26 Aralık 2020

“EDEBİYAT NEDİR Kİ...”

 

“EDEBİYAT NEDİR Kİ...”

Halit Suiçmez

                                                        “…Yazan, düşüne taşına hareket etmesi gereken kişidir…”

Atalay Girgin’in, Dorlion Yayınlarından, 2019 yılında yayımlanan kitabından çok şey öğreniyoruz.

Önce adından başlayalım;

Kitabın adı okuyucuya yöneltilmiş çarpıcı bir sorudur.

“Edebiyatta Felsefe” ile başlıyor ilk bölüm.

Edebiyatın bir sanat olarak başta felsefe olmak üzere, ekonomi politik, psikoloji, tarih, sosyoloji, siyaset felsefesi gibi tüm toplumsal bilimlerle doğrudan ilgisi bulunmaktadır.

Yazar, düşünürlerin insan anlayışından başlayarak, fikir ve önermelerini anlatısına edebi biçimde içselleştirebilir.

Kurgusunda, olay örgüsünde; kişiler ve insan ilişkileri temelinde etik kişi ve etik ilişkiler olarak gösterebilir.

İoanna Kuçuradi’ye göre, yazar; kişi değerlerinin ve kişilerarası ilişkilerdeki değerlerin “neliğini”, kendisine en uygun biçimde gösterebilir.(İoanna Kuçuradi, İnsan ve Değerleri, sf.106,1998, aktaran; Atalay Girgin, Edebiyat Nedir ki, sf,14, 2019)

Edebiyatta yazarın felsefe ile ilişkisi elbette kavramlarla değil, sözcüklerledir.

Felsefi görüşü metnin dokusuna yedirir, kişilerarası ilişki ve olaylarla nesneleştirip ete kemiğe büründürür.

Bilinçli de yapılabilir bunu veya kendiliğinden de olabilir.

Değerlerin işlenmesiyle gösterir bu süreç kendini.

Etik ve estetiği içerir esas olarak.

“İyi” ve “kötü”nün ne olduğuna ilişkin sorgulamalar da buradaki etik kapsamındadır.

İnsanın eylemde bulunarak yaptığı veya vazgeçtiği her ilişki, durum etik kapsamında değerlendirilebilir.

Edebiyatta estetik boyut, biçim bağlamında ve nasıl anlatıldığı ile ilgilidir, etik boyut ise, neyin, niçin anlatıldığı ile ilgilidir ve kitaplardaki sorunlar, olay ve etik ilişkilerle bağlantılıdır.

Neyi, nasıl, niçin anlattık?

Bir edebi yapıtta bunları bulabildiğimizde zaten doğrudan felsefe ile ilgiliyiz demektir.

Çünkü felsefenin varlık, bilgi ve değer dallarından “değer” konusunun içinde zaten etik ve estetik doğrudan yer almaktadır.

Edebiyat yapıtları insanlara hayatın bir başka şekilde de yaşanabileceğine ilişkin muazzam olanaklar sunar, seçenekler gösterir.

Edebi eleştiriler ya da değerlendirmeler, yapıtın değerini saptamalıdırlar, onun insan açısından ortaya koyduğu sorunları, etik eylem olanaklarını bulgulamalıdırlar.

Edebiyatta felsefi olanı anlayıp ortaya koyabilmek için onun etik(ahlaki, değer) boyutunu netleştirip göstermek gerekir.

Atalay Girgin’in bu yapıtında ikinci bölümde,  “edebiyatın amacı” sorgulanmaktadır.

Edebiyat; “…insan açısından insan için bir anlama, anlamlandırma ve anlatma etkinliği…” olarak ifade edilmiştir.(sf, 26)

İnsan bir “kabuller varlığı” olarak tanımlanmıştır.

Kabuller gerçekliğe uygun olmadığında her şey değişecektir. Kabullerin gerçeklikle ilişkisini anlayabilmek için onları her dem sorgulamalıyız.

Genel anlamda edebiyatın da felsefenin de bir amacı yoktur.

Burada sayın yazar’a sorularımız bulunmaktadır;

1-    Amacı olmayan bu etkinlik alanlarından “…bütünsel anlamda hayatı değiştirip biçimlendirmesini beklemek…” olmasa da, hayatı değiştirip biçimlendirebilecek olan toplumsal güçlerin, ilişkilerin gelişmesine katkı verebilecek olmalarını da bekleyemez miyiz?

Bir zamanlar, 68 gençliği önderleri, “…biz edebiyattan geldik…” diyerek edebiyatın gücüne vurgu yapmışlardı.

2-    Sabahattin Ali, “…sanatın amacı, insanı yüceltmektir”, der, insanın daha iyi, doğru ve güzel yönde gelişmesine katkı vermek anlamında. 

Bu görüşte ifade edilen şey edebiyatın bir amacının olabileceği yönünde midir? Ya da burada, bu noktada “hangi edebiyat?” tartışması yerinde midir?

3-    Marx, “bugüne kadar filozoflar dünyayı sadece yorumladılar, oysa onu değiştirmek gerek” derken, felsefesinin amacına mı vurgu yapmaktadır, yoksa politik mücadelede tarihsel maddeciliğin bir rolü yok mudur?

4-    Felsefenin genel anlamdaki amacı, bir şeyin “neliği” ve “gerçekliği” ni anlamak mıdır?

5-    Sizin, edebiyatın neliği ve gerçekliğini anlatmaya yönelik çabanızın amacı nedir, eğer burada toplumsal bir amacınız ve dünya görüşünüz varsa- ki öyle olduğunu var saymaktayız- bu durum felsefi birikiminizde şekillenen felsefi anlyışınızdan bağımsız mıdır? 

Sayfa 30’da soruyor yazar; “…edebiyat hayata bir biçim verebilir mi?”..

Biz de sayın yazar’a soruyoruz; biçim vermese de insanın ve hayatın “biçimlenmesinde” katkısı olamaz mı? 

Yine aynı sayfada, Ömer Türkeş’in;“yayımlanan roman sayısının çokluğuna rağmen, niteliğin çok geride kalması” saptaması yerindedir.

Bu konuyu “Türkiye’de yazar üretkenliği” bağlamında da tartışabiliriz.

Yine Atalay Girgin’in alıntıladığı ve Ömer Türkeş’in yazısında belirttiği, “…her şeyin meşru sayıldığı bir dünya, aslında değerlerin önemsizleştiği ve anlamın yittiği bir dünyadır. Böyle bir dünyada edebiyattan hayata bir biçim vermesini bekleyemeyiz” (sayfa 31)

Demek ki “hangi edebiyat” sorusunu ısrarla sorup tartışmalıyız.

Her şeyi meşru sayan, anlamı yitiren bir edebiyat, post modern edebiyat mı, bu edebiyat bırakın hayata biçim vermeyi, yaşamı daha da biçimsizleştiren ve değersizliği yaygınlaştıran bir özellik mi içeriyor?

Kitaba adını da veren soru, “edebiyat nedir”,  sayfa 32 ve 33’te doyurucu biçimde yanıtlanmaktadır.

Edebiyatın kültürün ve toplumsalın içinde sayılması gerektiği, insanın, varlığın insanla anlamlanan, insanla anlamlandırılan…etkinliklerinin genel adı” olduğu vurgulanmaktadır.(sayfa 33)

Sayfa 35’te, edebiyatı bir anlamlandırma etkinliği olarak tanımlamak kanımca edebiyat için yapılmış en güzel ve yerinde bir saptamadır.

Yine burada tekil planda yazarın bir amacı olabileceği fakat genelde edebiyatın bir işlevinin olmadığı öne sürülmektedir.  Gerekçe; hiçbir anlatının yaşam gerçekliğini anlatamayacağıdır. Edebiyatçının esas malzemesinin dil olduğudur. Dilsel ifade gerçekliğin bir çevirisidir, kendisi değil.

Yazar Atalay Girgin, edebiyat hayatı biçimlendiremez derken, etkilerine işaret etmekte, bir kitap okuyarak hayatını değiştirenlerin olamayacağına, vurgu yapmaktadır.

Esasında bu yaklaşımları, toplumsal değişmelerin edebiyata özellikle de romana yansıması ve romanların da toplumsal gelişmeye etkileri bağlamında incelemek sanırım daha kapsamlı ve diyalektik bir yöntem olacaktır.

Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı romanı için Lenin Rus devrimci birikiminde büyük etkisi olduğunu belirtmiştir. Lenin’e göre; “…yüzlerce insan bu kitabın etkisiyle ilerici olmuştur….”

Tolstoy’un, Goethe’nin de bazı romanlarıyla gençlik üzerinde büyük etkileri olmuştur.

Deniz Gezmiş, devrimciliğe edebiyattan geldiklerini söylemiştir.

Nazım Hikmet, mapushanede ressamların, büyük romancılar ve  öykücülerin keşfedilip biçimlenmesinde çok önemli katkısı olan bir şairdir. Bunu büyük insanlık ve edebi yeteneği ile, çalışkan üretkenliği ile yapmıştır.

Yazar Atalay Girgin, elbette bu düzeyli eseri ile, çok sayıda üretken tartışmanın kapısını aralamış ve gerçek edebiyat dünyasının niteliğini yükseltmiştir.

“Üretken eleştirmenliğin”, yazdığı kitap sayısıyla değil, edebiyatın ne’liği ve gerçekliğini, derin ve geniş bir felsefe birikiminin temelinde ortaya koyabilmek olduğunu öğretmektedir, Atalay Girgin bize bu incelemelerinde..

Sayfa 37’de “…edebiyat hayatın kuşatanı değil, aksine gerçekleştirildiği dönemin, edebiyatçının içerisinde yer aldığı toplumsal koşulların belirleyici etkisini ve rengini taşıyan bir etkinliktir”, derken çok haklı olarak, toplumsal gelişim ile sanat ilişkisini anlamaya yönelik ip uçları sunmaktadır.

“…İnsanın anlamlandırma etkinliklerinin en güzellerinden biri…”

Edebiyat için bu tanım, yaşamı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan bireyin gerek kişisel gerek toplumsal mücadelesinde, kanımca belirleyici olmasa da yol gösterici olacaktır.

Edebiyat ve demokrasi ilişkisi, aralarında bir zorunluluk olmadığı gerçeği sayfa 41’de verilmiştir. Demokrasi yoksa edebiyat da yoktur denilemez. Burada Balzac’ın kralcı olup gerçekçi bir edebiyat ortaya koyduğu hatırlanmalıdır.

Edebiyatın ne olduğuna ilişkin en geniş anlayış, burada, sayfa 42’de verilmiştir.

Edebiyat-siyaset ilişkisinin irdelendiği bu bölümde, Atalay Girgin; Semih Gümüş’ün “tutarsızlıklarını” sergiler, edebiyatın neliği ve gerçekliği, yazarın işlevi, insanın neliği, doğru soyutlama ve genelleme yapmada nesnesine felsefeyle bakmanın önemini ve yolunu açık biçimde ortaya koymuştur.

Sanat, bir nesneleştirme etkinliğidir.

Bu yapıtta, “felsefeyle bakmak”, düşüncesi(ilkesi), hem edebiyatta hem de hayatta gerçekten çok yararlıdır, öğreticidir.

Niye, çünkü kanımca felsefe yapmak, bir şeyin özünü konuşmaktır. Özünü kavramaktır. Bir şeyin felsefesi, onun varlığını ve bilgisini tartışmaktır, değerini etik ve estetik olarak çizmektir.

Edebiyat dünyasında” yazar üretkenliği” konusu bu güne kadar yukarıdaki ölçütler kullanılarak tartışılmamıştır.

Girgin’in burada, “nelik ve gerçeklik” bağlamında tartışma gündemimize getirdiği ölçütler, aslında gerek eser gerek yazar ve özelde de romanların üretkenliği konusunda bize yeni düşünme-araştırma araçları sunmaktadır.

Lukacs(1885-1971) Roman Kuramı’nda, “romanı, bozulmuş bir dünyada, yazarın “sahih değerler arayışı” olarak görmektedir.(G. Lukacs, Roman Kuramı, 2003)

Atalay Girgin Edebiyat Nedir Ki, isimli bu çalışmasında, sürekli değerler konusunu ve etik-estetik boyutu vurgulamakla, Lukacs anlamındaki ölçütleri de, Kuçuradi anlamındaki “sanata felsefeyle bakmak” ilkesini de benimsediğini işaret etmektedir bize.

Bu eserden öğrendiklerimizden biri de, “felsefi roman” kategorisi üzerine ciddi bir sorgulama gerektiğidir. Romanın neliği ve gerçekliği ile edebiyat-siyaset ilişkisi üzerine öne sürülen tezler de önemli tartışma alanlarından biridir.

Bu konuda en çok merak ettiklerimden biri, Semih Gümüş’e yöneltilen eleştiri ve sorular ile Gürsel Aytaç’a yöneltilen soru ve eleştirilere, her iki yazarın hangi yanıtları verdikleridir.

Kapitalizmde insanların uzmanlık adı altında nasıl” kuyunun dibindeki kurbağaya” dönüştükleri, alanlarının gözlük camlarını parlata parlata ortalıkta nasıl dolaştıkları, olguların neliği ve gerçekliğini görebilecek olanaktan nasıl uzaklaştırıldıkları güzel bir dille anlatılmaktadır.(78-81)

Burada yazarımız Atalay Girgin’e felsefeci kimliğini de hatırlayarak şu soruyu sormak isteriz;

“Gerçekliğin hakikati” diye ifade ettiğiniz nedir?(80)

Gerçeklik ile arasındaki fark, ilişki ve varsa çelişki nelerdir?

İnsanı bir kabuller varlığı olarak belirlerken, sanırım kapitalizmin insanını imliyorsunuz, peki; yeni insan, nasıl olacaktır, Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı’da karakterize ettiği, Rahmetov,Vera, Lopuhov, Kirsanov gibi tipler mi?

Gerçek insan ile yaratılmış roman kahramanı olan insan arasındaki farkın, elbette farkında olduğumuzu işaret ederek sormaktayız..

Edebiyat Nedir Ki, isimli bu incelemede öne sürülen ilginç tezlerden biri de, ütopik, siyasal ve felsefi bir roman olarak Tahsin Yücel’in Gökdelen’i hakkındaki değerlendirmelerdir.

İncelenen romanın ana teması yargının özelleştirilmesidir.

Ancak kitap bundan çok daha ötede bir anlam zenginliğine ve derinliğe sahiptir.

Bunu sağlayan da romanın siyasal ve felsefi boyutlarıdır.

Romanın yazarı Tahsin Yücel’in eserini, yaşadığı ve tanıklık ettiği insan ve toplum gerçekliği zemini üzerine kurduğunu görmekteyiz.

Bu gerçeklik nedir?

Toplumsal ve kültürel çürüme ve yozlaşmanın, insanıyla, toplumsal kurum ve ilişkileriyle bütün bir toplumu ve değerleri savurup yok etmeğe doğru yönelmesidir.

Olaylar her ne kadar 2073 yılında geçiyormuş gibi kurgulanmış olsa da, romandaki insan ve toplumsal yapı, gerçekliği tam da 1990’lar 2000’li yılların “her şeyi özelleştir” siyasal uygulamasına denk düşmektedir.

Burada romancı toplumsal gelişmelerin romana yansıması konusunda çok uzun yıllar beklememiş, bire bir yaşanan gerçekliği ütopik bir biçim tercihiyle sunmuştur.

Romanın diğer önemli bir boyutu da, insan ve toplum üzerine felsefe yapılmasıdır.

Atalay Girgin’in de dediği gibi, “ …buradaki felsefe, kavramsal çözümlemelerden değil…kişilerin ilişkilerine, değişimine, olayların gelişimiyle belirginleşen tutum ve davranışlara, sözlere dayanan bir felsefedir.”(131)

Ayrıca insan üzerine felsefe de yapılmıştır.

İnsanın çelişkin olması ve bunun içinde büyüdüğü toplumdan kaynaklanması.

Tüm boyutlarıyla anamalcı toplumsal düzen.. insanın varoluşunun toplumsal olması..

Roman olumsuz bitmez. Çünkü insan tükenmez. İnsan doğasında bir başkaldırı yetisi vardır, insan diyalektik yöntemle kavrandığında mutlak iyiden ve kötüden uzaktadır, yılkı adamlarının bir sel gibi kente akın edişi, eninde sonunda bir dip dalgasının adaleti, hakkaniyeti ve eşitliği yeniden hatırlatacak, dahası toplumsal dönüşümün kapısı aralanacaktır.

Tahsin Yücel’in Kumru İle Kumru romanı üzerine yapılan değerlendirmelerden de ilginç, öğretici, dahası uyarıcı  bilgiler öğrenmekteyiz.

Romanları, kitapları nitelerken, genel bir tanım-başlık kullanırken çok ama çok dikkat etmeliyiz.

Kavramların nelikleri üzerine dikkat kesilmeliyiz.

Örneğin; kitap tanıtımcıları yazılarında, “insanın nesneleşmesi” ve “eşyalaşma” kavramlarını, bir olumsuzlama olarak sık kullanırlar.

Oysa, insan nesneleşen,eşyalaşan değil, nesneleştiren ve eşyalaştıran bir varlıktır.

Kavramların nelikleri üzerine daha çok ve daha dikkatli düşünsek bu hataları yapmayız.

Kavramlarla düşünüp, kavramları düşünmemenin alışkanlığından ileri gelen bir sorun var burada. Kavramların-sözcüklerin ulu orta kullanılmaları büyük anlam sorunlarına da yol açabilir.

Genellemele yaparken, nesnenin neliği ve gerçekliği temelinde olabildiğince bütünsel olarak kavramak, sınırları net biçimde belirlemek gerekir.

Ormanla ağaç arasındaki ilişkiyi doğru kurmak..

Dostumuz Atalay Girgin’e kitabıyla ilgili bir öneri, eğer bizim gözümüzden kaçtıysa, konuyu biraz genişletmesi isteği, şu konuda olabilir;

Edebiyat üzerine yorum ve saptamalarında, bir şeyin neliği ve gerçekliği, sık geçmektedir bu eserinde.

Bu ifadelerin hem felsefi düzlemde hem de yaşamdaki yansımaları konusunu genişletmesi okuyucu açısından sanırım daha yararlı olacaktır.

Nesnenin neliği ve gerçekliğini dikkate almadan, eleştiri-değerlendirme-bütünü kavrama gibi eylemlerin zayıf kalacağı izlenimini ediniyoruz okuduğumuz bu denemelerden. (148)

Sayfa 149’da; edebiyat eleştirisinin, eleştirmenin nesnesi karşısında, yeniden bir değerlendirme olarak; bulgulama, gösterme, sorup sorgulama, kavrayıp adlandırma gibi etkinliklerin genel adı olduğunu okuyoruz. Yapıtı sorguya çekmektir.

Her değerlendirme bir eleştiri değildir, her eleştiri, aynı zamanda kendisi de bir değerlendirme olan yapıtın yeniden değerlendirilmesidir.

Yazar Atalay Girgin, burada da önceki tezlerine koşut olarak, eleştirinin amacı ve görevi olmadığını, amaç ve görevin yazara ve eleştirmene ait olduğunu öne sürmektedir.

Yazan kişi;  sanatın, eleştirinin, eylemin ya da ürünün kendisinden bağımsız mıdır?

Sayfa 150’de, dil ve anlatım açısından iki yerde, “…edebiyat sektörü…” ifadesi geçmektedir.

Bu ifadenin yerini alabilecek başka bir kavram düşünülebilir mi?

 

Dostlarım;

İyi bir felsefecinin, romancının, yazarın; edebiyatın neliği ve gerçekliği üzerine yazdığı bu kitabı yeniden okumalı ve önermeliyiz.

Başta edebiyat olmak üzere, bilimde olsun, sanatta olsun, hatta yaşamın her evresinde yaptıklarımıza, düşleyip düşündüklerimize, felsefe ile bakmanın gereğini, yararını, toplumsal zorunluluklarını, hem kuramsal hem de eylemsel düzeyde, bize örnekleriyle gösteren bir yapıt bu, Edebiyat Nedir Ki..

Bu kitabın ana tezlerinden biri olan, bütünsel yaklaşımda  nesnenin neliği ve gerçekliği yöntemini esas alıp, Edebiyat Nedir Ki’ ye uygularsak diyebilirim ki;

Edebiyatın varlığı kültürün ve toplumsalın içindedir, herşeye olduğu gibi edebiyata da felsefeyle bakmak gerekir, bir şeye felsefeyle bakmak onun özünü konuşmaktır, edebiyatta felsefe ve sanatta nesneleştirme sorununa felsefe-edebiyat-eleştirmenlik-sanat-siyaset ilişkileri ve diyalektiği açısından bakan, dolayısıyla hem kavramsal hem yöntemsel hem de yaşama yansımaları açısından bilimsel bir çerçeve sunan bu yapıt, eğer gerçek okurları ve muhataplarını bulabilirse, çok verimli bir tartışma alanı açabilecektir.

Öne sürdüğü tezleri konusunda sağlam kuramsal temellerden başka, olumlu örnekler olarak sunduğu yazar-filozof-sanatçılar da, örneğin; Ianna Kuçuradi, Melih Cevdet Anday, Afşar Timuçin, yerinde seçimler olmuşlardır.

Ellerine, yaratıcı zihinsel emeğine, geleceği güzelleştirme çabalarına teşekkür ederken, yeni çalışmalar için üretken sevgiler dileriz..

Hiç yorum yok: