralların gölgesine sığındı öğütler
Onların, ötekilere öfkesi
Kutsandı giz
 

06 Kasım 2023

Eğitim Bir Toplum Mühendisliğidir

 Eğitim Bir Toplum Mühendisliğidir 

Atalay Girgin*

 

Eğitim ve öğretimdeki çöküş, her yıl ağırlaşarak öylesine bir enkaza dönüştü  ki artık en sıradan velisinden, karşılarındaki öğrenciye ve kendilerine karşı saygı ve vicdani sorumluluğunu yitirmemiş eğitim yöneticisi ve öğretmenine dek herkes, bu durumdan kurtulmak için ne yapılması gerektiğine ilişkin çaresizce sorular soruyorlar.

 

Öylesine çaresizce ki hem “Hangi eğitim? Nasıl bir eğitim?” sorularından ve bunların yanıtlarından bağımsız olarak, “Eğitim şart!” diye yineliyorlar hem de sanki sağından solundan yama yapar gibi bazı değişikliklerle sorunu çözmek mümkünmüş gibi, “Eğitim ve öğretimdeki değiştirilmesi gerekenler nelerdir?” diyorlar. Ama toplumsal gerçekliğin geneline ve bunun eğitimle ilişkisine bile bakmıyorlar.

 

Varolan toplumsal gerçekliği ve onun temel bir bileşeni ve unsuru olan mevcut eğitim sorununu, neliği ve gerçekliği temelinde, olabildiğince bütünsel olarak kavramadıkça da ne sav sözler yerini buluyor ne de sorular uygun ve doğru yanıtını... Bundandan dolayı öncelikle sistematik eğitimin ve bu faaliyet sürecinde öğretmenin işlevinin ne olduğunu anlamak ve algılamak gerek. O halde kısaca değinelim...

 

Eğitim Siyasal ve İdeolojik Bir Toplum Müdendisliğidir

 

Eğitim, her toplumda varolan temel toplumsal kurumlardan biridir. Özellikle de konumuz açısından okullarda yapılan sistematik eğitim, esas olarak siyasal ve ideolojik amaçlarla, düşünüş, söyleyiş ve davranış düzeyinde düzene uygun kafalar yetiştirmek için gerçekleştirilen bir toplum mühendisliği faaliyetidir. Hem de bu eğitimi planlayan, içeriğini belirleyen, öğrencilere neyin öğretilip öğretilmeyeceğine, hangi kazanım ya da davranışların kazandırılıp  kazandırılmayacağına, kendilerinin dünde kalmış siyasal, ideolojik ve dinsel kabulleriyle karar verenlerin, egemenlerin talep ve arzuları doğrultusunda gerçekleştirilmesini sağladıkları bir faaliyet...

 

Bunun neden, nasıl, niçin ve kimler için yapıldığı sorularına değinebilir, yanıtlarını da verebiliriz elbette. Ama bu yazının daha da uzamasına neden olur. Bundan dolayı, birilerinin bir papağan misali tekrarlayıp durduğu, hamaset kokan “Toplum için, millet için, ümmet için, vatan için, Allah için, din için, iyi vatandaşlar olmaları için, vatana, millet, devlete sadık bireyler olmaları için, vb” sözlere kanmadan, bu soruların yanıtlarını kendiniz düşünün, kendiniz verin. Sizler düşünürken kaldığımız yerden ben devam edeyim...

03 Kasım 2023

Mülakat ÖĞRETMEN Seçme Sistemi Değildir

 

Mülakat Neden ÖĞRETMEN Seçme Sistemi Değildir? 

Atalay Girgin*

 

Yine mülakat tartışmaları ve yakınmaları başladı. Özellikle de önce, şahsa özel denilebilecek bir kararnameyle tek kişilik ‘Harika Rektör’ kontenjanından kendisine ayrıcalık sağlanan ve bir gecede ‘Rektör’ yapılan, sonra da ‘Bakan’ sıfatı verilip koltuğa oturtulan Yusuf Tekin’in konuya ilişkin sözlerinin ardından... Elbette Recep Tayyip Erdoğan’ın “Mülakatı kaldıracağız” dedikten sonra, bu sözlerini anımsamaz oluşunu da unutmadan... Elbette bu bir ilk değildi, ama neyse, “Burası Türkiye’dir” deyip geçelim.

 

İşte bu minval üzere, yeni bir mülakat pazarı kurulunca, eğitim camiasında birçok kişi mülakatı, “Öğretmenlerin ‘öğretmen’ diplomaları almalarına rağmen KPSS sonrası tekrar öğretmenliklerinin sorgulanması” olarak görmeye ve nitelemeye başladı. Mülakat sisteminin yeni mağduriyetlere sebep olup olmayacağını dile getirmeye, mevcut koşullara rağmen kadrolu öğretmen alımı aşamasında mağduriyet yaratmayan bir düzenlemenin nasıl mümkün olacağını sorgulamaya girişti. Elbette ‘üniversite’lerin ÖĞRETMEN yetiştirip yetiştirmediğini bile sorgulama gereği duymadan...

 

‘Üniversite’ler ÖĞRETMEN Mi Yetiştiriyor?

 

En son söylenmesi gerekeni en başta dile getirmek pahasına başlayalıyım: Herhangi bir üniversitenin herhangi bir öğretmen yetiştiren bölümünden mezun olmakla, diploma almak ya da diploma almaya hak kazanmakla hiç kimse ÖĞRETMEN olmaz. Çünkü üniversiteler, hele hele günümüz ‘üniversite’leri ÖĞRETMEN yetiştirmez. En iyi ihimalle öğretmen adayı, daha doğrusu memur ‘öğretmen adayı’ yetiştirir. Bunun birbiriyle bağlantılı birçok nedeni var elbette.

 

Ancak en başta geleni, ilk ve ortaöğretimin yanısıra üniversite eğitiminin de çökmüş olmasıdır. Dahası, duvarında ya da tabelasında “üniversite” yazan her yerin, her kurum ve kuruluşun üniversite sanılması ve onların da mezuniyeti seri imalata dönüştürmeleridir. Bu sözde üniversitelerin mezun ettikleri kişilerin çok büyük bir bölümünün entelektüel ve akademik yeterlilikleri bir yana, alan yeterlilikleri bile sorundur ki bunu anlayabilmek için mezun oldukları yıl KPSS’ye girip de sınavı kazanabilenlerin oranı ya da sayısına bakmak bile yeterlidir.


İkincisi ise öğretmenlikte “oldum” diye bir şey yoktur. Söz konusu ‘üniversite’lerin ilgili bölümlerinden diploma almak da hiç kimseye “ÖĞRETMEN oldum” deme hakkı vermez. Çünkü Öğretmenlikte “ Ben oldum” demek, “Ben öldüm” demektir. Çünkü öğretmenlik, son noktayı koyuncaya dek kendini hem alanında hem de entelektüel olarak geliştirmeyi, yenilemeyi, sorup sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi hiç bırakmamayı; doğruluğundan emin olmadığı, hele hele yanlış olduğunu bildiği hiçbir şeyi, dahası kendi inancına uygun diye herhangi bir bilgiyi öğrencilere aktarmamayı gerektiren bir süreçtir.

01 Kasım 2023

Bir İflasın Kısa Öyküsü…

 

Bir İflasın Kısa Öyküsü…

“Muasır Medeniyeti yakalayıp üstüne çıkmaktan” “Türkiye Yüzyılı’na”…

 

Fikret Başkaya

 

“Bir toplumsal formasyonun başarısı düne   göre bugün neye sahip olduğuyla değil, fakat karşı kaşıya olduğu sorunları çözebilme yeteneğiyle ölçülür”. (1)

 

“Muasır Medeniyet” denilen 500 yıldır Dünya’nın geri kalanını sömüren, yağmalayan, talan eden kolonyalist, emperyalist, kapitalist Batı’dır… Batı ile dünyanın geri kalanı (Asya, Afrika, Latin Amerika) arasındaki ilişki, sömürü, bağımlılık, hakimiyet  ilişkisidir… Dolayısıyla, sürekli olarak eşitsizlik ve hiyerarşi üreten kapitalist dünya sistemi dahilinde kalarak, Batı’yı yakalamak mümkün değildir… Esasen öyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır… Yüz yüze geldiğimiz sayısız sosyal kötülükler ve ekolojik yıkım kötü politikalardan çok, kötü sistemin eseri… 

Verili eşitsiz ilişkiler bütünü dahilinde kalarak, kendi ayakları üstünde durabilen, bir toplumsal yaşam mümkün değildir… Velhasıl, boşuna neden söz ettiğini bilmek önemlidir denmemiştir… 

Kapitalist dünya sistemi hiyerarşik, pramidal bir yapılanmadır. Pramidin tepesinde daima hegemonik kapitalist-emperyalist bir devlet bulunur… Onu ikinci, üçüncü derecedeki kapitalist-emperyalist ülkeler izler… En zenginlerden en yoksullara doğru bir yapı ve işleyiş geçerlidir… Pramidin aşağılarından yukarı doğru zenginlik transferi söz konusudur…  Birilerinin (azınlığın) zenginliği, çoğunluğun (pramidin aşağısındakilerin) yoksullaşması sayesinde mümkün oluyor… Bidayetten itibaren şımarık Batı’nın zenginliği, dünyanın geri kalanının sömürüsü, yağma ve talanı sayesinde mümkün oldu… Aynı harika şair Bertolt Brecht’in tahtarevalli şiirindeki gibi… Kapitalizm dahilinde yoksulluk üretmeden zenginlik üretmek mümkün değildir… Dolayısıyla yeryüzünün lanetlilerinin, şimdiler Güney denilen ülkelerin Batıyı yakalaması, “ilerlemesi”, “kalkınması”, onun gibi olması asla  mümkün değildir… Aslında arzulanır bir şey de olmamalıdır… Dünya’yı yaşanamaz bir yer haline getiren kolonyalist-emperyalist Batı’nın nesi sizi cezbediyor? Kolonyalist-emperyalist- ırkçı Batı gibi olmak asla mümkün de gerekli de değildir ama başka şey yapmak, başka türlü olmak da imkânsız değildir… 

Kaldı ki, eni-sonu 500 yıllık geçmişi olan kapitalizm bir sürdürülemezlikdurumu veya aynı anlama gelmek üzere bir ‘uygarlık krizi’ ortaya çıkarmış bulunuyor… Sadece ‘uygarlık krizi de değil, şimdilerde Antropocene denilen bir jeolojik çağ dönüşümünü de tetiklemiş bulunuyor… Bu, insanlığın ve uygarlığın kritik kavşağa ulaştığı demeye gelir… Velhasıl burjuva uygarlığının insanlığa telif edebileceği bir şey yok… İnsanlığın ve uygarlığın geleceği, güzel gezegenimizi yaşanamaz bir yer haline getiren kapitalizmden çıkmaya indirgenmiş bulunuyor… Ya vakitlice kapitalizmden çıkılacak ya da insanlığın ve uygarlığın bir geleceği olmayacak… 

30 Ekim 2023

“Fenomen Öğretmen”ler Yetmez Asıl MEB’e Bakın!

 

“Fenomen Öğretmen”ler Yetmez Asıl MEB’e Bakın! 

Atalay Girgin*

 

“Fenomen öğretmen”ler eğitim-öğretimde bir vakaydı. Ancak son zamanlarda “Öğretmenlerin sınıflarında video fotoğraf çekerek sosyal medyada öğrenciler üzerinden fenomen olmaları” dışında, birde “bundan para kazanma” iddiaları yeniden gündeme taşınmaya başladı. Hatta bunlar üzerine akademik makaleler bile yazıldı. Ve bunun yanı sıra  “öğrencilerin eğitimden geri kalıp kalmayacağı” da en azından birilerince sorgulanır oldu. Peki; eğitimdeki sorun “fenomen öğretmen”lerden mi ibaret? “Fenomen öğretmen”ler hedefe konulurken, eğitim-öğretimde neler gizlenmektedir?

 

“Fenomen Öğretmen”ler Sonuçtur

 

“Fenomen öğretmen”ler, daha doğrusu sosyal medya fenomeni memur ‘öğretmen’ler yalnızca bir sonuçtur. Hem mevcut eğitimin hem de mevcut ‘öğretmen’ gerçekliğinin günümüzde ne hallere düştüğünün ve düşürüldüğünün en basit göstergelerinden yalnızca biridir. Ne yazık ki eğitim ve öğretmen camiasının en tepesinden en altına dek ne eğitim ve öğretmen etiği umurundadır birilerinin ne de ilke ve değerler...

 

Sosyal medya fenomeni memur ‘öğretmen’lerin eğitim ve öğretmen etiğiyle bağdaşmayan, hatta çocuk istismarı olarak nitelenebilecek paylaşımları, bunlar üzerinden rant sağlamaları sorundur. Ancak küçücük bir düzenlemeyle, küçücük bir fiskeyle bertaraf edilebilecek bir sorun... Elbette istenirse...

 

Ne var ki bu sorun, varolan eğitim ve memur ‘öğretmen’ sorunundan bağımsız ve onun dışında değildir. Neşterin vurulması gereken asıl yer burasıdır. Tek başına sosyal medya fenomenine dönüşen memur ‘öğretmen’lere ilişkin tedbir almak asıl sorunu ortadan kaldırılamaz.