04 Eylül 2020

Ne Öğretmenlere Ziya Olabildi Ne Eğitime

 

Ne Öğretmenlere Ziya Olabildi Ne Eğitime

Atalay Girgin*

MEB’in Bakan koltuğuna oturtulduğu günden beri, kameraların karşısına geçtiği herhangi bir yerde ne kulaklarının duyduğu yalana “yalan” diyebildi, ne de gözlerinin önünde yapılan onca yanlışa “yanlış”… Ne haksızlığa “haksızlık” diyebildi, ne de adaletsizliğe “adaletsizlik”…

Hatta alenen tanık olduğu bir linç girişimini bile iki satır bir tweet mesajıyla kınayamadı. Birilerinden korktuğu için mi alenen kınayamamıştı? Yoksa gerçekleştirilen linç girişimini onayladığından mı? Bilinmez ama kınayamamıştı işte…

Oysa koltuğa oturtulduğu günlerde nasıl da heyecanlıydı. Yüzünde gülümseme eksik olmuyordu. Eğitimci olması hasebiyle hem toplumun hem de eğitim camiasındaki muhaliflerin bile önemli bir kesimi onun heyecanını paylaşırcasına kendisine sempatiyle bakıyorlardı. Kısa bir zamanda neredeyse öğretmen camiasının büyük bir kesiminin “Ziya Hoca”sına dönüşüvermişti.

30 Ağustos 2020

ONLARIN AHLÂKI ve BİZİM AHLÂKIMIZ

 

ONLARIN AHLÂKI ve BİZİM AHLÂKIMIZ

Atalay Girgin*

 

Malum şahıslardan biri (“Hangi biri hangi biri” dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü biliyorum ki sayıları bir elin parmaklarından ibaret değil!) yalan üstüne yalan söylüyor! Bir gün önce söylediğini ertesi gün unutup tam tersini yumurtluyor!

Beş vakit namaz kılmayı zerre sektirmeyen başka biri, alavere dalavereyle başkalarının paralarına, malına mülküne el koyuyor ve yüzü bile kızarmadan, “Çocuklarıma haram lokma yedirmedim” diyor.

Başka birisi, onca hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, vb. ile edinilmiş serveti “günah işleme özgürlüğü” olarak savunuyor.

Bunları gören ve bilen birileri soruyor: Müslümanlara göre yalan söylemek günah değil mi? Yolsuzluk, soysuzluk, hırsızlık yapmak, çalmak çırpmak, rüşvet almak, vb günah değil mi?

Ben düşünüyorum: Eğer Müslümanlara (ya da herhangi bir dine) göre yalan söylemek günah olsa, Müslümanlar yalan söyler mi? Ya da durmadan yalan söyleyen, söyledikleri yalanlar arşa erişen birilerinin peşinde koşar mı? Çalmak, çırpmak dâhil, hak etmediği, alnının teriyle kazanmadığı bir kuruşu bile kendi hanesine geçirir mi?

26 Ağustos 2020

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN ADI KALDI...

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin Adı Kaldı Yadigâr

Atalay Girgin*

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’ın “Bu ülkenin ne 29 Ekim’i, ne 23 Nisan’ı, ne 30 Ağustos’u ne de 10 Kasım’ı her sene uydurma bahanelerle yok sayılarak, yok edilemez. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihini zenginleştirmek, derinleştirmek, geçmişiyle kavuşturmak mümkündür; ama hepten silmeye kalkan duvara çarpar; NOKTA!” diyen tweetindeki sözlerle karşılaşınca anımsadım.

Yıllar önce, “Türkiye Cumhuriyeti Paradigması Son Kalesinde”1 başlığıyla kaleme aldığım makalenin daha giriş paragrafında şöyle yazmıştım: “Son kalesinde olan “Türkiye Cumhuriyeti” değil. Çünkü o, bugüne dek ne denli ilan edilmemiş olursa olsun, siyaset ontolojisi açısından çoktan miadını doldurmuştur.”

16 Ağustos 2020

AHLÂK ve SİYASET... Siyaset ve Ahlâk... Ahlâk nedir?

 

Ahlâklı Siyaset Ahlâksız Siyasetçi…

Atalay Girgin*

İnsan kavramlarla düşünür. Ne var ki, kavramlarla düşündüğü dek kavramları düşünmez.Kavramları neliği ve gerçekliği temelinde sorup sorgulamaz. Üzerinde fazlaca durulmasa da bu önemli bir sorundur. Hele hele toplum karşısında söz söyleyen ya da söz söyleme hakkını kendinde gören yetkili yetkisiz birilerinin, üzerine düşünüp sorgulamadığı kavramları yerli yersiz demeden kullanmaları daha da önemli bir sorundur. Çünkü kavramların hem anlamları, hem de nelik ve gerçekliklerine dair, toplum nezdindeki yanılsamayı pekiştirmektedir.


Özellikle; neredeyse ağzını her açan siyasetçinin, bir marifetmişçesine kendine muarız olduğunu düşündüğü ya da kendisine eleştiri yönelten, hatta doğru ya da yanlış bir ithamda bulunan kişilere karşı yönelttiği “Ahlâksızlık” kavramı ve yanı sıra “Ahlâksız” nitelemesi de bu türden kavramlar arasındadır. İnsanların önemli bir şey söylüyormuşçasına ve karşısındakine hakaret etme amacıyla telaffuz ettiği söz konusu kavram ve niteleme, içerikleri bir yana, daha başlangıç itibariyle, anlam açısından bile sorunludur.

10 Ağustos 2020

KAPİTALSİZ KAPİTALİSTLER KİMLERDİR?


Kapitalsiz Kapitalistler Kimlerdir?

Atalay Girgin*

“Derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar” misali yaşamayan herkes tarafından biliniyor olsa gerek: Kendi içlerindeki çelişkilere, savaşa dek varan çıkar ve egemenlik çekişmelerine, çatışmalarına, hegemonya mücadelelerine rağmen; hiyerarşik yapılanması, uluslararası, hatta yıllar geçtikçe transnasyonel (uluslarüstü-ulusötesi) bir niteliğe bürünen siyasi, askeri,  ekonomik, vb örgütlenmeleri, kurum ve kuruluşlarıyla kapitalizmin ve onun egemen sınıfı burjuvazinin, yani her dinden, her soydan ve her boydan kapitalistin hüküm sürdüğü bir Dünyada yaşıyoruz.

Ortaya çıktığı günden beri, kapitalizm, ister tek tek ülkeler bazında olsun, isterse dünyanın genelinde olsun, “evrensel bir çözücü”dür. Eşitsiz bileşik gelişimi temelindeki işleyişiyle kendisinden önce var olan tüm ekonomik, sosyal, siyasal, hukuki, kültürel, vb toplumsal yapıları kendi gelişimine ve egemen sınıflarının ihtiyaçlarına bağlı olarak bazen hızlı, bazen tedrici biçimde kendisine eklemleyerek böler, parçalar ve çözer. Elbette bu sürecin başat öznesi Dünya kapitalizmin hiyerarşik yapılanmasının en tepesinde oturanlardır. Ve bunun yanı sıra her ülkedeki yerli işbirlikçileri ile din, ulus ve etnik köken farkı gözetmeksizin pastadan kendi paylarına düşen birkaç dilim ya da kırıntılar uğruna onlar adına işgören hizmetkârlarıdır.

31 Mayıs 2020

“Evrensel Temel Gelir” Düşüncesi Kimleri Gerdi?


“Evrensel Temel Gelir” Düşüncesi Kimleri Gerdi?

Atalay Girgin*


Başlıktaki sorunun yanıtından önce, kapitalizmin,  Covid-19 salgınıyla tetiklenen ve tek tek ülkeleri aşarak, neredeyse, Dünyanın genelinde olağanüstü bir nitelik kazanan bunalımına ilişkin kısa bir girizgâhla başlayalım:

Dünya-evrensel bir sistem olan kapitalizmin toplumun geniş kesimlerini etkisi altına alan ve olağanüstü nitelikler taşıyan (Örneğin; iç savaş, salgın hastalıklar, kıtlık, hızla artan işsizlik, yaygınlaşan yoksulluk, açlık, vb gibi) toplumsal bunalım dönemleri, olağan bunalım dönemlerinde olduğundan çok daha fazla sayıda insanı arayışa yöneltir1.

30 Mart 2020

KORONAVİRÜS


Koronavirüs veya şeyleri yerli yerine koyabilmek!

Fikret Başkaya

Eski dünya ölüyor; yenisi ise henüz ufukta görünmüyor ve bu   alacakaranlıkta canavarlar ürüyor”.
Antonio Gramsci.

Atmosfer ısınıyor, ekosistem bozuluyor, ekolojik yıkıma sosyal kötülükler [ işsizlik, açlık, yoksulluk, sefalet, iğretilik…] eşlik ediyor. Toplumsal eşitsizlikler skandal boyutlara ulaşmış durumda… Artık metalaşmamış, paralılaşmamış, şeyleşmemiş, özelleştirilmemiş, soysuzlaşmamış bir şey yok! Sağlığın ve eğitimin finansmanı için yeterli kaynak ayrılmıyor. Sayıları artan yaşlılar çaresiz. Gıda sanayileri insanları ‘doyururken’ zehirliyor… Evsizler mütevazı bir konutun kirasını ödeyemez halde.Kamu hizmeti kavramı nerdeyse defterden silinmekte…Bireyler, aileler, şirketler, belediyeler, devletler borçlu… ve artık borçlar ödenebilir olmaktan çıkmış bulunuyor… Devletler münhasıran kapitalist sömürünün, yağma ve talanın hizmetinde… Fakat bir şey daha var: Bir bütün olarak ‘insanlık’ da doğaya borçlu… Zira, doğanın bir yılda ürettiği ‘yeni kaynağı’, insanlar altı ayda tüketiyor…Her geçen yıl doğaya borç büyüyor ve her yeni yılda ‘Dünya limit Aşımı Günü’ öne çekiliyor…İyi de neden böyle oldu, neden her şey sarpa sardı, neden dünya çığırından çıktı? Kapitalizm neden iflas etti…Neden genel bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıktı? Bu genel iflas tablosunun gerisinde aslında ne var?

16 Aralık 2019

ASGARİ ÜCRET 'KUMPANYASI'


Asgari Ücret ‘Kumpanya’sı
Atalay Girgin*

Her Aralık’ta bir kumpanya kurulur Ankara’da… Ve genelde dört gösterimlik bir oyun sahnelenir. Çok önemli ve değişik bir şeyler olacakmışcasına ‘kumpanya’yı yakından izleyen televizyon kameralarına, gazete ve haber ajanslarının foto muhabirlerine bol gülücüklü pozlar verilir.

Her gösterimde ilk sözü ev sahiplerinin söylediği, gerisinin aynı minval üzre bir teferruattan ibaret olduğunu anımsatan repliklerin yinelendiği, karşılıklı iltifatların ve ikramların eksik olmadığı bir oyun… Aslında, üç aşağı beş yukarı sonucun da öncesinden tahmin edilebilir olduğu, her şeyin ‘koyun pazarlığı’ mizanseninde sahnelendiği bir oyun…

Dostlar alışverişte görsün yeter! Ne de olsa can onların canı değil! Ha üç aşağı ha beş yukarı! Koyun dediğin sonunda kesilecek! Üç-beş koyun için üzmeye değer mi birbirini… Değmez tabii ki… Ve iş ‘tatlıya bağlanır’. Pazarlık dediğin nedir ki zaten? Bir kez başlanırsa üç vakte kadar sona erer. İçlerinde sözüm ona bir burukluk kalsa da işin esası anlaşmaya varmaktır. Onlar da anlaşırlar!

Alan memnun, satan memnun! Pazarlığı ve satışı, pardon anlaşmayı kolaylaştıran memnun! Gerisini satılan düşünsün! Koyun dediğin de ne diye düşünsün ki… Kader, mukadderat işte! Makûs talih! Allah’ın kaderine yazıp bir kenara koyduğunu yaşamaktan öte ne gelir ki elinden! Alınacak, satılacak, kesilecek! Kimi etinden, kimi sütünden, yününden yararlanacak! Kimi de geriye kalan kuzularından… Daha ne olsun ki altı üstü bir can!  Ömür dediğin de meleye meleye geçip gidecek sonunda! Hepi topu üç günlük dünya! Üzülmeye değer mi hiç?

Acı da olsa, işin esprisini, bu metaforik girizgâhı, bir yana bırakalım! Ve olup bitene bakalım!

14 Aralık 2019

ZİYA SELÇUK İTİRAF ETTİ!


Ziya Selçuk İtiraf Etti!
Atalay Girgin*

Dile getirilen her doğru bilgi itiraf değildir. Ancak her itiraf doğrudur. Çünkü hiçbir itiraf, nesnesine/eylemine uygun olmayan bilgi içermez. Eğer içerirse, o beyan ya da bilgi itiraf niteliği taşımaz.

Peki; Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk neyi itiraf etti?

“Aldatıldım! Allah affetsin!” mi dedi? Yüz binlerce ‘atanamayan öğretmen’, sabırsızlıkla atama takvimini ve atama sayısının açıklanmasını beklerken, bunun yapılamamasında kendi payına düşen ve yerine getiremediği sorumluluğa ilişkin hakikatleri mi dile getirdi?

Bir yanda KPSS’ye girmiş ve ‘atama bekleyen öğretmen’ler varken, KPSS’ye bile katılıp katılmadığı, katıldıysa yeterli puanı alıp almadığı belirsiz, “ücretli” olarak çalışanlardan ‘bazıları’nın (Buradaki ‘bazıları’, başta ‘atanamayan-atama bekleyen öğretmenler’ olmak üzere, herkesin “Mim” koymasını gerektirecek kadar önemlidir) “kadrolu öğretmen”liğe geçirileceğine ilişkin iddialara doğruluğundan kuşku duyulmayacak yanıtlar mı verdi?

07 Aralık 2019

Lise Felsefe Dersi De Kızağa Alındı!


Lise Felsefe Dersi De Kızağa Alındı!

Atalay Girgin*

Küçücük çocuklara Kuran Kursu, Arapça derken, zamanının geldiği düşünülen her şey adım adım gerçekleştiriliyor. Bunlardan biri de liselerde felsefe dersi… Bakalım Ziya Selçuk başka nelere paratoner kılınıp uygulama safahatına geçilecek? Sorunun yanıtını sizlere bırakıp devam edelim.

İlgilenenler bilir. Genelde eğitim, özelde ise MEB marifetiyle içeriği belirlenip okullarda gerçekleştirilen eğitim üzerine düşünen, soran, sorgulayan eğitim bilimciler, öğretmenler ve felsefeciler, “Mevcut eğitim sisteminden kurtulmak gerek”tiğini söyler. Çünkü bu sistem yama tutmaz! Pansuman tedbirler, palyatif çözümlerle iyileştirilemez. Radikal çözümlere ve değişikliklere ihtiyaç vardır.

Hatta bunu bir adım daha ileri götürüp, “Öğretmen yetiştirme ve seçme düzeni de dâhil köktenci bir biçimde değiştirmek ve yeniden düzenlemek gerek”tiğini  yazıp söylerken, mevcut eğitimin içeriğini, biçimini ve işleyişini düzenleyen ve belirleyenler, el çabukluğu marifet deyişini anımsatırcasına liselerde felsefe dersinden de kurtulmaya yönelmişlerdir.

Kamuoyuna, 2020-2021 eğitim öğretim yılından itibaren okutulmaya başlanacak “bilgi kuramı” dersine istinaden, “Felsefe derslerinin saatini liselerde dört saate çıkardık” diye açıklama yapanlar, asıl felsefe dersini, diğer felsefe grubu dersleri mantık, sosyoloji, psikoloji, demokrasi ve insan hakları, vb gibi seçme(me)li bir hale dönüştürmüşlerdir.