Eğitim, Toplum, Siyaset, Edebiyat ve Felsefe Üzerine Haber, Yorum ve Eleştiri Yazıları
13 Mayıs 2018
08 Mayıs 2018
İktidarın Gizliliğe ve Yalana İhtiyacı Vardır
“Gizliliğe
ve yalana ihtiyacı vardır iktidarın”[i]
Roberto
Scarpinato (Palermo Başsavcısı)
Bugünkü savunmama
başlığını veren sorun hakkında düşünmeye başladığımda, birkaç yıl önce vuku
bulmuş bir olayı hatırladım. Bir Brezilya kentinde seyahatteydim ve sokakta
yürürken ufak bir kilisenin girişinde büyük kırmızı harflerle yazılmış bir
cümle gördüm. Şöyle yazıyordu: “Dünya, zalimler ve mazlumlar olarak ikiye
ayrılır: Sen ki buraya giriyorsun, sen hangi taraftasın?”
Bu cümle, insanı kendi
kendisi ve dünya karşısında hakikate bir davetti. Nitekim, üzerine her
birimizin kendini sorgulaması ve seçim yapması gereken hakikat tam da budur:
Dünya mazlumlar –şiddete, sömürüye, manevî ve maddî sefalete maruz kalanlar–
ile zalimler, yani toplumsal adaletsizliği ve ilk baştakilerin ıstıraplarını
doğuran iktidar sistemlerinin sorumluları şeklinde ikiye ayrılır.
Bu baskının failleri
iktidar çehreleridir: adaletsizliği alenen sergileyen diktatörlerin açık
çehreleri, kamu önünde cumhuriyetin meziyetlerini pohpohlayıp özelde iktidarı
kendilerinin ve ortaklarının hesabına zenginleşme maksadıyla kullanan hayâsız
kokuşmuş siyasî yöneticilerin riya ve yalan dünyasının maskeli çehreleri. Aynı
zamanda da, ötekilere cehennemi yaşatarak kendi yeryüzü cennetlerini inşa eden
büyük bankacıların ve hiçbir şeyi dert etmeyen kapitalistlerin çehreleri.
Dolayısıyla, hakikati
düşünmek, adaletsizliğin yaratılmasında güçlülerin sorumluluğunu düşünmek
demektir ve her birimizi tavır almaya çağırır. Ya zalimlerden yana, ya
mazlumlardan yana, ya da –maalesef çoğunluğun olduğu gibi– umursamazlardan
yana, yani ötekiler için kaygı duymaksızın sadece kendi tarafını tutanlardan
yana. En büyük İtalyan siyasî filozoflarından Antonio Gramsci, vahim sağlık
durumuna rağmen faşist diktatörlük tarafından on yıl boyunca tutulduğu
hapishanede, adaletsizliğin baş suç ortakları olarak işaret ettiği umursamazlara
karşı ateşli sözler sarf etmiştir.
"KABATAŞ YALANI"NI SAVUNANLARI UNUTMAYIN!
"Kabataş Yalanı"nı savunmak için yazılmış ve kendilerine gönderilmiş bir metni, birilerine "Emriniz olur efendim!" dercesine gazete köşelerinde yayınlamaktan zerre gocunmayan çemişleri unutmayın!
Unutmayın ve unutturmayın! Çünkü bu zerzevatlar, bu ülkede bir yalanı savunmak için muktedirlerin önünde ve ardında vecd içinde secde etmekte sınır tanımayanların ibretlik örnekleridir.
Bunların hepsi namuslu, hepsi dürüst, hepsi Müslüman, hepsi büyük gazetecidir! Bir yalanı savunmak için yırtınıyor olmalarına rağmen, hepsi de yukarıdaki sıfatlarla arz-ı endam eylemektedirler.
Bunlar kimler midir? İşte fotoğrafları...
"Kabataş Yalanı"nı ve yalancısını savunmak için " ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ Başlığını Atanlara ilişkin "ti"ye alan bir değerlendirme yazısı:
Hükümete yakınlığıyla bilinen gazetelerden 13 köşe yazarının bugün aynı başlıkla çıkan köşe yazılarının ardından tartışmalar sürerken, söz konusu yazarlar bu kez de eleştirilere yanıt olarak atacakları ortak başlığı belirlemek üzere bir araya geldiler. Toplantı öncesi bir basın açıklaması düzenleyen köşe yazarları, emir ve sipariş üzerine tek elden çıkmış yazılar yazdıkları iddialarına karşılık olaraksa yazı fontları ve yazar fotoğrafları arasındaki farkları delil olarak gösterdiler.
Comic Sans da var, Times New Roman da
Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen olayların geçtiğimiz yıl MOBESE görüntüleriyle çürütülmesinin ardından tartışmalar da büyük ölçüde sona ererken, seçim atmosferinde olayın tekrar gündeme taşınmasıyla birlikte Star, Yeni Şafak, Sabah ve Türkiye gazetelerinde de hummalı bir çalışma başladı. Bu doğrultuda aynı gün içinde ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ başlığını kullanarak ısrarla olayın gerçekliğini savunmaya çalışan 13 yazar ise Türkiye'de günün en önemli gündem maddeleri arasına girdi.
Aynı başlığı kullanmalarıyla ilgili gelen eleştirileri yarın yine ortak bir başlıkla yanıtlayacak olan yazarlar, bu akşam saatlerinde bir araya gelirlerken, grup adına ilk sözü alan Star Gazetesi Yazarı Halime Kökçe oldu. Haksız ithamlar nedeniyle hem üzgün hem de kızgın olduklarını belirten Kökçe, “Yani sanki bir yerden talimat alıyormuşuz gibi bir hava oluştu. İnanın anlamak mümkün değil. Bir başlık sadece kullanılan harflerden mi ibarettir? Şu yazılardaki font farkını da mı görmüyorsunuz? Paragraf boşlukları bile bir değil?" diyen Kökçe, kendisinin Comic Sans kullanırken meslektaşı Ahmet Kekeç’in Times New Roman’dan vazgeçmediğini gösteren Word dosyalarını kamuoyuyla paylaştı.
28 Nisan 2018
Paradigmanın İflası
Paradigmanın İflası
Yordam Kitap Basımına
Önsöz
Fikret Başkaya
Paradigmanın İflası Nisan 1991’de yayınlandı. Geride kalan dönemde
köprülerin altından çok sular aktı ve nice alametler belirdi... 1991 yılında
Kürt illerinde “olağanüstü hâl” yönetimi vardı. Bölge, bir “olağanüstü vali”nin
insafına terk edilmişti... Şimdilerde “Misak-ı Milli”nin
tamamında “olağanüstü hâl” rejimi
geçerli ve üstelik, “olağanüstü hâl” olağanlaşmış, şeylerin “normal haline” gelmiş bulunuyor...
Paradigmanın İflası yayınlandığı günden beri kitapçı raflarından hiç
inmedi. Kitabın mazhar olduğu bu istikrarlı ilginin nedeni, herhalde şeylerin
gerçeğine dokunan bir kitap olmasıydı. Geride kalan dönemde kaç basımı
yapıldığını bilmiyorum. Bugüne kadar da noktasına virgülüne dokunmadım, ne bir
ek yaptım ve ne de bir önsöz yazdım. Ta ki, Yordam Kitap’ın yayın yönetmeni
dostum Hayri Erdoğan, elinizdeki basım için benden bir önsöz yazmamı
isteyinceye kadar...
Yolun sonu: sürdürülemezlik
O halde sadede gelebiliriz.
Geride kalan dönemde iflas neden derinleşti, işler neden sarpa sardı, toplum yaşamının tüm
alanlarında gösterge ışıkları neden kırmızıya döndü veya dönmekte? Neden
ekonomik temel aşındı, sistem neden patinaj yapıyor? Neden tüm değerler aşındı,
kültür çürüdü, etik değerler yerlerde sürünüyor? Neden “değer ölçüsü” ve
“nirengi noktası” kayboldu? Neden toplum kimlikler temelinde kutuplaştı? Dinci
gericilik neden toplumu ve devlet aygıtını kuşattı? Ve neden artık
metalaşmamış, paralılaşmamış, özelleştirilmemiş, bir kâr aracına dönüştürülmemiş,
soysuzlaşmamış bir şey kalmadı? Ekolojik yıkım neden hızını ve yoğunluğunu
artırdı? Velhasıl toplumun üzerinde durduğu temel neden aşındı ve neden bir sürdürülemezlik
durumu ortaya çıktı? Bütün bu sorular,
şimdilerde neden despotik bir rejimin dayatıldığının cevabını da içeriyor
olmalıdır... Artık “burjuva demokrasisi”nin kırıntısının bile esamesi
okunmuyor!
Ülkenin gerçek “manzarası” böyle
olsa da, egemen söyle farklı. İktidar sahipleri Türkiye’nin harikalar
yarattığını söylüyor. Aslında ülkenin varını-yoğunu talan etme, yağmalama hususunda
harikalar yarattıkları doğrudur... Boşuna, nereye
bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir denmemiştir...
25 Nisan 2018
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)