Ahlâklı
Siyaset Ahlâksız Siyasetçi…
Atalay
Girgin*
İnsan kavramlarla düşünür. Ne var ki, kavramlarla düşündüğü dek kavramları düşünmez.Kavramları neliği ve gerçekliği temelinde sorup sorgulamaz. Üzerinde fazlaca durulmasa da bu önemli bir sorundur. Hele hele toplum karşısında söz söyleyen ya da söz söyleme hakkını kendinde gören yetkili yetkisiz birilerinin, üzerine düşünüp sorgulamadığı kavramları yerli yersiz demeden kullanmaları daha da önemli bir sorundur. Çünkü kavramların hem anlamları, hem de nelik ve gerçekliklerine dair, toplum nezdindeki yanılsamayı pekiştirmektedir.
Özellikle;
neredeyse ağzını her açan siyasetçinin, bir marifetmişçesine kendine muarız
olduğunu düşündüğü ya da kendisine eleştiri yönelten, hatta doğru ya da yanlış
bir ithamda bulunan kişilere karşı yönelttiği “Ahlâksızlık” kavramı ve yanı
sıra “Ahlâksız” nitelemesi de bu türden kavramlar arasındadır. İnsanların
önemli bir şey söylüyormuşçasına ve karşısındakine hakaret etme amacıyla
telaffuz ettiği söz konusu kavram ve niteleme, içerikleri bir yana, daha
başlangıç itibariyle, anlam açısından bile sorunludur.
Dilbilgisinin
en temel bilgileri üzerine ahkam kesmeye gerek yok elbette ama, “-sız, -siz, vb”
eki, sonuna geldiği her kelimeye, her kavrama hem olumsuzluk hem de yoksunluk
yükler. Yoksunluk yüklenen her şeyi, yerli yersiz “insan” kavramının önüne
getirmek ya da onunla ilişkilendirmek, insanın da neliği ve gerçekliğine uygun
olmamaktan öte, onun varlığına, varoluşuna aykırıdır.
İşte
insanla bir araya getirilemeyecek, onunla ilişkilendirilemeyecek olan yoksunluk
yüklenmiş kavramlardan biri, hatta en önemlilerinden biri “ahlâksız” ve bununla
bağlantılı “ahlâksızlık”tır. Oysa kültürsüzlük ve ahlâksızlık ne genel olarak insanın,
ne de “şu” diye gösterilen bir insanın niteliğidir. Ne var ki tanık olduğumuz
gerçeklik, özellikle söylem ve anlayış düzeyinde bunun tam zıttı doğrultuda
cereyan etmektedir.
“Siyaset
ve ahlak” başlıklı yazısında, “etkin siyaset alanında bulunan bir kimsenin
ahlaksal alanı”nı, birçok unsurun yanı sıra “verdiği veya vermeye destek olduğu
kararlar” olarak belirleyen Felsefeci Prof. Dr. Yasin Ceylan, “Bu kararlar
milyonlarca insanın haklarıyla ilgiliyse, onları mutlu ya da mutsuz edecek
mahiyetteyse bu kararların sonuçları itibarıyla siyasetçi, ahlaken sorumludur.”
hükmünü veriyor.
Ceylan’ın
“ahlaksal alan”a ilişkin çizdiği çerçevenin ve ardı sıra verdiği hükmün genel
anlamda uygun ve doğru olduğunu belirtmek gerek. Ancak, bu kabullerinin
sonrasında, konuyu din, iman, günahkârlık göndermeleriyle işleyen Ceylan’ın,
sorunu, onun deyişiyle “ahlaksızlık”a daha doğru bir ifadeyle ahlâk dışılığa
bağlayışı için geçerli değildir aynı
hüküm.
Bunun
temel nedeni; ahlâkın neliğinin yanı sıra, “Kültürsüz ve ahlâksız insan var
mıdır?”, “Ahlâk ve insan ilişkisi nedir?”, “Toplumdan ve insandan bağımsız bir
ahlâk var mıdır?”, “Ahlâkın ve ahlâkî eylemin, her koşulda herkes için geçerli,
ona aşkın ve değişmez bir dayanağı ve amacı var mıdır?”, “Hangi
insanın hangi koşullardaki hangi eylemleri ahlakidir?”, “Bir eyleme birilerince
atfedilen değerin niteliği o eylemi ve sahibini ahlâksız ya da ahlâk dışı
kılabilir mi?”, “Ahlâksız insan mı vardır, yoksa eylemleri ahlâken ‘iyi’ ya da
‘kötü’ olarak değerlendirilen insan mı?”, “Etik ile ahlâk aynı şey midir?”,
“Etik tutarlılıktan yoksun olan her insanın her eylemi ahlâkîlikten yoksun
mudur?”, “Etik tutarlılıktan yoksunluk bir insanı ahlâksız kılar mı?”,
“Ahlâksızlık, ahlâkdışılık insana atfedilecek bir nitelik midir yoksa kurum ve
kuruluşlara, yasalara ve kurallara mı?”, “Ahlâkî eylem insanlara mı özgüdür,
yoksa siyaset, ekonomi, vb. olmak üzere kurumlara ve onun altında yer alan
kuruluşlara mı?” sorularının yanıtlarında saklıdır. Yukarıdaki soruların
hepsini bu yazının sınırları içerisinde yanıtlayabilmek olası değilse de
birkaçına değinmek ve kısaca yanıtlamak gerek.
Siyasetçi Kriter Olamaz
Öncelikle
şunu belirtmeliyim: Ahlâk ve siyaset, ahlâk ve siyasetçi ilişkisini
değerlendirmenin kriterini siyasetçilerin söylemlerine bakarak belirlemek
yanıltıcıdır. Hele hele de günümüzün etik tutarlılıktan zerre nasibini almamış,
sıfatına ve oturtuldukları koltuklara bakarak kendilerini bir halt sanan
siyasetçilerine bakarak değerlendirmek külliyen yanlıştır. Kamusal alanda söz
söyleme hakkını kendinde gören, dahası bu hakkı fütursuzca kullanan günümüz siyasetçilerinin,
bazen akıllarına estiğinde söyledikleri bazen de akıldanelerinin yazıp ellerine
tutuşturduğu metinlerden okudukları sözler veri alındığında ortalıkta, onlar
gibi düşünen ve eyleyenlerden başka ahlâklı siyasetçinin, hatta biraz daha genellediğinizde
ahlâklı insanın esemesine rastlamak bile mümkün değildir. Çünkü her biri
diğerine göre ahlâksızdır. Her biri diğerine göre “ahlâksızlık, edepsizlik,
şerefsizlik”le kaimdir.
Bu
durumun öncelikli nedenlerinden biri, büyük ya da küçük bir iktidar eyliyor
olmanın pervasızlığıyla düşünme, sorma, sorgulama gereğini hissetmemeleri ve
böylesi bir alışkanlıktan yoksun olmalarıdır. Bir diğer nedeni ise, birçok
başka saikin yanı sıra, hem izan ve mantık hem de entelektüel birikim ve
değerlendirme kapasitesi açısından, düşünsel derinlik ve çaptan yoksunluklarıdır.
Yukarıdaki
nedenlerin her ikisi de toplumu yöneten, sözüm ona toplum adına ve toplum için
siyaset üreten, iktidar eyleyen, iktidara aday olanların ve yasa yapanların
baştan aşağı hal-i pür melalinin göstergesidir. Birçok yasa koyucunun, zerre
utanmadan, yüzleri bile kızarmadan kendilerini listelere koyan liderler
karşısında “kurşun asker”e, dalkavuğa dönüşmeleri… Sonra da liderlerine şirin gözükmek ve
kendilerine lütfedilen koltukları kaybetmemek için yaptıkları onca
dalkavukluğa, bir yasa teklifi karşısında birbirlerine söyledikleri onca
seviyesiz söze, hakarete rağmen, dışarıya çıktıklarında, düğünde dernekte,
kolkola arz-ı endam eyleyerek gülücükler dağıtabilmeleri bundandır.
Oysa
siyasal eylem ve ahlâkîlik birbirinden ayrılamaz. Çünkü akli melekeleri yerinde
olan her insanın, toplum içinde ya da kamusal alanda, kendi iradesiyle yapmayı
ya da yapmamayı seçtiği her eylem ahlâkîdir. Bir insan olarak siyasetçi de
hangi saiklerle eyliyor olursa olsun bundan ari değildir. Sıfatı ne olursa
olsun, eğitimden dine, ekonomiden siyasete dek en az bir kişinin daha var
olduğu tüm toplumsal, kamusal alanlarda, her insan eylemi için geçerlidir bu.
Ancak eylemin ahlâkîliği, onun değerini belirlemeye yetmez. Ya da bir eyleme
atfedilen olumsuz değer onu ve eylemi yapanı ahlâksızlıkla nitelemeye…
Ahlâkî Eylemin Değeri
Ahlâk,
en genel haliyle, iyi ve kötü üzerine bir bilinç halidir. Birçok filozof,
kendilerine özgü kabullerden hareketle farklı ölçütler ileri sürse de bir
eylemin ahlâkî olarak değerlendirilebilmesinin üç temel koşulu vardır.
Bunlardan birincisi, eylemi yapanın akli melekelerinin yerinde olmasıdır.
İkincisi, eylemin toplum içerisinde, kamusal alanda yapılmasıdır. Üçüncüsü, bu
kişinin söz konusu eylemi yapmayı ya da yapmamayı kendi iradesiyle seçmesidir.
(Bu noktada karşımıza özgürlük problemi çıkmaktadır ama bunu tartışmanın yeri
şimdilik burası değil.)
Siyasetçi
olup olmamasına bakılmaksızın, “şu” diye gösterilen herhangi bir insanın,
yukarıdaki koşullara haiz olan her eylemi ahlâkîdir. Ancak eylemin ahlâkîliği,
o eylemin değerini herkes için aynı kılmayabilir. Çünkü ahlâkî eylemin değeri
dendiğinde söz konusu olan “iyi” ve “kötü” yargılarıdır.
“İyi”
ve “kötü”, ahlâkî eylemlere ilişkin değer bildirir. Bir eylemin ahlâkî değeri
söz konusu olduğunda, hangi ahlâk yasasını, hangi kararı ya da kuralı referans
alırsanız alın, çağdan çağa, toplumdan topluma, insandan insana, hatta aynı
toplum içinde ve aynı zaman ve mekân koşullarında yaşayan birey ve gruplara
göre bile “iyi” ve “kötü” değişir. Çünkü ahlâkî eylemin dayanağı kadar, o
eylemin değeri de herkes için, her koşulda aynı değildir. Birilerine göre “iyi”
olan bir eylem, başka birilerine göre “kötü” olabilir. Ancak bu durum, her iki
halde de ne o eylemi ne de o eylemi yapanı ahlâksız kılar.
Öte
yandan, etik tutarlılıktan yoksun olan, her koşulda bir ahlâk yasasına ya da
kendi içerisinde tutarlı olan ilkelere göre eylemeyen herhangi bir insan da
ahlâksız değildir. Çünkü etik tutarlılıktan yoksunluk, hiçbir insanı hiçbir
koşulda ahlâksız ve eylemini de ahlâk dışı kılmaz.
Yöntemlerin ve Kuralların Ahlâkı
Ceylan,
siyasetçi bağlamında “günahkâr ve ahlaksız” kavramlarını eşleyerek, ahlâkî
eylem düzeyinde dinsel göndermeyi pekiştiriyor. Ancak bununla da yetinmeyip
Batıda “Makyavelist”, Doğuda “şark kurnazlığı” denilen yöntem ve anlayış için
de “ahlaksızlığın ta kendisidir” hükmünü veriyor.
Oysa
ne denli yanlış olduğunu düşünseniz de, hiçbir yöntemin, kuralın, kurumun,
kuruluşun ahlâkı yoktur. En iyi ihtimalle, kendi içerisinde tutarlılığa sahip
ya da değil, kuralları, yasaları vardır. Hiçbir devlet, hükümet, hiçbir kurum
ve kuruluş, hiçbir yasa, kural, ahlâkî eylemde bulunmaz. Ahlâken “iyi” ya da
“kötü” değerini almaz. Çünkü hiçbir devletin, hükümetin, kurumun, kuruluşun,
makamın ahlâkı yoktur. Dolayısıyla toplumsal bir kurum olması anlamında
siyasetin de ahlakı yoktur.
Tam
da bu nokta; “ahlâksız” nitelemesinin ya da “ahlâksızlık” kavramının,
ahlâkdışılığı, yani ahlâkî eylemden ve ahlâkî değerlendirmelerden ari olmayı
belirtmek ve vurgulamak anlamında kullanılması uygun ve doğrudur. Ama insan
için değil. Çünkü yöntemleri kullanan, kuralları uygulayan, kurumları işleten
insanlar eylemde bulunur. Dolayısıyla eylemleri ahlâkî değerlendirme konusu
olabilecek olanlar yalnızca insanlardır.
Sözün
özü: İnsan olmak hasebiyle, “şu” diye gösterilen her siyasetçi de ister dürüst,
namuslu, etik tutarlılığa sahip, isterse iş takipçisi, yalancı, üçkağıtçı,
hırsız, lideri karşısında tam bir dalkavuk olsun, tıpkı “şu” diye gösterilen bir
din adamı, bir kadın taciri, bir uyuşturucu satıcısı, bir öğretmen, bir asker,
vb gibi ahlâkî eylemde bulunur. En az onlar kadar ahlâklıdır. Eylemlerinin
ahlâkî değeri de birilerine göre en az onlar kadar “iyi” ya da “kötü”dür. Daha
ötesi değil.
****
Sorularla
bitirelim: Düşünün bakalım: Peki; işin aslı ve hakikati buysa, bunda bir
gariplik yok mu? Ahlâktan, erdemden, namustan dürüstlükten söz eden işinde
gücünde ya da işsiz, yoksul milyonlarca insan nasıl oluyor da yalancılığı,
talancılığı, hırsızlığı tescilli liderlerin, siyasetçilerin peşinden gidiyor? Nasıl
oluyor da böylesi liderlerin, siyasetçilerin kapısında lütuf ve ulufe
dileniyor? Nasıl oluyor da böylesi liderlerden ve siyasetçilerden toplumu ve
kendilerini kurtarmalarını bekliyor? Böylesi liderlerin ve siyasetçilerin
temsilcisi olduğu kapitalist sömürü düzenini korumak için seferber oluyor, o
düzen için bekçilik yapıyor, gerektiğinde ölüyor ya da öldürüyor? Neden?
Peki;
bu sorulara bir yanıtı olan var mı?
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı
Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder