Hoşçakal Haymana
Evet!
Biliyorum! Haymana İlçe Milli Eğitim ve Nuri Bektaş Anadolu Lisesi çevreleri
başta olmak üzere, Ankara İl Milli Eğitim çevrelerinden birilerinin yazacağım
her satırı sabırsızlık, endişe, kaygı ve tedirginlikle beklediğini biliyorum.
Onları anlıyorum. Keza; yazdıklarımda kendilerini bulmayı uman, birkaç tas
çorbanın hatırına, cansiperane tetikçilik yapan; mevcut anlayışlarıyla, asla,
Skinner’in faresi düzeyine erişmek bir yana, “Pavlov’un köpeği” seviyesine bile
yükselemeyecek olan tasmalı çomarları ve çemişleri de anlıyorum.
Ama
ilgili satırlara erişmek için, çok değil, biraz daha bekleyeceksiniz. Çünkü
onlardan önce, fazlaca uzatmadan, olabildiğince kestirmeden giderek
söyleyeceklerim var:
Başlıkta
“Hoşça kal Haymana” dedim. Evet! Hoşça kal Haymana! Hoşça kal… Sizler
bilmezsiniz ama ben çalıştığım hiçbir okulda öğrencilerimle vedalaşmadım.
Onların gözlerinin içine bakarak, “Hoşçakalın çocuklar! Hoşçakalın arkadaşlar!”
demedim. Kim bilir, belki fırsat olmadı. Kim bilir, belki de vedalaşmaları
sevmediğim içindi. Kim bilir belki de her vedalaşmada insanı eksilten bir
şeyler olduğu duygusunu hissetmemdendi. Neden hangisi olursa olsun, bu kural
Haymana’da da değişmedi. Eğer bu bir kusursa, kusura bakmayın çocuklar! Kusura
bakmayın…
Oysa,
siz bilmezsiniz ama, ben öğrencilerimi çok sevmiştim. Okul içinden ya da
dışından birileri tarafından bana karşı kışkırtıldıklarında, birileri
tarafından muhbirleştirildiklerinde, hatta
bazıları sınırlarını aşıp beni sinirlendirdiklerinde bile çok sevmiştim. Ve
hâlâ seviyorum. Hem de en haşarılarını, en asilerini bile… Diğer öğrencilerim
alınmasın lütfen! Belki de en çok onları seviyorum ben. Neden mi?
İtiraz
edebildikleri, üzerlerinde kurulan, kurulmak istenen her türlü baskıya rağmen boyun
eğmeyip, “HAYIR! Yaptıklarınıza, birilerinin göz yummalarına, kurduğunuz
saltanata daha fazla sessiz kalmayacağız!” diyerek, mücadeleyi seçtikleri,
seslerini yükseltebildikleri için…
O
küçücük, çelimsiz bedenleriyle, sıfatlarının, statülerinin, makamlarının ardına
saklanarak kendilerini değerli sanan, sözüm ona kelli felli, etkili ve yetkili
zerzevatlara rağmen “HAYIR!” diyerek, sorumlu bir insan olma yolculuğunun çok önemli
bir kilometre taşını başarıyla aştıkları için…
“HAYIR!”
deyişleriyle, önce kendilerinden başlayarak, insan onuruna sahip çıktıkları
için… Hem de bunu, makam, sıfat ve statü uğruna el etek öpmekten helak olmuş;
birbirlerinin yüzüne gülüp artlarından nice dolaplar çeviren; dillerinden
düşürmedikleri “Kur’an, Allah, Peygamber” kelamının aksine, yegâne amentüleri
yalan, dolan, riyâkârlık ve ikiyüzlülük olan; üç kuruşluk çıkar peşinde
kılıktan kılığa girerken, insanlıktan çıkan ve toplumsal değerleri pula
dönüştüren bilimum zerzevata rağmen başardıkları için…
Evet!
İşte yalnızca bunlar için bile Nuri Bektaş Anadolu Lisesi öğrencilerinin, başlangıçta
sessiz ve derinden ilerlemiş olsa da önce okulda ve Haymana’da, sonra
Türkiye’de yankılanan “HAYIR”ı, çok ama çok değerlidir. Çünkü bu küçücük,
çelimsiz çocukların itirazıyla başlayan ve giderek yükselen bir “HAYIR”a
dönüşen çığlığı, yalnızca kendilerini, yalnızca arkadaşlarını, yalnızca okulu,
yalnızca Haymana’yı değil, ülkenin her yanından yükselen “HAYIR”lara eklenerek,
onları bir çığ misali çoğaltarak, yakın bir gelecekte Türkiye’yi
dönüştürecektir.
Ve
o mukadderatın habercisi işte bu çocukların itiraz edişlerinde, daha fazla
boyun eğmeyişlerinde, “HAYIR” deyişlerinde ete kemiğe bürünmüş, kuvveden fiile
dönüşmüştür. İlk sonuçlarını da Haymana’da vermiştir. Ancak bu sonuçlar,
herkesin malumu olan gelişmelerle sınırlı kalmayacaktır. Çünkü onların
“HAYIR”larıyla başlattığı ve acılı, sancılı, sabırlı bir süreçten geçerek ilmek
ilmek ördükleri sürece, aşağıdaki satırlarda küçücük bir kum zerresini de ben
koyacağım. Sabredin!
Ancak
bu aşamaya geçmeden önce, Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nin yiğit öğrencilerine
inanan, onlara güvenen ve sahip çıkan, Haymana’nın, bağırıp çağırmasalar da
vakur duruşları, kararlı tavırlarıyla, dolduruşa gelmeyen, aklıselim düşünen, başı
dik, saygın ve onurlu insanlarına teşekkür etmezsem, bu girizgâh eksik kalır.
Çünkü, (isimleri bende saklı olan ve onlar kendi inisiyatifleriyle ortaya
çıkmadıkları sürece, hep bende saklı kalacak olan) bu onurlu insanlar
olmasaydı, herkesin malumu olan gelişmeler yaşanmayacak ve yine herkesin malumu
olan iğrenç olay, ne yazık ki kapatılacaktı. Bundan dolayı kendi “HAYIR”larını,
öğrencilerin “HAYIR”ının yanına koyan bu onurlu insanlara yalnızca ben değil, yalnızca
öğrenciler ve veliler değil, tüm Haymana teşekkür etmelidir. Haymanalılar bu
insanları başlarına tac kılmalıdır.
Yalnızca
teşekkür etmek yetmez. Aynı zamanda bilinmelidir ki “Suyu sıcak, Havası sert,
İnsanı Mert Haymana” sözüne değer katan, bu sözün hakkını veren asıl kişiler bu
onurlu insanlardır. Ortalıkta bağırıp çağıran, her türlü yalan ve iftirayı ona
buna atan, önüne sunulan birkaç tas çorba için sahibinin sesi kesilerek
tetikçiliğe soyunan tasmalı çorbacılar, dolma kalemler ve çemişler değildir.
Çünkü onlar “Suyu sıcak, Havası sert, İnsanı Mert Haymana” sözünün, akılları
yettiği kadarıyla siyasetini ve ticaretini yaparak, bu sözü ağızlarında çürük
bir sakıza dönüştürürcesine çiğneyerek, kendilerini pazarlamaya çalışan
asalaklardır. Öyle asalaklardır ki, yalanları açığa çıktığında, tıpkı korkudan
annesinin eteğinin altına saklanan küçücük çocuklar gibi, “Allah, Kur’an,
Peygamber, Umre, Mübarek Cumalar, Haymanalılık” sözlerinin ve 15 Temmuz’a dair
mübalağa ve mugalâtaların ardına sığınırlar. Doğru yanlış, haklı haksız demeden
onu bunu hedef gösterirler ki bunların hepsi ya sırtlarını sıvazlayan mevcut
efendilerine yaranmak ya da mamaları kesildiğinde, kendilerine yeni efendi
bulmak içindir.
Bu
noktada daha fazla uzatmadan, sözü Aziz Nesin’e ve onun ünlü romanı “Zübük”e
bırakayım. Nasıl olsa herkes kendi payına düşeni alır. Aziz Nesin der ki, “İt
kağnının gölgesinde yürürmüş de gölgeye bakıp bakıp ne büyük gölgem var diye
böbürlenirmiş.” Burada itin böbürlenmesinin hükmü, kağnı ortalıktan çekilinceye,
güneş altında cascavlak kalıncaya kadardır. İşte o zaman, hele de tek başınaysa,
uyuz bir it gibi duvar diplerinden sürtünerek, sünepe sünepe yürümeye başlar.
Peki; ya gerçek hayatta, bıraktım Skinner’in faresini, “Pavlov’un köpeği”
seviyesine bile erişemeyen çorbacıların, çemişlerin hükmü nereye ve ne zamana
kadardır?
Sorunun
yanıtını bulmayı sizlere bırakarak, yeniden “Hoşça kal Haymana!” diyorum,
“Hoşça kal Haymana!” Çünkü ben, öğretmenlik hayatımın 2010 Kasım sonundan 2014
Aralık ortasına dek süren en güzel, en verimli dört yılını Haymana Nuri Bektaş
Anadolu Lisesi’nde geçirdim. Öğrencilerimin düşünsel ufkunu genişletebilmek,
onların karşılaştıkları sorunlara çok yönlü ve çok boyutlu bakarak çözümler
üretebilmesine katkı sunabilmek için erinmeden gocunmadan, can-ı gönülden
çalıştım. Bu süreçte bana destek olan, öğretmen ve idareci olan herkese
teşekkür ederim.
Aynı
zamanda şu ana kadar basımı yapılan “Öğretmen; Düzenin Duvarındaki Tuğla”,
“Mehdi ve Mesih”, “Lağımpaşalı”, “Başbakanın Günlüğü”, “Kıranlar Kırılanlar
Zamanı”, “Allah Dedi, Üstad-ı Azam” ve “Aşk Mavidir Öğretmenim” adlı yedi
kitabımdan altısını Haymana’da görev yaparken yazdım. Hatta bir de daha
yayımlanmayan roman dosyasını sayarsam yedi kitabın düşünülüp tasarlandığı yer
Haymana’dır. Beni “Haymana düşmanı” ilan edebilecek kadar pervasızlaşan, akıl
ve izan yoksunu soytarılar bunu bilmez. Dolayısıyla, kim ne derse desin,
Anadolu Platosu’ndaki bu küçücük ilçenin yaşamımda tartışılmaz ve önemli bir
yeri vardır artık. Yaklaşık son iki buçuk yıldır, Nuri Bektaş Anadolu Lisesi
İdaresi ve Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bana yaşattıklarına rağmen
(Bunların neredeyse tamamı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verdiğim ve her biri
de muhakkikler ve ilçe tarafından kapatılan şikayet dilekçelerinde
anlatılmıştır) bu gerçek ve hakikat hükmünü koruyacaktır.
Bunun
yanı sıra, bir itiraf: Başladığım günden bu yana hiç kimseye “Müdürüm” diye
hitap etmedim. Ve bundan sonra da hiç kimseye “Müdürüm” demeyeceğimi biliyorum.
Ancak, ağzımdan hiç çıkmamış olsa da benim yaşamımda “Müdürüm” sözünü hak eden
ikinci insanla Haymana’da tanıştım. Bu kişi, hem insan olarak, hem de idareci
olarak tanımaktan ve birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum, Soner Çeki’dir.
Hoşça kal Soner hocam…
Ve
son kez “Hoşça kal Haymana”…
*****
Şimdi
gelelim beklenen satırlara… Gerekirse ayrıntılarını daha sonra yazmak üzere, en
basitinden başlayarak, spotlar halinde ilerleyelim:
1- Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi Müdürü Selçuk
Kurt’un erkek öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismar iddialarıyla şikayet
edilmesi sürecinin ne öncesinde ne başlangıcında ne de çocukların ifadelerinin
alınmasında yer aldım. Sözünü ettiğim süreçlerin hiçbir aşamasında dahlim ve
müdahalem olmadı. Ancak açıkça hedef olarak gösterilip, olaya bir komplo süsü
verilerek, hakaretlere, küfürlere ve tehditlere maruz bırakıldığım andan
itibaren, başta Selçuk Kurt’un sözleri olmak üzere hakkımda söylenen yalanlara
karşı cevap hakkımı kullandım. Yazdıklarımı dikkatle okuyanlar, bunların
hiçbirinde de şikayetçi öğrenci, öğretmen ve veli sayısından söz etmediğimi fark
edebilirler. (Sayılar, yalnızca olaya ilişkin paylaştığım gazete haberlerinde
yer almıştır. Bu da benim sorunum değildir.) Aşağıdaki satırlarda ilk kez
Selçuk Kurt hakkında güvenilir kaynaklardan edindiğim şikayet sayısını telaffuz
edeceğim.
Ancak olay dallanıp budaklandıkça, soruşturmayı
yürüten savcılık ciddi delil ve ifadelere ulaştıkça, birilerinin “100 değil”, birilerinin
“bir şikayetçi var, o da öğrenci değil”, bir başkasının “üç dört şikayetçi var”
gibi ifadelerle olayı küçümseyip önemsizleştirerek, yalan ve iftiralarla
üzerini örtmeye ve özellikle Haymana kamuoyunu bilinçli olarak yanıltmaya,
yanlış yönlendirmeye girişmeleriyle birlikte, gazeteci refleksiyle hareket
etmeye başladım. Sanki cinsel taciz ve cinsel istismara uğrayan öğrenci
sayısının bir ya da iki olması olayın vahametini ortadan kaldıracakmış gibi…
Neden gazeteci refleksi diyecek olanlara yanıtım
şudur: Benim kitaplarımı okuyanlar, oralarda yer alan özgeçmiş bilgilerinden
eski bir gazeteci olduğumu, gazeteciliği de çok sevdiğimi bilirler.
Dolayısıyla, gazetecilik duyarlılığıyla soruna yaklaşıp birçok kaynağa ulaşınca
edindiğim bilgiler, Selçuk Kurt hakkında yapılan şikayetlerin birle de
üç-dörtle de sınırlı olmadığını ortaya koydu. Bazı kaynaklardan aldığım
bilgilere göre, söz konusu şahıs hakkındaki öğrenci-öğretmen-veli şikayeti
sayısı 102. Hatta aynı kaynakların dediğine göre, 102’nin de çok üzerinde.
Ancak birçok şikayet dilekçesi güvenilir bulunmadığı için hakkında herhangi bir
işlem yapılmamış.
Buraya kadar anlattıklarımın daha teferruatlısını
biliyor olduğunuzu düşündüğüm için, bu noktada sorulara geçiyorum:
Okul pansiyonunda erkek öğrencilere cinsel taciz ve
cinsel istismar iddialarıyla ayyuka çıkan bu vahim ve iğrenç olayda asıl
sorumlu yalnızca Selçuk Kurt mudur?
Yaklaşık iki buçuk yıldır, haftanın neredeyse dört-beş
gününü pansiyonda kurduğu özel yatak odasında geçiren Selçuk Kurt hakkında tek
bir işlem yapmayan, başta Enver Yurttaş olmak üzere, Haymana İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü’nün, hatta benim şikayet dilekçem üzerine alınan ifademde
müfettişlere belirtmiş olmama rağmen harekete geçmeyen Ankara İl Milli Eğitim
Müdürlüğü yetkililerinin hiç mi suçu yoktur?
Askerlik yapanlar bilir. Derler ki, “Altını tutamayan
adamdan komutan olmaz.” Bu sözü hem gerçek hem de mecazi anlamıyla düşünün.
Buradan hareketle, altını tutamayan birinden yönetici, idareci, müdür, vb
olmaz. Eğer bir biçimde olmuşsa ve “Bilmiyordum, Görmüyordum. Duymuyordum”
sözlerine sığınıyorsa, bilin ki o kişi ya da kişiler açıkça yalan söylüyor,
olup biteni kapatmaya çalışıyor veyahut da olayın suç ortağıdır. Hele hele
Haymana gibi küçücük bir yerde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri
yukarıdaki sözleri ediyorsa, işin içinde mutlaka küçük ya da büyük bir bit
yeniği vardır. Bunun da öncelikli sorumlusu, gece gündüz pansiyonda kalan
Selçuk Kurt hakkında zerre bir işlem başlatmayan Enver Yurtdaş’tır.
Keza; Enver Yurtdaş, bu olay bağlamında yalnızca
Selçuk Kurt hakkında herhangi bir işlem başlatmamakla kalmamıştır. Aynı zamanda
Selçuk Kurt’la kader birliği yapmışçasına, onun kuyruğu haline gelen ve bir
özel yatak odası da kendisine kuran, bir başka idareci hakkında da işlem
yapmamıştır.
Peki; Selçuk Kurt’un dışında, pansiyonda özel yatak
odası olan ikinci idareci kimdir? Bu özel yatak odası, Selçuk Kurt’la ya da
başkalarıyla herhangi bir özel ilişkinin alanı olmuş mudur? İki yetişkin olarak
ne yapıp yapmayacaklarına kendileri karar verebilecek olsalar da Selçuk Kurt’la
bu idarecinin arasındaki akçeli ya da fiziksel ve duygusal anlamda herhangi bir ilişkinin derecesi
nedir? Bir kez daha söylüyorum, iki yetişkin olarak ne yapıp yapmayacaklarına
kendileri karar verebilecek olsalar da yaşadıkları ya da yaşamayı düşündükleri neyse,
bunun yeri sabi sübyan çocukların yatıp kalktıkları pansiyonda kurdukları özel yatak odaları mıdır? Ki hem müdürün hem de bir başka idarecinin pansiyonda
özel yatak odası kurarak orada yatıp kalkmaları yasal değildir. Peki bunu,
başta Enver Yurtdaş olmak üzere İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri
bilmiyor olabilirler mi? Elbette ki HAYIR! O halde soru şudur: Haymana İlçe
Milli Eğitim Müdürü Enver Yurtdaş ve diğer yetkililer bu konuda neden hiçbir
şey yapmadılar?
Dahası; Enver Yurttaş ve İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü’nde kümelenmiş sıfatzedeler, cinsel taciz ve cinsel istismar
iddialarıyla Haymana’dan taşıp Türkiye’de yankılanan olay basına düşünceye,
hatta onun da öncesinde 20 Ocak 2017 tarihine kadar Selçuk Kurt hakkında
yapılan kaç şikayeti, ilçenin ilgili kurulunda aldıkları “Yeni bir işlem
tesisine gerek görülmemiştir” diyerek kapattı? Bunlar hangi maddi ya da manevi
diyet karşılığında yapıldı? Acaba Selçuk Kurt’un, pansiyonda iyi yemek
çıktığında sık sık konuk ettiği insanlar arasında bu kuruldan ya da
muhakkiklerden hangileri yer aldı? Bunların hiçbiri yersiz, mesnetsiz sorular
değildir. İlgililer ve sorumlular, kamera kayıtlarını incelediğinde her biri
tek tek tespit edilecektir. Keza kameralar, eğer birileri tarafından
kapatılmıyorsa ya da kapatılmadıysa, yukarıda zikrettiğim özel yatak odalarının
varlığı da… Selçuk Kurt’un, gece yarıları özel yatak odasına çağırdığı
öğrencilerin kimler olduğu da…
2-) 13 Şubat gecesi, hakkımda yalan ve iftira
kampanyası yürüten, hakaretler ve küfürlerle, kendilerince beni hedef tahtasına
dönüştüren çemişler, hızlarını alamayıp işi “İki kişiyle birlikte gözaltına
alındığıma” kadar vardırdılar. Hatta bu yalanı haberleştirip, işin aslını
astarını araştırma gereği bile duymayan paravan internet sitelerinde, bazı
gazetelerde yayınlattılar. Bu yalanı facebook’ta yazıp paylaşmaya
başlamalarının üzerinden bir saat bile geçmeden, uygun bir dille açıklama
yaptım. Neyse… Hadi çemişlerin, tasmalı çomarların işi bu diyelim. Onların
efendi bellediklerine hizmette sınır tanımadıkları herkesin malumu…
Peki; bu çemişlerin yalan haberini paylaşan, erkek
öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismar iddialarını karartacak bir adım
atan Haymana İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü sıfatını taşıyan Mehmet Altındağ’ın
yaptığına ne demeli? Acaba Mehmet Altındağ’ın kamuoyunu yanlış yönlendirmeye,
olayın ciddiyetine gölge düşürmeye dönük hareketinin altında yatan asıl neden
nedir? Kime ya da kimlere yaranma, hizmet etme telaşıyla bu işi yapmıştır?
Benim facebook sayfamda, yalnızca arkadaşlarımı
ilgilendiren, hukuken hiçbir suç unsuru barındırmayan paylaşımlarımı bile
“basına, televizyonlara demeç verme” kategorisine sokarak cezalandıran Haymana
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Mehmet Altındağ’ın bu baştan sona yalan ve yanlış
bilgiler içeren paylaşımı konusunda neden kılını kıpırdatamamaktadır? Enver
Yurttaş’ın, özellikle Mehmet Altındağ konusunda elini kolunu bağlayan nedir?
Siz şimdi diyeceksiniz ki, “Hocam Mehmet Altındağ’a
gelinceye kadar Enver Yurttaş neler neler yapmadı ki…” Ben de diyeceğim ki
“Biliyorum!” Biliyorum bilmesine de… Ancak, Mehmet Altındağ karşısında elleri
ayakları tutmayan, dilleri bağlanan Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden
birileri, başkaları hakkında karalama kampanyası yürütebilmek için, ilgili
şahısların dosyalarından geçmiş olaylarla ilgili belge ve bilgilerin
fotokopilerini çekip sağa sola dağıtmakta çok, hem de çok mahir… İnsan bunları
bilince, merakla sormaktan kendini alamıyor: Acaba, Selçuk Kurt’un özlük
dosyasından Edirne’de öğrencisine cinsel tacizden aldığı cezayı yok
ederek, onun Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’ne müdür olarak atanmasını sağlayanlar
da aynı maharet ehli midir? Peki; kim soracak, kim verecek bunun hesabını?
Sıfatı şube müdürü olan Mehmet Altındağ’a dönelim: 15 Mart
2017 tarihinde Çarşamba günü, Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Mehmet
Altındağ’la karşılaştık. Hem de kendi odasında ve başka kişilerin de olduğu bir
ortamda… Mehmet Altındağ’a sordum: Hocam, “Gözaltına alındığıma dair” yalan bir
haberi neden paylaştın? Hem bir gazeteci hem bir felsefeci olarak size
yakışıyor mu bu?
Mehmet Altındağ, özür dileyeceğine, “yanlış yaptım
kusura bakma hocam” diyeceğine, ne dedi biliyor musunuz? Sözlerini aynen
aktarıyorum: Ahlaken paylaşmam gerekiyordu.
Peki; şube müdürü sıfatını taşıyan, öğretmen, hem de
felsefe öğretmeni sıfatını taşıyan, dahası gazeteci de olduğunu söyleyen Mehmet
Altındağ, Selçuk Kurt’u kastederek, olayların müsebbibi benmişim gibi, “Hocam
bu olayı fazla uzatmasanız. Çocuk zaten yeterince mağdur oldu.”
Buyurun! Milli Eğitim Müdürlükleri ve okullar,
okullardaki çocuklar, yalnız Enver Yurtdaş gibilere değil, aynı zamanda Mehmet
Altındağ gibilere de emanet! Bunlar korunup kollanması için kendilerine emanet
edilen, cinsel tacize, cinsel istismara uğradık diye yırtınan çocukların,
öğrencilerin yaşadıkları acıları, ömürleri boyunca taşıyacakları travmaları
değil, ciddi iddia ve bulgular karşısında tutuklanan ve sanık sandalyesinde
oturanın mağduriyetini düşünüyorlar.
Peki; bu yaklaşım, hangi nedenlerle ve nasıl bir kabul
ve algıyla sakatlanmış zihnin ürünüdür? Peki; bu yaklaşımın ardında ödenmek
istenen hangi diyet ya da çıkar vardır? Peki; bu yaklaşıma sahip insanlara, bu
yaklaşımın egemen olduğu kurum ve yöneticilere, çocuklar ve öğrenciler emanet edilebilir
mi? Elbette ki HAYIR… Hem de binlerce, milyonlarca kez HAYIR!
3-) Söylenecek çok söz olduğu için açıklamalar fazla
uzadı. Kusura bakmayın! Bundan dolayı şimdilik, bu üçüncüsü, son olsun…
O halde gelelim asıl bombaya… Selçuk Kurt’un erkek
öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismarda bulunduğuna ilişkin iddiaların
ardından açığa alınmasından sonra, okul idaresinden geriye kalanların bazıları
panikledi. Hem de öyle böyle panikleme değil. Gözü dönmüşçesine, pervasızca ve
hiddetle, öğrencileri, özellikle de ifadeleriyle cinsel taciz ve cinsel
istismarda adları öne çıkan öğrencileri baskı altına almaya yöneldiler.
Özellikle müdür yardımcılarından biri, Selçuk Kurt’la
akçeli, fiziksel ya da duygusal hangi düzeyde özel ilişkiler yaşıyorsa, söz
konusu öğrencilerden 8-10 kişiyi yemekhaneye erkek girişi tarafındaki
televizyon izleme salonunda toplayarak, tüm hiddetiyle “Öyleyse de inkar
edeceksiniz” dedi. Ağzından dökülen diğer sözler bir yana, yalnızca bu söz bile
kendi başına önemlidir.
Peki; bu müdür yardımcısı kimdir? Erkek midir, dişi
midir? Erkekse de dişiyse de cinsel taciz ve cinsel istismar gibi önemli ve
vahim bir iddiayla açığa alınıp sonra da tutuklanan okul müdürünü, bir müdür
yardımcısı nasıl bu denli şiddetle, tutkuyla savunur? Nasıl olur da öğrencileri koruması
gerekirken, olayı karartmak için öğrencilerden olup biteni inkar etmelerini
isteyebilir?
Bir müdür yardımcısının, böylesi militanca ve tutkulu
bir davranışa yönelmesinin altında, Selçuk Kurt’la kurduğu ya da yaşadığı hangi
türden özel ilişkiler yatıyor olabilir? Elbette işin bu boyutu, öncelikle
ilgili müdür yardımcısının eşini ilgilendirir. Beni ilgilendirense asıl olarak
öğrenciler ve işin hukuki boyutudur.
Bu olay, okul müdürlüğüne Hilmi Tekçe’nin
getirilmesinden sonra ve eğer o anda bazı müdür yardımcısı ya da öğretmenler
tarafından kapatılmadıysa kameralar önünde gerçekleşmiştir.
Bu durumda, söz konusu müdür yardımcısı, öğrencileri
cinsel taciz ve cinsel istismar olayı karşısında, “Öyleyse de inkar
edeceksiniz” diyerek tehdit ederken, eğer kameralar kapatıldıysa, o kameraları
hangi müdür yardımcısı ya da öğretmenler kapatmıştır? Tıpkı öğrencileri tehdit
eden müdür yardımcısı gibi, eğer kameraları kapattılar ya da görüntü almasını
engelledilerse, bu kişi ya da kişilerle Selçuk Kurt arasındaki özel ilişkinin
boyutu nedir? Bu pervasızlık neyin, hangi çıkar ya da diyetin karşılığında
yapılmıştır?
Buradan hareketle, önce Hilmi Tekçe’den başlayalım:
Söz konusu olayın gizli saklı, dahası zerre
savunulabilecek hiçbir yanı yoktur. Bu noktadan hareketle, Nuri Bektaş Anadolu
Lisesi Müdürü Hilmi Tekçe, ilgili müdür yardımcıları hakkında hangi işlemleri
yapmıştır? Eğer bu yazının paylaşıma sokulduğu ana kadar herhangi bir işlem
yapmadıysa bunun nedeni nedir? Eğer bir işlem yapıldıysa, öğrencilerin üzerinde
ifadelerini inkar etmeleri yönünde baskı kurmak için onları tehdit eden müdür
yardımcısı neden hala görevde?
“Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum” sözleri mazeret
değildir. Eğer ilgili müdür yardımcıları hakkında herhangi bir işlem yapmadıysa
Hilmi Tekçe, yalnızca bu işten sorumlu değil, aynı zamanda doğrudan ya da
dolaylı bu işin ortağıdır. Acilen gereği yapılmalıdır, diyeceğim ama gereğini
kim ya da kimler yapacak?
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri mi? Yoksa
Enver Yurtdaş mı? Boşuna heveslenmeyin! Çünkü onlar kış uykusunu ayakta ve
gözleri açık geçiren bakarkörlere dönüşmüştür. Zaten, eğer gereğini yapabilme
iradeleri olsa, daha önceki olayları kapatmamayı tercih etselerdi, bu vahim
olay belki de hiç gerçekleşmeyecekti.
Şimdi soru şudur:
Peki; benim bile Haymana’dan bunca uzaktayken
bilebildiğim, duyabildiğim, öğrencileri tehdit ederek ifadelerini değiştirmeye
zorlama olayının failini ismiyle zikredebileceğim aşikârken, nasıl oluyor da
başta Hilmi Tekçe, sonra da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ve müdür
olarak da Enver Yurtdaş bunlardan bihaber olabiliyor?
Peki; Haymana’da konuşulan ve hiçbir gazetecinin
yazmadığı ya da yazmaya yanaşmadığı bu olayı gerçekleştiren idareci ve
öğretmenleri Hilmi Tekçe ve Haymana Milli Eğitim Müdürlüğü bilmiyor olabilir
mi? Eğer işitme organlarını aldırmadıysalar, elbette ki yanıtı koskocaman bir
“HAYIR”dır bu sorunun.
O halde neden acilen bir işlem yapmıyorlar? Söz konusu
idarecilerin olayı karartma girişimleri apaçık ortadayken, neden hala
görevlerine devam etmeleri sağlanıyor?
Soruları daha fazla uzatmak olası ama şimdilik yeter!
Ben kendi tahminimi söyleyeyim ve sonra da son bir soruyla kapatayım.
Önce tahminim: Erkek öğrencilere cinsel taciz ve
cinsel istismar iddiaları karşısında okul idaresinin ve Haymana İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin tutumu, olayı örtbas etme konusunda,
birbirlerini kollayıcı kolektif bir anlayış ve davranış birliği içerisinde
oldukları yönündedir. Eğer aksi bir anlayış ve davranışa sahip olsalardı,
çoktan ilgili müdür yardımcıları konusunda soruşturma başlatılır ve acilen de
geçici olarak görevden el çektirilirdi.
Son soru: Öğrencileri, Selçuk Kurt’la kurulan /
yaşanılan hangi akçeli ya da fiziksel, duygusal nitelikli özel ilişkinin
hatırınaysa, “Öyleyse de inkar edeceksiniz” diyerek tehdit eden müdür
yardımcısı kimdir? Erkek midir yoksa dişi mi?
Şimdilik bu kadar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder