MEB
‘Bakan’ından ‘Öğretmen’e İki Müjde!
Atalay
Girgin*
MEB’in, şoförünü bile Bakanlıkta şube müdürü yapacak kadar eğitim gerçekliğinden kopmuş, artık halefini bekleyen ‘Bakan’ı Mahmut Özer, geçtiğimiz günlerde öyle bir söz söyledi ki bu kadar özensiz olmak züccaciye dükkanındaki file bile yakışmazdı.
Ancak
sıfatı, statüsü Milli Eğitim ‘Bakan’ı olunca ve en basit etik değerleri bile
gözetmeyince, “yakışmaz” denilen birçok söylem ve davranış yakışıveriyordu
kişiye… Ve MEB’de müdür yapacak kadar önemsediği şoförüne gösterdiği özeni
‘öğretmen’lere göstermiyordu. Sonuçta
boru değil ya koskoca ‘Bakan’dı. Hem de eğitimden ‘sorumlu bir bakan’… Kim
takardı etiği, metiği…
İşte
bu MEB ‘Bakan’ı, gelen tepkiler üzerine, tabiri caizse tüm ‘öğretmen’lere “İşte
siz busunuz! Biliyoruz, sizin niteliğiniz bu kadardır! Hiç merak etmeyin! Biz
de sizin bu nitelik düzeyinize uygun sorular soracağız!” anlamına gelebilecek
şekilde “Sınav kolay olacak!”, “kolay geçecek” dedi. ‘Öğretmen’lere bundan daha
ağır ne söylenebilirdi ki…
‘Öğretmen’ler Alınmaz!
Ne
var ki ‘öğretmen’lerin çoğunluğu bundan hiç alınmadılar. Birkaç ‘öğretmen’ ve
eğitim sendikası yöneticisi ve bazı öğretmenler dışında kimseden “çıt” çıkmadı,
Mahmut Özer’in bu sözüne karşı. Elbette ‘öğretmen’ camiasını bilenler için sürpriz
değildi bu durum. Çünkü ‘öğretmen’ler buna alışkındı. Başlarına ilk kez
gelmiyordu. Daha önceki yıllarda eser akıllı bazı aklı evvellerin
söylediklerini ve bunlar karşısında ‘öğretmen’lerin suspus oluşlarını
saymıyorum bile… Lakin ne gariptir ki daha ağır hakaretler karşısında suspus
olan aynı ‘öğretmen’ güruhunun Onur Bulduk’u linç etmeye kalkışını da…
Ancak şunu anımsayın! 2018 yılında ‘Bakan’ sıfatıyla koltuğa oturtulan Ziya Selçuk, ‘2023 Eğitim Vizyonu’uyla1 ortaya çıkıp, “Siz busunuz” dercesine ‘öğretmen’lerin nitelik düzeyini yüzlerine vurmuştu. Eğitimin yıllardır bir enkaza dönüştürüldüğü ve yerlerde süründüğü herkesin malumuydu. Ancak Ziya Selçuk, kendisini koltuğa oturtanlara deruni şükranlarını sunmak ve saygıda kusur eylememek için var olan durumu “Nicel başarı hikâyesi” diye niteleyip hem onları aklamış hem de zevahiri kurtarmıştı. Eğitim enkazının faturasını onlara kesecek değildi ya… O da başkalarına kesti faturayı: ‘Öğretmen’lere… Peki; nasıl mı? İşte yanıtı...
Ziya
Selçuk mealen söyle dedi, eğitimin mevcut hali için; bir toplumda eğitimin
düzeyi öğretmenin düzeyi kadardır, onu aşamaz. Yani ‘öğretmen’in niteliği neyse
eğitimin niteliği de en fazla onun niteliği kadardır, diyordu. Ve bir biçimde
ve nazikçe “öğretmenin düzeyi, niteliği bu kadarken eğitimin düzeyi daha ne
olsun ki” deyip faturayı ‘öğretmen’e kesiyordu.
‘Öğretmen’ler Bile ‘Öğretmen’e
Güvenmez
Lakin
malum ‘öğretmen’ kitlesi bunu bile algılamaktan yoksun olduğu için “Ziya hoca!
Ziya hoca!” diye diye alkış tutmuş, onu bile yere göğe sığdıramamıştı. Kim
bilir belki de çoğu hem kendi nitelik düzeyini ve okullarda verdikleri
eğitim-öğretimin durumunu biliyorlardı hem de birlikte çalıştıkları diğer
‘öğretmen’lerin ve onlar tarafından yapılan eğitim-öğretimin…
Bundan
dolayı olsa gerek ki yalnızca MEB’in merkez ve taşra teşkilatlarındaki birçok
yönetici ve bürokrat, il ve ilçe milli eğitim yöneticisi değil, aynı zamanda
özellikle son yıllarda birçok‘öğretmen’ de çocuklarını devlet okullarına ve
oralarda görev yapan ‘öğretmen’lere teslim etmemeyi tercih ediyorlardı.
Bir
başka deyişle, bazı ‘öğretmen’ler bile çocuklarını kendilerinin ya da
meslektaşlarının eğitim-öğretim faaliyeti yürüttükleri okullara göndermiyor ve
oradaki ‘öğretmen’lere güvenmiyorlardı. Lakin yeri geldiğinde, öğretmenlik ve
öğretmen kavramının genelliğinin ardına sığınıp, ‘öğretmen’ popülizmi ve
goygoyculuğu yapmaktan da geri durmuyorlardı.
İş
bu hale gelmişken ilkelerden, etik ve ahlaki değerlerden, tutarlılıktan ve
eğitim etiğinden söz etmek laf-ı güzaftan öte nasıl bir anlam taşıyabilirdi ki…
Buna rağmen birçok ‘öğretmen’ son günlerde sosyal medya mecraları üzerinden
gerçekleştirdikleri etkinliklerle tepkilerini sergilemeye başladılar. Peki; ne
için ve neye karşı?
‘Öğretmen’ler Eylemde…
Başta
Twitter olmak üzere, ‘öğretmen’lerin sosyal medya üzerinden gerçekleşen
tepkileri ise genel olarak “Sınav İptal olsun”, “Sınav istemiyoruz!” odaklıydı.
Ve kariyer sınavının iptal olmasını istiyorlardı.
Ancak
bu sosyal medya etkinliklerinde bile ‘öğretmen’lerin bir kısmı “sınav olmasın”,
“kariyer basamakları kaldırılsın”, “öğretmenler ayrıştırılmasın” derken,
bunların birçoğu ne sınav istiyordu ne de kariyerden vazgeçiyordu. Ve on yılını
dolduran her ‘öğretmen’ ‘uzman’; yirmi yılını dolduran her ‘öğretmen’ de
‘başöğretmen’ olsun, diyorlardı. Çünkü ‘uzman’ ya da ‘başöğretmen’ sıfatı, bir
nitelik düzeyinin belirlenmesi ya da göstergesinden çok para demekti. Ve
aslında uzun yıllardır memurlaştırılmış ‘öğretmen’ler de ne yazık ki ekonomik
ve sosyal haklar kazanmak ve onları korumak için örgütlü bir mücadeleyi tercih
etmek yerine, paraya kolayca ulaştıracak olan sıfatın, statünün peşindeydi.
Sıfatsa,
ilinek insanın, düşünüş, söyleyiş ve eyleyişini belirleyen bilincine
içselleşmiş ve onun ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştü. Sıfat ve statü her şeydi
ve gerisi teferruattı. Oysa bu durum herhangi bir insana yakışmadığı gibi,
ÖĞRETMENe hiç mi hiç yakışmıyordu. Ancak günümüzün memurlaşan ya da memurlaştırılmış
‘öğretmen’inin ayrılmaz bir parçası olup çıkmıştı. Hele de “İtibardan tasarruf
edilmez” anlayışının revaçta olduğu ve bunun da paraya endekslendiği son
yıllarda itibar, itibarsızlaşma ve itibarsızlaştırılma yanılsamasına kapılmış
olanlar için…
ÖĞRETMEN
olanlar alınmasın ama günümüz eğitim camiasının çoğunluğunu oluşturan bu
‘öğretmen’, adının önüne gelen ya da gelebilecek bu sıfatları elde etmek ve
‘elde etmiş’ olduklarını da korumak için ne etik ve ahlaki değer tanır ne de
ilke ve tutarlılık. Basit bir örnek; bu ‘öğretmen’lerin rüzgârgülü misali güç
merkezi neresiyse oraya dönüşünü, gücü temsil eden sözde sendikalara ram
eyleyişini, “gelene ağam gidene paşam” deyişini, vb tutum, davranış ve
söylemlerini saymıyorum bile… Kariyer basamaklarından bir sıfat, bir statü alıp
paraya ulaşmak adına önce sınava başvurup sonra da “sınav iptal olsun” diye yaygarayı
basmaları bile yukarıdaki satırların alamet-i farikasıdır.
‘Bakan’ İşi Biliyor!
‘Öğretmen’lere, “Siz
endişelenmeyin” dercesine “Sınav kolay olacak”, “kolay geçecek” diyen MEB’in
‘Bakan’ı, onların gazını almak için ve nabza göre şerbet vermek için başka
şeyler de söylüyordu. Örneğin; sevinçli bir haber verircesine, “Öğretmenlerimiz
müsterih olsunlar inşallah bu süreç çok suhuletli bir şekilde bitecek ve
2023'te çok büyük sayıda uzman öğretmen ve başöğretmenle Milli Eğitim Bakanlığı
çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecektir” diyordu.
Sabahtan akşama adlarının önüne ‘uzman
öğretmen’ ya da ‘başöğretmen’ sıfatının eklenmesiyle, malum ‘öğretmen’
kitlesinin niteliği mi değişecekti ki “Milli Eğitim Bakanlığı çok daha güçlü
bir şekilde yoluna devam edecek” olsun? Ya da sabah ‘öğretmen’ olan birilerinin
akşama ‘uzman’ ya da ‘başöğretmen’ sıfatına bürünmesiyle birlikte MEB’in merkez
ve taşra teşkilatlarındaki malum bazı yönetici ve bürokratları, hatta bazı
‘öğretmen’leri çocuklarını özelden alıp
devlet okullarına ve bu yeni sıfatlarına bürünmüş ‘öğretmen’lere mi teslim
edecekti? Elbette hayır!
Lakin ne bu soruların önemi vardı ne
yanıtlarının ne de eğitimin niteliğinde sabahtan akşama hiçbir şeyin
değişmeyecek oluşunun… Sonuçta eğitime karşı zücaciye dükkanındanki filden bile
daha özensiz olanlar, enkaza dönüşen eğitime bir fiske daha vurup onu moloz
yığınına çevirmenin arifesindeydiler.
‘Bakan’ın bu sözlerini pekiştiren bir
açıklama da MEB’den geldi. Müjde çiftleşiverdi. Bu açıklamaya göre, ‘uzman
öğretmen’lik ve ‘başöğretmen’likte kontenjan sınırı olmayacaktı. Yani koşullara
sahip olan her ‘öğretmen’, kontenjan sınırı olmaksızın bu sıfat ve statülere
kavuşacaktı. Zaten sınav da ‘öğretmen’lerin nitelik düzeyi göz önüne alınarak
kolay mı kolay olacaktı. Ve sonuçta sıfat ve statüleri değiştirilen aynı
nitelik düzeyine sahip aynı ‘öğretmen’lerle eğitim daha da güçlenecek, nitelik
düzeyi artıp arşa değecekti. Ama malum MEB bürokrat ve yöneticilerinin, dahası bazı
‘öğretmen’lerin çocuklarını özel okullardan alıp devlet okullarına ve oradaki
‘uzman’ ve ‘başöğretmen’lere teslim edeceği kadar da değil elbette… Çünkü onlar
işin aslını biliyorlar ve boyanın rengini ya da semeri yenilemekle onun
altındakinin değişmeyeceğini de biliyorlar.
Peki; siz ne olacağını sanmıştınız ki…
İlke ve değerlerden uzak, etik ve ahlaki değerlerin gereğini yapmaktan nasibini
almamış, “eğitim etiği”, “öğretme ve öğretmen etiği”ni salt aksesuar misali
ağızlarında sakız olarak çiğneyenlere çocuklarınızı teslim ettiğiniz sürece
daha ötesini ancak hayal edebilirsiniz. Ancak bu zerzevatlarla asla gerçekleştiremezsiniz.
Sözün özü: Yeni bir toplumsal inşa
projesinin parçası olarak, “nasıl bir insan, nasıl bir toplum” sorularının
ekseninde biçim ve içeriğinden personeline dek yeniden tasarlayıp kurmadığınız
eğitim sistemi çözülen ve çürüyen bu düzeni yeniden üretip tahkim etmenin
dışında hiçbir şeye kadir değildir.
Elbette karar sizindir! Çözülen ve çürüyen düzenin bataklığında boy vermek de çocuklarınızın o bataklıkta göz göre göre zehirlenip çürümesini seyretmek de sizin tercihinizdir. Bedeli hem bireysel hem de toplumsal olarak ödenen ve ödenecek bir tercih…
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 “Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın Faturasını
Kimlere Çıkar(ama)dı?” başlıklı yazı: https://atalaygirgin.blogspot.com/2019/01/ziya-selcuk-egitimde-enkazn-faturasn.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder