Marx Neden Ateist Değildi?
Andy Blunden
Yazıya attığım başlık kimilerine şaşırtıcı gelebilir, ancak Marx, 23 yaşından itibaren, kendisini ateist olarak nitelemeyen bir kişiydi esasında. Onun dine yönelik tavrı da çok açık değildi, felsefî materyalizme yönelik tavrı ise herkesçe yanlış yorumlanmıştı. Bu noktada yazıya başlamadan önce aydınlatıcı bir izahata girişmek gerekiyor.
İzahatın ilk noktası şu:
elbette ben, Marx’ın dindar olduğunu ya da teist ideolojiye sempati duyduğunu
iddia etmiyorum. O aslında Tanrı’nın varlığını reddetmenin de ötesine gidiyor.
Dolayısıyla esasta ben,
Marx’ın agnostik olduğunu da iddia ediyor değilim. Agnostisizm, en iyi hâliyle,
Tanrı’nın varlığını tersyüz ettikten sonra, dini tecrübe eden bir tür aptallık
pratiğidir.
Sonuçta benim ateizmden
kastım, varlığı inkâr edilen Tanrı’nın ahlâkî varoluş için iyilikler yapan ve
her hareketi gözetleyen çocuksu antropomorfik Tanrı anlayışlarıyla bir ilişkisi
yok. Bu tarz bir anlayış, yüzlerce yıl önce ciddi teoloji çalışmalarından
kovuldu ve sadece felsefece muhafaza edildi, uzun zamandır da cahillerin
avutulması ile çocukların disiplini için kullanılıyor.
Bu tarz bir Tanrı’nın
varlığını inkâr etmekle kendisini sınırlı tutan bir ateizm, değersizdir. Benim
bahsini ettiğim ateizm ise deist, müdahaleci olmayan, hareket ettirici ya da
Spinozacı panteist olanlar da dâhil, her türlü Tanrı’nın varlığını inkâr eden
bir ateizm. Marx’ın da inkâr ettiği bu.
Tekrar etmek gerekirse, Marx
deist ya da panteist değildi, ama o ateist ya da felsefi bir kılıkla
kendilerini gizleyenler dâhil, her türden teizmi, deizmi ve panteizmi
reddetmişti.
Günümüzde “köktencilik” olarak
adlandırılan bir tür dinî canlanma ile karşı karşıyayız; gerçekte Hristiyan
köktenciliği dünya üzerinde muazzam bir güç elde etmiş olsa da nüfus bakımından
küçük bir azınlığı teşkil ediyor. Bunlar elbette çocuksu bir Tanrı anlayışını
öne çıkartıyorlar. Benim üzerinde durduğum nokta, marksistlerin ve her türden
ateistin söz konusu gerici aptallıklara itiraz ederken, aslen Hristiyanlık’la
müttefik oldukları gerçeğidir. Çocuksu ve hoşgörüsüz dogmatizmle mücadele
etmek, bana göre, ateizmin işi değil. Umarım bu hususta bir uzlaşı mevcuttur.
Demem o ki ateizm daha üst bir seviyede konumlanmıştır. Eğer ateist iseniz, siz
sadece Berkeley’e ve Papa’ya değil, Spinoza ve Rousseau’ya da karşısınızdır.
Giriş bölümünün son noktası bu. Marx’tan bolca alıntı yapacağım, zira amacım Marx’ın görüşünü açıklamak, özellikle onun “ateist” etiketine itiraz ettiğini tespit etmek. Niyetim, ateizmle ilgili kendi fikirlerim üzerinden vaaz vermek değil. Şüphesiz ki benim görüşlerim de dile gelecek, ama bu tümüyle özgül durumlar bağlamında gerçekleşecek.
Marx ve Fransız Materyalizmi
Meslier, Julien La Mettrie, Denis Diderot, Holbach, Anarchasis Cloots, Jacques Hébert ve efradı. Marx, bu düşünürleri, modern komünist politik teorinin kaynağı olarak tanımlama noktasında gayet açık ifadeler ortaya koyuyor. Bu yazarların kartezyen “bilimsel” materyalizmine itiraz ederken, Marx Kutsal Aile’de şunları yazıyor:
“Diğer Fransız materyalizmine ait eğilim doğrudan sosyalizme ve
komünizme varıyor. İnsanların aslî iyiliği ve eşit zihinsel yeteneği,
tecrübenin her şeye kadirliği, alışkanlık ve eğitim, çevrenin insan üzerindeki
etkisi, sanayinin büyük önemi, hazzın meşrulaştırılması vb. başlıklarla ilgili
materyalizm öğretisinden yola çıkmak suretiyle materyalizmin komünizm ve
sosyalizmle zorunlu olarak bağlantılı olduğunu görmek için aşırı bir zekâya
sahip olmaya gerek yoktur.”
Ateistler Fransız Devrimi’nin aşırı solcularıdırlar; ateizm, Tanrı’nın
reddi, insanın çıkarı doğrultusunda dünyayı örgütlemek için insanların tam
özgürlüğü lehine insan üzerindeki tüm otoritenin reddini ifade eder; ayrıca
ateizm, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olan Hristiyan ruhban sınıfına
karşı başlatılmış savaşta öne çıkan bir bayraktır. Marx, Babeuf ve Blanqui üzerinden
Fransız materyalizminde köklerini bulan bu harekete açıktan bağlanır.
Ancak Marx, Moses Hess aracılığıyla,
“Hakiki Sosyalizm”e bağlanıp, politik yazılarını Ludwig Feuerbach takipçisi olarak kaleme almaya
başladığında, o günkü komünist harekete yönelik acımasız ve sert eleştirisi de
hızla gündeme gelir. Marx’ın ilgilendiği konular arasında idealist Alman
felsefesine ait görüşleri yeni radikal Fransız ateizminin verili coşkusu içine
kaba biçimde boca edilmesinden kurtarmak vardır.
Din Eleştirisi
Marx, o ünlü ifadesiyle, Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi’ne Giriş’te
şunu yazar:
“Almanya için din eleştirisi esas olarak tamamlanmıştır ve din
eleştirisi tüm eleştirilerin öngerekliliğidir.”
Fransız Devrimi ile ateizmin
görevinin esas olarak tamamlandığına işaret ederken Marx, aynı zamanda din
eleştirisini kapitalizmin eleştirisinin bir modeli olarak görmektedir.
1842 gibi erken bir tarihte, 23 yaşındayken Marx, arkadaşı Arnold Ruge’ye şunları yazmaktadır:
“Ben (kendisini dinleyen çocuklara gulyabaniden korkmadığını
inandırmaya çalışan çocuğu hatırlatan) ‘ateizm’ etiketini ve bunun yerine
felsefenin anlamının insanlara taşınması gerektiği fikrini reddediyorum.” [Ruge’ye Mektup, 24 Kasım 1842]
Marx 1844 Elyazmaları’nda burjuva
devriminin başarısı ve sosyalizm için mücadele eden bir işçi hareketinin ortaya
çıkışı ile birlikte ateizmin anakronizme dönüştüğünü söyler:
“İnsanın ve doğanın gerçek mevcudiyeti pratikte, duyusal tecrübe
aracılığıyla, insan bu sayede insan için doğaya ait bir varlık olarak aşikâr
hâle geldiğinden, doğa insanın varlığı olarak insan için var olduğundan,
yabancı varlıkla ve doğayla insan üzerindeki varlıkla ilgili -doğayla insanın
gerçekdışılığının kabulünü ifade eden- soru pratikte imkânsızlaşmıştır.
Tanrı’nın inkârı olarak ateizmin artık bir anlamı yoktur ve bu inkâr
dolayımıyla ateizm insanın mevcudiyetini şart koşar; ancak sosyalizm bu tarz
bir arabulucuya artık muhtaç değildir.”
Politikada her daim en önemli farklılıklar en yakın arkadaşlarınızla
aranızdaki farklılıklardır. Engels’i komünizme bağlayan ve “din halkın afyonudur” sloganının ilk yazarı olarak
kabul edilen Moses Hess, 1860’ların sonlarına dek Marx’la çalışmayı sürdürür,
ancak burjuva haklarını Almanya’dan bile önce kınadığı için Komünist Manifesto’da saldırının hedefi olur.
Sosyalizmin erdemlerinin, gerçekleşeceği koşullarla çatışma içinde olduğu bir
dönemde, ilgili erdemlerin bu türden rahatsız edici bir müdafaası, Marx’a göre,
gericiliğin desteklenmesiyle eşdeğerdedir. Marx’ın ateizme yönelik muhalefeti,
Alman işçi sınıfının bilinç durumunu dikkate almayan aşırı solculara yönelik
muhalefeti ile bağlantılıdır.
Marx’ın felsefe öğretmeni Ludwig Feuerbach ünlü
bir Alman ateisttir ve Hegel’i felsefeyi ikame etmek için teolojiyi ilga
etmekle suçlar. Marx, Feuerbach’ın materyalizm eleştirisi dâhilinde kendi
görüşlerini geliştirir.
Şimdi Marx’ın din eleştirisine
ilişkin sözlerine bir göz atalım.
“Din karşıtı eleştirinin temeli: din insanı değil, insan dini
yapar. Din esasta ya kendisine henüz ulaşmayı başaramamış ya da kendisini yeni
kaybetmiş insanın özbilinci ve izzetinefsidir. Ancak insan dünyanın dışında yerleşik
olan soyut bir varlık değildir. İnsan insanın, devletin ve toplumun dünyasıdır.
Bu devlet ve bu toplum, dünyanın tepetaklak bilinci olan dini üretir, zira
devlet ve toplum tepetaklak dünyanın ta kendisidir. Din bu dünyanın genel
teorisidir. […] (Din bu dünyanın) ahlâkî müeyyidesi, yegâne tamamlayıcısı,
teselli ve mazeretin evrensel temelidir. İnsanî özün herhangi bir gerçek
hakikate kavuşamaması sebebiyle o insanî özün hayalî gerçekleşmesidir. Dine
karşı mücadele bu sebeple dolaylı olarak ruhanî havası din olan dünyaya karşı
mücadeledir.”
“Din aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek
ıstıraba karşı protestodur. Din mazlum varlığın iç çekişi, kalpsiz dünyanın
kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.”
Dolayısıyla ateizm, sadece
hastalık yerine semptoma saldırmakla kalmıyor, ayrıca kitlelerin ıstıraplarını
taşımalarına yardımcı olan araçlara da saldırıyor.
Feuerbach Üzerine Tezler
Felsefeci olmayan insanların dine ihtiyaçları vardır, en azından zulüm ve yabancılaşma koşullarında insanlar daha iyi bir dünya için mücadele vermek ve kendilerini kurban etmek için ülkülere, kahramanlara, hatta uzak umutlara muhtaçtır. Dinin doğuşunu koşullayan gerçekle uğraşmak yerine ona karşı çıkmak verimli de değildir. Marx bunu dördüncü tezde(4. Tez) şu şekilde ifade eder:
“Dünyevî ailenin kutsal ailenin sırrı olduğu keşfedilir edilmez,
dünyevî aile teorik ve pratik düzlemde ortadan kaldırılmalıdır.”
Marx’ın felsefî materyalizm
eleştirisi ilk tezde gayet açıktır:
“Feuerbach’ın materyalizmi de dâhil, bugüne kadarki tüm mevcut
materyalizmin ana kusuru, nesnelliğin, gerçekliğin ve duygusallığın sadece
nesnenin ya da tefekkürün bir biçimi olarak kavranması, öznel açıdan insanî
duygusal faaliyet ve pratik olarak kavranmamasıdır. Bu sebeple materyalizme
karşıtlık içinde, aktif yan idealizm tarafından geliştirilmiştir -ancak bu
gelişme sadece soyut düzlemde gerçekleşmiştir, zira idealizm gerçek, duygusal
faaliyeti kendi doğasına bağlı olarak, gerçekte bilmez.”
Marx’ın felsefî materyalizm
eleştirisi tesadüfi değildir. Felsefi materyalizmin tarihsel açıdan oynadığı ve
on sekizinci yüzyıl Fransız ateistlerinde temsil olunan ilerici rolü tanıyan
Marx, bu konumun o gün itibarıyla aşılması gerektiği üzerinde durmaktadır.
“Nesnel hakikatin insanî düşünceye atfedilip atfedilemeyeceği
sorusu teorik değil, pratik bir sorudur. […] Pratikten tecrit edilmiş
düşüncenin gerçekliği ya da gerçekdışılığı üzerinden dönen tartışma, saf anlamda
skolastik bir soruya dayanır.”
Feuerbach’ın dogmatik materyalizmi toplumun dışına ve üstüne
yerleştirir kendisini (3. Tez):
“İnsanların koşulların ve yetişme tarzlarının ürünü olduğunu,
dolayısıyla değişmiş olan insanların değişmiş koşulların ve değişmiş yetişme
koşullarının ürünü olduğunu söyleyen materyalist öğreti, insanların koşulları
değiştirdiğini ve eğiticinin de eğitilmesi gerektiğini unutur. Bu sebeple
sözkonusu öğreti, toplumu biri altta diğeri üstte duran iki parçaya ayırmak
mecburiyetindedir.”
Marx’ın karşı önerisinin doğru dürüst anlaşılması gerekir. (8. Tez):
“Tüm toplumsal hayat temel olarak pratiktir. Teoriyi mistisizme
taşıyan tüm gizemler aklî çözümlerini insanî pratikte ve bu pratiğin
kavranmasında bulurlar.”
Marx’ın önerisi ne Akıl ne
Doğa ne de soyut “İnsan”dır:
“Gerçek bireyler, onların faaliyetleri ve içinde yaşadıkları maddî
koşullardır.” [Alman
İdeolojisi, 1a]
Panteizm ve Materyalizm
Tanrı ya da Tanrısızlık bir
nebze katkıda bulunmaz!
Tanrı’ya inanmadığını gururla
ilân eden materyalist, aksine her şeyin Doğa tarafından yönetildiğine, Doğa’nın
yasalarınca belirlendiğine inanır. Doğa değil de tarihin yasalarından söz
etmesi çok az farklılık arz eder. Adlı adınca panteist olan kişinin
Tanrı’sından başka bir şey değildir bu.
Önceden adını zikrettiğimiz
Fransız materyalistlerin ifadelerinden birkaç örnek verelim.
Jean Meslier -1742:
“Tanrı’ya yalvarmayı bırakacağım, böylelikle O’nun bize doğal din
olarak bahşettiği ve artık aleni bir düşman olan Hristiyanlık tarikatının
tecavüzüne uğramaktan kurtuluyorum.”
La Mettrie -1748:
“Doğa yalnızca mutlu olalım diye yarattı bizi. […] Bu sebeple o,
doğal yasanın bir payı olarak, tüm hayvanları bize verdi.”
Cloots -1793:
“Doğadan başka Tanrı yoktur.”
Robespierre de
kastî biçimde sözde Yüce Varlık âdetini yeniden diriltir ve Fransızların ona
ibadet edecekleri millî bir gün belirler. Madde, Doğa, Gaia [*], Tarih ve Akıl
birbirinden farklı tarikatların Tanrı’ya verdiği isimlerden başka bir şey
değildir ve bunlar sıklıkla kelimenin ilk harfini büyülterek ifade edilirler.
Esasında mesele pek de öyle
değil. Elbette Tanrı’ya verilmiş isimde ima edilen şey, Tanrı’nın doğasına
ilişkin tüm teori ve O’nun nasıl bilinebileceğidir, farklılıkları koşullayan da
tam da burasıdır. Fransız devrimciler Aklı tanrılaştırmışlar ve Hristiyan
Kilisesi’nin mallarını müsadere etmişlerdir, elbette bu, olabildiğine gerçek ve
maddî bir değişimdir.
Ancak her türlü Tanrı’nın
mevcudiyetini basit anlamda inkâr ederseniz, dünyanın anlam kazanmasını
sağlayan temel öncüllere ilişkin soruyu da cevapsız bırakmış olursunuz.
Mesele, Tanrı’nın mevcudiyeti
meselesi değildir. Örneğin madde, Mutlak’a materyalizm tarafından verilen
isimdir; maddeye bilince göre öncelik vermek bir tür panteizmin kılıfı
olabilir. Bilim, üzerinde durduğu bilgi teorisi bakımından, dinden ayrılır.
Tanrı’nın mevcudiyetini inkâr
etmenin anlamı yoktur. “Mevcut olmak” ne demektir? Kutsal ya da değil, bir
varlığın mevcut olduğunu öne sürmek, böylesi bir mevcudiyetin insanî pratikte
kazandığı anlamdan bağımsız olarak, deizmin bir biçimini üstü kapalı olarak
varsaymak demektir.
Mevcudiyetin inkârı tam da
aynı anlamı içerir. Bir şeyin mevcut olmadığını söylemenin anlam kazanmasından
önce, o şeyin mevcut olduğunu söylemenin anlamını özgülleştirmek
zorundasınızdır.
Örneğin kendi adıma ben
yıllarca, sosyal Darvinizm türünden, toplumun yasalarını Doğa’nın yasalarından
çıkartan sözde “doğanın diyalektiği” müdafisiydim. Ancak gerçekte bu aptalca
bir konumdu. Kimi özelliklerin insan hayatına da uygulanması adına bu
özellikleri Doğa’ya (Tanrı’ya) atfetmenin deizmden ya da panteizmden farkı
yoktur.
Basit anlamda,
postmodernistlerin söyledikleri biçimiyle, “Tanrı” nosyonu, “Doğa” nosyonu gibi
“evrensel gösteren”in, verili fikirler sisteminin ya da ideolojinin içinde
konumlanmış Mutlak’ın ta kendisidir. Sosyalistlere göre Mutlak, hem öznel hem
de nesnel olan insanî faaliyet ve pratiktir. Şeylerle ilgili bu anlayışla,
ister idealist ister materyalist olsun, teizmin ve deizmin tüm biçimleri
arasındaki fark, tebeşir ve peynir arasındaki fark kadardır.
Sonuç
ve eski rejimin tüm kurumlarına yönelik uzlaşmaz düşmanlığını, ayrıca onun ruhban sınıfının gericiliği hükmündeki kurumları ile her türlü uzlaşmayı reddettiği gerçeğini hatırlatmak gerekir. Onun da söylediği gibi:
“Hıristiyan sosyalizmi, rahibin aristokratın (kin yüklü) kalbindeki
yangıları takdis eden kutsal sudan başka bir şey değildir.” [Komünist
Manifesto]
Marx, dinin işçi sınıfı
içindeki etkisine itiraz eder, ancak mistisizmin kendisini ifşa ettiği her
türden biçimden biri olarak. O günlerde mistisizmin bu biçimlerinden birisi de
ateizmdir.
Ayrıca Marx, Tanrı’nın insanî
meselelerde yer almayacağı bir gelecek tasavvur eder, zira ruhanî havası din
olan sözkonusu dünya ortadan kaldırılmalıdır. Ancak bu hâlâ geleceğe ilişkin
bir soru olarak ortadadır.
Andy
Blunden
[*] Gaia veya Gaea, Grek mitolojisinde yeryüzünü simgeleyen, arzın tecessümü olan tanrıçadır. Bir ana tanrıça, doğa ana olan ve diğer tanrıların kendisinden türediği Gaia‘ya özellikle ilk zamanlarda tüm Grekya’da tapınılsa da, zaman içinde tanrıçanın konumu değişmiş, ona olan ilgi azalmıştır. Gaia her şeyin yaratıcısı, her şeyin kendisinden meydana geldiği “toprak ana”dır; tüm tanrıların ve titanların annesidir.
NOT: Bu yazının çevirmeni, eğer yanlış anımsamıyorsam, Doğan Barış Kılınç olmalı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder