26 Kasım 2020

MEB Teftiş Kurulu: Beni Kim, Neden Aradı? Ne İstedi ve Ne Söyledi?

 

MEB Teftiş Kurulu: Beni Kim, Neden Aradı? Ne İstedi ve Ne Söyledi?

Atalay Girgin*

Geçtiğimiz gün akşam saatlerine doğru hiç beklemediğim kadar yoğun bir telefon trafiği yaşandı. Dakika dakika anlatsam yeridir.

Saat 16.58’de, okul müdürünün erkek öğrencilere taciz iddiasıyla Türkiye’nin gündemine düşen Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nde bir dönem birlikte çalıştığım okul müdürü arkadaşım aradı. “Hocam” dedi, “Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu’ndan … … başkan yardımcısı senin telefonunu istiyormuş. Okul müdürü1 de bana sordu. Telefon numaranı versinler mi, vermesinler mi?”

Önce tereddüt ettim. Bundan dolayı da kesin bir yanıt vermedim. Ancak daha sonra “Verseler ne olacak ki…” diye düşündüm ve arkadaşımı 17.09’da arayarak, “Telefon numaramı verebilirler hocam” dedim.

Tam telefonu kapatmıştım ki aramam gereken bir arkadaşımı anımsadım. Saat 17.12’ydi. Bu görüşme bittiğinde yedi dakika geçmişti. Ve telefon ekranında, rehberde kayıtlı olmayan bir numaradan, görüşme sırasında arandığım bilgisi yer alıyordu.

Ankara’nın 0312 koduyla başlayan ve 41316.. diye devam bu telefon numarasından 17.16 -17.18  saatleri arasında üst üste ve ısrarla tam 11 kez aranmıştım. Geri dönüş yapıp yapmamak konusunda, çok kısa süren bir tereddüt yaşasam da “Bu Teftiş Kurulu’nun numarası olmalı” düşüncesiyle arama tuşuna bastım. Telefonun ekranında saat 17.20 görünüyordu.

Karşıma çıkan kadın görevliye “Beni aramışsınız” dedim. Daha adımı bile söylememiştim ama o “Atalay bey siz misiniz?” dedi ve “Evet” deyişimi bile beklemeden ekledi: Başkan yardımcımız … … bey sizinle görüşecekti. Hemen bağlıyorum.

Önemli Bir Açıklama

Ardı sıra görüşme başladı. Bu görüşmenin ayrıntılarına geçmeden önce özellikle şunu belirtmeliyim: Perşembe günü saat 14.21’de yukarıda aktardığım ve bir gün önce arandığım Teftiş Kurulu’nun telefon numarasını aradım.

Sesinden yine aynı kadın görevli olduğunu düşündüğüm kişi açtı telefonu. Dün akşamüzeri görüştüğümüzü hatırlatarak, yeniden Başkan Yardımcısı ….. ….’yla görüşmek istediğimi belirttim. Beni biraz beklettikten sonra “Teftiş Kurulu’nun toplantı halinde” olduğunu söyledi.

Kendisine  “Önemli bir konu…” için aradığımı, bunu Başkan Yardımcısı … …’ya iletmesini gerektiğini bildirdim. Ne var ki bir gün önce yana yakıla telefon numaramın peşinde koşan, yaklaşık 44 dakika boyunca benimle konuşan zat-ı muhterem Başkan Yardımcısı arama gereği bile duymadı. Elbette paşa gönlü bilirdi.

Oysa “Önemli” deyişimi dikkate alarak beni aramış olsaydı kendisine şu soruları soracaktım: Birincisi, dünkü uzun görüşmemiz içerisinde verdiğiniz bilgilerden yayınlanmamasını istediğiniz herhangi bir şey var mı? İkincisi, bunlarla bağlantılı olarak, kaleme alacağım ilgili yazılarda adınızın geçmesini ister misiniz?

Ama ben yine de zat-ı muhterem Başkan Yardımcısı … …, notuma rağmen geri dönmemiş olsa da bu ve verdiği bilgiler eşliğinde peşi sıra gelecek yazılarda adını yazmayacağım. “Neden yazı değil de yazılar?”, diye sorabilirsiniz? Çünkü zat-ı muhterem farkında olmasa da konuşma içerisinde haber değeri yüksek önemli bilgiler sıraladı. Ve kelimenin gerçek anlamında da skandal niteliğinde bir iddia… Bunların neler olduğunu, ancak yazılar yayınlandığında fark edecek ne yazık ki… Şimdi kaldığımız yerden devam edelim:  

Yaklaşık 44 Dakikalık Görüşme

Hiç tanımadığım, doğrudan ya da dolaylı herhangi bir ilişkimin ve muhataplığımın olmadığı, ömrüm boyunca yollarımızın hiç kesişmediği bir kişi beni neden ve niçin arardı ki…? Meramı, derdi neydi? Benden ne istiyor olabilirdi? Ya da kimin adına arıyor olabilirdi?

Zihnimdeki soruların yanıtı, görüşmenin daha başından itibaren birer birer karşılık bulmaya başladı. Odadaki ses yayılımından ve içeriden telefona yansıyan farklı seslerden anlaşılmıştı ki söylediklerim başkaları tarafından da dinlenmekteydi. Muhtemelen oda da konuşmaları dinleyen en az bir kişi daha vardı ve yine muhtemelen bu kişilerden biri Teftiş Kurulu Başkanı Atıf Ala’ydı. Dolayısıyla Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ….. …., benimle onun adına konuşuyordu. 

Peki; Ne İstiyordu?

Başkan Yardımcısı …. …’nın aramasının nedeni de çok geçmeden anlaşıldı. Benden, yazılarımda birkaç kez sözünü ettiğim bir soruşturma dosyasının sayısını ve tarihini istiyordu. Bununla da yetinmeyip şöyle diyordu: Bu dosya Diyarbakır dosyası mı? Eğer öyleyse söyleyin. Dosya masamın üzerinde duruyor, onu inceleyeyim.

Görüşmemiz bitinceye dek en az üç kez yazılarımda sözü geçen sayı ve tarih ile Diyarbakır dosyası arasında bağlantı kurarak isteğini yineledi. Söz başka yerlere kaydıkça, Başkan Yardımcısı …. …. bir biçimde konuyu yine Diyarbakır’a getiriyordu. O bu isteğini yineleyip ısrar ettikçe Diyarbakır Öğretmenevi Yolsuzluk soruşturma dosyasına ilişkin merakım artıyordu. Zihnimden “Ah şu dosyayı bir bulsam da okusam” düşüncesi geçiyordu.

Ancak o denli ısrar etmesine rağmen, Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ….. ….’nın bir türlü bağ kuramadığı, anlamadığı ya da anlamak istemediği şuydu: Benim, elimdeki sayı ve tarihe bakarak, bunun hangi ildeki dosyaya ilişkin olduğunu bilmem ve söylemem mümkün değildi.

Keza yazılarımda belirtmiş olmama ve Diyarbakır Öğretmenevi yolsuzluğunun öncesini yazmış olmama rağmen, hâlâ bunun sonrasına ilişkin yazıyı tamamlayamadığım için yayımlayamamıştım. Çünkü yazının unsurları eksikti. Elde ne belge vardı ne de yeterli bilgi… Var olan bilgilerin birçoğu doğrulanmaya muhtaçtı. Soruşturma dosyası elimde olsa yazı bekler miydi hiç? Peki; bu bağı bile kurup gerekli ve zorunlu sonuca erişemeyen  biri müfettiş olabilir miydi? Hele de Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı…? Yanıt sizindir efendim!

Ne var ki Başkan Yardımcısı zat-ı muhterem, bu bilgiler arasındaki basit ilişkiyi bile kurup gerekli sonucu bir türlü çıkaramıyordu. Ya da kasıtlı bir biçimde ısrar ederek, Diyarbakır Öğretmenevi soruşturmasına ilişkin ne bilip bilmediğimi öğrenmeye çalışıyordu. O böyle davrandıkça zihnimdeki sorular büyüdükçe büyüyordu:  Diyarbakır Öğretmenevi soruşturma dosyasında ne var? Bu dosyayı Atıf Ala ve Teftiş Kurulu için bu kadar önemli kılan nedir? Bu dosyanın içinde gizlenen ya da görmezlikten gelinen, aklanan ya da üstü örtülen neler var? Hal böyle olunca gel de merak etme! Gel de bunu yazma şimdi!

Hepsi Bu Kadar Mı?

Elbette değil. Yaklaşık 44 dakikalık ve dolu dolu konuşmayla geçen bir görüşme beş altı paragrafa sığar mı hiç? Mümkün değil…

Telefon görüşmesi boyunca, konuşmanın akışı içinde ortaya çıkan birçok konuya ilişkin sorular sordum Teftiş Kurulu Başkanı zat-ı muhtereme. O da bazen boş bulundu ve çarpıcı yanıtlar verdi. Bu yanıtların ne denli çarpıcı olduğunun, hatta skandal niteliğinde iddialar taşıdığının farkında mı bilmiyorum.

Keza bazen de konuşmanın seyri içerisinde ansızın sorduğum sorular karşısında öylesine susuşları oldu ki her susuş sanki bir onaylayıştı. Bu susuş anları uzun uzadıya vereceği yanıtlardan çok daha etkiliydi. Tabir-i caizse tam bir “Sükut ikrardan gelir” durumu…

Muhtemelen bu satırları okuduğunda neler söylediğini yeniden yeniden düşünecek Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı. Ve belki de “Allah kahretsin! Ben neler dedim! Ne halt ettim?” diyerek hayıflanacaktır kendi kendine.

Lakin söz ağızdan çıktı bir kere… Ok yaydan çıkmışsa eğer, er ya da geç varır menzile…

NOT: Devamı gelecek efendim! Bekleyin! Özellikle de Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı’nın sözlerinde dışa vuran skandal iddiayı bekleyin!



* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

 

1 Buradan Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi Müdürü’ne teşekkür ederim. Kişisel haklarımı gözeterek, benim onayımı almadan, MEB Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı …. …..’ya bile telefon numaramı vermeme özenini gösterdiği için…

Hiç yorum yok: