19 Mart 2017

"TACİZCİ MÜDÜR"Ü KORUYAN KİŞİ ve KURUMLAR

İşte "Tacizci Müdür"ü Koruyan Kişi ve Kurumlar

Edirne'de çalışırken, öğrencisini cinsel içerikli mesajlarla taciz ettiği subut bulan, Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lİsesi eski müdürü ve şu anda, erkek öğrencilere cinsel taciz ve istismar iddialarıyla Sincan Cezaevi'nde tutuklu bulunan Selçuk Kurt'u hangi kişi ve kurumlar korumuştur?

Bu sorunun şu ana kadar, kesin olarak açıklığa kavuşan iki yanıtı  var: Birincisi Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve onun müdürü sıfatıyla Enver Yurtdaş. İkincisi ise Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve yetkilileri.

Herkesin aklındaki soru, sanıyorum ki şudur: Bu ifadeleri,  nasıl oluyor da  bu kadar açık ve kesin bir dille yazabiliyorum?

Söyleyeyim: Çünkü elimde hem resmi belgeler var, hem de tanıklar...

Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve yetkilileri, erkek öğrencilere cinsel taciz ve istismar iddiaları soruşturma  konusu yapılıp basına yansıyıncaya dek, öğrencisine tacizden ceza alan Selçuk Kurt'u hem korumuş hem de onun okul pansiyonunda, kendisine özel odada yatıp kalktığını gizlemiş ve görmezden gelmiştir. Hatta cinsel taciz iddilarıyla savcılık soruşturmaya başladığında bile özellikle  Enver Yurtdaş, Selçuk Kurt'un pansiyonda kalmadığını, aksine Haymana Öğretmenevi'nde kaldığını söylemekten çekinmemiştir. 

Peki; söyleyin çocuklar! Acaba Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürü Enver Yurtdaş ve onunla birlikte davranan Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri doğru mu söylüyor? Elbetteki HAYIR!

Peki; bu yalanın ardında, acaba  hangi özel ilişkiler vardır? Bu yalanın amacı, Çocuk Hakları Sözleşmesine göre, korunup kollanması gereken çocuk yaştaki öğrencileri, yani sizleri mi korumaktır, yoksa tacizciliği subut bulmuş Selçuk Kurt'u korumak mı?

Peki; böylesi yalancılar, eğitim-öğretim faaliyetinin başında yönetici olarak tutulabilir mi, bunlara güvenilebilir mi? Elbetteki HAYIR!

Peki; bunca olaya ve yalana rağmen, tacizciyi koruyan, Haymana  İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve yetkililerine güvenilebilir mi? Elbette HAYIR!

Peki; bu yaşananlara rağmen, Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü, tacizciyi korudukları açıkça ortada olan Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün müdürü Enver Yurtdaş olmak üzere hem okulda  hem de İlçe Müdürlüğündeki ilgili şahısları neden görevde tutuyor?

İşte can alıcı ve yanıtı vahim bir soru: Sıkıdurun! 
Çünkü Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü, "tacizci müdür"ün pansiyonda kalmadığını, kalmasında da bir sakınca olmadığını karar altına almıştır!!!

Neresinden tutarsanız tutun, tam bir rezalet! Şimdi iki kurum da sükut ikrardan gelir dercesine susuyor ve bu işi nasıl kapatır da işin içinden çıkarız diye düşünüyor. Tacize, istismara uğrayan çocukları, öğrencileri düşünen böyle davranır mı? Elbetteki HAYIR!

Peki; neden böyle davranıyorlar? Çünkü bu işin sonunda hem ulusal, hem de uluslarası sözleşmelere göre, yüklü maddi ve manevi  tazminat cezaları var. 

Aklınızda bulunsun, bu süreçte, pansiyonda / okulda kalıp da şu ya da bu biçimde, "tacizci müdür" Selçuk Kurt'un cinsel taciz ve istismarına uğramış herkes maddi ve manevi tazminat davaları açabilecek ve kazanabilecektir. Bunun da yolu sözüm ona hemşerilik memşerilik adına avukatlara kapılmak, onlara kanmak değil, işin ehli avukatlara gitmektir. 

Dolayısıyla "tacizci müdür"ün cinsel taciz ve istismarına uğramış öğrencilerin yapacağı ilk iş, ya anne-babalarını alarak ya da kendi başlarına ve mağduriyet yaşamış arkadaşlarıyla Ankara Barosu'nun kapısını çalıp işin ehli avukatlarca kendilerinin temsil edilmesini istemek ve sağlamaktır.

Aksi halde herkes kendi yaşadığı acılarla başbaşa kalacak... Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün koruduğu "tacizci müdür" elini kolunu sallayarak,sizin ya da başka çocukların başına getirilecektir. Karar sizindir.

Gerektiği zaman, yeni konulara ve sorunlara değinmek üzere... Şimdilik bu kadar...


16 Mart 2017

HOŞÇAKAL HAYMANA



Hoşçakal Haymana

Evet! Biliyorum! Haymana İlçe Milli Eğitim ve Nuri Bektaş Anadolu Lisesi çevreleri başta olmak üzere, Ankara İl Milli Eğitim çevrelerinden birilerinin yazacağım her satırı sabırsızlık, endişe, kaygı ve tedirginlikle beklediğini biliyorum. Onları anlıyorum. Keza; yazdıklarımda kendilerini bulmayı uman, birkaç tas çorbanın hatırına, cansiperane tetikçilik yapan; mevcut anlayışlarıyla, asla, Skinner’in faresi düzeyine erişmek bir yana, “Pavlov’un köpeği” seviyesine bile yükselemeyecek olan tasmalı çomarları ve çemişleri de anlıyorum.

Ama ilgili satırlara erişmek için, çok değil, biraz daha bekleyeceksiniz. Çünkü onlardan önce, fazlaca uzatmadan, olabildiğince kestirmeden giderek söyleyeceklerim var:

Başlıkta “Hoşça kal Haymana” dedim. Evet! Hoşça kal Haymana! Hoşça kal… Sizler bilmezsiniz ama ben çalıştığım hiçbir okulda öğrencilerimle vedalaşmadım. Onların gözlerinin içine bakarak, “Hoşçakalın çocuklar! Hoşçakalın arkadaşlar!” demedim. Kim bilir, belki fırsat olmadı. Kim bilir, belki de vedalaşmaları sevmediğim içindi. Kim bilir belki de her vedalaşmada insanı eksilten bir şeyler olduğu duygusunu hissetmemdendi. Neden hangisi olursa olsun, bu kural Haymana’da da değişmedi. Eğer bu bir kusursa, kusura bakmayın çocuklar! Kusura bakmayın…

Oysa, siz bilmezsiniz ama, ben öğrencilerimi çok sevmiştim. Okul içinden ya da dışından birileri tarafından bana karşı kışkırtıldıklarında, birileri tarafından muhbirleştirildiklerinde,  hatta bazıları sınırlarını aşıp beni sinirlendirdiklerinde bile çok sevmiştim. Ve hâlâ seviyorum. Hem de en haşarılarını, en asilerini bile… Diğer öğrencilerim alınmasın lütfen! Belki de en çok onları seviyorum ben.  Neden mi?

İtiraz edebildikleri, üzerlerinde kurulan, kurulmak istenen her türlü baskıya rağmen boyun eğmeyip, “HAYIR! Yaptıklarınıza, birilerinin göz yummalarına, kurduğunuz saltanata daha fazla sessiz kalmayacağız!” diyerek, mücadeleyi seçtikleri, seslerini yükseltebildikleri için…

O küçücük, çelimsiz bedenleriyle, sıfatlarının, statülerinin, makamlarının ardına saklanarak kendilerini değerli sanan, sözüm ona kelli felli, etkili ve yetkili zerzevatlara rağmen “HAYIR!” diyerek, sorumlu bir insan olma yolculuğunun çok önemli bir kilometre taşını başarıyla aştıkları için…

23 Şubat 2017

SAVUNMAMDIR


“Savunma”mdır
                                        
                                "Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi,Farisi bilmem, dile minnet eylemem
  Sırat-ı Müstakim üzere gözetirim rahimi
                                            Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem"
 
Bugün buldum bugün yerim,Hak kerimdir yarına Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına Zerrece tamahım yoktur şu Dünya varına 
 Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem"
Nesimi
 


Konu: 03.02.2017 tarih ve 49850909-E.1420255 Sayılı Yazınız Hakkında.


Yukarıda sayı ve tarihi belirtilen yazınızda, “Ankara Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 31.01.2017 tarih ve 903.08.02-1247180 sayılı” yazısına atıfla, “Maarif Müfettişleri Başkanlığı tarafından yapılan inceleme/soruşturma sonucunda düzenlenen 30/01/2017 tarih ve 663.07/13 sayılı raporda” hakkımda tespit edildiği ileri sürülen ve “sûbuta” erdiği iddiasıyla cezalandırılmam gerektiği belirtilen hususlar, kısaca dört maddede toplanmıştır. Bunları sırasıyla yanıtlıyorum:

1-) 657 sayılı DMK’nın 125/B-d kapsamında yer aldığı iddia edilen yani “Hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak” olarak nitelenen, “BİRGÜN Gazetesinin “Kandil Orucu” haberini”, kandil ve kandil orucuna ilişkin ilahiyatçı düşünürler ve akademisyenlerin görüşlerini içeren videoları paylaşmanın hem hukuki, hem de ahlaki anlamda hiçbir suç vasfı yoktur. Eğer hem haberin hem de diğer paylaşımların bir suç vasfı olsaydı ya da birilerinin istedikleri zaman canlarının istedikleri yöne çekerek iddia ettikleri gibi “milli ve dini anlamda manevi değerlere” aykırı olsaydı, sıra bana gelinceye dek çoktan cezalandırılır veya yasaklanırdı. Kaldı ki özellikle facebook sayfam bağlamındaki paylaşımların tamamı benim özel alanım kapsamındadır. Bu sayfadaki kişiler ya beni seçmiş, listemde yer almayı istemiştir ya da benim tarafımdan seçilmiştir. 

Dolayısıyla bu sayfadaki paylaşımlar, yasalara aykırı olmadığı, haklarında bir yasaklama ve cezalandırma bulunmadığı, insanları herhangi bir suça teşvik etmediği, devlet memurunun itibarını zedeleyecek (örneğin şu günlerde Haymana’dan taşıp Türkiye gündemini meşgul eden çocuklar ve öğrenciler başta olmak üzere herhangi bir kişiye cinsel taciz, cinsel istismar ve tecavüz gibi… Keza herhangi bir tacizciyi, istismarcıyı susarak da olsa koruyup kollamak gibi) bir nitelik taşımadığı sürece, yalnızca “facebook arkadaş listemde” bulunan insanları ilgilendirir. Yani sıfatı, statüsü öğretmen de olsa, müdür ya da herhangi bir makamdaki eğitimci de olsa herhangi bir muhbir vatandaşı ya da zerzavatı ilgilendirmez. Ve cezalandırılmam talep edilen paylaşımların hiçbiri de bu anlamda ne bir suç konusudur, ne de yasaktır. Hele hele devlet memurunun itibarını zedelemek gibi yüz kızartıcı bir niteliğe hiç sahip değildir. 

İlgili paragrafta yer alan ve “ya ondadır ya şunda” anlayışıyla birçok konunun yanına iliştirilmiş olan “hükümet hakkında” sözünün ise hiçbir somut karşılığı yoktur. Zaten böylesi en küçük bir ihtimal olsaydı, sıfatlarının, statülerinin, oturdukları koltukların ardına saklanarak kendini bir halt sanan bilumum zerzavat, uydurma ve zorlama idari şikâyetlerle yetinmez, çoktan kolları sıvayıp birilerine yaranmak adına mahkemelere koşardı. Malumunuz olduğu ve yakînen bildiğiniz gibi, ne kadar yırtınsalar, akıl ve mantık sınırlarını zorlasalar da böyle bir şey gerçekleşmedi. Çünkü ben ne hizmet içinde ne de hizmet dışında “Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte” herhangi bir davranışta bulundum. Velhasıl bu madde kapsamında “sûbuta er”diği iddia edilen fiillerin hiçbir suç niteliği yoktur. 

22 Şubat 2017

AŞK MAVİDİR ÖĞRETMENİM'e SORUŞTURMA

Soruşturma ve Cezalar Aşkın Rengini Solduramaz:
AŞK MAVİDİR ÖĞRETMENİM

Milli Eğitim teşkilatının neredeyse birçok kademesine kök salmış sansürcü ve yasakçı zihniyet sahiplerinin "Aşk Mavidir Öğretmenim" adlı romanım hakkında soruşturma açtığı kesinleşti. Epeydir bu konuda söylentiler olsa da kesin bir bilgi yoktu. Ancak geçtiğimiz günlerde edindiğim bilgiler, söz konusu soruşturmanın, Haymana eski Kaymakamı Turhan Erdoğan'ın 2016 Kasım'nda Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne yazdığı üst yazıyla başladığını teyit etti.

 
"Aşk Mavidir Öğretmenim" soruşturması, 2010 yılı Kasım sonundan bugüne dek Felsefe öğretmeni olarak görev yaptığım Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi'nde, kitaplarım vesile edilerek hakkımda açılan ve önceki dosyayla birleştirilerek karşıma çıkarılan ikinci soruşturmadır. İlki, 2011 yılında ilk basımı yapılan "Lağımpaşalı" adlı romanımla "cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet yetkililerine hakaret ettiği"m iddiasına büründürülerek, 2015 sonunda okul idaresi ve ilçe milli eğitim müdürlüğünün şikayeti üzerine Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü müfettişleri aracılığıyla yürütülmüştü.

"Aşk Mavidir Öğretmenim" hakkındaki soruşturmanın da yine aynı mahfillerin şikayeti ve talebi üzerine, Kaymakam Turhan Erdoğan'ın Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne yazdığı yazıyla başladığı anlaşılıyor. 

"Aşk Mavidir Öğretmenim"den hareketle hem romana hem de bana  yönelik yapılan şikayet ve açılan soruşturmanın, 240 sayfalık romanın yalnızca iki sayfasına odaklandığı ortaya çıktı. Şikayetçilerin iddiasına göre söz konusu sayfalardan birinde, "terör", "teröristle ilgili ifadeler"le ve "dağa gitmek" sözüyle "terörün" övüldüğü ve özendirildiği kanatine varılıyor ve "gereğinin yapılması" talebiyle de cezalandırılmam gerektiği belirtiliyor. 

Oysa kitabı didik didik etmelerine rağmen, tam bir sansürcülük örneği gösterek ve ancak bazı sözcükleri cımbızlayarak oluşturdukları şikayet ve açtırdıkları soruşturmayla, ilgili çevrelerin sergiledikleri tutum bariz bir acziyet göstergesidir. Bu aynı zamanda "öğretmenin itibarı" sözünü dillerine pelesenk eden, ancak sıfat ve statülerini muktedirler önünde hangi taklaları atarak, hangi elleri etekleri öperek elde ettiği malum olan çevrelerin, aslında hangi zihinsel sefalet içerisinde olduğunun da apaçık ikrarıdır. Çünkü kitabın hiçbir yerinde sansürcü ve yasakçı zihniyet sahiplerinin algıladığı ve yorumladığı anlamda bir "terör" övgüsü, "terörist"liğe özendirme sözkonusu değildir. Buna rağmen, ilgili şikayeti dikkate alarak, "Aşk Mavidir Öğretmenim" ve yazarı olarak da benim  hakkımda soruşturma açmak ve celandırılmam gerektiğine hükmetmek ise hem bu acziyete teslim olmak hem onu sürdürmek, hem de aynı zihniyetle malul bataklığı mesken tuttuğunu cümle aleme ilan etmektir.

14 Şubat 2017

HAYMANA'DA NELER OLUYOR? (3)

Kaç Yanlış, Kaç Yalan Bir Doğru Yapar?

Nuri Bektaş Anadolu Lisesi'ndeki erkek öğrencilere Okul Müdürü Selçuk Kurt tarafından cinsel taciz ve cinsel istismar yapıldığı iddialarının basında haber olmasıyla birlikte, Haymana'daki bazı tetikçiler, nedendir bilinmez, beni hedef göstermeye başladılar. Elbette yalnızca tetikçiler değil, asıl olarak Selçuk Kurt,  normal, sağlıklı düşünen herhangi bir insana, idareciye yakışmayacak bir biçimde beni hedef gösteriyor.

Şikayetler üzerine hakkında önce idari, sonra da adli soruşturma başlatılan ve ardı sıra hemen açığa alınan Okul Müdürü Selçuk Kurt, gazeteciliklerinin kıymet-i harbiyesi kendilerinden menkul birilerinin bir mizansen içinde kendisine uzattığı mikrofona açıklamalarda bulunmuş. 

Bıraktım "erkek çocuklara cinsel taciz ve cinsel istismar" gibi ağır bir iddiayla suçlanmayı, herhangi bir suçlama karşısında bile insanların savunma kaygısıyla hareket etmesini anlayabilirim. İddiaların ağırlığı altında, haklı olarak ne yapacağını şaşıran Okul Müdürü Selçuk Kurt da kendini savunma, söz konusu iddiaları bir an önce bertaraf edebilme kaygısı ve telaşıyla, kendisini hiç zorlamayacak, danışıklı-döğüş sorulara bile doğrularla yalan yanlış bilgileri birbirine karıştırak yanıtlar vermiş. 

İşte bu nedenle bu zorunlu ve kısa açıklamanın başlığı "Kaç Yanlış, Kaç Yalan Bir Doğru Yapar?" oldu. Şimdi gelelim Okul Müdürü Selçuk Kurt'un yanlış ve yalanlarına, kendisine bir türlü sorulmayan sorulara...



 Mikrofonları  uzatan iki zat, "Hocam, okula atandığınız 2014 yılından bu yana pansiyonda özel yatak odanız var mı? Bu odaya geceleri öğrencileri çağırdınız mı? Çağırdıysanız birer birer mi, yoksa ikişer üçer mi odanıza  aldınız?" diye sormuyor. Okul Müdürü Selçuk Kurt konuşması arasında pansiyonda kaldığını itiraf ediyorsa da sözüm ona iki gazeteci bunu duymazlıktan geliyor. 

Selçuk Kurt "Zorunlu Kandil Orucu" haberinden söz ediyor, ama oruç tutmayan öğrencilere sabah kahvaltısı verilmeyip, onların aç bırakılmasından söz etmiyor. Keza bunun sorumlusunun kendisi olduğundan da... Karşısında duran ve ellerine verilen mikrofonu tutmakla mükellef  sözüm ona iki gazeteci de ağızlarını açıp  bu konuda tek kelam etmiyor. 

Konu mankeni misali elllerinde mikrofon tutan iki zat, iddialara hiç değinmiyor. Örneğin; "Hocam, hakkınızda daha önce çalıştığınız okullarda cinsel taciz iddiası da var. Acaba bundan önce çalıştığınız okullarda cinsel taciz gerekçesiyle hakkınızda idari ve adli soruşturma açıldı mı? Eğer açıldıysa bunların herhangi birinden ne kadar ceza aldınız?" sorularını yöneltemiyorlar.  

13 Şubat 2017

HAYMANA'DA NELER OLUYOR? (2)

Haymana'da Öğrencilere Cinsel İstismar İddiası Meclis'te
 

İzmir Milletvekili Doğan Haymana'daki okul pansiyonunda öğrencilerin müdürün cinsel tacizine maruz kaldığı iddiasıyla ilgili önergesinde, müdürün neden sadece görevden uzaklaştırıldığını ve adli soruşturma açılmadığını sordu. 
Haberin Devamı:  http://bianet.org/bianet/cocuk/183586-haymana-da-ogrencilere-cinsel-istismar-iddiasi-meclis-te

12 Şubat 2017

HAYMANA'DA NELER OLUYOR? (1)

Haymana’daki lisede erkek öğrencilere cinsel istismar
12.02.2017 08:37 GÜNCEL
Haymana’da lise müdürü S.K.’nin erkek öğrencilere cinsel taciz ve istismarda bulunduğu iddia edildi. 100’e yakın öğrencinin BİMER’e başvurusuyla başlatılan soruşturmada S.K. görevden uzaklaştırıldı.
 Haberin Devamı: http://www.birgun.net/haber-detay/haymana-daki-lisede-erkek-ogrencilere-cinsel-istismar-146553.html 

08 Şubat 2017

RECEP SICAK SEVER



Recep Sıcak Sever*
Atalay Girgin

Sübyancı Kulampara
  
                                        "Eğri ya da doğru ne halt ettiyse etti,     kapatalım gitsin. Recep, bizim Recep! Hırlıysa da hırsızsa da bizim Recep… Zamparaysa da bizim Recep, kulamparaysa da… Aynı camiye gidip, aynı safta durmuyor muyuz? Alnımız aynı secdeye değmiyor mu? Allah’ımız bir, kitabımız, peygamberimiz bir değil mi? Yüzümüzü aynı Kabe’ye dönmüyor muyuz? Allah’a havale edin gitsin! Kapatın bu işi…"


Yılın son ayı, felaket habercisi gibi, önüne kattığı her şeyi oradan oraya savuran soğuk ve estikçe camlarda ıslık çalan bir rüzgâr ve ona eşlik edercesine tipiye dönüşen karla gelmişti. Kar ve tipi arada sıra durup, yerini ayaza buza bıraksa da o bir türlü dinmek bilmiyor, uzayıp giden ıslıkları birbirine ekleniyor, bitmeyen, uzadıkça bıkkınlık veren bir senfoni gibi aralıksız devam ediyordu. Elektrik direkleri devriliyor, birbiri ardına elektrik telleri kopuyor, çatılar, çatılardaki kiremitler, televizyon antenleri uçuşuyor, bazı minarelerin şerefeleri yıkılıyordu. Kaç haftadır Pazar bile kurulamıyordu. Kimileri olup biteni hayra, kimileri şerre yorarken, kimileri kıyamet alameti olarak değerlendiriyor, kimileri “Allah’ın gazabı” olarak niteliyor, kimileri ise “Allah’ın hikmeti işte! Hikmetinden sual olunmaz ya… Hayırsa da şerse de her şey Allah’tan…” diyordu.

Rüzgâr ise hakkındaki yorumları umursamadan, kulakları sağır edercesine, sanki öfkesini kusuyor, “Gerçek benim! Hakikat benim sesimdedir. Beni dinleyin! Beni anlayın! Beni anlamadığınız, gerçeği görüp, hakikati kavramadığınız sürece gitmeyeceğim!” dercesine bağırıyordu.  Yalnızca ağaçlardaki yaprakları koparmak, zayıf ve cılız ağaçları kökleyip çıkarmak, sağda solda bulduğu öteberiyi fırlatıp atmak için değil, köşede bucakta gizli saklı fısıltıyla konuşulan her şeyi sağır sultanlara bile duyurmak istercesine, bir çığlık misali esip duruyordu. Yatağını döşeğini şehrin üzerine sermiş, saniye bile sektirmeksizin, ne zaman biteceği belirsiz mesaisine devam ediyordu.

 Evlerden dışarı çıkmak da dertti, eve dönmek de… Kahvehaneler bomboştu. Hele emekli kahvehaneleri, bu havada avlayacak sinek bile bulmakta zorlanıyordu. Bir vesileyle dışarı çıkmak zorunda kalan ve sokakta, caddede konuşanların sözlerini, daha ağızlarından çıkmadan, sözcük sözcük, hece hece, harf harf dağıtıyor, bölük pörçük anlamsız parçalara dönüştürüyordu. Onlar da seslerini birbirine duyurabilmek için bağırdıkça bağırıyorlardı. Ama nafileydi.

15 Aralık 2016

"Coğrafya Kader (Mi)dir?"



İlinek İnsan, Coğrafya ve Edebiyat Üzerine
Atalay Girgin1

Her yazının en az bir nedeni, sorusu ve öyküsü vardır2. Her yazının doğrudan ya da dolaylı bir biçimde dile getirdiği en az bir sözü… Tıpkı bu yazının olduğu gibi… Bu yazının sözü aşağıdaki satırlarda olsa da öyküsü hem önerme hem soru niteliği taşıyan “Coğrafya kader(mi)dir” cümlesiyle başlar.

Okur farkında olsun ya da olmasın, açık ya da gizil bir biçimde dile getirilen neden ve soru yazanı bağlar; aklına, bilincine düğümler atar, görünmez sınırlar çizer; duyarlılığını, duygu ve düşüncelerini belli bir eksende harekete geçirir. Bu nokta, yazanı bilinçli ya da bilinçsizce hızla tehlikeli bir sınıra doğru sürükleyebilir, “at gözlüğü”yle bakmaya, söylem üretmeye ve hükümler vermeye yöneltebilir. 

Oysa yazan, düşüne taşına hareket etmesi gereken kişidir. Ne duyguları ve hamaset uğruna gerçekliğe gözlerini kapatmalıdır ne de sorunun ve konunun neliğini unutup aklını paranteze almalıdır. Yanılsamalar üretmekten de yanılsamaları yaygınlaştırmaktan da kaçınmalıdır. Ne yazık ki birçok alanın yanı sıra, özellikle edebiyat dünyasının gerçekliği çok büyük oranda yukarıdaki hükümleri yadsımaktadır. 

Her yazı, genel olarak insanın, özel olaraksa yazanın, kendisince belirlenmemiş, aksine kendisinden önceki kuşaklardan devraldığı tarihsel, toplumsal, kültürel ve elbette konumuz bağlamında coğrafi koşulların etkisi altında biçimlenmiş ve örgütlenmiş, aynı zamanda da bireysel seçimlerinin, yaşantılarının, tanıklıklarının etkisiyle gelişmiş aklının ve bilincinin ürünüdür. Bu anlamda her yazı ya doğrudan aklidir ya da araçsallaştırılmış bir aklın ürünü olarak, aklileştirilerek sunulmuştur. 

Aklilik formuna büründürülen araçsallaştırılmış akıl, aslında bile isteye ya da bilinçsizce, kendisinden başlayarak, genelde insana özelde okura tuzak kuran insanın aklıdır. Bunu yapan her insan ilinek insandır. Başta kendisi olmak üzere, karşısındaki insanı değeri ve değerleriyle birlikte bütünsel olarak anlama ve değerlendirmeye yönelmez. Aksine hem kendisini hem de diğerlerini, kendi dışındaki gerçek ya da düşünsel varlıklarla ilişkisi temelinde ve onlara yakınlığı ve uzaklığına göre değerli ya da değersiz sayar. Bu varlık, birilerinin öncelikleri temelinde hiyerarşik olarak değişse de kimine göre Tanrı’dır, kimine göre devlet, ulus-millet, vatan, yasa-töre, parti-örgüt-teşkilat, cemaat-tarikat, aşiret, vb.

06 Ekim 2016

Geçmişi kim, neden yüceltmek ister?

                      Geçmişi kim, neden yüceltmek ister?

                                    Fikret Başkaya

                                                            "Kim eleştirecek olursa... 'birlik' 
                                        tabusuna karşı günah işliyor demektir."
                                                                     Theodor W. Adorno

 AKP cephesi ve onun lideri Tayyip Erdoğan, rejimi değiştirme niyetlerini açık ettikleri son bir kaç yılda, sürekli bir Osmanlı güzellemesine baş vuruyorlar. Osmanlı dönemini ve Osmanlı padişahlarını kutsamak için büyük çaba harcıyorlar. Akıllarına gelen her yere ve her şeye bir Osmanlı adı koymak için hiç bir fırsatı kaçırmıyorlar. Nedense en gözdeleri de Sultan II. Abdülhamit... Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan, mutat 'muhtarlar' toplantısında, Lozan Konferansı'nın - (ki asıl adı: Yakın Doğu İşleri Hakkında Lozan Konferansı'dır) - bir ihanet olduğunu söyleyerek, ortalığı yeniden dalgalandırmayı başardı...

O halde tarihi kurcalamalarının sebebi ne? Asla halisane bilimsel/entellektüel kaygılar söz konusu olmadığına göre, olamayacağına göre, bu yerli/yersiz, saçma/sapan çıkışlarla ne amaçlanıyor? Neden sürekli bir "ecdat" güzellemesi/tekerlemesini gündeme getiriliyor?  Gerçekten Osmanlılar Türklerin ecdadı (atası) mıdır? Ya da ne kadar?