Öğretmenlerin
Cumhuriyet “Aşk”ı
Neden
ve Nasıl Bitti?
Atalay
Girgin
Elin ağzı kese değil ki büzesin! Derler de derler:
“Mutlu aşk yok”muş! “Her aşk biter”miş! Sizin ki nasıl bilmem.
Ancak başlıktaki “Cumhuriyet” kavramı sizi
yanıltmasın! Cumhuriyet gazetesinden söz etmiyorum. Öğretmenlerin
büyük bir çoğunluğunun, artık Cumhuriyet okumayı bırakmalarından, hatta
doğru dürüst gazete alıp okumamalarından da… Aksine Türkiye
Cumhuriyeti'nden söz ediyorum.
Her
Şeyin Bir Sonu Vardır
Her şeyin, her
tekil varlığın bir sonu vardır. Tekil varlıklar arası kurulan tekil ilişkilerin
de…
Bu durum, tıpkı tek tek insanlar arasında kurulan
ilişkiler gibi, insanların kurumlarla kurduğu ilişkiler için de geçerlidir. Bu
ilişkilerin adına ister karşılıksız, ödünsüz, gölgesiz ve çırılçıplak yaşanan
bir aşk deyin; isterse karşılıklı menfaat ya da
dostluk deyin; isterse
mecburiyet... Hepsinin şu ya da bu nedenle mutlaka bir sonu vardır.
Ayrı dünyalara ait öğretmenlerle Cumhuriyet ilişkisi
de bu sondan kaçamamıştır.
Elbette genellemelerin tehlikeli olduğunu bilirim. Bu
konuda da istisna olanlar, nesnesini yitirmiş olsa da, bunu kavramadan Mecnun
misali, Platonik bir ilişkiyi yaşadığını ileri süren ve buna inanan, “Hayır!
Ben Cumhuriyete aşkla bağılıyım. Benim aşkım bitmedi, bitmeyecek!” diyen
öğretmenler olabilir.
Ancak, gerçeklikte hükmü meri olan onlar değildir.
Çünkü adı ve sembollerinden birçoğu hâlâ yerli yerinde dursa da Cumhuriyet de
artık o eski yılların Cumhuriyet'i değildir. Her tekil varlık gibi o da
değişmiştir. Ve kaçınılmaz bir biçimde değişmeye, hatta ömrünü tamamlamaya
mahkûmdur.
Öğretmen
Cumhuriyet Aşkının Başlangıcı
Öğretmenlerle Cumhuriyet arasındaki ilişkinin
başlangıcı, 1918-20 yıllarına dek geri götürülebilirse de, asıl olarak bu
tarih, Cumhuriyet'in ilanı, yani 1923 ve sonrasıdır.
Osmanlı'dan geriye kalan topraklar üzerinde, tekdilli,
tekkültürlü ve laik bir ulus-devlet olarak kendini inşa etme hedefiyle yola
çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli sivil gücü öğretmenlerdir.
Cumhuriyet'in kuruluş yılları, okuryazar oranının çok
düşük olduğu, kitle iletişim araçlarının yetersiz olduğu, olanların da yaygın
kullanılamadığı koşullarda gerçekleşir. Bu dönemde, artık günümüzde inkâr
edilemez hale gelen, Anadolu'nun tarihsel olarak çokkültürlü, çokdilli toplumsal
yapısının da bir gerçeklik olduğu düşünüldüğünde, Cumhuriyet'in siyasal ve
ideolojik anlamda eski düzenin unsurlarını yenebilmesi ve kendi varlığını
koruyup geliştirebilmesi, dahası yeni yetişen nesiller başta olmak üzere
topluma nüfuz edebilmesi için, her öğretmene ihtiyacı vardır. Öğretmenin de hem
daha rahat görev yapabilmek hem de karşılaştığı güçlükleri aşabilmek için
Cumhuriyet'in desteğine, koruma ve kollamasına…
Bu dönemin özel koşulları Cumhuriyet'in ve her
kademedeki yöneticinin öğretmene bakışını etkilemiş, öğretmenin de onu şevkle
sahiplenmesini, ona bağlanmasını beraberinde getirmiştir.
Bu durum, öğretmeni, bir yandan toplum içinde statü
olarak ayrıcalıkla bir konuma taşırken, diğer yandan da ülkenin birçok köy,
kasaba, nahiye, ilçe ve hatta küçük illerinde bile genç Türkiye Cumhuriyeti'nin
temsilcisi gibi değerlendirilmesine neden olmuştur.
İşin aslı da budur. Çünkü istisnalar bir yana,
öğretmenlerin, genel olarak, kolluk kuvvetleri ve mülki idarenin de desteğiyle
bu algıyı güçlendirecek bir biçimde davrandığıdır.
İlişkinin
Kırılma Dönemi
Öğretmenlerin Cumhuriyet, Cumhuriyet'in öğretmenlerle
olan bu balayı dönemi, ilk önemli kırılmayı çok partili hayata geçiş yıllarıyla
birlikte yaşamıştır. 1946 seçimleriyle birlikte, açıktan ya da gizliden taraf
olmaya başlayan öğretmenlerin bu tavrı, 1950 seçimleri sonrası iyice
belirginleşmiştir.
Bir yanda Cumhuriyet'in kurucu partisi CHP, diğer
yanda oyların yüzde ellisinden çoğunu alarak hükümet olan Demokrat Parti
vardır.
Öğretmenler arasında yaşanan ayrışma ve taraf olma
süreci, hükümetin kontrolündeki mülki idare yetkililerinin onlara yaklaşımında
da kendini gösterir. Bütün öğretmenler eşittir ama hükümeti destekleyenler,
iktidar partisinin yerel örgütlerinin desteğini alanlar daha eşittir.
Yaşanan bu süreç, öğretmenleri, adım adım
Cumhuriyet'in öğretmeninden, önce hükümetlerin, iktidar partilerinin öğretmeni
ve memuruna, daha sonra da günümüzdeki haliyle devletin eline bakan ve onun
sıradan bir memuruna dönüştürür.
Öğretmenler, taraf oluşlarına bağlı olarak şu ya da bu
oranda Cumhuriyet'e yabancılaşırken, toplumdan doğup topluma yabancılaşan her
devlet gibi, Cumhuriyet de, değişen yerel ve uluslararası koşulların ve ilişkilerin
etkisi altında, öğretmenlerle arasına mesafe çeker.
Ne de olsa herkes yerini, memur da memurluğunu, devlet
devletliğini bilmelidir. Bazıları yanılsamalarını hakikat sanmaya devam etse
de, ne yazık ki aşk bitmiştir. Artık o, yalnızca cumhurun iyeliği
yanılsamasıyla işgören bir Cumhuriyet değil, DEVLET'tir.
Aşk
İlişkisinin Yerini Alan Çaresizlik
1950'li yıllarda kendini gösteren, 60'lı-70'li
yıllarda yaşanan toplumsal süreçle hızlı bir ivme kazanan bu kopuş süreci, 12
Eylül 1980'den günümüze dek uzanan son 33 yılda kapitalist sistemin istediği
hale dönüştürülmüş, hatta öğretmenlerin bilicinde de meşrulaşmıştır.
İşte, öğretmenleri, memur olmaktan gocundurmayan,
öğretmenlikle memurluğun bağdaşıp bağdaşmayacağını bile sorup sorgulamaya
yanaşmaksızın memurlaştırılmaya amade kılan bu meşruluktur.
Öte yandan, toplumun alt ve orta gelir gruplarını ve
sınıflarını saran gelecek kaygısı, sunulan istatistiki rakamların aksine
artarak varlığını sürdüren işsizlik ve hayat pahalılığı da bu meşrulaşmayı
kolaylaştırmaktatır.
Velhasıl; öğretmenler ve öğretmen adayları hangi
yanılsamayı hakikat sanırsa sansın, hangi çaresizlik içinde savrulursa
savrulsun, Cumhuriyet'in koşullar gereği geçici olarak kurduğu aşk ilişkisine
günümüz DEVLET'inin zerre ihtiyacı yoktur. Her yanda işsizlik ve gelecek
kaygısı boy verirken, ekonomik ve sosyal koşulları kötüleşmesine rağmen
memurlaşan ya da memurlaştırılan öğretmenlerin ise gidecek bir yeri…
Eşlerden birinin umurunda bile değilken diğeri,
mutluluk doğar mı bu ilişkiden? Aşk meyvesi mutlu çocuklar yetişir mi? Geçiniz
efendim.
Bunun yanı sıra, bakmayın siz Cumhuriyet döneminin
bazı sembollerinin yerli yersiz, gerekli gereksiz demeden telaffuz edilip
durmasına; geçen gün DES Başkanı bile “Andımız kaldırılması gerekir” demedi mi?
Ve yukarıda boşuna mı yazıldı, her tekil varlığın bir sonu vardır, diye?
Bunun adı bugün “Andımız” olur; yarın “İstiklal
Marşı”; öbür gün başka bir şey… Mukadderat işte; hangi insan, hangi ilişki
kaçabilmiş ki cansız varlıklar, nesneler kaçabilsin bu sondan?
O halde soru şudur: Öğretmenler hangi Cumhuriyet'in
öğretmeni ya da hangi devletin memurudur? Cumhuriyet nereye düşer usta,
öğretmenler nereye?
Ve sonuçta kapitalizm birini daha asar-ı atika
müzesine göndermiştir. Bilin bakalım hangisini?
TIKLAYIN! Öğretmen Toplumsal Çürümeden Etkilendi
NOT:
Bu yazı “Atalay Girgin” imzasıyla 1 Mart 2013 tarihinde www.mebpersonel.com sitesinde
yayınlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder