"Ya komünizm ya da bu iş karakolda biter..."*
Fikret Başkaya
Kapitalizm uzun insanlık ve uygarlık tarihinde sadece küçük
bir parantez. İşte sanayi kapitalizmi tarih sahnesine çıkalıdan bu yana
ikiyüzelli yıldan az bir zaman geçti. Buna rağmen insanlığın ve uygarlığın
geleceği riske atılmış bulunuyor. Kapitalist üretim tarzı "yaratıcı
yıkıcılık" sayılsa da, şimdilerde çoktan yıkıcılığın yaratıcılığın önüne
geçtiğini söylemekte bir sakınca yok. Artık her geçen gün yaptığından daha
çoğunu yıkıyor, daha çoğunu yok ediyor, daha çok kirletiyor...
O halde neden böyle oldu, neden genel bir sürdürülemezlik
tablosu ortaya çıktı, neden tüm işaret lambaları kırmızıya dönmekte? Neden her
geçen gün sosyal kötülükler (işsizlik, açlık, yoksulluk sefalet, anlam
kaybı...) çığ gibi buyuyor, ekolojik dengeler alt-üst oluyor? Bütün bunlar oluyor
zira kapitalizm insanlığın ve uygarlığın normal
hali değil, bir sapmaydı...
Kapitalizm bir meta uygarlığı, meta fetişizmine dayanıyor ve kapitalizm
dahilinde üretim etkinliğinin birincil amacı, insan ihtiyaçlarını karşılamak
değil kâr etmektir. Kullanım değeri değil değişim değeri üretmektir...
Başka türlü söylersek, bir ilişki tersliği söz konusu. Öküz
arabanın arkasına koşulmuş durumda... Her üretim çevrimi sonunda yaratılan
değer, artık ürün, artı-değerin (kârın) her seferinde yeniden yatırılma zorunluluğu
var, bir sonraki üretim çevrimine sokulması gerekiyor. Ve sonuç "üretim
için üretim" biçimini alıyor. İkincisi, kapitalizm kutuplaştırıcı bir
temel eğilime ve dinamiğe dayanıyor. Bir kutupta zenginlik biriktirmek, karşı
kutupta yoksulluk ve sefalet biriktirmekle mümkün oluyor. Aksi halde dünya
nüfusunun %1'inin dünya zenginliğinin (servetinin) yarıdan fazlasına, %8.1'inin
de dünya zenginliğinin %86,4'üne el koyması mümkün olmazdı... Üçüncüsü de
kapitalist üretim tarzının geçerli olduğu yerde üretimin insanî -sosyal ve
ekolojik sonuçları (zararları) dikkate alınmıyor. Netice itibariyle fatura
topluma ve doğaya çıkıyor, Burjuva iktisatçıları buna "dışsal
ekonomiler" diyerek işin içinden çıktıklarını sanıyorlar... Oysa dışarda
kalan hiç bir şey yok...
Neoliberal küreselleşmenin dayatılmasıyla, yıkıcılık
hızlandı, kapsayıcılığı daha da arttı. Kapitalizm dahilinde insan toplumlarının
üretim, tüketim ve yaşam etkinliği şimdilerde jeolojik sorunlar da yaratır
duruma gelmiş bulunuyor ki, buna antroposen
çağ (anthrophocène) deniyor. Artık
kapitalizm dahilinde sorunların üstesinden gelmek mümkün değil. Dolayısıyla hem
yeni bir uygarlığa giden yolun aralanması gerekiyor ve hem de bunun vakitlice
yapılması gerekiyor. Zira sistemin yıkıcılığı bu ölçüde hızlanmış, kapsamı da
bu ölçüde büyümüşken, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir...
Gerçek durum böyleyken ve genel bir sürdürülemezlik,
sürdürülebilemezlik tablosu ortaya çıkmışken, küresel plütokrasinin, küresel
oligarşinin sözcüleri, akıl hocaları, "eğer büyüme gerçekleşir, modern
teknoloji (teknik bilim) de gelişmesini sürdürürse, sorunların çözüleceğini,
işlerin yoluna gireceğini" söylüyorlar. Oysa, kapitalizm dahilinde,
üstelik onun vahşi neoliberal versiyonunun geçerli olduğu durumda, bu ikisi
sorunların çözümünün anahtarı olmak bir yana, bizzat kendileri birer sorun
haline gelmiş bulunuyor. Yegane amacı kâr ve her seferinde daha çok kâr, daha
çok sermaye biriktirmek olan, insana ve doğaya saygısız, her türlü etik
değerden yoksun bir sistem dahilinde büyümenin hiç bir sorunu çözme şansı
yoktur. Aynı şekilde, kâr etmenin ve yıkımın hizmetine sunulmuş teknolojik
harikaların da sorunları çözmesi mümkün değil ama daha da azdırması
kaçınılmaz...
Geride kalan son otuz beş-kırk yılda, neoliberal küreselleşme çağında yeryüzünün egemenleri,
küresel oligarşi ve küresel plütokrasi, 'köpeksiz köyde değneksiz gezme'
imkânına kavuştular. Ezilen ve sömürülen sınıfları, bulundukları mevzilerin
gerisine püskürtmeyi başardılar. Güç dengeleri yeniden ve kesin olarak sermaye
sınıfının lehine döndü. Bunun asıl nedeni ütopya zaafıydı. Ezilen halklar ve
sömürülen sınıflar ütopyasız kalmıştı. Bu ütopya zaafının ortaya
çıkmasında elbette "reel
sosyalizm" deneylerinin başarısızlığının da başat bir rolü oldu.
İçinde bulunduğumuz dönemde yaratıcı ütopyanın vakitlice yaratılması gerekiyor. Zira yaratıcı ütopya yokluğunda doğayla
uyumlu, öküzün arabanın arkasına koşulmadığı, insan haysiyetini ciddiye olan
yeni bir uygarlığa giden yolu aralamak mümkün değildir. Eğer insanlığın bir
geleceği olacaksa, bu, kelimenin jenerik anlamında, komünist bir toplumsal
düzen (bölüşmeyi, paylaşmayı, karşılıklılığı, dayanışmayı, bizim dilimizdeki
karşılığı olan müşterekleri esas alan,
doğayla uyumlu "başka bir
uygarlık") olabilir... Artık yöneticileri, değil yönetimleri,
yönetimleri değil sistemi, sistemi de değil uygarlığı değiştirme zamanı.
Velhasıl neden söz ettiğini bilmek önemlidir...
* Bu yazı Red dergisinin 100"üncü sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder