Sayfalar

18 Kasım 2020

Alaattin Çakıcı Kendine Yakışanı Yaptı!

 

Farkında Mısınız? A. Çakıcı Kendine Yakışanı Yaptı!

Atalay Girgin*


Yazılarımı takip edenler ve okuyanlar anımsayacaktır: Kısa bir süre önce “Gerçek Gündem”de yayınlanan bir yazıda, “Bir ülkede toplumsal çözülme ve kültürel çürüme başlamışsa eğer, en tepeden en aşağıya dek, hiçbir kurum bunun dışında kalamaz. Varlığını ve etkisini özellikle ahlâki değer erozyonuyla gösteren kültürel çürüme her kuruma sirayet eder.

Yani yasamadan yargı ve yürütmeye, siyasetten ekonomiye, dinden eğitime dek aklınıza gelen ya da gelmeyen her tür kurum ve kuruluş, büyüklüğü ve etkisi oranında bu ahlâki çürümeden nasibini alır ve onu yeniden yeniden üretir. Yalnızca üretmekle de kalmaz. Aynı zamanda bunu, ilişki içerisinde olduğu toplumun ya da toplumsal grupların en küçük birimlerine kadar yayarak genelleştirir.”1 demiş, ve ardı sıra sormuştum:  Peki; bununla birlikte neler olur, o ülkede ve toplumda?

Bu soruya verilen yanıtlardan biri şuydu:  Böyle bir ülkede ve toplumda rüşvet, rant, yolsuzluk, hırsızlık ve her türden usulsüzlük sıradanlaşır. Hatta iktidar mafyalaşır ve o mafyalaşıp mafya liderleriyle kol kola girdikçe, mafya itibar kazanır ve korunur.

Söz konusu yazının ve satırların yazılıp yayınlandığı tarihte, daha Berat Albayrak istifa etmemişti. İstifasını açıklayabilmek için hiçbir yayın organı bulamayacak hallere düşmemiş ve en sonunda da biçare bir biçimde Instagram hesabına sığınmamış, hatta geride bıraktıklarına ilişkin de “At izi it izine karıştı” sözünü yazmamıştı. Türkiye, bir bakanın, azledilmeden ya da affedilmeden bakanlıktan ayrılamayacağını öğrenmemişti daha.  

Alaattin Çakıcı, durumdan kendine bir vazife çıkararak, akıldaneler akıldaneliğine soyunup birilerine akıl verme cüretini kendisinde bulmamış ve taraflar arasında arabuluculuk yapabileceğini beyan etmemişti.

Ancak, bu yazıdan kısa bir süre önce, akıldaneler, sanki kendi içler acısı hallerini itiraf edercesine “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” diye yazmışlardı. Yalnızca yazmakla da kalmamışlar, acz ve itiraf niteliğindeki bu sözü Recep Tayyip Erdoğan’a okutarak, onun sesinden tüm Türkiye’ye ve Dünya’ya ilan etmişlerdi.

Fırsatı Ganimete Çevirme Hamlesi

Alaattin Çakıcı, akıldanelerin “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” sözünü not etmiş olmalı ki Berat Albayrak’ın ancak Instagram hesabından duyurabildiği istifa, pardon “affedilme” talebi sonrası hemen sahne aldı. Onun, bir atasözüne sığınarak, geride bıraktıklarından hangilerine “At”, hangilerine “İt” dediğini hiç umursamadı. Sanki “Fırsat bu fırsattır! Gün bu gündür. Devlet benden görev bekliyor!” diye düşünmüştü. Fırsatı kaçırmaya gelmezdi.

Kendisi için ‘saha temizliği’ yapılmış olsa da daha devlet ricali tarafından aleni bir kabul bile görmemiş, sofralarına çağrılıp önüne bir tas çorba bile konulmamıştı. Medyada ve sosyal medyada paylaşabileceği bir karecik fotoğraf bile çektirememişti onlarla. Elinde tuttuğu, paylaşıp durduğu yegâne fotoğraf “Devlet ağabeyi”yle olandı. Bir de Mehmet Ağar, Korkut Eken ve Engin Alan’la çekilen eklenmişti buna. Oysa düğününe en tepeden bir katılımla, bizzat onurlandırılan, sonra da kendisi için yurtdışına sepetlenen Sedat Peker kadar bile olamamıştı daha. Bu durumu bertaraf etmeliydi. Ve vakit yitirmeden bir açıklama yaptı.

Çakıcı’dan İktidar Ricaline Devlet Dersi

Siyaset felsefesinden beslenen, devlet geleneğiyle harmanlanmış; her satırı, entelektüel derinlik barından ve yüce bir bilgelik kokan malum açıklamayla iktidar ricaline seslendi. Tabir-i caizse şöyle dedi: Akıldaneleriniz “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” derlerse desinler. Ben varım efendim! Zihnim de fikrim de o kadar berrak ki “Fikri bir buhran”a da siyasi bir buhrana da asla fırsat vermem! Üst akılın oyunlarına gelmem! Sizi de devleti de sahipsiz bırakmam. Devletin sahibi biziz zaten! Devlet yönetiminde krize mahal verilmez. Kişisel meseleler deepfreeze kaldırılmalıdır.  Gerekirse arabuluculuk bile yaparım. Hatta bu uğurda “Kolumu bile keser atarım!” Yeter ki devlet zeval görmesin!

Ancak buram buram bilgelik kokan bu sözleri de sözlerin sahibini de kimsecikler tınmadı. Onca övgüler düzdüğü, “Sizin için sokaklardayım. Sokaklar boş değil! Emin ellerde!” diye seslendiği zat-ı muhterem bile dönüp bakmadı. Herhalde “Anladık! Sokaklarda dolaşırsın. Zaten sana tevdi edilen görev de yerinde bu… Ama akıldanelik kim sen kim? Hele de arabuluculuk ne alaka… Bu ne hadsizlik… Bu ne densizliktir. Herkes haddini bilmeli!” diye düşünmüş olmalılar ki nezaketen bir teşekkür mesajı bile yayınlamadılar. Bir sinek vızıltısı olarak bile değerlendirmediler. Kapının dış mandalı, zurnanın son deliği muamelesine bile layık görmediler. Aksine; külliyen görmezlikten geldiler. Yokmuş gibi davrandılar.

İlinek İnsanın Makûs Talihi

Oysa bu psikolojik anlamda çok ağır bir hakaretti. Kendine onca değer atfetmiş… Hatta akıldaneler akıldaneliğine ve arabuluculuk rolüne talip olacak kadar kendini önemsemiş ve egosu tavan yapmış birini… Görmezlikten gelmek… Hele hele yok saymak… Yenilir yutulur bir hakaret değildir. Asla kabul edilemez. Elbette olağan koşullarda ve normal bir insan için…

Lakin böylesi bir durum; ilineğin ilineği olanlar ya da ilinekleşmekte sınır tanımayan ve bunu bir bilinç hali olarak içselleştirmiş kişiler için, efendi belledikleri ve ilineğine dönüştükleri kişilerin, güçlerin gözüne yeniden girebilme sürecinin ve arayışının da başlangıcıdır.

Özellikle de ilineği olunan varlıktan, otoriteden, güçten ya da efendi(ler)den yüz çevrilmemişse, onlardan umut kesilmemişse… Eğer hâlâ onların nezdinde değerli hale gelmek önemseniyor ve şiddetle arzulanıyorsa… İlineği olunan ve taparcasına önlerinde, artlarında ya da gölgelerinde bile ilinekleşmekte sınır tanınmayan bu efendiler, güçler ya da otoritelerin gözüne girmek isteniyorsa… Ve dahası yeni bir efendi de bulunmamışsa… İşte bu durumda; onların hoşuna gidecek, onların “Aferin!” diyerek başlarını okşayabileceği işler peşinde koşmaya başlar bu kişiler… Çünkü ilinek insanlar, yani ilineğin ilineği olmakta ve ilinekleşmekte sınır tanımayan insanlar efendisiz yapamazlar.

Ve efendi(leri)nin gözünde yeniden değerli olma, yeniden gündeme gelme ve önemsenme histerisiyle seçtikleri hedefe ilişkin, ilgi çekecek, sansasyonel nitelikte davranışlarda bulunurlar. Bu eylemlerin bedeli ya da ödülü ne olur? Orası bilinmez ama bir biçimde gündem olmayı başarırlar. Efendilerinin bunu duyacak ve bilecek olması bile, bu ilineğin ilineği olmakta ve ilinekleşme sınır tanımayan kişileri sevince boğar. Hele bir de başları okşanır, sırtları sıvazlanırsa yaşatılan travmayı bile unutuverirler.

İşin ironik boyutunu da psikolojik boyutunu da bir yana bırakıp konumuza dönelim…

Türkiye Cumhuriyeti’nin Adı Kaldı Yadigâr2

Farkında mısınız? Birilerince uzaktan ve yakından koruma altında tutulan; gözetilip, kol kanat gerilen; rahatça hareket edebilsin ya da “köpeksiz köyde değneksiz” gezebilsin sözünü anımsatırcasına, önceden ‘saha temizliği’ yapılarak, ortalığa salıverilen birinin… Bir bakanın istifası sonrasında… Kendini, sözüm ona “siyasi bir kriz” için, arabulucu rolüne önerebilecek konumda görmesi, akıldaneliğe soyunması, trajikomik olmanın ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin çoktan sona erdiğinin apaçık göstergelerinden biridir.

Dahası, toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin girdabında savrulan, ahlaki değer erozyonunun her alanda yaşandığı bir ülkenin ve toplumun, onun toplumsal kurum ve kuruluşlarının ne denli dejenere olduğunun, ne denli şirazeden çıktığının da göstergesidir.

Eğer herhangi bir ülkede ve toplumda mafya başları, devlet ricali nezdinde itibar görürse; resmi ya da sivil ‘derin mahfiller’ tarafından kollanır, gözetilir ve korunursa; hüküm giymiş mafya başlarının ayağına başdanışmanlar gönderilirse; yeni mafya başı için ‘saha temizliği’ yapılırsa; bunlar olurken, muhalefet partileri, “el âlemle gelen düğün bayram” dercesine kulaklarının üzerine yatıp sesini çıkarmazsa; bilin ki bundan ötesi yalnızca vaka-i adiyedir. Hele hele bu mafya başlarının ve onların emir eri haline gelmiş olanların yaptıkları…

Alaattin Çakıcı’nın yaptıkları, yazdıkları ve söyledikleri de bundan daha ötesi değildir zaten, ne fazla ne de eksik…

Ve Herkes Kendine Yakışanı Yapar

Evet! Tıpkı; herkes ne yerse onu çıkarır, sözü misali… Herkes kendine yakışanı yapar. Alaattin Çakıcı da kendisine yakışanı yapmıştır.

Özel ve tüzel düzenlemeler eşliğinde cezaevinden kurtarıldıktan ya da salıverildikten sonra kendince derin bir Dünya ve Türkiye analizi yapmıştır. Ne hikmetse Durdu Özpolat’ın Yurt Gazetesi de vakit yitirmeden bu analizi yayınlamıştır. Alaattin Çakıcı, “Üst akıl”dan dem vurduğu bu açıklamasında kendine yakışan yeri tespit ve ilan etmiştir. (Ki bu üst akıl-alt akıl hikayesini başka bir yazıda ele alacağım.)

Bu yer malum ağabeyinin ve cezaevinden salıverilmesini sağlayan düzenlemeye izin veren zat-ı muhteremlerin yanıdır. Yani oyun üstüne oyun kuran, her kötülüğün kaynağı olan “Üst akıl”a karşı, alt akılların yanında konumlanmaktır. Ancak adı konulmamış ve açıkça ilan edilmemiş olan “Alt Akıllar Kulübü”ne katılmak o kadar da kolay değildir. O da çaresiz bir biçimde ve bir umut diyerek, “Alt Akıllar Kulübü”nün kapı eşiğine adını yazar ve beklemeye başlar. Gelen geçen görür de belki içeri davet ederler düşüncesiyle…

Ama “Alt Akıllar Kulübü”nün sahip-i aslisi ve daimi üyeleri bir yana, sıradan üyeleri bile bir günden bir güne dönüp bakmazlar ona… Ne kapı eşiğine yazdığı adı görürler ne de o kapıda bekleyeni… Zor iştir görülmemek, görmezden gelinmek… Hepi topu bir Mehmet Ağar mekânına davet eder de altına bir sandalye, önüne de bir tas çorbayla birkaç tabak yemek kor. Sonra da birkaç kare fotoğraf çektirip, “Görüşürüz. Gerektiğinde biz seni ararız” dercesine kapıdan yollayıverirler.  

İşte bu koşullarda, Berat Albayrak’ın istifa-affedilme sürecindeki durumu değerlendirmek isteyen Alaattin Çakıcı, yeni bir açıklamayla “Ben buradayım. Beni görün!” dercesine, yine sosyal medya üzerinden arz-ı endam eyler. Lakin umduğunu bulamaz. Tüm hevesi kursağında kalmıştır. Nezaketen bile olsa ne kuru bir teşekkür edilir kendisine ne de uzaktan da olsa bir selam yollanır. Allah’ın selamını bile esirgerler!

Efendi belledikleri onun bir Sedat Peker olmadığını ve olamayacağını tez zamanda ve çoktan kavramıştır. Hatta “Devlet ağabey”i bile… Lakin o bunun farkında bile değildir hâlâ… Olup bitenleri bir türlü kavrayamasa da beklediği, umduğu, hayal ettiği ilgi ve alakayı görmediğinin farkındadır.

Oysa O gündem olmak, efendilerinin takdirini kazanmak istemektedir. Ve yeniden kâğıda kaleme sarılır. Yeniden kendine yakışanı yapar. Gündem olmak ve kendisinden söz ettirebilmek, unutulmamak arzusuyla, bu kez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alır.

Heybesinde ve içinde ne varsa onu boşaltmaya başlar kâğıda… Çokça hamaset, hakaret ve efendilerine yaranma sözleri eşliğinde zihinsel ifrazatlarını kusar. Kılıçdaroğlu’yla tek başına ve yüz yüze, insan gibi oturup söyleyemeyeceği sözleri sıralar birbiri ardına… Sonra da bunu sosyal medya hesabı üzerinden yayınlar.

Ve başarır! Sosyal medya üzerinden yayınladığı zihinsel ifrazatlar metniyle, kısa zamanda gündem olur. Ancak, Sedat Peker’in yerini doldurabilmek bir yana, bir “inek hırsızı” kadar bile olamayacağını sergiler bir kez daha! Çünkü yanında, kendisine ilinek olmuş çemişleri olmadan, yani tek başına ne sokağa çıkabilir ne de Kılıçdaroğlu’nun karşısına… Yalnızca uzaktan tehditler, hakaretler savurur Kılıçdaroğlu’na…

Ve vaka-i adiyelik bir olay daha geçer kayıtlara… Mesele bundan ibarettir efendim. Daha ötesi değil…



* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

 

1 İlgili Yazıyı Okumamış Olanlara ve Merak Edenlere: Ahlaki Çürüme ve “Ahlaksız Teklif” https://www.gercekgundem.com/yazarlar/atalay-girgin/2698/mebde-ahlki-curume-ve-ahlksiz-teklif

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder