26 Kasım 2020

Münferit Başkan'dan Münferit Öğretmen'e

 

Münferit Başkan’dan Münferit Öğretmen’e Hayırlı İşler MEB!

Atalay Girgin*

Bu yazıya bir uyarı ve bir teşekkürle başlayalım: Uyarımız, bundan önce yayımlanan “MEB’in Münferit Başkan”ı** yazısındaki zata… Şimdi o, başlığı okur okumaz yine paniklemiştir. Nabız atışları artmıştır. Lakin o kadar heyecanlanıp da kalp sektesinden gitmesini istemem. Heyecana ve paniğe gerek yok! Zira şimdilik kendisinden söz etmiyorum.

Teşekkürüm ise elbette, Muhterem beye… Gerçekten kurt gibi… Çünkü ilettiği son dosyayı daha okuyup bitirmemiş olsam da içerisinde yer alan ve adı bende saklı olan “Münferit Öğretmen”i yazmaktan kendimi alamadım. Esaslı bir yolsuzluk dosyasıymış. Yani yine “münferit” kontenjanına aday… “Tam Atıf’lık bir dosya!” diye zihnimden geçiyor olsa da elbette bunu dosyanın sonunda göreceğiz, hemen hüküm vermeye gerek yok. Şimdiden heyecanlanıp da “İmza atacağım o gün ne zaman gelecek?” diye sevinip beklentiye girmesin.

Bu satırların ardından şimdi devam edebiliriz efendim.

Neden MEB ve Eğitim?

“MEB’de Ahlâki Çürüme ve Ahlâksız Teklif1 başlıklı iki yazıyı durduk yere yayınlamadık. Asli işlevi, eğitimin düzenlenmesi ve toplumun yeni nesillerinin düşünüş ve söyleyiş, yanı sıra etik ve estetik boyutuyla eyleyiş becerileri de kazanarak geleceğe hazırlanması olan bu kurumun; merkez teşkilatından taşra teşkilatlarına dek, tepeden tırnağa ne denli çürümüş bir halde olduğuna dikkat çekmekti kaygımız.

Şimdi siz diyeceksiniz ki “Sadece Milli Eğitim Bakanlığı mı, çürümüş olan?” Haklısınız. Hem de yerden göğe kadar haklısınız… Yalnızca MEB değil çürüyen ve bir cüruf yığınına dönüşen… Neden toplumsal çözülme ve kültürel çürümeden söz ediyoruz ki…? Neden bu çözülme ve çürümenin yasamadan yargı ve yürütmeye, siyasetten din ve eğitime dek her yere sirayet ettiğini, en büyüğünden en küçüğüne dek tüm toplumsal kurum ve kuruluşları sarıp sarmaladığını yazıyoruz ki…?

Lakin eğitim, bu kültürel ve ahlâki çürüme sürecinin en tehlikeli boyutudur. Hem de bir an önce, acilen bu bataklıktan, cüruf yığınının içinden kurtarılması gereken boyutu… Çünkü kültürel ve ahlâki çürümeye ve onun zehrine karşı panzehir olması gerekirken; mevcut durumuyla, olması gerekenin tam aksine, her geçen gün, yeni neslin zihnine sistematik ve kitlesel olarak enjekte edilen bir zehre dönüşmektedir.  Hem mevcut eğitimin içeriği hem de egemen düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş biçimleriyle…   

Tam da bundan dolayıdır ki MEB’in içerisinde cirit atan rant çetelerine, kadrolaşmaya ve “münferit” denilerek yolsuzluklardan aklananlara ilişkin örnekler veriyoruz. Çünkü MEB’e, dolayısıyla eğitime atılan “domuzbağı”nın iki ucundan birinde rant çeteleri vardır, diğerinde de kadrolaşma ve istenenleri aklama, istenmeyenleri de bertaraf etme çarkı… Ve bunlar çıkarları doğrultusunda birlikte ve işbirliği içinde çalışırlar. İstemediklerini kitabına uysa da uymasa da öğütürler, istediklerini ise yasa, mevzuat dinlemeden hızla yükseltirler.

Domuzbağı”na Uygun Her Tür “Münferit” Makbuldür

İşte bu yazının başlığı da kadrolaşmada yapılanlara işaret eden tipik örneklerden birine ilişkin… MEB’de “Münferit Başkan” olur da “Münferit Genel Müdür”, “Münferit Müfettiş”, “Münferit Şef”, her türden “Münferit Müdür”, “Münferit Muhasebeci”, “Münferit Öğretmen”, vb olmaz olur mu hiç? Sürüsüne bereket!

Bir tarafta sayıları milyona yaklaşan, yüz binlerce “Atanamayan ve atama bekleyen öğretmen” adayı, twitter üzerinden birilerini etiketleyerek seslerini duyurmaya; sıfat, statü ve makamlarından dolayı bir halt sandıkları birilerinden yalvar yakar, bin bir zahmetle randevu alıp dertlerini anlatmaya çalışırken…

Diğer tarafta ise birilerinin “Ahlâksız teklif”lerine karşılık vererek, puanları bile yeterli olmadığı halde atandığı ileri sürülen ‘öğretmen’ler… Atandığı yeri beğenmeyip, malum yollarla kısa sürede hatta sınıfta derse bile girmeden yer değişikliklerini yaptıranlar… Dahası; bunlar yetmezmiş gibi, bir de başlıktaki gibi “Münferit Öğretmen”ler var.

İşte O “Münferit Öğretmen”lerden Biri2

Fıstığı ve kebabıyla ünlü bir ilimizdendi. Okulu bitirmişse de öğretmenliğe atanamamıştı. O da el yordamıyla gazeteciliğe başladı. Özellikle eğitim haberlerinin peşinde koşuyordu.

Ancak gazeteciliğin gerektirdiği ilke ve etik değerler çerçevesinde haberler yapmanın hem meşakkatli hem de para getirmediğini çabucak kavradı. Oysa o para ve nüfuz sahibi olmak istiyordu ve hızlı bir biçimde de kariyer basamaklarını çıkmak; sıfat, statü ve makam kazanmak… Hal buyken kim takardı ahlâkı, ahlâki değerleri… Hele de etik tutarlılığı… Uyarına geldikçe namaza durmak yeter de artardı bile…

Kararını vermişti. Sahada aç bilaç koşturup durmak istemiyordu. Ve ardı sıra, kendisiyle hareket eden kafadarlarıyla birlikte bunun gereğini yapmaya soyundu. Artık gerçekliğe dair bilgileri eğip bükerek, bazen birilerinin isteği doğrultusunda onları parlatan, allayıp pullayan haberler yapıyordu. Bazen de herhangi bir iş yaptırmak, üzerinde nüfuz kullanmak, yerine göre maddi ve manevi haz ayrıcalığı sağlamak istediği kişilere ilişkin, gerçekliğin bilgisini eğip bükerek, çarpıtarak, hafiften tehdit ve şantaj kokan, tabir-i caizse aba altından sopa gösteren haberler kaleme alıyordu. Elbette bunların karşılığını devşirmek kaydıyla…

Bu yöntem çabucak etkisini gösterdi. Hele de hedef seçilen alan Milli Eğitim Bakanlığı gibi, neredeyse her kademesinde küçük ya da büyük her türden rant ilişkisinin ve usulsüzlüğün döndüğü bir kurum olunca, birilerinin açığını bulmakta hiç zorlanmadı. Öğrendiklerini haberleştirmemek de rant ve nüfuz kazandırıyordu, doğruluğu ya da yanlışlığından emin olmadığı bilgileri haberleştirmek de…  

Ve kısa zamanda yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı’nın, gözüne kestirdiği taşra teşkilatlarındaki yöneticileri üzerinde değil, merkez teşkilatındaki bazı bürokratları arasında da bilinen, tanınan ve yerine göre etkili ve kullanışlı bir aparata dönüştü. Kendini kullandırmayı da biliyordu, yerine göre karşısındakileri kullanmayı da… Bu sayede birilerinin işlerini takip ederek yaptırabiliyordu artık.

Rant Çetesiyle Gerçekleşen Öğretmenlik Hayali

Başkalarının işlerini yaptırabiliyordu ama kendisi hala atanamamıştı. İddialara göre işte bu süreçte MEB merkez teşkilatında, yıllardır at koşturan, gerektiğinde her türlü pisliği, şantajı yapmaktan çekinmeyen, kravatlı rant çetesiyle tanıştı. Ve onun sorununu öğrenir öğrenmez, “Dert ettiğin şeye bak gardaş!” dediler, “O iş kolay! Sen bizim dediğimizi yap yeter! Eksik gedik diye düşünme, ne evrakın varsa ver. Gerisini biz hallederiz!”

İçinde bir uhdeye dönüşen, öğretmen olma arzusuyla, “Nasıl olacak bu iş?” diye bile sormadı. “Eyvallah abi!” dedi, “Emriniz olur! Yeter ki siz söyleyin! Ne gerekirse yaparım!”

Belli belirsiz de olsa farkındaydı. Eğer dediklerini yapar ve öğretmen olarak atanmasını sağlarlarsa o andan itibaren ya onlara çalışacak ya da en iyi ihtimalle onlarla birlikte çalışacaktı. Ve eğer sözlerinin gereğini yaparlarsa, kariyeri de öğretmenliği de onların iki dudağının arasından çıkacak söze bağlı olacaktı bundan sonra. Lakin geri dönmek için çok geçti artık. Çünkü ok yaydan çıkmış ve kravatlı rant çetesi vakit yitirmeden işlemlere başlamıştı bile.

Kravatlı rant çetesi sözünü tutmuş, nasıl yaptılarsa atama sorununu bir biçimde çözmüşlerdi.

Haberi aldığında öyle çok sevinmişti ki büyük bir kenti bırakıp küçük bir yerleşim yerindeki küçücük bir okulun dört duvarı arasına sıkışmanın nasıl bir şey olabileceğini bile düşünememişti. Atandığı ile ve sonra da okula vardığında anladı. “Ben burada yapamam” dedi kendi kendine, “Ben burada yapamam!”

Gün günden daha çekilmez, daha zor geliyordu. Sonunda dayanamadı. Yeniden telefona sarıldı. MEB merkez teşkilatındaki kravatlı ağabeylerine yana yakıla derdini anlattı. Biraz da kendine acındırarak…

Yine aynı yanıtı aldı: Dert ettiğin şeye bak gardaş! Sık biraz dişini! Biz hallederiz. Sen bizim dediğimizi yap yeter! İller arası olmasa bile en kısa zamanda il merkezine aldırırız. Sonra da büyükşehirlerden birindesin! Hiç merak etme sen burada biz varız!

Merkezdeki Rant Çetesi Sözünü Tutmuştu

 İlk atandığı yerde üçüncü yılını bile doldurmadan, söz verdikleri gibi önce bir büyük kente atanmasına yardım etmişler, ardı sıra da atandığı okulda bir tek derse bile girmeden, uygun bulunan bir okulun müdür yardımcılığı koltuğuna oturtuvermişlerdi, “Münferit Öğretmen”i. Artık isteme sırası onlardaydı. Babalarının hayrına yapmamışlardı hiçbir şeyi… Adı üstünde, kravatlı da olsalar, rant çetesiydi. Hacıbaba’nın tekkesi değildi ki…

 O da hayır dememişti istenen hiçbir şeye… Elinden gelen her şeyi yapmıştı. Hatta ödüllendirilmeyi hak edecek kadar… Ve bunun ödülü de hemen sunuldu “Münferit Öğretmen”e. Bir anda kariyer basamakları önünde eğildi:

Artık il müdür yardımcılığı koltuğundaydı. Daha öğretmenliğinde dördüncü yılı bile tamamlamamıştı. Ne önemi vardı ki MEB merkez teşkilatındaki efendilerinin hizmetine koşmakta ayak sürümüyorsan, fikren ve bedenen onların bir dediğini iki etmiyor ve rant çarkını sekteye uğratmıyorsan, kariyer basamakları önünde secde ederdi.

Atıf Ala’ya Bile Nal Toplattı

“Münferit Öğretmen”, en azından ilk dört yılını tamamlamadan çıktığı kariyer basamakları itibariyle, Atıf Ala’ya bile nal toplattı. Elbette MEB merkez teşkilatındaki rant çetesinin sayesinde…

Peki; MEB merkez teşkilatında bu olup bitenleri hiç kimse bilmiyor muydu? Bilmez olur muydu hiç? MEB Personel Genel Müdürlüğü ne güne duruyor? Ne iş yapıyordu ki… Merkezinden taşrasına tüm personelin işlemleri, onayları onların elerinden geçmiyor muydu? Peki; bu işleri görmezden gelen ya da onay veren kim? Ya da tüm bunlara onay veren, görmezden gelen ya da bile isteye yapan “Münferit Genel Müdür” kim?

Yanıtı olan var mı? Eyy MEB’in yetkili yetkisiz çemişleri! Eyy MEB’in rant çeteleriyle kol kola girmiş, aynı tabağa pisleyip aynı tabaktan beslenen çemişleri! Yanıtı siz mi verirsiniz? Yoksa ben mi vereyim?  

Sanırım merak ediyorsunuzdur. “Münferit Öğretmen”le “Münferit Başkan” Atıf Ala’nın yolu kesişiyor mu, diye… Şu anda bilmiyorum. Çünkü dosyanın tamamını okumadım. En azın okuduğum yere kadar herhangi bir bağlantı ya da kesişme yok! Eğer ilerleyen sayfalarda karşıma çıkarsa da çekinmeden yazacağımdan hiçbir kuşkunuz olmasın…


* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

2 Buradan itibaren, Muhterem beyin aktardığı belgelerden hareketle hızlı ve kestirme bir kurgu yapılmıştır. İşin büyüsü bozulmasın diye yıl, tarih, il ve okul adları özellikle yazılmamıştır. Elbette “Münferit Öğretmen”in adı da… Dosyayı okuyup bitirdikten ve gerekli değerlendirmeleri yaptıktan sonra bunların hepsine, gerektikçe yer verilecektir.

Hiç yorum yok: