Eğitim, Toplum, Siyaset, Edebiyat ve Felsefe Üzerine Haber, Yorum ve Eleştiri Yazıları
13 Mayıs 2018
08 Mayıs 2018
İktidarın Gizliliğe ve Yalana İhtiyacı Vardır
“Gizliliğe
ve yalana ihtiyacı vardır iktidarın”[i]
Roberto
Scarpinato (Palermo Başsavcısı)
Bugünkü savunmama
başlığını veren sorun hakkında düşünmeye başladığımda, birkaç yıl önce vuku
bulmuş bir olayı hatırladım. Bir Brezilya kentinde seyahatteydim ve sokakta
yürürken ufak bir kilisenin girişinde büyük kırmızı harflerle yazılmış bir
cümle gördüm. Şöyle yazıyordu: “Dünya, zalimler ve mazlumlar olarak ikiye
ayrılır: Sen ki buraya giriyorsun, sen hangi taraftasın?”
Bu cümle, insanı kendi
kendisi ve dünya karşısında hakikate bir davetti. Nitekim, üzerine her
birimizin kendini sorgulaması ve seçim yapması gereken hakikat tam da budur:
Dünya mazlumlar –şiddete, sömürüye, manevî ve maddî sefalete maruz kalanlar–
ile zalimler, yani toplumsal adaletsizliği ve ilk baştakilerin ıstıraplarını
doğuran iktidar sistemlerinin sorumluları şeklinde ikiye ayrılır.
Bu baskının failleri
iktidar çehreleridir: adaletsizliği alenen sergileyen diktatörlerin açık
çehreleri, kamu önünde cumhuriyetin meziyetlerini pohpohlayıp özelde iktidarı
kendilerinin ve ortaklarının hesabına zenginleşme maksadıyla kullanan hayâsız
kokuşmuş siyasî yöneticilerin riya ve yalan dünyasının maskeli çehreleri. Aynı
zamanda da, ötekilere cehennemi yaşatarak kendi yeryüzü cennetlerini inşa eden
büyük bankacıların ve hiçbir şeyi dert etmeyen kapitalistlerin çehreleri.
Dolayısıyla, hakikati
düşünmek, adaletsizliğin yaratılmasında güçlülerin sorumluluğunu düşünmek
demektir ve her birimizi tavır almaya çağırır. Ya zalimlerden yana, ya
mazlumlardan yana, ya da –maalesef çoğunluğun olduğu gibi– umursamazlardan
yana, yani ötekiler için kaygı duymaksızın sadece kendi tarafını tutanlardan
yana. En büyük İtalyan siyasî filozoflarından Antonio Gramsci, vahim sağlık
durumuna rağmen faşist diktatörlük tarafından on yıl boyunca tutulduğu
hapishanede, adaletsizliğin baş suç ortakları olarak işaret ettiği umursamazlara
karşı ateşli sözler sarf etmiştir.
"KABATAŞ YALANI"NI SAVUNANLARI UNUTMAYIN!
"Kabataş Yalanı"nı savunmak için yazılmış ve kendilerine gönderilmiş bir metni, birilerine "Emriniz olur efendim!" dercesine gazete köşelerinde yayınlamaktan zerre gocunmayan çemişleri unutmayın!
Unutmayın ve unutturmayın! Çünkü bu zerzevatlar, bu ülkede bir yalanı savunmak için muktedirlerin önünde ve ardında vecd içinde secde etmekte sınır tanımayanların ibretlik örnekleridir.
Bunların hepsi namuslu, hepsi dürüst, hepsi Müslüman, hepsi büyük gazetecidir! Bir yalanı savunmak için yırtınıyor olmalarına rağmen, hepsi de yukarıdaki sıfatlarla arz-ı endam eylemektedirler.
Bunlar kimler midir? İşte fotoğrafları...
"Kabataş Yalanı"nı ve yalancısını savunmak için " ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ Başlığını Atanlara ilişkin "ti"ye alan bir değerlendirme yazısı:
Hükümete yakınlığıyla bilinen gazetelerden 13 köşe yazarının bugün aynı başlıkla çıkan köşe yazılarının ardından tartışmalar sürerken, söz konusu yazarlar bu kez de eleştirilere yanıt olarak atacakları ortak başlığı belirlemek üzere bir araya geldiler. Toplantı öncesi bir basın açıklaması düzenleyen köşe yazarları, emir ve sipariş üzerine tek elden çıkmış yazılar yazdıkları iddialarına karşılık olaraksa yazı fontları ve yazar fotoğrafları arasındaki farkları delil olarak gösterdiler.
Comic Sans da var, Times New Roman da
Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen olayların geçtiğimiz yıl MOBESE görüntüleriyle çürütülmesinin ardından tartışmalar da büyük ölçüde sona ererken, seçim atmosferinde olayın tekrar gündeme taşınmasıyla birlikte Star, Yeni Şafak, Sabah ve Türkiye gazetelerinde de hummalı bir çalışma başladı. Bu doğrultuda aynı gün içinde ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ başlığını kullanarak ısrarla olayın gerçekliğini savunmaya çalışan 13 yazar ise Türkiye'de günün en önemli gündem maddeleri arasına girdi.
Aynı başlığı kullanmalarıyla ilgili gelen eleştirileri yarın yine ortak bir başlıkla yanıtlayacak olan yazarlar, bu akşam saatlerinde bir araya gelirlerken, grup adına ilk sözü alan Star Gazetesi Yazarı Halime Kökçe oldu. Haksız ithamlar nedeniyle hem üzgün hem de kızgın olduklarını belirten Kökçe, “Yani sanki bir yerden talimat alıyormuşuz gibi bir hava oluştu. İnanın anlamak mümkün değil. Bir başlık sadece kullanılan harflerden mi ibarettir? Şu yazılardaki font farkını da mı görmüyorsunuz? Paragraf boşlukları bile bir değil?" diyen Kökçe, kendisinin Comic Sans kullanırken meslektaşı Ahmet Kekeç’in Times New Roman’dan vazgeçmediğini gösteren Word dosyalarını kamuoyuyla paylaştı.
28 Nisan 2018
Paradigmanın İflası
Paradigmanın İflası
Yordam Kitap Basımına
Önsöz
Fikret Başkaya
Paradigmanın İflası Nisan 1991’de yayınlandı. Geride kalan dönemde
köprülerin altından çok sular aktı ve nice alametler belirdi... 1991 yılında
Kürt illerinde “olağanüstü hâl” yönetimi vardı. Bölge, bir “olağanüstü vali”nin
insafına terk edilmişti... Şimdilerde “Misak-ı Milli”nin
tamamında “olağanüstü hâl” rejimi
geçerli ve üstelik, “olağanüstü hâl” olağanlaşmış, şeylerin “normal haline” gelmiş bulunuyor...
Paradigmanın İflası yayınlandığı günden beri kitapçı raflarından hiç
inmedi. Kitabın mazhar olduğu bu istikrarlı ilginin nedeni, herhalde şeylerin
gerçeğine dokunan bir kitap olmasıydı. Geride kalan dönemde kaç basımı
yapıldığını bilmiyorum. Bugüne kadar da noktasına virgülüne dokunmadım, ne bir
ek yaptım ve ne de bir önsöz yazdım. Ta ki, Yordam Kitap’ın yayın yönetmeni
dostum Hayri Erdoğan, elinizdeki basım için benden bir önsöz yazmamı
isteyinceye kadar...
Yolun sonu: sürdürülemezlik
O halde sadede gelebiliriz.
Geride kalan dönemde iflas neden derinleşti, işler neden sarpa sardı, toplum yaşamının tüm
alanlarında gösterge ışıkları neden kırmızıya döndü veya dönmekte? Neden
ekonomik temel aşındı, sistem neden patinaj yapıyor? Neden tüm değerler aşındı,
kültür çürüdü, etik değerler yerlerde sürünüyor? Neden “değer ölçüsü” ve
“nirengi noktası” kayboldu? Neden toplum kimlikler temelinde kutuplaştı? Dinci
gericilik neden toplumu ve devlet aygıtını kuşattı? Ve neden artık
metalaşmamış, paralılaşmamış, özelleştirilmemiş, bir kâr aracına dönüştürülmemiş,
soysuzlaşmamış bir şey kalmadı? Ekolojik yıkım neden hızını ve yoğunluğunu
artırdı? Velhasıl toplumun üzerinde durduğu temel neden aşındı ve neden bir sürdürülemezlik
durumu ortaya çıktı? Bütün bu sorular,
şimdilerde neden despotik bir rejimin dayatıldığının cevabını da içeriyor
olmalıdır... Artık “burjuva demokrasisi”nin kırıntısının bile esamesi
okunmuyor!
Ülkenin gerçek “manzarası” böyle
olsa da, egemen söyle farklı. İktidar sahipleri Türkiye’nin harikalar
yarattığını söylüyor. Aslında ülkenin varını-yoğunu talan etme, yağmalama hususunda
harikalar yarattıkları doğrudur... Boşuna, nereye
bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir denmemiştir...
25 Nisan 2018
10 Nisan 2018
DEİZM ve GENÇLİK
DEİZM ve GENÇLİK
Yeşim Demir
ÖNCE Deist ne anlama geliyor ona bakalım:
Yaradancılık anlamına gelen Deizm, dünyaya veya evrenin işleyişine müdahale etmeyen “tek Tanrı” olduğuna inanan ve tüm dinleri reddeden bir inanç biçimidir. Deizm peygamber, kutsal kitap, cennet, cehennem, melek, şeytan gibi kavramları kabul etmez. Onlara göre mutlak bilgiye ulaşmanın yolu vahiy ve peygamberden geçmez. İnsan aklı yeterlidir, kitaplara gerek yoktur. Tanrı aracı kullanmaz!... “Evrenin bütünü Tanrı’dır” der. Hiçbir Deist, iyi birey olmak için peygambere ve kitaplara ihtiyaç duymaz.
İmam Hatipli öğrencileri bilmem ama gençliğin çoğu deist hatta Ateist. Çünkü onlar sorup sorguluyor ve akılcı cevaplar istiyorlar:
Neden Tanrı’nın küçücük çocuklara tecavüz edilmesine sessiz kaldığını,
Hayvanlara yapılan işkenceye müsaade ettiğini,
Dünyadaki kötülükleri neden topyekûn engellemediğini,
Din adamlarının ve kitapların aracılığına neden ihtiyaç duyduğunu,
Dindarların kendi aralarında dahi anlaşamadıkları bu konunun onların vasıtasıyla anlatılmasına nasıl izin verdiğini,
Yarattığı dünyaya ve insanlığa gönderdiği dinlerin savaşlara sebep olduğunu nasıl görmediğini...
Bunun gibi birçok neden sıralıyorlar.
Cevap verebiliyor muyuz!...
Hayvanlara yapılan işkenceye müsaade ettiğini,
Dünyadaki kötülükleri neden topyekûn engellemediğini,
Din adamlarının ve kitapların aracılığına neden ihtiyaç duyduğunu,
Dindarların kendi aralarında dahi anlaşamadıkları bu konunun onların vasıtasıyla anlatılmasına nasıl izin verdiğini,
Yarattığı dünyaya ve insanlığa gönderdiği dinlerin savaşlara sebep olduğunu nasıl görmediğini...
Bunun gibi birçok neden sıralıyorlar.
Cevap verebiliyor muyuz!...
Ben şöyle düşünüyorum örneğin: Yaradılış ve varoluş düzleminde kafa yoranların ilk durağı Deizm (yukarıda açıkladım), okumalar ve düşünce düzlemi yükselince de Agnostisizm (Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun bilinemez olduğunu savunma [Bilinemezcilik/Laedriye]) giriyor devreye… Son durak da tahmin edeceğiniz gibi, “Ateizm”…
Gerçi bizim coğrafyamızda Ateist olmak, yani Tanrı’nın yokluğu temelinde yaşamak pek de kolay değil. Meşhur bir söz vardır, “Batan gemide Ateist olmaz!” şeklinde…
Gerçi bizim coğrafyamızda Ateist olmak, yani Tanrı’nın yokluğu temelinde yaşamak pek de kolay değil. Meşhur bir söz vardır, “Batan gemide Ateist olmaz!” şeklinde…
Ateizm temelinde en sıkı nutku attığınız günün ertesinde, çaresiz, zor bir durum karşı- sında kendinizi -hem de en hazin bir şekildeFatiha’yı okurken bulabilirsiniz?! Batı, yüzlerce yılda Ateizm’i içselleştirdi ama bizim için henüz aynı şey geçerli değil…
Bu yazının alındığı kaynak ve devamı için tıklayın: YEŞİM DEMİR
08 Nisan 2018
Nereye Gitti Bu Öğretmenler?
Nereye
Gitti Bu Öğretmenler?
Atalay Girgin*
Öğretmenlik ve öğretmenler… Hakkında
doğrularla yanlışların bu denli çok konuşulduğu kaç alan, kaç meslek vardır?
Hem de yanlışların doğruymuş gibi telaffuz edildiği… Doğruların ise telaffuz
edilmesinden hoşlanılmadığı…
Düşünün bir kez: Her ikisi üzerine de ilgili ilgisiz, yetkili yetkisiz, neredeyse herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Kimileri ne denli meşakkatli bir iş yapıp ne denli az kazandığından dem vurur öğretmenlerin.
Oysa öğretmenlik ne ücreti az diye yapılmayacak ne de parası çok ya da “Hiç
yoktan iyidir. İdare eder” denilerek kapılanılacak bir iştir.
Devlet ricali içindeyse sıfatına,
statüsüne, makamına ve oturduğu koltuğun ardına sığınan birileri de “laf söyledi bal kabağı” misali az çalışıp çok
tatil yaptığından söz edip, bir biçimde öğretmenlere verilen paranın fazla
olduğunu ima eder. Öğretmenlerin hangi koşullar altında çalıştığını düşünmeden…
Ve iş gelip ekonomiye düğümleniverir.
Peki; işin aslı öyle midir? Her şey bu denli basit ve bu denli ekonomiye, alınan ya da verilen ücrete mi endekslidir?
06 Nisan 2018
Öğretmenlerin Cumhuriyet "Aşk"ı Neden ve Nasıl Bitti?
Öğretmenlerin
Cumhuriyet “Aşk”ı
Neden
ve Nasıl Bitti?
Atalay
Girgin
Elin ağzı kese değil ki büzesin! Derler de derler:
“Mutlu aşk yok”muş! “Her aşk biter”miş! Sizin ki nasıl bilmem.
Ancak başlıktaki “Cumhuriyet” kavramı sizi
yanıltmasın! Cumhuriyet gazetesinden söz etmiyorum. Öğretmenlerin
büyük bir çoğunluğunun, artık Cumhuriyet okumayı bırakmalarından, hatta
doğru dürüst gazete alıp okumamalarından da… Aksine Türkiye
Cumhuriyeti'nden söz ediyorum.
Her
Şeyin Bir Sonu Vardır
Her şeyin, her
tekil varlığın bir sonu vardır. Tekil varlıklar arası kurulan tekil ilişkilerin
de…
Bu durum, tıpkı tek tek insanlar arasında kurulan
ilişkiler gibi, insanların kurumlarla kurduğu ilişkiler için de geçerlidir. Bu
ilişkilerin adına ister karşılıksız, ödünsüz, gölgesiz ve çırılçıplak yaşanan
bir aşk deyin; isterse karşılıklı menfaat ya da
dostluk deyin; isterse
mecburiyet... Hepsinin şu ya da bu nedenle mutlaka bir sonu vardır.
Ayrı dünyalara ait öğretmenlerle Cumhuriyet ilişkisi
de bu sondan kaçamamıştır.
Elbette genellemelerin tehlikeli olduğunu bilirim. Bu
konuda da istisna olanlar, nesnesini yitirmiş olsa da, bunu kavramadan Mecnun
misali, Platonik bir ilişkiyi yaşadığını ileri süren ve buna inanan, “Hayır!
Ben Cumhuriyete aşkla bağılıyım. Benim aşkım bitmedi, bitmeyecek!” diyen
öğretmenler olabilir.
01 Nisan 2018
"SAVUNMA"NIN DA SAVUNMASI
İl
Milli Eğitim Disiplin Kurulu Başkanlığı’na
“SAVUNMA”NIN
DA SAVUNMASI
İLGİ: 08/03/2018 tarih ve 2018/15 karar nolu, 26 Mart 2018’de tebellüğ ettiğim yazınız hakkında.
Yukarıda tarih ve “karar
no”su belirtilen yazınızda, hakkımda sözüm ona “sübuta erdiği” iddia edilen ve “Savunma”mdan1 cımbızlanarak tek tek çekilen
sözlerimden dolayı, “657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/D-I (Amirine,
mahiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya
bunları tehdit etmek) maddesi gereğince 1 (BİR) YIL KADEME İLERLEMESİ
DURDURULMASI cezası ile cezalandırılma”mın teklif edildiği belirtilerek,
tarafınızca savunmam talep edilmektedir.
İş bu “Savunma”,talebiniz
üzerine, aşağıdaki satırlar kaleme alınmıştır. Bilgilerinize arz olunur.
Baştan belirteyim ki
tarafıma isnat edilen sözüm ona suçların tamamı hem dipnotta belirtiğim hem de
ekte tarafınıza sunduğum 22 Şubat 2017 tarihli “Savunma”m üzerine bina
edilmiştir. Bu “savunma” metni, kelimenin gerçek anlamında okuduğunu anlama
özürlü birileri tarafından değerlendirilip “yarası olan gocunur” sözünü
anımsatırcasına, metnin içinden bazı kelimeler ve söz öbekleri seçilerek
şikayet konusu yapılmıştır. Bu soruşturmayı yürütenler de şikayeti yapanların
sıfatına, statü ve makamına hürmeten olsa gerek ki o kişi ya da kişilerin, okuduğunu
anlayabilen kişiler olduğunu varsayarak, suç isnadını bunun üzerine kurmuşlar ve
benim “idareyi” başta “zerzevat” olmak üzere bir dizi sözle itham ettiğim,
dahası hakaret etiğim sonucuna varmışlardır.
Ne var ki bu sonuç
yanlıştır. Bir düşünürün “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünü anımsatırcasına,
yanlış anlamalar sonucu yapılan şikayetler de bu yanlış anlamayı doğru kabul
ederek tesis edilen hükümler de doğru değildir.
Öte yandan şunu asla
unutmayın: Hiç kimseye savunmasından, savunması sırasında telaffuz ettiği
sözlerden dolayı ceza verilemez. Çünkü
savunma, “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya
sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut
isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez”
hükmüyle yasal teminat altına alınmıştır. Kaldı ki benim “Savunma”mda şu diye
gösterilen ya da gösterilebilecek hiçbir kişi ya da kişilere, kurum ya da
kuruluşa da herhangi bir hakaret dahi söz konusu değildir.
Sizlerin okuduğunu doğru anlayabilen
kişiler olduğunuzu umarak, yani şikayeti yapanlar ve onları izleyenler gibi
okuduğunu anlama özürlü kişilerden olmayacağınıza güvenerek, sırasıyla
aşağıdaki açıklamaları yapacağım. Lütfen bu açıklamaları tarafıma isnat edilen
suçlamaların kaynağı olan “Savunma”mı gözden ırak tutmadan ve dikkatle okuyarak
değerlendirmenizi dilerim.
Öğretmene Savunma Cezası
Öğretmene
Savunma Cezası
Öğretmene bir disiplin
soruşturması nedeniyle kendisinden istenen savunmasından dolayı ceza
verilebilir mi?
Bu soruya iki cevap
verilebilir: Birincisi yasayla güvenceye alınmış “Savunmanın dokunulmazlığı”
kapsamı içerisinde ve buna riayet etmek koşuluyla, ceza verilemez.
İkincisi ise burası
Türkiye’dir, içerisinde yaşadığımız dönemde, liyakat değil, bilumum torpil,
kayırmacılık, siyasi hesap, vb. üzerinden ve birilerine el pençe durarak yetkili
makamlara getirilmiş olanlardan her şey beklenir, denildiğinde ise savunmaya
ceza verilebilir. Hatta verilebilir değil, verilir. Çünkü yukarıdaki sayılan
özelliklere sahip kişiler, oturtuldukları makam ve koltuklara istinaden
kendilerine verilen sıfat ve statülere dayanarak kendilerini bir halt sanmaya
başlarlar. Ve bir anda makama tanınan yetki ve selahiyetleri kendi
kişiliklerine, güçlerine aitmiş gibi davranmaya girişirler. Bu tam da kendisini
ve çevresindeki diğer insanları değeri ve değerleriyle kavramaktan aciz ilinek
insanların tavrıdır.
İlinek
İnsanın Encamı
Oysa her insanın, insan
olmak bakımından değeri ve değerleri vardır. Bu ilinek insanlar içinse değeri
olan yalnızca sıfatlar, statüler ve makamlardır. Eğer kendi sıfat, statü ve
makamlarını sizinkinden üste görüyorlarsa size tepeden ve küçümseyerek
bakarlar. Eğer durum tersiyse, o zaman da size yaranabilmek için her şeyi
yapmaya amadedirler. Size yaranabilmek, birilerinin lütfuna sığınarak
oturdukları koltukları koruyabilmek için, karşınızda el pençe divan durmaktan,
elinizi ayağınızı öpecek denli eğilmekten kaçınmazlar. Hal böyle olunca,
“Savunma”dan dolayı şikayet de ceza da kaçınılmazdır. Bunlar için, yasa masa
hak getire türünden teferruata dönüşür.
Toplumsal çözülme ve
kültürel çürümenin tepeden tırnağa arz-ı endam eylediği yerde bunlar
kaçınılmazdır. Çünkü toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin etkisinden azade
kalmaya, değer erozyonundan kurtulmaya ne siyaset ve ekonomi, ne yargı ve din,
ne de bunun panzehiri olabilecek eğitim, vb. yeteneklidir. Yani, ne denli
direnç gösterirse göstersin öğretmenler ve eğitim kurumu yöneticileri de değer
erozyonuyla kendisini gösteren kültürel çürüme sarmalının pençesine düşer.
Düşmemek için direnenler de ya cezalandırılır. Ya da ödülle bu sürecin parçası
kılınır.
Peki;
Yasa Ne Söylüyor?
Bundan dolayı biz,
dokunulmazlığı yasayla güvence altına alınmış olan "savunma" maddesine dönelim: Söz konusu
yasa, yani TCK.’nın 128. Maddesi, Anayasa’ya dayanarak der ki “Yargı mercileri veya idari makamlar
nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında,
kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde
bulunulması halinde ceza verilemez”.
Yasanın, “kişilerle
ilgili (…) olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde” bile “ceza
verilemez” hükmüne rağmen, idare, “Savunma”sında “şu” diye gösterilen ya da
gösterilebilecek bir kişiye hakaret, tehdit, küfür olmadığı halde, bu
satırların yazarına karşı soruşturma açmıştır. İdarenin şikayeti sonucu açılan
soruşturma sonunda da 125/D-I maddesi gereği de “Bir yıl kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası” ile cezalandırılması teklif edilerek “İl Milli Eğitim
Disiplin Kurulu”na sevk edilmiştir. Bir mucize olmazsa önümüzdeki günlerde ceza
da verilecektir.
Neylersiniz ki
“Savunmanın dokunulmazlığı”yla ilgi yasaya rağmen burası, birilerinin lütfuna
mazhar olarak sıfat, statü ve makam sahibi olarak koltuğa oturanların yasa masa,
mahkeme kararı dinlemedikleri bir ülkeye dönüşen Türkiye’dir. Burada egemenler
ve onların “hık” deyicileri kendi yaptıkları yasaları, kendileri çiğnemekte
mahirdir.
Lakin, unutulmasın ki var
olan her şey yok olmaya mahkumdur ve bugünler de gelip geçicidir. Ve hiç
kuşkunuz olmasın er ya da geç geçecektir!
2-) Yukarıdaki dipnotta yer alan "SAVUNMA" üzerine açılan soruşturma kapsamında sunduğum metin: Okuyun ve siz karar verin kimin suçlu olduğuna: "SAVUNMA"NIN DA SAVUNMASI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)