MEB
Teftiş Kurulu: Beni Kim, Neden Aradı? Ne İstedi ve Ne Söyledi?
Atalay
Girgin*
Geçtiğimiz gün akşam saatlerine doğru hiç beklemediğim kadar yoğun bir telefon trafiği yaşandı. Dakika dakika anlatsam yeridir.
Saat
16.58’de, okul müdürünün erkek öğrencilere taciz iddiasıyla Türkiye’nin
gündemine düşen Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nde bir dönem birlikte çalıştığım
okul müdürü arkadaşım aradı. “Hocam” dedi, “Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş
Kurulu’ndan … … başkan yardımcısı senin telefonunu istiyormuş. Okul müdürü1 de bana sordu. Telefon numaranı
versinler mi, vermesinler mi?”
Önce tereddüt ettim. Bundan dolayı da kesin bir yanıt vermedim. Ancak daha sonra “Verseler ne olacak ki…” diye düşündüm ve arkadaşımı 17.09’da arayarak, “Telefon numaramı verebilirler hocam” dedim.
Tam
telefonu kapatmıştım ki aramam gereken bir arkadaşımı anımsadım. Saat 17.12’ydi.
Bu görüşme bittiğinde yedi dakika geçmişti. Ve telefon ekranında, rehberde
kayıtlı olmayan bir numaradan, görüşme sırasında arandığım bilgisi yer alıyordu.
Ankara’nın
0312 koduyla başlayan ve 41316.. diye devam bu telefon numarasından 17.16 -17.18
saatleri arasında üst üste ve ısrarla
tam 11 kez aranmıştım. Geri dönüş yapıp yapmamak konusunda, çok kısa süren bir
tereddüt yaşasam da “Bu Teftiş Kurulu’nun numarası olmalı” düşüncesiyle arama
tuşuna bastım. Telefonun ekranında saat 17.20 görünüyordu.
Karşıma
çıkan kadın görevliye “Beni aramışsınız” dedim. Daha adımı bile söylememiştim
ama o “Atalay bey siz misiniz?” dedi ve “Evet” deyişimi bile beklemeden ekledi:
Başkan yardımcımız … … bey sizinle görüşecekti. Hemen bağlıyorum.
Önemli Bir Açıklama
Ardı
sıra görüşme başladı. Bu görüşmenin ayrıntılarına geçmeden önce özellikle şunu
belirtmeliyim: Perşembe günü saat 14.21’de yukarıda aktardığım ve bir gün önce
arandığım Teftiş Kurulu’nun telefon numarasını aradım.
Sesinden
yine aynı kadın görevli olduğunu düşündüğüm kişi açtı telefonu. Dün akşamüzeri görüştüğümüzü
hatırlatarak, yeniden Başkan Yardımcısı ….. ….’yla görüşmek istediğimi belirttim.
Beni biraz beklettikten sonra “Teftiş Kurulu’nun toplantı halinde” olduğunu
söyledi.
Kendisine
“Önemli bir konu…” için aradığımı, bunu Başkan
Yardımcısı … …’ya iletmesini gerektiğini bildirdim. Ne var ki bir gün önce yana
yakıla telefon numaramın peşinde koşan, yaklaşık 44 dakika boyunca benimle
konuşan zat-ı muhterem Başkan Yardımcısı arama gereği bile duymadı. Elbette paşa
gönlü bilirdi.
Oysa
“Önemli” deyişimi dikkate alarak beni aramış olsaydı kendisine şu soruları
soracaktım: Birincisi, dünkü uzun görüşmemiz içerisinde verdiğiniz bilgilerden
yayınlanmamasını istediğiniz herhangi bir şey var mı? İkincisi, bunlarla
bağlantılı olarak, kaleme alacağım ilgili yazılarda adınızın geçmesini ister
misiniz?
Ama
ben yine de zat-ı muhterem Başkan Yardımcısı … …, notuma rağmen geri dönmemiş
olsa da bu ve verdiği bilgiler eşliğinde peşi sıra gelecek yazılarda adını yazmayacağım.
“Neden yazı değil de yazılar?”, diye sorabilirsiniz? Çünkü zat-ı muhterem
farkında olmasa da konuşma içerisinde haber değeri yüksek önemli bilgiler
sıraladı. Ve kelimenin gerçek anlamında da skandal niteliğinde bir iddia…
Bunların neler olduğunu, ancak yazılar yayınlandığında fark edecek ne yazık ki…
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim:
Yaklaşık 44 Dakikalık Görüşme
Hiç
tanımadığım, doğrudan ya da dolaylı herhangi bir ilişkimin ve muhataplığımın
olmadığı, ömrüm boyunca yollarımızın hiç kesişmediği bir kişi beni neden ve
niçin arardı ki…? Meramı, derdi neydi? Benden ne istiyor olabilirdi? Ya da
kimin adına arıyor olabilirdi?
Zihnimdeki soruların yanıtı, görüşmenin daha başından itibaren birer birer karşılık bulmaya başladı. Odadaki ses yayılımından ve içeriden telefona yansıyan farklı seslerden anlaşılmıştı ki söylediklerim başkaları tarafından da dinlenmekteydi. Muhtemelen oda da konuşmaları dinleyen en az bir kişi daha vardı ve yine muhtemelen bu kişilerden biri Teftiş Kurulu Başkanı Atıf Ala’ydı. Dolayısıyla Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ….. …., benimle onun adına konuşuyordu.
Peki; Ne İstiyordu?
Başkan
Yardımcısı …. …’nın aramasının nedeni de çok geçmeden anlaşıldı. Benden,
yazılarımda birkaç kez sözünü ettiğim bir soruşturma dosyasının sayısını ve
tarihini istiyordu. Bununla da yetinmeyip şöyle diyordu: Bu dosya Diyarbakır
dosyası mı? Eğer öyleyse söyleyin. Dosya masamın üzerinde duruyor, onu
inceleyeyim.
Görüşmemiz
bitinceye dek en az üç kez yazılarımda sözü geçen sayı ve tarih ile Diyarbakır
dosyası arasında bağlantı kurarak isteğini yineledi. Söz başka yerlere
kaydıkça, Başkan Yardımcısı …. …. bir biçimde konuyu yine Diyarbakır’a
getiriyordu. O bu isteğini yineleyip ısrar ettikçe Diyarbakır Öğretmenevi
Yolsuzluk soruşturma dosyasına ilişkin merakım artıyordu. Zihnimden “Ah şu
dosyayı bir bulsam da okusam” düşüncesi geçiyordu.
Ancak
o denli ısrar etmesine rağmen, Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ….. ….’nın bir
türlü bağ kuramadığı, anlamadığı ya da anlamak istemediği şuydu: Benim,
elimdeki sayı ve tarihe bakarak, bunun hangi ildeki dosyaya ilişkin olduğunu
bilmem ve söylemem mümkün değildi.
Keza
yazılarımda belirtmiş olmama ve Diyarbakır Öğretmenevi yolsuzluğunun öncesini
yazmış olmama rağmen, hâlâ bunun sonrasına ilişkin yazıyı tamamlayamadığım için
yayımlayamamıştım. Çünkü yazının unsurları eksikti. Elde ne belge vardı ne de
yeterli bilgi… Var olan bilgilerin birçoğu doğrulanmaya muhtaçtı. Soruşturma
dosyası elimde olsa yazı bekler miydi hiç? Peki; bu bağı bile kurup gerekli ve
zorunlu sonuca erişemeyen biri müfettiş
olabilir miydi? Hele de Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı…? Yanıt sizindir
efendim!
Ne
var ki Başkan Yardımcısı zat-ı muhterem, bu bilgiler arasındaki basit ilişkiyi
bile kurup gerekli sonucu bir türlü çıkaramıyordu. Ya da kasıtlı bir biçimde
ısrar ederek, Diyarbakır Öğretmenevi soruşturmasına ilişkin ne bilip
bilmediğimi öğrenmeye çalışıyordu. O böyle davrandıkça zihnimdeki sorular büyüdükçe
büyüyordu: Diyarbakır Öğretmenevi
soruşturma dosyasında ne var? Bu dosyayı Atıf Ala ve Teftiş Kurulu için bu
kadar önemli kılan nedir? Bu dosyanın içinde gizlenen ya da görmezlikten
gelinen, aklanan ya da üstü örtülen neler var? Hal böyle olunca gel de merak
etme! Gel de bunu yazma şimdi!
Hepsi Bu Kadar Mı?
Elbette
değil. Yaklaşık 44 dakikalık ve dolu dolu konuşmayla geçen bir görüşme beş altı
paragrafa sığar mı hiç? Mümkün değil…
Telefon
görüşmesi boyunca, konuşmanın akışı içinde ortaya çıkan birçok konuya ilişkin
sorular sordum Teftiş Kurulu Başkanı zat-ı muhtereme. O da bazen boş bulundu ve
çarpıcı yanıtlar verdi. Bu yanıtların ne denli çarpıcı olduğunun, hatta skandal
niteliğinde iddialar taşıdığının farkında mı bilmiyorum.
Keza
bazen de konuşmanın seyri içerisinde ansızın sorduğum sorular karşısında
öylesine susuşları oldu ki her susuş sanki bir onaylayıştı. Bu susuş anları uzun
uzadıya vereceği yanıtlardan çok daha etkiliydi. Tabir-i caizse tam bir “Sükut
ikrardan gelir” durumu…
Muhtemelen
bu satırları okuduğunda neler söylediğini yeniden yeniden düşünecek Teftiş
Kurulu Başkan Yardımcısı. Ve belki de “Allah kahretsin! Ben neler dedim! Ne
halt ettim?” diyerek hayıflanacaktır kendi kendine.
Lakin
söz ağızdan çıktı bir kere… Ok yaydan çıkmışsa eğer, er ya da geç varır menzile…
NOT: Devamı gelecek efendim!
Bekleyin! Özellikle de Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı’nın sözlerinde dışa
vuran skandal iddiayı bekleyin!
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı
Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 Buradan Haymana
Nuri Bektaş Anadolu Lisesi Müdürü’ne teşekkür ederim. Kişisel haklarımı
gözeterek, benim onayımı almadan, MEB Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı …. …..’ya
bile telefon numaramı vermeme özenini gösterdiği için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder