02 Kasım 2020

MEB'de Ahlâki Çürüme ve "Ahlâksız Teklif"!!!

 

MEB’de Ahlâki Çürüme ve “Ahlâksız Teklif”!

Atalay Girgin*


Bir kurum olarak MEB’in, elbette bir ahlâkı yoktur. Yani MEB, tüm kurumlar ve örgütler gibi, ahlâksızlıkla kaim, ahlâk dışı bir kurumdur. Onun ahlâki bir eylemde bulunabilmesi bir yana, herhangi bir eylemde bulunması bile söz konusu değildir.

“İyi” ya da “kötü” herhangi bir ahlâki eylemde bulunanlar, statüsü ve sıfatı ne olursa olsun, MEB teşkilatının değişik birim ve kademelerinde görevli ve “şu” diye gösterilebilen, gerçek kişilerdir. Dolayısıyla MEB’i düşünüş, söyleyiş ve eyleyişleri doğrultusundaki tercih ve eylemleriyle, ilişki kurma biçimleriyle, rant peşinde koşuşlarıyla, ikiyüzlülük ve riyakârlıklarıyla ahlâki çürüme girdabına çekenler bunlardır. Ve ne yazık ki bunlar ve bunların ahlâki anlayışı ve ilişki kurma biçimi MEB’de egemendir.

Hatta MEB bürokratlarıyla düşüp kalktıkları ve bunlardan bazılarını kendi denetimleri altında tuttukları akçeli kurumların yönetim ve denetim kurullarına aldıkları halde; sözüm ona, bu süreçlerin dışındaymış gibi bir görüntü vermeye çalışan eğitim sendikalarının bazı sendikacıları bile MEB’deki bu ahlâki çürüme girdabının içindedir.

Bundan dolayıdır ki sık sık, MEB’in taşra teşkilatlarının çeteler elinde olduğunu dile getirenler, merkez teşkilatındaki rant ve koltuk çetelerine, yapılan usulsüzlüklere, muhasebe ve bütçe dışında açılan, bankalardaki döviz cinsinden vadeli ve “özel hesaplara” ilişkin tek kelime etmezler. Eğer birileri, birlikte pisledikleri havuzdan yine birlikte besleniyorlarsa, mamaları kesilmediği sürece neden konuşsunlar? Neden itiraz etsinler ki…

Ama buna rağmen, onlar ne kadar “üç maymun”u oynarlarsa oynasınlar, ahlâki çürüme girdabındaki MEB’den,  bu çürümenin göstergesi olan skandal niteliğindeki yeni bilgiler ve iddialar düşüyor gündeme.  Hem de en yetkili kişi ve birimlere ihbar niteliği taşıyan bilgi ve iddialar… Artık işin Sayıştay tespitlerinin ötesine geçerek, rant ve koltuk kavgasının yanı sıra kadın boyutunu da içeren bilgi ve iddialar… Örneğin; puanı yetmediği için atanamayan bazı ‘öğretmen’ adaylarının, özellikle sınavda ve mülakatta yeterli puanı alamayan bazı kadın ‘öğretmen’ adaylarının, kimlerle kurulan hangi tür ilişkiler, hangi “Ahlaksız Teklif”ler sonucu ve neler karşılığında atamasının yapıldığına ilişkin iddialar ve sorular… Bunlar ahlâki çürümenin nerelere ulaştığını göstermesi açısından vahim ve önemli iddialardır.

Lakin herhangi bir ülkede ve toplumda ahlâki çürüme ve ahlâki değer erozyonu, ortalıkta hiçbir şey yokken ve durduk yere peyda olmaz. Bunun toplumsal temeli vardır.

Ahlâki Çürüme Toplumsal Çözülme ve Kültürel Çürümenin Göstergesidir

Yeri ve zamanı geldikçe belirtiyorum: Bir ülkede toplumsal çözülme ve kültürel çürüme başlamışsa eğer, en tepeden en aşağıya dek, hiçbir kurum bunun dışında kalamaz. Varlığını ve etkisini özellikle ahlâki değer erozyonuyla gösteren kültürel çürüme her kuruma sirayet eder.

Yani yasamadan yargı ve yürütmeye, siyasetten ekonomiye, dinden eğitime dek aklınıza gelen ya da gelmeyen her tür kurum ve kuruluş, büyüklüğü ve etkisi oranında bu ahlâki çürümeden nasibini alır ve onu yeniden yeniden üretir. Yalnızca üretmekle de kalmaz. Aynı zamanda bunu, ilişki içerisinde olduğu toplumun ya da toplumsal grupların en küçük birimlerine kadar yayarak genelleştirir. Peki; bununla birlikte neler olur, o ülkede ve toplumda?

Yalan Geçer Akçe Olur

Böyle bir ülkede ve toplumda yalan geçer akçe olur. Yalancılık siyaset üstatlığı… En çok yalan söyleyenler; birbirlerine sövüp sayan, ağza alınmayacak küfür ve hakaretleri sıralayıp sonra da hiçbir şey olmamış gibi kırıtarak diz dize oturan, birbirine ebleh ebleh gülümseyenler; televizyon ekranlarında boy gösteren kösele yüzlü, utanmaz arlanmaz uzmanlar ve yalakalar tarafından, deneyimli devlet adamı ve pragmatik/pragmatist lider olarak takdim edilir. Bedensel ifrazatlarını bile tutamayıp altına kaçıranlar, ortalığa saçtıkları zihinsel ifrazatlarıyla, yine aynı bezirgânlar tarafından aynı ekranlardan ya da gazete köşelerinden, topluma, siyaset bilgesi ve düşünür olarak sunulur. Ve bu iki satırlık zihinsel ifrazatlar üzerine saatlerce konuşulur. Ve onlarda nice kerametler bulunur!

Hırsızlık Yolsuzluk Sıradanlaşır

Böyle bir ülkede ve toplumda rüşvet, rant, yolsuzluk, hırsızlık ve her türden usulsüzlük sıradanlaşır. Hatta iktidar mafyalaşır ve o mafyalaşıp mafya liderleriyle kol kola girdikçe, mafya itibar kazanır ve korunur. Halk hızla yoksullaşır ve bunlar siyasi iktidarın onayı, gözetimi ve denetimi altında gerçekleşir. İktidarın “hık” deyici resmi kurumları olup bitenleri meşrulaştırıcı raporlar düzenler. Sonra da tüm bunlar, kurşun askere dönüşmüş yasa koyucular aracılığıyla çıkarılan yasalar sayesinde yasal güvenceye kavuşturulur. Bunlara bulaşmayan ya da itiraz edenler ise iş bilmez, pısırık, beceriksiz olarak nitelenir. Hatta sistemin ve çarkın dışına atılır. Bazen de çarkın dişlileri arasında öğütülür. Çünkü kendileri tepeden tırnağa fosseptik çukuruna girmiş olanlar, o çukurdaki pislikten beslenenler, dışarıda kalanları, kendileri gibi olmayanları sevmezler.

Böyle bir ülkede ve toplumda birilerine biat ve itaat ederek, onların, ulufe kabilinden lütfettiği sıfatlara, statülere bürünerek, yine onların oturttuğu makam ve koltuklara kurulanlar, tez zamanda nüfuzlarını kullanarak küçük ya da büyük maddi ve manevi haz ayrıcalıklarının peşine düşerler. Ve kısa zamanda da az ya da çok bunlara erişirler. Nasıl elde edildiğinin, nasıl erişildiğinin önemi yoktur. Kiminin payına mal mülk, para pul düşer. Kiminin payına kadın… Kiminin payına ise bunların hepsi…

Bir yanda bunlar olurken, diğer yanda o ülke ve o ülkedeki toplum, kültürel çürümenin ve ahlâki değer erozyonun bataklığında her geçen gün can havliyle çırpınmaya başlar. Toplumsal ve siyasal ilişkiler, acılı ve yıkımlı da olsa, daha fazla zaman yitirmeden bir an önce kesilip atılması gereken bir kangrene dönüşür. Bu tür ilişkilerin egemen olduğu toplumsal kurum ve kuruluşlar da tez elden yıkılıp yerle yeksan eylenmesi gereken mikrop yuvalarına…  

Korunması Gereken En önemli Kurum

Böylesi bir ülke ve toplumda, kültürel çürüme ve ahlâki değer erozyonu bataklığına düşmesinden / düşürülmesinden korkulması ve kaçınılması gereken en önemli kurum, ne dindir ne siyaset… Ne yasama ve yürütme organıdır ne de yargı… Çünkü bunların tümü, toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin doruğa ulaştığı koşullarda, “Balık baştan kokar” misali, şu ya da bu biçimde, kokmaktan da öteye geçip lağıma dönüşür.

Böylesi bir ülke ve toplumda, yeniden ayağa kalkabilmek için, her türlü kültürel çürümeden ve ahlâki değer erozyonundan kıskançlıkla sakınılıp korunması gereken en önemli kurum eğitimdir. Elbette bunu başarabilmek mucize kabilinden bir iştir. Çünkü bunu başarabilmek için, her şart altında etik tutarlılığa sahip, eğitimin gerektirdiği ilkelerden ve ahlaki değerlerinden taviz vermeyen; sistemin egemenleri ve çıkar grupları karşısında kırılsa da boyun eğmeyen; bireysel ya da grupsal rant ve ayrıcalıklar peşinde koşmayan,  sağlam karakterli insanlara ihtiyaç vardır.

Yani kendisini atayanların memuruna dönüşmeyen; atanmak için yalvarıp yakarmayan; asıl sorumluluğunun genelde topluma, özelde ise karşısındaki öğrencilere olduğunu bilen ve kim söylerse söylesin yalana “yalan”, doğruya “doğru”, yanlışa “yanlış” diyebilen öğretmenlere… Ve kendisini atayanların emir eri ya da hizmetkârı olmayan eğitim yöneticilerine ihtiyaç vardır. Yani hangi ülkede ve toplumda olursa olsun, kendisini atayanlar karşısında hicapsızca topuk selamına duran Hicabilerin işi değildir bu… Velhasıl mucize kabilinden dememin nedeni hiç de boşuna değildir. Ve tam da bundan dolayıdır ki böylesi bir ülkede ve toplumda yapılması gereken, her biri bataklığa dönüşmüş kurumların reformasyonu değildir. Aksine var olanın yıkılması ve tüm sorumlularının yargılanıp cezalandırılması ve baştan aşağı yeni bir toplumsal, siyasal düzenin kurulmasıdır.

****

Düşündüğümden de uzun süren bu genel açıklama ve çıkarımların ardından, sorularla başlıktaki konu özeline ve MEB gerçekliğine dönebiliriz artık. İşte sorular: MEB’de neler oluyor? Ya da MEB’de sular neden durulmuyor? MEB’deki asıl problem nedir? Skandal niteliğindeki yeni bilgi ve iddialar nelerdir? Puanı yetmediği için atanamayan ‘öğretmen’ adaylarına, özellikle de kadın ‘öğretmen’ adaylarına “Ahlâksız Teklif” mi yapılmaktadır? Peki; bunu yapanlar varsa, bunlar kim ya da kimlerdir?

Bu soruların yanıtları ise bu yazının devamı olan “MEB’de Ahlaki Çürüme ve AhlâksızTeklif - 2” başlıklı ikinci bölümünde…



* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

 

Hiç yorum yok: