“Modern
Türkiye” Cumhuriyeti Bir Siyonist Proje!
Atalay
Girgin*
Başlıktaki iddia bana ait değil! Keza bu yazının başlığına neden olan, “Modern Türkiye, Siyonist ‘Gizli Dünya Derin Devleti’nin bir projesi olarak kuruldu1” yargısı da bana ait değil.
Peki;
bu söz ve bu sözün bildirdiği hüküm kime ait? Dahası bu bilginin kaynağı ve bu
bilginin doğruluk değeri ne? Yani bu bilgi yanlış mı, yoksa doğru mu?
Bu
bilginin doğruluk değeri ve kaynağına ilişkin asıl tartışmayı Sinan Meydan, İlber
Ortaylı, vb gibi tarihçilere bırakıp, şimdilik yeri geldikçe soran, sorgulayan
sorular sorarak devam edelim:
Sözün Sahibi Kim?
Dinsel
temelli ve saplantılı, yanılsamalı siyasal ve ideolojik kabullerle bilinci
sakatlanmış ve bunlar ekseninde tarihsel ve güncel toplumsal gerçekliği anlamlandırmaya
çalışan her insan gibi, yukarıda alıntıladığımız sözün sahibi de bu kabulleri doğrultusunda
bir hüküm kuruyor. Toplumsal gerçekliğin farklı veçhelerini bütünsel olarak
değerlendirmek ve bu değerlendirmenin gerçekliğe uygun olup olmadığını
sorgulamak yerine, yalnızca vaaz eyliyor.
Kabullerinin doğruluğu yanlışlığı, gerçekliğe uygunluğu ya da aykırılığına dair herhangi bir kuşku taşımıyor. Kendisinden çok emin! Hatta öylesine emin ki verdiği hükme referans kabul ettiği kaynaklarda (bu kaynaklar hangileriyse artık) yazılmış olan bilgileri de iman etmişçesine tartışılmaz, sorgulanmaz ya da yadsınmaz bir doğru kabul ediyor olmalı ki “Modern Türkiye” Cumhuriyeti’ni, “Batının”, yani ona göre “Siyonist ‘Dünya derin devleti’nin”, “200 yıl uğraşarak kurduğu bu proje devlet” diye niteliyor.
Ancak
kurduğu hükmün en azından bir kaynak gerektirdiğini unutacak kadar da şirazeden
çıkmadığı için, daha baştan, böylesi bir sorumluluktan kurnazca sıyrılma
manevrasıyla şöyle diyor: Bilen bilir, bilmeyen de araştırınca görür!
Zekâ
küpü mübarek! Bunları söyleyen ve yazan kişi, en azından bir dönem öğretmenlik
yapmış olmalı ki sonra da Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir Milli Eğitim Müdürlüğü’nde
şube müdürü olarak taltif edilmiş bir zat-ı muhterem! Gerçi MEB’de aynı
anlayışa sahip olanların sürüsüne bereket!
Bundan
dolayı, adını yazmıyorum. Adını yazıp da birbirine benzer onca zerzevat içinde yalnızca
bu zavallı adamcağızın günah keçisi kılınmasına vesile olmak istemem doğrusu. Zaten
eğer isteseler Milli Eğitim Bakanı’ndan Teftiş Kurulu Başkanı’na, valisinden İl
Milli Eğitim Müdürü’ne, o da olmadı İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne kadar ilgili ve
yetkili zevat, hemen bulur bu zat-ı muhteremi. Ve sonra da gereğini yapar.
Elbette kendileri de onun gibi düşünmüyor ve inanmıyorlarsa… Şu ana kadar
yapmadıklarına göre buna da kocaman bir mim koymak gerek aslında…
Bu
zat, öylesine zat-ı muhterem biri ki “Modern Türkiye, Siyonist ‘Gizli Dünya
Derin Devleti’nin bir projesi olarak kuruldu” yargısını kayıtsız kuyutsuz
verebilecek kadar derin ve engin bir tarih bilgisine sahip! Yakın tarihi yeni baştan yazdırabilecek kadar
kesin bir yargı bildiren böylesine değerli biri MEB’e yakışır elbette! Hatta
daha ötesine de! (Kim bilir ki belki de bu yazıdan sonra ötesine erişen kapılar
da açılır birbiri ardına…)
Ancak
MEB’e yakışırsa da aklın ve bilimin aydınlığında bir eğitim öğretim yapma iddiasındaki
herhangi bir kurum ve kuruluşa yakışmaz. Peki; neden?
Bilgi Nedir? Doğru Bilgi Nedir?
“Neden”
sorusunun yanıtını, bilginin ve doğru bilginin ne olduğundan hareketle vermek
daha uygun olur. Çünkü yanıt aşağıdaki açıklamalarda saklı… Biliyorum; bu doğrudan
genelde felsefeye, özelde ise bilgi felsefesine dalmayı gerektiriyor. Ama biz
yine de felsefi terminolojiye bulaşmadan bu konuya kısaca değinerek sürdürelim
yazıyı.
Bilgi, Özne ve Nesne
En
genel ve en kısa haliyle belirtecek olursak; bilgi, özne ile nesne arasındaki
ilişkinin sonucunda ortaya çıkan bir üründür. Doğruluğu yanlışlığı bir yana, her
bilgi, düşsel/düşünsel ya da gerçek bir nesneye dayanır. Nesne ise
düşünmemizin, bilme eylemimizin ve bilgimizin konusu olan, hakkında bilgi
ortaya konulabilen her şeydir. Buradan hareketle de her bilgi, genelde varlığa,
özelde ise nesneye, nesnelere ilişkindir.
Düşsel/Düşünsel Nesne ve Bilgi
Salt
düşsel/düşünsel nesnelere ilişkin ileri sürülen bilgilere “inanıyorum” ya da “inanmıyorum”
demek mümkündür. Hatta, eğer ki “Bilinemez” yanıtını saymazsak, bu ikisinin
dışında başka bir seçenek de söz konusu değildir. Çünkü bunlar ne doğrulanabilir
ne de yanlışlanabilir. Bundan dolayı yalnızca inanç konusudur.
İnanç
konusu bilgilerin ise yanılsamalı bilinç halleri yaratmaktan daha öte, doğru ya
da yanlış herhangi bir değeri ve hükmü de yoktur. Elbette insanlık tarihini
dikkate aldığımızda, bu yanılsamalı bilinç halleri eşliğinde gerçekleştirilmiş
savaşlar, kıyımlar, katliamlar, işkenceler ve zulümler tarihini saymazsak…
İnanma
ya da inanmama ise inananların ya da inanmayanların sayısı ne olursa olsun, herhangi
bir bilginin doğruluğunun ya da yanlışlığının güvencesi ve teminatı değildir.
Keza bu durum, o bilginin konusu olan nesnenin varlığı ya da yokluğuna da
delalet etmez.
Örneğin;
Güneş ne doğar ne de batar. Dünya döner; hem kendi yörüngesinde hem de Güneşin
çevresinde. Gelmiş geçmiş insanların inandıkları gibi hâlâ yaşayan milyarlarca
insanın da Güneşin doğduğu ve battığına inanıyor olması, Güneşin doğmadığı ve
batmadığı gerçeğini değiştirmez. Keza milyarlarca insan aksine inanıyor olsa
bile buna dayanan bilginin doğruluğunu da değiştirmez bu...
Gerçek Nesneler ve Bilgi
Buradan
hareketle, gerçek nesnelere; yani var olmak için insanın düşünmesine muhtaç
olmayan, insan zihninden bağımsız olarak, zamanda ve mekânda var olan ve
sürekli değişen nesnelere ilişkin bilgiler ise inanma/inanmama konusu değildir.
Aksine
bu türden bilgiler, tarihsel ya da güncel anlamda belli bir doğal ve toplumsal
gerçekliğin ürünüdürler. Ancak olgusal olarak ve dayandığı olguya bağlı olarak
doğrulanabilir ya da yanlışlanabilirler. Tıpkı; Güneşin doğma ve batma,
Dünyanın da dönme olgusu gibi… Dolayısıyla doğru bilgi, olgular, olaylar ve
gerçek nesneler söz konusu olduğunda, nesnesine uygun olan bilgidir.
Yazı
konumuz bağlamında, kaynaklar, yani kitaplar söz konusu olduğunda ise temel
hareket noktası şudur: Hiçbir kitapta gerçek yoktur. Buna Tevrat, İncil ve
Kuran da dâhildir.
Ve
kitaplarda yalnızca bilgiler vardır. Konusuna, nesnesine ve türüne göre,
kendine özgü anlatım ve söz edimlerine dayalı bilgiler… Bu kitaplarda yer alan
ve aktarılan her bilgi doğru değildir. Çünkü her bilgi, özellikle de gerçek
nesne, olay ve olgulara dayanan her bilgi, varlığın dününe aittir.
Düşsel/düşünsel
nesne ve varlıklara, yani salt insan zihninin ürettiği nesnelere ilişkin bilgiler
ise ya yalnızca inanma, inanmama konusudur ya da yalnızca kabullere dayalı
biçimsel doğruluk değerine sahip bilgilerdir.
Sözün
Özü: Yukarıda yer alan önermeleri bilmeden, anlamadan ve daha da önemlisi
düşünüş, söyleyiş ve eyleyişine yön veren bir bilinç hali kılmadan, herhangi
bir kişi MEB’e yakışan birisi olabilir. Lakin aklın ve bilimin aydınlığında
eğitim öğretim yapma iddiasındaki herhangi bir kurum ve kuruluşa yakışan biri
olamaz! Varın ötesini siz anlayın, siz hesaplayın artık!
Bu
kısanın da kısası genel açıklamalardan hareketle, MEB’in zat-ı muhtereminin
söylediklerine dönebiliriz artık.
Ağzında Graham Fuller Hediyesi “YeniTürkiye” Sakızı
Bir
yandan “Modern Türkiye, Siyonist ‘Gizli Dünya Derin Devleti’nin bir projesi
olarak kuruldu” diyen, MEB’in bu güzide ve seçkin zat-ı muhteremi, diğer yandan
da geviş getirircesine, Graham Fuller’in formüle edip, bir hediye kabilinden
ağızlarına tutuşturduğu sakızı çiğniyor.
Ve
onun hesabına göre, yaklaşık 1817 yılından başlayan ve “Siyonist ‘Dünya Derin
Devleti’nin” 200 yıllık geçmişe sahip bir projesi olarak kurulan “Modern
Türkiye”’nin 2017 yılında yıkılacağı ve aynı yıl ‘bağımsız milli devlet’in
kurulacağı müjdeleniyor. Yani Graham Fuller’in formüle ettiği “Yeni Türkiye”nin…
Lakin
tarihsel ve güncel anlamıyla toplumsal gerçekliği farklı veçheleriyle olabildiğince
bütünsel olarak değerlendirmek yerine, bulunduğu kuyunun dibinden ve kendinden
geçercesine bir zafer sarhoşluğu içinde vaaz eylemeyi seçen bu zat-ı muhterem,
gözlerinin önünde olup bitenleri ya görmüyor ya da bile isteye görmezlikten
geliyor.
Örneğin;
kimin, İsrail’in güvenliğini önceleyerek tasarlanan Büyük Ortadoğu Projesi’nin
eş başkanı olduğunu ilan ederek ortalıkta arz-ı endam eylediğinden; kimin
boynuna, Amerikan Yahudi Kongresi’nce “Üstün hizmet ve cesaret madalyası”
takıldığından zerrece söz etmiyor. Bilmiyor, duymuyor ve görmüyor.
Ama,
düşünsel olarak yerleştiği kuyunun dibinden, “Modern Türkiye”nin, “Siyonist ‘Gizli Dünya Derin Devleti’nin bir
projesi olarak kuruldu”ğuna hükmediyor. Hatta bununla da yetinmiyor ve onu
yıkmaktan söz ediyor (ki bu konuda “Türkiye Cumhuriyeti Paradigması Son
Kalesinde2” ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin Adı KaldıYadigâr3” başlıklı yazılarda ne olup bittiğini
anlatmıştım aslında…).
Ve
bu zat, kendi hesabına göre, üç buçuk yıldır zafer kazanmış muzaffer bir
komutan edasıyla koltuğunda oturuyor. Çünkü MEB’e yakışıyor! Lakin acı olan
şudur ki, Türkiye’de eğitim ve bu toplumun çocukları bunlara emanet! Ne yazık
ki bunlara emanet!
“Ne
yazık ki” diyorum ama bir yandan da içten içe sevinmiyor değilim ha!
Peki;
acaba neden, içten içe seviniyorum?
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi
Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin
Işığında / Felsefece: http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder