21 Şubat 2023

BİR GENEL TEKRARIN UTANCI

 

Bir Genel Tekrarın Utancı… 

Fikret Başkaya 

Para kral oldukça, özgürlük de adalet de mümkün değildir Albert Camus              

Yegane ereği kâr etmek ve kârı büyütmek olan, her türlü etik (ahlâkî) değere yabancılaşmış bir sosyal sistemde şeylerin sarpa sarmaması mümkün değildir. Üretimin aslî (birincil) amacının insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kârı, dolayısıyla sermayeyi büyütmek olduğu durumda, sadece sosyal mahiyetteki sorunlar değil, doğa tahribatının da derinleşmesi, yaşamın temelinin aşınması kaçınılmazdır… Kapitalizm dahilinde üretim artışına sosyal kötülüklerin (işsizlik, açlık, yoksulluk, sefalet, aşağılanma…) ve ekolojik yıkımın eşlik etmesi de sistemin mantığının, temel eğilimlerinin doğrudan sonucudur… 

Türkiye bir deprem ülkesi. Nerdeyse deprem olmayan yıl yok! Yönetici sınıf, siyaset erbabı sanki bu ülkede ‘ilk defa deprem oluyormuş gibi bir algıya sahip… Bir deprem oluyor, yöneticiler ‘ölenlere Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyor… ‘Yaralar sarılacak devletimiz büyüktür’ diyorlar… 450 bin inşaat müteahhidinden (inşaat kapitalisti), birkaçı cezalandırılıyor gibi yapılıyor… İyi de her seçim öncesinde çıkarılan ‘imar affı’ kanununa olumlu oy veren milletvekillerini de yargılıyorlar mı? 23 yıldır toplanan deprem vergilerinin ne olduğu, nereye harcandığının hesabı soruluyor mu? “Yapı Denetim Büroları” rezaletinden kaç kişi haberdar? Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ne işe yarıyor… Kent yağma ve talanının hizmetinde değil mi? 

On binlerin ölümüne, yaralanmasına, yersiz-yurtsuz kalmasına ‘takdir’i ilahî, ‘kader planı’ diyorlar… Tâki bir sonraki depreme kadar… Deprem bölgesine, fay hattı üzerine koskoca şehirler kurmamın bir sorumlusu, sorumluları yok mu? İnşaat kapitalisti o işi kâr amacıyla yapar… Kârı artırmak içinde her yola başvurur. İşçilere düşük ücret öder, yeterli güvenlik önlemini almaz (geçen yıl inşaatlarda ölen işçi sayısından haberiniz var mı?), malzemeden çalar, çürük binalar inşa eder ve o binalar ilk depremde çöker… Fakat hepsi bu kadar da değildir. Deprem, inşaat kapitalisti müteahhitler için ‘Allah’ın bir lütfudur’… Yıkılanların yerine yeni çürük binalar inşa etmek üzere seferber olurlar… 

DEPREM BÖLGESİ İLLERİ ve Türkiye'de İşgücü Verimliliği

 

Türkiye’de 10 İlin Sosyo-Ekonomik Gelişmesi

ve Türkiye’nin İşgücü Verimliliği

Halit Suiçmez

Türkiye'de beş yıllık kalkınma planları yapılmaktadır.

Bu planlarda bazı temel hedefler ortaya konulmaktadır.  Ülkenin ve toplumun genel kalkınmasının yanı sıra bu hedeflere bağlı olarak  bölgelerin, il ve ilçelerin, yörelerin de “dengeli gelişmesi” hedeflenmektedir.

Bu hedeflere varabilmek için de illerin sosyo –ekonomik değişmelerinin ortaya konulması amaçlanmaktadır.

Bu çalışmalarda amaç kamusal ve özel kaynakların doğru yönlendirilmesine ilişkin politikaların belirlenmesine katkı vermektir.

Planlarda, bölgelerarası bütünleşme, sosyal ve ekonomik dengelerin sağlanması, yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, fırsat eşitliği, kültürel gelişme ve katılımcılık ilkelerinin esas alınacağı vurgulanmaktadır.

Gelişme kavramı sadece sayısal büyüme hızı ile değil, bunun yanısıra ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel çok sayıda değişkeni de içeren kapsamlı bir toplumsal çerçevede ele alınmaktadır.

81 ilin kapsandığıDPT araştırmalarında; sosyal (demografik, istihdam, eğitim, sağlık, altyapı, diğer refah) ve ekonomik (imalat, inşaat, tarım, mali) alanlardan seçilen 58 değişken içerilmektedir.

Araştırmada birbiriyle bağımlı olan değişkenlerin kullanılmasına imkan veren gelişmiş bir istatistik tekniği olan temel bileşenler analizi uygulanmıştır. 

 

 

 

 

 

Tablo 1; İllerin 81 İl İçindeSosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması

                                                      2003                                   2017

Gaziantep                                      19                                      30

Kahramanmaraş                            44                                      58

Adana                                             8                                       27

Adıyaman                                      60                                     66

Hatay                                             27                                      39

Diyarbakır                                     58                                      68

Urfa                                               63                                      73

Kilis                                               54                                     62

Osmaniye                                       47                                      54

  Malatya                                          39                                      44  

Kaynak; DPT, “İllerin Sosyo-ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması”, Yayın No: DPT 2671, Mayıs, 2003 ve T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı,“İllerin ve Bölgelerin Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması”, Sege 2017

Yukarıdaki Tablo 1’e baktığımızda;

2003 yılından 2017 yılına 10 ilin sosyo-ekonomik gelişmesıralamasında gerileme olduğu gözlenmektedir.

DİZİLER ve DİZİLENLER

 

Diziler ve Dizilenler…

Fikret Başkaya 

Geride kalan üç on yılda, özel televizyon kanallarının kurulmasıyla Türkiye’de televizyon dizi sanayii önemli bir gelişme kaydetti. Dizi üretimi hızlı bir tempoyla arttı. Türk dizileri 150’den fazla ülkeye (Orta-Doğu, Kuzey ve Kara Afrika, Orta ve Güney Amerika) ihraç edildi. İhracatın portesi yılda 350 milyon doları aşmış görünüyor. Aslında diziler reklamlarla ayakta kalıyor. Ortama insan günde 4 saat kadar televizyon izliyor bunun çoğu diziler… Tekrarlar/özetler ve reklamlarlaher bir gösterim yaklaşık 2,5-3 saat sürüyor… Aslında sanıldığının aksine reklamlar gösterimiçine yerleşmiyor, dizi reklamın içine yerleşiyor… 

Diziler ekseri varlıklı sınıfların hikayesini anlatıyor. Güzel ve şık kadınlar, yakışıklı zengin erkekler, yalılar, süper lüks villalar ve arabalar, birbirinin kuyusunu kazanlar. Yoksullar şımarık zenginlerin ‘mutsuz’ yaşam serüveniyle oyalanıyor… Kendi gerçekliklerine yabancılaşıyorlar… Şeylerin gerçeğini anlamak için çaba göstermeye vakitleri kalmıyor… Diziler yoksul ve mütevazı toplum kesimlerinin uyuşturuyor… Aslında reklamlar tarafından da kuşatılmış durumdalar… Reklamlar insanları alıklaştırmanın,ahmaklaştırmanın, onlara ihtiyaçları olmayan şeyleri satmanın hizmetinde.  Kirletmenin, yok etmenin başlıca araçlarıdır… Ünlü ‘sanatçılar’ reklamlarda rol alıp toplumu kirletirken kendilerini de kirletiyorlar… Ünlü ‘sanatçılar’ reklamlarda rol alıyor, reklamlarda ünlenenler de ‘sanatçı’ oluyor… Etik, estetik ve entelektüel kaygılar taşıyan, taşıması gereken bir ‘sanatçı’ toplumu kirleten, alıklaştıran, doğa tahribatını derinleştiren reklamlarda neden rol alır… Neden suça ortak olur? Yaptığının anlamını hiç düşünüyor mudur? Elbette estetik/etik/sosyal kaygıları gözeten diziler de var ama istisna… 

25 Ekim 2022

Grev Yapan Öğretmeni “İşten Atın!”

 

Grev Yapan Öğretmeni “İşten Atın!” Çağrısı

Atalay Girgin*

Ne bir çemişin kaleminden dökülen “İşten atın!” çağrısı sürprizdi ne de bu çağrının zamanlaması… Hele de içerisinde yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal koşullar dikkate alındığında… Hele de hayat pahalılığı, yüksek enflasyon ve işsizlik koşullarında, toplumun büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşarken ve önemli bir kısmı da açlık sınırının altına demir atmışken…

Hele de öğretmenler açlık sınırına yaklaştıkça “GEÇİNEMİYORUZ” derken, bu çığlığa kulaklarını tıkayan ‘HOLDİNG’leş(tiril)miş yandaş, yancı ve yanaşma ‘sendika’cı(k)lara mensup biri(leri)nin, “Geçinemiyoruz da ne demek?”; “Geçinmek de neymiş?” dercesine, dört elle hamasete sarılıp “Biz “Ekmek Kavgası”nın önüne “Türkiye Sevdası”nı koyduk”  diyerek, bu sesi bastırmaya çalıştığı koşullarda…

Kendisine öğretmen ve eğitim ‘sendika’cısı denilen, ama maaşlarını dahi açıklayamayan bazı “kapitalsiz kapitalistler” bile böyle davranırken, diğerleri neler yapmazdı ki… Hele bir fırsatını bulsunlar… Tez zamanda maharetlerini gösterirlerdi. Kimi para-militer bir unsura dönüşürdü, kimi grev kırıcıya, kimi hedef gösteren, toplumu kamplaştıran ve düşmanlaştıran bir provokatöre…

Kimi öğretmenlerin ÖMK ve sınava karşı çıkışlarını fırsat bilip “boş öğretmen” diyerek sahne alırdı. Aslında kin kustuğu ve hem aşağılamak hem de düşmanlaştırmak istedikleri kendi meşrebine aykırı olanlardı, ama arada kaynadı, gitti.  Kimi de “Öğretmenler geçinemiyor” sözüne, “geçinemiyorlarsa, istifa etsinler”, hatta “ülkeyi terk etsin”ler diyerek karşılık verirdi. Ve ne gariptir ki ikisi de Akit güruhunun kalemşorlarındandı.  Adlarını bile anmaya değmez… Tıpkı grev yapan öğretmenleri “İşten Atın” diyen çemiş gibi…

22 Ekim 2022

Kapitalizm de Kapitalist Devlet de Öldürür!

 

Kapitalizm de Kapitalist Devlet de Öldürür!

 

                                                                       “Mükellef ilan oldu gelin dediler

                                                        Cehennem deliğine girin dediler” *

Fikret Başkaya 

Her gün birkaç, her ay yüzden, yılda binden çok işçi ekmek parası kazanmaya çalışırken ölüyor. Bu ölümlere “iş kazası” diyorlar… Aslında kaza istisnai bir şey değil midir? Sürekli tekrarlanan, binlerce işçinin ölümünü “kaza” deyip geçiştirmek uygun düşer mi? Eğer bu ölümler, bu cinayetler gerekli işgüvenliği tedbirlerinin alınmamasının, “bilinçli” bir tercihin sonucuysa, bunlara taammüden cinayet demek gerekmez miydi? Şeyleri adıyla çağırmak gerekmiyor mu? 

Taammüden işlenen bu cinayetler, burjuva basını, gazeteler, televizyonlar için haber değeri bile taşımıyor… Onlar ‘önemli şeylerin’ haberini vermeyi tercih ediyor… Ne zaman ki, toplu bir cinayet işleniyor, burjuva siyasetçileri, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve medya katliam alanına üşüşüyor… Toplu cenaze töreninin ardından, ‘ölenlerle Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, ölenlerin ailelerine de sabır dileyip olay mekânından ayrılıyorlar… Ta… ki, yeni bir toplum cinayet (katliam) ortaya çıkıncaya kadar… 

O halde bu ‘genel tekrarın’ sebebi ne? Kapitalizmden ve kapitalist devletten, emek sömürüsünden söz etmeden bu soruya uygun cevap verilebilir mi?.. Kapitalizm ve kapitalist devlet bir ve aynı şeydir, madalyonun iki yüzüdür… Kapitalizm demek “kâr” amacıyla meta (mal-şeyler) üretmektir. Kapitalist için işçi (insan), üretim sürecine sokulan şeylerden sadece biridir… Kapitalistin gözünde işçi ‘insan’ sayılmaz… Kapitalist bir mal veya hizmet üretmek için makine, enerji, hammadde, yarı-mamul şeyler, bir de işgücü (insan emeği) satın alır… Fakat üretim sürecine sokulan unsurların hiçbiri bir artı-değer, ‘fazla değer’, ‘yeni değer’ yaratmaz… Değeri yaratan sadece ve sadece canlı emektir, eti-kemiği olan insandır. Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan, üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum edilmiş proleterdir… 

Marx Neden Ateist Değildi?

                                                 Marx Neden Ateist Değildi?

Andy Blunden

Yazıya attığım başlık kimilerine şaşırtıcı gelebilir, ancak Marx, 23 yaşından itibaren, kendisini ateist olarak nitelemeyen bir kişiydi esasında. Onun dine yönelik tavrı da çok açık değildi, felsefî materyalizme yönelik tavrı ise herkesçe yanlış yorumlanmıştı. Bu noktada yazıya başlamadan önce aydınlatıcı bir izahata girişmek gerekiyor.

İzahatın ilk noktası şu: elbette ben, Marx’ın dindar olduğunu ya da teist ideolojiye sempati duyduğunu iddia etmiyorum. O aslında Tanrı’nın varlığını reddetmenin de ötesine gidiyor.

Dolayısıyla esasta ben, Marx’ın agnostik olduğunu da iddia ediyor değilim. Agnostisizm, en iyi hâliyle, Tanrı’nın varlığını tersyüz ettikten sonra, dini tecrübe eden bir tür aptallık pratiğidir.

Sonuçta benim ateizmden kastım, varlığı inkâr edilen Tanrı’nın ahlâkî varoluş için iyilikler yapan ve her hareketi gözetleyen çocuksu antropomorfik Tanrı anlayışlarıyla bir ilişkisi yok. Bu tarz bir anlayış, yüzlerce yıl önce ciddi teoloji çalışmalarından kovuldu ve sadece felsefece muhafaza edildi, uzun zamandır da cahillerin avutulması ile çocukların disiplini için kullanılıyor.

Bu tarz bir Tanrı’nın varlığını inkâr etmekle kendisini sınırlı tutan bir ateizm, değersizdir. Benim bahsini ettiğim ateizm ise deist, müdahaleci olmayan, hareket ettirici ya da Spinozacı panteist olanlar da dâhil, her türlü Tanrı’nın varlığını inkâr eden bir ateizm. Marx’ın da inkâr ettiği bu.

Tekrar etmek gerekirse, Marx deist ya da panteist değildi, ama o ateist ya da felsefi bir kılıkla kendilerini gizleyenler dâhil, her türden teizmi, deizmi ve panteizmi reddetmişti.

Günümüzde “köktencilik” olarak adlandırılan bir tür dinî canlanma ile karşı karşıyayız; gerçekte Hristiyan köktenciliği dünya üzerinde muazzam bir güç elde etmiş olsa da nüfus bakımından küçük bir azınlığı teşkil ediyor. Bunlar elbette çocuksu bir Tanrı anlayışını öne çıkartıyorlar. Benim üzerinde durduğum nokta, marksistlerin ve her türden ateistin söz konusu gerici aptallıklara itiraz ederken, aslen Hristiyanlık’la müttefik oldukları gerçeğidir. Çocuksu ve hoşgörüsüz dogmatizmle mücadele etmek, bana göre, ateizmin işi değil. Umarım bu hususta bir uzlaşı mevcuttur. Demem o ki ateizm daha üst bir seviyede konumlanmıştır. Eğer ateist iseniz, siz sadece Berkeley’e ve Papa’ya değil, Spinoza ve Rousseau’ya da karşısınızdır.

Giriş bölümünün son noktası bu. Marx’tan bolca alıntı yapacağım, zira amacım Marx’ın görüşünü açıklamak, özellikle onun “ateist” etiketine itiraz ettiğini tespit etmek. Niyetim, ateizmle ilgili kendi fikirlerim üzerinden vaaz vermek değil. Şüphesiz ki benim görüşlerim de dile gelecek, ama bu tümüyle özgül durumlar bağlamında gerçekleşecek.

18 Ekim 2022

Eğitim Sendikaları Nereden Nereye?

 

Öğretmen ve Eğitim Sendikaları Nereden Nereye?

Atalay Girgin*

Günümüz ‘eğitim’ ve ‘öğretmen’ sendikalarının kuruluş sürecinden bu yana geçen yakın geçmişini dikkate almak bile üzeri örtülen bir dizi gerçekliği, yadsınan hakikatleri, ısrarla söylenen ve sürdürülen yalanları gözler önüne serer.

Bunlardan biri, eğitim, siyaset ve öğretmenler ilişkisidir. Bir diğeri ise şu an var olan ‘sendika’ların ve ‘üye’lerinin, başlangıçtaki sendikalar ve üyelerle (bireyler olarak aynı kişiler olmamalarından söz etmiyorum) nitelik, duyarlılık, örgütlenme ve toplumsal sorumluluk bilinci; öğretmen özerkliğinin değerini bilme ve gereğini yapma düzeyi, vb açılardan aynı olmadıklarıdır.

Malumdur ki her şey değişiyor. Değişen her şeyle birlikte, şeylerin hakikati de değişiyor. Bu değişim ve değişen her şeye eğitim, ‘öğretmen’ ve bu alanda kurulup varlığını devam ettiren sendikalar da dâhildir.

Bugünü Anlamak İçin Biraz Tarih

Bugün, bir yandan “ÖMK ve Kariyer Basamakları Sınavı”yla cebelleşen; diğer yandan “GEÇİNEMİYORUZ” diyerek, sesini ‘sendika’cı(k)lara ve malum yetkili/yetkisiz iktidar cenahına duyurmaya çalışan; bunları yaparken de eğitimin, öğretmenlerin ve sorunlarının siyasetle ilgili olmadığı yanılsamasını yaşayan ve söyleyen memur ‘öğretmen’ kitlesinin hali pür melalini de anlamak için, yakın geçmişi kısaca anımsamak ve anımsatmak gerek.

10 Ekim 2022

MEB'de Faiz Haram Değildir!

 

Milli Eğitimde “Harama Bulaşmayan Kalmamış”

Atalay Girgin*

MebPersonel.com tarafından yayınlanan haberin görseli
Prompter ekranında yazılanlara ve onları okuyup dillendiren Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerine inanırsanız, ona itimat ederseniz eğer, “Nas vardır. Faiz haramdır”. Yani faiz alan da bunu yiyen ve başkalarına yediren de Cehennem ateşinde cayır cayır yanacaktır. Velhasıl bunlar Cehennemliktir!

Lakin her şeyin üzerinde de Allah’ın izni vardır. Hatta Türkiye’de yolsuzluk ve yoksulluk olmasının bile… Allah’ın izni olmasa ne yolsuzluk ve faiz olur ne de yoksulluk ve haram… Eğer gün gelir de Allah izin verirse bunların hepsi kaldırılacaktır!

Tam bir tenakuz hali söz konusu olsa da durum budur. Ancak bir de gerçeklere ve o gerçeklerin belgelere yansıyan ifadelerine bakarsanız, bu sözün hükmü, çöl sıcağındaki kar tanesinin ömrü kadar bile değildir.

Özellikle de ‘tek seçici’nin özene bezene seçip bir ‘Bakan’ ya da bir ‘yetkili’ sıfatıyla koltuğa oturttuğu ve kıskançlıkla koruyup kolladığı kişilerin yönettiği kurumlarda olup bitenleri dikkate alırsanız, sormadan edemezsiniz: Eğer nas varsa ve faiz de haramsa, o halde haram yenmeyen, haram yedirilmeyen kurum var mıdır?

30 Eylül 2022

Öğretmenin Çığlığı: GEÇİNEMİYORUZ!

 

Öğretmenin Çığlığı: GEÇİNEMİYORUZ!

Atalay Girgin*

Öğretmenler “geçinemiyoruz” diyor. Sosyal medya üzerinden paylaştıkları yüz binler, hatta milyonlarca mesajla, günlerdir, haftalardır seslerini duyurmaya, dertlerini, sorunlarını anlatmaya çalışıyorlar.

Peki; kime, kimlere seslerini duyurmaya, dertlerini anlatmaya çalışıyorlar? Ne yazık ki nafile bir çaba olsa da… Bakmakla görevlendirilmiş ‘Bakan’a… Birer holdinge dönüş(türül)en yandaş, yancı ve yanaşma ‘sendika’cıkların, her biri birer CEO haline gelen ve maaşlarını bile açıklayamayan yöneticilerine… Daha ötesini söyleyip yazarak, sağır odaların sağır sultanlarının, kulağı eşikte olan çemişlerini uyandırmaya gerek var mı?

Geçinemeyenler Yalnızca Öğretmenler Mi?

Elbette toplumun alt gelir gruplarını cenderesine alan hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk koşullarında geçinemeyenler yalnızca öğretmenler değil.

Başta işsizler olmak üzere… Asgari ücretin altında bir ücretle çalıştırılan ya da çalışmak zorunda bırakılan ve asgari ücretle çalışan işçiler de geçinemiyor. Keza yoksulluk ve açlık sınırının da altında bir maaşla yaşama tutunmaya çalışan milyonlarca Bağkur, SSK ve memur emeklisi de… Hatta açlık sınırının altında yaşayan köylüler de geçinemiyor. Öğretmenlerin, devlet okullarında çocuklarını okuttukları veliler ve ailelerinin çoğunluğu da…

27 Eylül 2022

DOMUZBAĞI DEPREMİ

 

         ‘Domuzbağı Depremi’

Atalay Girgin*

Yakın geçmişi bilenler ve daha hafızalarından silinmemiş olanlar için “domuzbağı” kavramı tanıdıktır. Bu kavram, 1990’lı yılların “mezar evleri”ni ve bu evlerde “domuzbağı” ile öldürülen insanları anımsatır. Ve o dönemin kanlı ve İslamcı örgütü Hizbullah’ı çağrıştırır elbette.

Peki; “2000’li yıllarda yasal alana geçerek”, genel başkanı Saray katında Recep Tayyip Erdoğan tarafından huzurda ağırlanan ve hüsnü kabul gören, AKP’yle ilişkileri de iyi olan “HÜDA-PAR’ı kurduğu” söylenen Hizbullah ortadan kalkmadı mı?

Lafzi söylemlere inanırsanız, yukarıdaki sorunun cevabı “Evet”tir. Ama gerçekleşen bazı olaylara bakar ve yazılanları değerlendirirseniz yanıt “Hayır”dır. Kendini fesh ederek yasal alana geçtiği ve “HÜDA-PAR” olarak yasal siyasal faaliyete yöneldiği söylenen Hizbullahçılar, yazılanlara göre, “Kendilerine ‘Şeyh Said Teyyareleri’ adını vererek Kobani olaylarında sahneye çıktı”.

Anlaşılan oydu ki Hizbullah ve Hizbullahçılar, açıklamaların aksine hem yasadışı silahlı örgütlenmesini koruyor ve sürdürüyordu, hem de HÜDA-PAR ve adına “sivil toplum örgütü” denilen bazı yapılar üzerinden farklı alanlarda faaliyetlerine devam ediyordu. Bu alanlardan biri de eğitim, okullar ve eğitim sendikalarıydı.