Eğitime
Yakışmayan Sadece MEB’de ‘Bakan’ Olur!
Atalay
Girgin*
Mahmut Özer’in Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasının hemen ardından tartışmalar ve sorular başladı. Kimi “Gelen gideni aratır mı?” diyor, kimi “Ziya Selçuk’un günahı neydi?” Kimileri MEB’de yaşanan hesaplaşmada yitireceği kadroların derdinde… Başka birileri de eskilerinin yanına hangi yeni kadroları ekleyeceğinin…
Ve
bu minval üzre birileri, “Ziya Hoca’nın esas günahı sistemli kurallı kaideli
bir yönetim gerçekleştirme çabasıydı. Sistemi, kural kaideyi, düzeni ve nizamı
istemeyen çıkar çevreleri ve menfaat
çeteleri şimdilik başarmış görünse de umudumuz o dur ki yeni Bakan bir
Anadolu evladı olarak devletin tahrip edilmesine müsaade etmeyecektir” diyerek
sürdürüyorlar sözlerini…
Öyle
zekiler ki hem gidenin giderayak kendileri için yaptığı “kıyak” atamalar karşısında
şükranlarını sunuyorlar, hem de “Anadolu evladı” nitelemesiyle Mahmut Özer’e
göz kırpıyorlar. Dahası Ziya Selçuk’u “çıkar çevreleri ve menfaat çeteleri”nin
götürdüğünü, dolaylı bir biçimde de Mahmut Özer’i onların getirdiğini söylemeyi
ihmal etmeden…
Lakin
atayanlar gibi, söz konusu kesimler de Mahmut Özer’in eğitime yakışan bir bakan
olup olmadığını sorgulamıyor, bununla da ilgilenmiyorlar. Hatta eğitime yakışan
bir bakan ile MEB’e yakışan bir bakan arasında fark olup olmadığıyla da… Çünkü
daha önce de söylediğimiz gibi, ucunda rant ve koltuk yoksa, bunlar için eğitim,
dertler sıralamasında bir dert bile değildir.
Oysa ikisinin arasında öyle farklar var ki… O halde başlayalım: MEB’e yakışan her bakan eğitime yakışır mı? Ya da eğitime yakışan her bakan MEB’e yakışır mı?
Önce Eğitime Yakışan Bakan
Eğitime
yakışan bir bakan, her şeyden önce düşünüşü, söyleyişi ve eyleyişiyle başta
öğretmen ve öğrenciler olmak üzere, eğitimin tüm bileşenlerine rol modellik
yaptığını bir an için bile aklından çıkarmayan, bunu asla unutmayan ve buna
uygun yaşayan bir insandır. Dahası hem alana dönük bilgi birikimi hem de
entelektüel kapasitesiyle bu bileşenlere ışık saçabilen bir insan…
Yaşamının
her alanında etik tutarlılığa sahip; ahlâkı ve etik değerleri, “ahlâk telakkisi”
sözünü diline pelesenk etmek yerine, bunun gereklerini söylem ve eylemlerine
içkin kılabilen bir insan… Yani özüyle, sözüyle, davranışıyla bir ve örnek bir
insan… Toplumun dini ya da milli değer atfettiği nesne ve olayları, bunlara
ilişkin duygu ve düşüncelerini asla istismar etmeyen, bilimin ve aklın
aydınlığından da şaşmayan bir insan…
Kimin
söyleyip söylemediğine bakmaksızın, yalana “yalan”, yanlışa “yanlış”, doğruya
“doğru”, yolsuzluğa “yolsuzluk”, hırsızlığa “hırsızlık”, adaletsizliğe
“adaletsizlik”, haksızlığa “haksızlık”, zulmedene “zalim”, vb diyebilen bir
insan… Toplumsal yaşamın farklı alanlarında olup bitenler karşısında “Bu
eğitimi ilgilendirmiyor” kılıfına sığınarak gözlerini kapamayan bir insan… Çünkü
doğal ya da toplumsal her olay eğitimi, eğiteni ve onun nesne/öznesi olan
öğrenciyi ilgilendirir.
Yeter
mi? Elbette yetmez. Bundan dolayıdır ki eğitime yakışan bir bakan, kendi
çocuklarını teslim etmediği öğretmenlerin eline, toplumun geri kalanının
çocuklarını da teslim etmeyen bir insandır. Ülkenin neresinde olursa olsun, kendi
çocuklarını göndermeye layık görmediği bir okula, toplumun geri kalanının da
çocuklarını mahkûm etmeyen bir insan...
Dahası;
kendi çocuklarını özel okullarda okutan hiçbir kişiye, toplumun geri
kalanlarının çocuklarının göreceği eğitim öğretimin biçimi ve içeriğinin
belirlenmesinde hiçbir yetki ve görev vermeyen bir insan… Hatta bunları devlet
okullarında yapılan eğitim öğretim faaliyetinin hiçbir yerinde tutmayan,
barındırmayan bir insan…
Aynı
zamanda, eğitime yakışan bir bakan, hangi koşullar altında olursa olsun, hiçbir
çocuğu, zihinsel ve bedensel gelişimlerine uygun olmayan eğitim öğretim
ortamlarına teslim etmeyen bir insandır.
Yeter
mi? Elbette yetmez. Eğitime yakışan bir bakan, eğitim-öğretimin hiçbir
aşamasında, toplumun geleceği olan nesillere, hangi sıfat altında sunulmuş
olursa olsun sembollere, simgelere itaat etmeme bilincini aktaran bir eğitim
anlayışına sahip olan kişidir. Çünkü yazılı ya da görsel hiçbir sembol, simge,
imge ve kavram kutsal değildir. Dahası herhangi bir nesne de…
Bunun
yanı sıra, eğitimin hangi aşamasında olursa olsun, çocuklara kavramları neliği
ve gerçekliğiyle düşünme, sorma ve sorgulama bilinci kazandıran bir eğitim
anlayışının da temsilcisidir. Keza her bilginin varlığın dününe ait olduğunu
bilerek; hem doğal hem de toplumsal gerçekliğe ait bilginin nesnesiyle birlikte
değişmek zorunda olduğunu yeni nesillere kavratan bir eğitim anlayışını egemen
kılan bir insandır. Çünkü gerçekliğe dayanan, belli bir nesne ve olaya ilişkin
hiçbir bilgi inanç konusu değildir. İnanç konusu yapılan ve yalnızca inanılması
istenen hiçbir bilgi de gerçekliğe dayanmaz.
Öte
yandan, sıfatı statüsü ne olursa olsun, kim söylerse söylesin, sorgulanıp
eleştirilemeyecek, hatta zıttı ileri sürülemeyecek hiçbir önermenin ve bilginin
olmadığı bilincini öğrencilere kazandıracak bir eğitim anlayışının da
temsilcisidir. Keza mantıksal tutarlılığa sahip her bilginin, her söylemin
doğru olmadığını kavratan bir eğitim anlayışının da… Çünkü bir bilginin
doğruluğu ya da yanlışlığı, ne onu kimin söylediğine bağlıdır ne de onun
mantıksal tutarlılığa sahip oluşuna… Aksine her doğru bilgi mantıksal kurallara
ve tutarlılığa sahip olsa da mantıksal tutarlılığa sahip her bilgi, gerçekliğe
uygun doğru bilgi değildir.
Yeter
mi? Elbette yetmez! Eğitime yakışan bir bakan, yukarıdakilerin yanı sıra,
toplumun geleceği olan nesillere, hiç kimsenin bir başkası üzerinde ekonomik,
sosyal, cinsel, dinsel, etnik, kültürel farklılıklarından dolayı herhangi bir
baskı, şiddet ve sömürü uygulamaması gerektiği bilincini aktaran eğitim
anlayışının da temsilcisi olan bir insandır. Hiç kimseye karşı sıfatından ya da
ekonomik ve sosyal statüsünden dolayı ayrıcalık ya da ayrımcılık yapılmaması
gerektiği bilincine sahip olan ve eğitim-öğretimin tüm bileşenleri nezdinde bu
anlayışı egemen kılan bir insan…
Çocukların,
gençlerin eğitimi için ayrılmış olan her kuruşu, gözünü sakınırcasına koruyup
kollayan, onun hesabını hem veren hem de soran bir insan…
Yeter
mi? Elbette yetmez. Bunları daha da uzatabilirim. Ancak gerek yok şimdilik…
Arif olan ne demek istendiğini çoktan anlamıştır zaten. İşte eğitime yakışan
böyle bir bakandır. Eğitime yakışan ise MEB’e haydi haydi yakışır.
Hem
de toplumsal çözülme ve kültürel-ahlâki çürümeni girdabında savrulurken… Hem de
tam bir çaresizlikle “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” itirafının cümle
âleme ilan edildiği, eğitim öğretimde reform sözlerinin telaffuz edildiği
günlerde, yalnızca eğitime değil, bilumum zevata iyi gelecek bir bakan… Benden
söylemesi…
Ya MEB’e Yakışan Bakan…?
Peki;
bunca sözün ardından MEB’e yakışan bakan kimdir? Sözü uzatmadan kestirmeden
vereyim yanıtı…
Eğitime
yakışan bakan bir yana, MEB’e yakışan ya da yakıştığını düşünen fiili ve
potansiyel bilcümle bakan adayı bir yana… Çünkü, cinsiyetinden bağımsız olarak;
efendi belledikleri karşısında biat ve itaati düstur belleyen, ilineğin ilineği
olmakta ve ilinekleşmekte sınır tanımayan, kulağından tutup bakanlık koltuğuna
oturtulacak her çemiş MEB’e yakışır.
Lakin
bir tek eğitime yakışmaz böyleleri... Al birini vur ötekine…
****
O
halde, yukarıda yazılanların da ışığında şimdi soralım: Sizce Mahmut Özer,
eğitime yakışan bir bakan mıdır, yoksa yalnızca MEB’e yakışan bir bakan mı?
Yanıt da karar da sizindir efendim…
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen
Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında /
Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder