Farkında
Mısınız? A. Çakıcı Kendine Yakışanı Yaptı!
Atalay
Girgin*
Yani yasamadan yargı ve yürütmeye, siyasetten ekonomiye, dinden eğitime dek aklınıza gelen ya da gelmeyen her tür kurum ve kuruluş, büyüklüğü ve etkisi oranında bu ahlâki çürümeden nasibini alır ve onu yeniden yeniden üretir. Yalnızca üretmekle de kalmaz. Aynı zamanda bunu, ilişki içerisinde olduğu toplumun ya da toplumsal grupların en küçük birimlerine kadar yayarak genelleştirir.”1 demiş, ve ardı sıra sormuştum: Peki; bununla birlikte neler olur, o ülkede ve toplumda?
Bu
soruya verilen yanıtlardan biri şuydu:
Böyle bir ülkede ve toplumda rüşvet, rant, yolsuzluk, hırsızlık ve her
türden usulsüzlük sıradanlaşır. Hatta iktidar mafyalaşır ve o mafyalaşıp mafya
liderleriyle kol kola girdikçe, mafya itibar kazanır ve korunur.
Söz
konusu yazının ve satırların yazılıp yayınlandığı tarihte, daha Berat Albayrak
istifa etmemişti. İstifasını açıklayabilmek için hiçbir yayın organı
bulamayacak hallere düşmemiş ve en sonunda da biçare bir biçimde Instagram
hesabına sığınmamış, hatta geride bıraktıklarına ilişkin de “At izi it izine
karıştı” sözünü yazmamıştı. Türkiye, bir bakanın, azledilmeden ya da
affedilmeden bakanlıktan ayrılamayacağını öğrenmemişti daha.
Alaattin
Çakıcı, durumdan kendine bir vazife çıkararak, akıldaneler akıldaneliğine
soyunup birilerine akıl verme cüretini kendisinde bulmamış ve taraflar arasında
arabuluculuk yapabileceğini beyan etmemişti.
Ancak,
bu yazıdan kısa bir süre önce, akıldaneler, sanki kendi içler acısı hallerini
itiraf edercesine “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” diye yazmışlardı.
Yalnızca yazmakla da kalmamışlar, acz ve itiraf niteliğindeki bu sözü Recep
Tayyip Erdoğan’a okutarak, onun sesinden tüm Türkiye’ye ve Dünya’ya ilan
etmişlerdi.
Fırsatı Ganimete Çevirme Hamlesi
Alaattin
Çakıcı, akıldanelerin “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” sözünü not etmiş
olmalı ki Berat Albayrak’ın ancak Instagram hesabından duyurabildiği istifa,
pardon “affedilme” talebi sonrası hemen sahne aldı. Onun, bir atasözüne
sığınarak, geride bıraktıklarından hangilerine “At”, hangilerine “İt” dediğini
hiç umursamadı. Sanki “Fırsat bu fırsattır! Gün bu gündür. Devlet benden görev
bekliyor!” diye düşünmüştü. Fırsatı kaçırmaya gelmezdi.
Kendisi
için ‘saha temizliği’ yapılmış olsa da daha devlet ricali tarafından aleni bir
kabul bile görmemiş, sofralarına çağrılıp önüne bir tas çorba bile konulmamıştı.
Medyada ve sosyal medyada paylaşabileceği bir karecik fotoğraf bile
çektirememişti onlarla. Elinde tuttuğu, paylaşıp durduğu yegâne fotoğraf
“Devlet ağabeyi”yle olandı. Bir de Mehmet Ağar, Korkut Eken ve Engin Alan’la
çekilen eklenmişti buna. Oysa düğününe en tepeden bir katılımla, bizzat
onurlandırılan, sonra da kendisi için yurtdışına sepetlenen Sedat Peker kadar
bile olamamıştı daha. Bu durumu bertaraf etmeliydi. Ve vakit yitirmeden bir
açıklama yaptı.
Çakıcı’dan İktidar Ricaline Devlet
Dersi
Siyaset
felsefesinden beslenen, devlet geleneğiyle harmanlanmış; her satırı,
entelektüel derinlik barından ve yüce bir bilgelik kokan malum açıklamayla
iktidar ricaline seslendi. Tabir-i caizse şöyle dedi: Akıldaneleriniz “Fikri
bir buhran içinde çırpınıyoruz” derlerse desinler. Ben varım efendim! Zihnim de
fikrim de o kadar berrak ki “Fikri bir buhran”a da siyasi bir buhrana da asla fırsat
vermem! Üst akılın oyunlarına gelmem! Sizi de devleti de sahipsiz bırakmam. Devletin
sahibi biziz zaten! Devlet yönetiminde krize mahal verilmez. Kişisel meseleler
deepfreeze kaldırılmalıdır. Gerekirse
arabuluculuk bile yaparım. Hatta bu uğurda “Kolumu bile keser atarım!” Yeter ki
devlet zeval görmesin!
Ancak
buram buram bilgelik kokan bu sözleri de sözlerin sahibini de kimsecikler
tınmadı. Onca övgüler düzdüğü, “Sizin için sokaklardayım. Sokaklar boş değil! Emin
ellerde!” diye seslendiği zat-ı muhterem bile dönüp bakmadı. Herhalde “Anladık!
Sokaklarda dolaşırsın. Zaten sana tevdi edilen görev de yerinde bu… Ama
akıldanelik kim sen kim? Hele de arabuluculuk ne alaka… Bu ne hadsizlik… Bu ne
densizliktir. Herkes haddini bilmeli!” diye düşünmüş olmalılar ki nezaketen bir
teşekkür mesajı bile yayınlamadılar. Bir sinek vızıltısı olarak bile
değerlendirmediler. Kapının dış mandalı, zurnanın son deliği muamelesine bile
layık görmediler. Aksine; külliyen görmezlikten geldiler. Yokmuş gibi
davrandılar.
İlinek İnsanın Makûs Talihi
Oysa
bu psikolojik anlamda çok ağır bir hakaretti. Kendine onca değer atfetmiş… Hatta
akıldaneler akıldaneliğine ve arabuluculuk rolüne talip olacak kadar kendini
önemsemiş ve egosu tavan yapmış birini… Görmezlikten gelmek… Hele hele yok
saymak… Yenilir yutulur bir hakaret değildir. Asla kabul edilemez. Elbette
olağan koşullarda ve normal bir insan için…
Lakin
böylesi bir durum; ilineğin ilineği olanlar ya da ilinekleşmekte sınır
tanımayan ve bunu bir bilinç hali olarak içselleştirmiş kişiler için, efendi
belledikleri ve ilineğine dönüştükleri kişilerin, güçlerin gözüne yeniden
girebilme sürecinin ve arayışının da başlangıcıdır.
Özellikle
de ilineği olunan varlıktan, otoriteden, güçten ya da efendi(ler)den yüz
çevrilmemişse, onlardan umut kesilmemişse… Eğer hâlâ onların nezdinde değerli
hale gelmek önemseniyor ve şiddetle arzulanıyorsa… İlineği olunan ve
taparcasına önlerinde, artlarında ya da gölgelerinde bile ilinekleşmekte sınır
tanınmayan bu efendiler, güçler ya da otoritelerin gözüne girmek isteniyorsa…
Ve dahası yeni bir efendi de bulunmamışsa… İşte bu durumda; onların hoşuna
gidecek, onların “Aferin!” diyerek başlarını okşayabileceği işler peşinde
koşmaya başlar bu kişiler… Çünkü ilinek insanlar, yani ilineğin ilineği olmakta
ve ilinekleşmekte sınır tanımayan insanlar efendisiz yapamazlar.
Ve
efendi(leri)nin gözünde yeniden değerli olma, yeniden gündeme gelme ve
önemsenme histerisiyle seçtikleri hedefe ilişkin, ilgi çekecek, sansasyonel
nitelikte davranışlarda bulunurlar. Bu eylemlerin bedeli ya da ödülü ne olur?
Orası bilinmez ama bir biçimde gündem olmayı başarırlar. Efendilerinin bunu duyacak
ve bilecek olması bile, bu ilineğin ilineği olmakta ve ilinekleşme sınır
tanımayan kişileri sevince boğar. Hele bir de başları okşanır, sırtları sıvazlanırsa
yaşatılan travmayı bile unutuverirler.
İşin
ironik boyutunu da psikolojik boyutunu da bir yana bırakıp konumuza dönelim…
Türkiye Cumhuriyeti’nin Adı Kaldı
Yadigâr2
Farkında
mısınız? Birilerince uzaktan ve yakından koruma altında tutulan; gözetilip, kol
kanat gerilen; rahatça hareket edebilsin ya da “köpeksiz köyde değneksiz”
gezebilsin sözünü anımsatırcasına, önceden ‘saha temizliği’ yapılarak, ortalığa
salıverilen birinin… Bir bakanın istifası sonrasında… Kendini, sözüm ona “siyasi
bir kriz” için, arabulucu rolüne önerebilecek konumda görmesi, akıldaneliğe
soyunması, trajikomik olmanın ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin çoktan sona
erdiğinin apaçık göstergelerinden biridir.
Dahası,
toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin girdabında savrulan, ahlaki değer
erozyonunun her alanda yaşandığı bir ülkenin ve toplumun, onun toplumsal kurum
ve kuruluşlarının ne denli dejenere olduğunun, ne denli şirazeden çıktığının da
göstergesidir.
Eğer
herhangi bir ülkede ve toplumda mafya başları, devlet ricali nezdinde itibar
görürse; resmi ya da sivil ‘derin mahfiller’ tarafından kollanır, gözetilir ve
korunursa; hüküm giymiş mafya başlarının ayağına başdanışmanlar gönderilirse;
yeni mafya başı için ‘saha temizliği’ yapılırsa; bunlar olurken, muhalefet
partileri, “el âlemle gelen düğün bayram” dercesine kulaklarının üzerine yatıp
sesini çıkarmazsa; bilin ki bundan ötesi yalnızca vaka-i adiyedir. Hele hele bu
mafya başlarının ve onların emir eri haline gelmiş olanların yaptıkları…
Alaattin
Çakıcı’nın yaptıkları, yazdıkları ve söyledikleri de bundan daha ötesi değildir
zaten, ne fazla ne de eksik…
Ve Herkes Kendine Yakışanı Yapar
Evet!
Tıpkı; herkes ne yerse onu çıkarır, sözü misali… Herkes kendine yakışanı yapar.
Alaattin Çakıcı da kendisine yakışanı yapmıştır.
Özel
ve tüzel düzenlemeler eşliğinde cezaevinden kurtarıldıktan ya da
salıverildikten sonra kendince derin bir Dünya ve Türkiye analizi yapmıştır. Ne
hikmetse Durdu Özpolat’ın Yurt Gazetesi de vakit yitirmeden bu analizi
yayınlamıştır. Alaattin Çakıcı, “Üst akıl”dan dem vurduğu bu açıklamasında
kendine yakışan yeri tespit ve ilan etmiştir. (Ki bu üst akıl-alt akıl hikayesini
başka bir yazıda ele alacağım.)
Bu
yer malum ağabeyinin ve cezaevinden salıverilmesini sağlayan düzenlemeye izin
veren zat-ı muhteremlerin yanıdır. Yani oyun üstüne oyun kuran, her kötülüğün
kaynağı olan “Üst akıl”a karşı, alt akılların yanında konumlanmaktır. Ancak adı
konulmamış ve açıkça ilan edilmemiş olan “Alt Akıllar Kulübü”ne katılmak o
kadar da kolay değildir. O da çaresiz bir biçimde ve bir umut diyerek, “Alt
Akıllar Kulübü”nün kapı eşiğine adını yazar ve beklemeye başlar. Gelen geçen
görür de belki içeri davet ederler düşüncesiyle…
Ama
“Alt Akıllar Kulübü”nün sahip-i aslisi ve daimi üyeleri bir yana, sıradan
üyeleri bile bir günden bir güne dönüp bakmazlar ona… Ne kapı eşiğine yazdığı
adı görürler ne de o kapıda bekleyeni… Zor iştir görülmemek, görmezden gelinmek…
Hepi topu bir Mehmet Ağar mekânına davet eder de altına bir sandalye, önüne de
bir tas çorbayla birkaç tabak yemek kor. Sonra da birkaç kare fotoğraf
çektirip, “Görüşürüz. Gerektiğinde biz seni ararız” dercesine kapıdan
yollayıverirler.
İşte
bu koşullarda, Berat Albayrak’ın istifa-affedilme sürecindeki durumu değerlendirmek
isteyen Alaattin Çakıcı, yeni bir açıklamayla “Ben buradayım. Beni görün!”
dercesine, yine sosyal medya üzerinden arz-ı endam eyler. Lakin umduğunu
bulamaz. Tüm hevesi kursağında kalmıştır. Nezaketen bile olsa ne kuru bir
teşekkür edilir kendisine ne de uzaktan da olsa bir selam yollanır. Allah’ın
selamını bile esirgerler!
Efendi
belledikleri onun bir Sedat Peker olmadığını ve olamayacağını tez zamanda ve
çoktan kavramıştır. Hatta “Devlet ağabey”i bile… Lakin o bunun farkında bile
değildir hâlâ… Olup bitenleri bir türlü kavrayamasa da beklediği, umduğu, hayal
ettiği ilgi ve alakayı görmediğinin farkındadır.
Oysa
O gündem olmak, efendilerinin takdirini kazanmak istemektedir. Ve yeniden
kâğıda kaleme sarılır. Yeniden kendine yakışanı yapar. Gündem olmak ve
kendisinden söz ettirebilmek, unutulmamak arzusuyla, bu kez CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alır.
Heybesinde
ve içinde ne varsa onu boşaltmaya başlar kâğıda… Çokça hamaset, hakaret ve
efendilerine yaranma sözleri eşliğinde zihinsel ifrazatlarını kusar. Kılıçdaroğlu’yla
tek başına ve yüz yüze, insan gibi oturup söyleyemeyeceği sözleri sıralar
birbiri ardına… Sonra da bunu sosyal medya hesabı üzerinden yayınlar.
Ve
başarır! Sosyal medya üzerinden yayınladığı zihinsel ifrazatlar metniyle, kısa
zamanda gündem olur. Ancak, Sedat Peker’in yerini doldurabilmek bir yana, bir “inek
hırsızı” kadar bile olamayacağını sergiler bir kez daha! Çünkü yanında,
kendisine ilinek olmuş çemişleri olmadan, yani tek başına ne sokağa çıkabilir
ne de Kılıçdaroğlu’nun karşısına… Yalnızca uzaktan tehditler, hakaretler
savurur Kılıçdaroğlu’na…
Ve
vaka-i adiyelik bir olay daha geçer kayıtlara… Mesele bundan ibarettir efendim.
Daha ötesi değil…
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi
Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 İlgili Yazıyı
Okumamış Olanlara ve Merak Edenlere: Ahlaki Çürüme ve “Ahlaksız Teklif” https://www.gercekgundem.com/yazarlar/atalay-girgin/2698/mebde-ahlki-curume-ve-ahlksiz-teklif
2 Türkiye
Cumhuriyeti’nin Adı Kaldı Yadigâr https://www.gercekgundem.com/yazarlar/atalay-girgin/2494/turkiye-cumhuriyetinin-adi-kaldi-yadigr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder