Türkiye’de
Ateizm Ve Deizmin Kaynağı MEB
Atalay
Girgin*
Kafayı ateizm ve deizmle bozmuş olan dinci ve siyasal İslamcı çemişler, tam bir hastalık göstergesi olan saplantılı ve yanılsamalı bilinç hallerini her yere ve her şeye egemen kılma isteğinde sınır tanımıyorlar. Bunların başında da eğitim geliyor.
Zihinleri ve bilinçleri, dinsel temelli ve saplantılı, yanılsamalı
siyasal ve ideolojik kabullerle sakatlanmış olan bu dinci-siyasal İslamcı
çemişlere göre; Türkiye’de “ateizm ve deizmin”in “kaynağı MEB’in kitapları”ymış.
Hangi MEB’in? Hem de 4-6 yaş arasındaki çocukların Diyanet,
tarikat ve cemaatlerin dernek, vakıf, vb kurum ve kuruluşların Kur’an
Kurslarına teslim edilişine ses çıkarmadığı gibi, bunların sayısından bile
haberdar olmayan MEB’in…
İşte bu MEB’in söz konusu kitaplardaki “materyalist anlatım biçimi
gençlerimizi dinsiz ve ateist olmaya sevk ediyor”muş.
Peki; bu kitaplar ve dersler hangileriymiş? Dahası buna karşı ne
yapmak gerekiyormuş? El cevap: “Fen bilimleri Müslüman’ın bakış açısı ile
Kuran’ın anlatım tarzıyla yazılmalı”1ymış.
Açıkça anlaşılabileceği gibi bu cevapta birbiriyle ilişkili ve birbirini
tamamlayan iki temel unsur var. Bunlardan biri “Müslüman’ın bakış açısı”,
diğeri ise “Kur’an’ın anlatım tarzı”…
O halde, ateizmin ve deizmin kaynağı olan dersleri ve kitapları en
sona bırakarak, birincisinden başlayalım ve soralım:
Hangi “Müslüman’ın Bakış Açısı”?
Hadi bütün insanları geçtim. Çünkü dincilerin, siyasal İslamcı
çemişlerin “bütün insanlar” diye bir sorunu yoktur. Hatta kendi tarikatlarından
ya da cemaatlerinden değillerse; doğrudan ya da dolaylı bir biçimde maddi ya da
manevi herhangi bir çıkarları, beklentileri yoksa; lafzi ve kitabi olarak ahkam
kesmenin ve hamaset nutukları atmanın dışında, “bütün Müslümanlar” diye bir
derdi ve sorunları da yoktur.
Bakmayın siz onların, “Yaratılanı severim yaratandan ötürü”
sözlerine… Gerektiğinde, kendileri gibi olmayan Müslümanları tekfir etmekten de
katletmekten de kaçınmazlar ki geçmiş ve yakın tarih bunun örnekleriyle
doludur.
Hal buyken; zaman ve mekân üstü, içerisinde yaşadığı ve sürekli
değişen toplumsal gerçeklikten bağımsız olarak; her daim var olan, hiç
değişmeyen ve bütün Müslümanlar için geçerli bir “Müslüman bakış açısı” var
mıdır? Hele de sürekli değişim halindeki nesnel gerçekliği konu alan sosyal bilimler ve
doğa bilimleri konusunda…
Bu soruya; bilinci, yanılsamalı ve saplantılı kabullerle
sakatlanmış olanlar, dahası iki yüzlülük ve riyakârlığı mesken tutanlar
dışında, hiç kimse “Evet” yanıtı veremez. Çünkü her insan gibi, her Müslüman da
içerisinde doğup büyüdüğü ve yaşadığı toplumsal koşulların ürünüdür. Ve ortada ne tek bir Müslüman vardır ne de tek
bir “Müslüman’ın bakış açısı”… Yani Müslüman da çoktur, “Müslüman’ın bakış
açısı” da…
Peki; bu koşullarda, hangi “Müslüman’ın bakış açısı ile
yazılmalı”dır fen bilimleri ve dahası tüm ders kitapları?
Örneğin; IŞİD’li bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi
yazılmalıdır? Yoksa IŞİD’li Müslümanların katlettiği ya da esir alıp tecavüz
ettiği, pazara çıkarıp sattığı kadın bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?
İşkencehanelerde işkenceye uğrayan bir “Müslüman’ın bakış açısı
ile” mi yazılmalıdır bu kitaplar, yoksa ona işkence eden, işkenceci bir “Müslüman’ın
bakış açısı ile” mi?
Üzerinde doğup büyüdükleri ülkelerin yeraltı ve yerüstü
kaynaklarını ve içerisinde yaşadıkları toplumun insanlarını kapitalist sömürü
düzeninin yerli ve yabancı egemenlerine peşkeş çeken işbirlikçi ve devşirme bir
“Müslüman’ın bakış açısı ile” mi yazılmadır, MEB’in kitapları? Yoksa böylesi
Müslümanların ve yanaşmalarının ardında, tam bir aymazlıkla vecd içinde secdeye
duran bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?
Ya da; bu kitaplar, Mustafa Öztürk, Cemil Kılıç, İhsan Eliaçık,
Konca Kuriş, Bahriye Üçok, Hayri Kırbaşoğlu, vb bir “Müslüman’ın bakış açısı
ile” mi yazılmalıdır, yoksa çocukların ırzına geçen tacizci ve tecavüzcü
tarikat ya da cemaat şeyhi bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi? Yoksa bunları
tekfir edip kâfir ilan eden, Konca Kiriş gibi kişileri “mezar ev”lerde “domuzbağı”yla
öldüren bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?
Eğer bunlar yetmediyse… Fen bilimleri kitapları, “Yanmaz kefen”, “Nal-ı
Şerif” satan, nam-ı diğer Cübbeli Ahmet, vb gibi bir “Müslüman’ın bakış açısı
ile” mi yazılmalıdır, yoksa Milli Eğitim Müdürünün bile huzuruna çıktığı “Uçan
Şeyh” gibi bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?
Soruları daha fazla uzatmaya gerek yok… Açıkça anlaşılabileceği
gibi, diğer insanlar bir yana, aynı toplumda, aynı zaman ve mekân koşullarında
yaşayan bütün Müslümanlar için bile her daim geçerli ve değişmez tek bir “Müslüman
bakış açısı”ndan söz edilemez. En fazla öyleymiş gibi yapılabilir. Tıpkı, vaziyeti
idare edip “Köprüyü geçinceye dek ayıya dayı“ demek gibi…
Dolayısıyla, dinci ve siyasal İslamcı çemişler mevcut anlayış ve
bakış açılarıyla, propagandif amaçlı demagoji yapmanın dışında; bırakın fen bilimleri
kitaplarını, aynı dili konuşan bütün Müslümanlar için geçerli olabilecek tek
bir “Kur’an-ı Kerim Meali” bile yazamazlar. Ki bu güne dek de yazamadılar zaten…
Ama buna rağmen, o yere göğe sığdıramadıkları “Müslüman’ın bakış
açısı ile” fen bilimleri kitaplarının yazılması gerektiğini ve
yazabileceklerini vaaz ediyorlar. Hem de bunun “Kur’an’ın anlatım tarzı”yla
yapabileceğini iddia ediyorlar. Yerseniz, afiyet olsun!
Kur’an’ın Anlatım Tarzı
Peki; “Kur’an’ın anlatım tarzı”yla ve üstüne üstlük bir “Müslüman’ın
bakış açısı”yla fen bilimleri kitapları yazılabilir mi?
Bilim, kısaca ve en genel haliyle; belli bir alanda, bilimsel yöntemle elde edilen düzenli ve sistemli bilgiler bütünü olarak tanımlanır. Formel ya da ideal bilimler olarak adlandırılan matematik ve mantık dışındaki tüm bilimlerin konusu, sürekli değişim içinde olan nesnel gerçekliktir.
Özel olarak doğa ya da fen bilimlerinin konusu ise yine sürekli
değişen doğaya ilişkin nesnel gerçekliktir. Doğaya ait olup da insan
tarafından, doğrudan ya da dolaylı yol ve yöntemlerle bilme ve inceleme konusu
ve nesnesi yapılabilen her şey doğa ya da fen bilimlerinin kapsamı içerisindedir.
Genelde bilim, özelde ise her bilim dalının kendi alanında
bilimsel yöntemle elde edilen bilgiler ölçülebilirlik, sınanabilirlik, geçerlik
ve güvenilirlik kıstaslarını da dikkate alan, sistematik bir anlatım tarzıyla
ortaya konur. Bu anlatım tarzı, nesnesine bağlı bir biçimde ve yöntemli olarak elde
edilen bilginin hem akla dayalı, hem doğru, hem de mantıksal tutarlılıkla
aktarılmasını içerir ve gerektirir. Dahası eleştiriye de açıktır. Keza bu
anlatım tarzında, asla mübalağa, mugalata ve imgesel anlatıya sığınılmaz ve
buna yer yoktur.
“Kur’an’ın anlatım tarzı”ysa yukarıda söylenenlerin tam tersine
dayalıdır. İster Kur’an’ın bütününe bakılsın isterse tek tek surelere…
Görebileceğiniz şey, yeri geldikçe mübalağadan, yeri geldikçe mugalatadan ve
imgesel anlatıdan kaçınılmadığı, hatta bunların geneline sığınıldığıdır. Bu anlatım
tarzı ne bilimsel yönteme dayalıdır ne de bilimsel yöntemle elde edilmiş bilginin
aktarımına uygundur.
Zaten Kur’an da hiç kimseye bilimsel bilgi anlatmaz ve aktarmaz.
Bilimsel yöntemin ise kenarından bile geçmez. Çünkü o, bazı eser akıllı aklı
evvellerin ve ebced hesabıyla şifre arayışına girişen çemişlerce ileri sürülen
iddiaların aksine, asla bir bilim kitabı değildir. Bilim kitabı olmadığı gibi,
içerisinde ne herhangi bir gerçek vardır, ne de tüm varlığın gerçekliğinin
hakikati… O yalnızca, diğer dinlerin kitapları gibi, içerisinde anlatılanlara,
birilerinin inanması istenen bir kitaptır.
Oysa bilimde ve bilimsel anlatıda, konusuna ve nesnesine bağlı
olarak ortaya konulan bilgilere inanılması hedeflenmez. Birilerini inandırmak
için mübalağa, mugalata ve imgesel anlatıya da baş vurulmaz. Aksine elde edilen
bilgiler olabildiğince abartısız bir anlatıyla ve sistemli bir biçimde,
isteyenlerce ya da ilgililerince bilinmesi, öğrenilmesi, gerektiğinde itiraz
edilip eleştirilebilmesi, sınanabilmesi amaçlanarak ifade edilir.
Dolayısıyla, “Kuran’ın anlatım tarzı”yla bırakın MEB’in fen
bilimleri kitaplarını yazmayı, herhangi bir sosyal bilim kitabı, hatta edebiyat
kitabı bile yazılamaz. “Ben yazdım oldu” diyenlere ise Allah selamet versin.
Çünkü bu papaz eriğini zemzem suyuyla yıkayıp imam eriğine çevirmeye benzer… Bu
da afiyet olsun, yiyenlere…
Ateizm ve Deizmin
Kaynağı MEB Kitapları
Peki; MEB’in ateizm ve deizmin kaynağı olarak gösterilen ders
kitapları hangileriymiş?
Bu sorunun yanıtını, yazıyı daha fazla uzatmadan, ilgili derlerin
adlarını yazarak kestirmeden geçelim. Adlarını anmaya bile değmeyecek bazı
dinci ve siyasal İslamcı çemişlere göre “Fen
bilimleri, hayat bilgisi, biyoloji, kimya, fizik, matematik, geometri, astronomi
gibi derslerde”, “ateist dünya görüşü öğretiliyor”muş2.
Hatta bunlara coğrafya da dâhilmiş.
Peki; bu durumda ateist ve deist dünya görüşünü
öğrencilere aktaran, ateizm ve deizmin propagandasını yapan, ateist ve deist
öğrenciler yetiştiren öğretmenler kimler oluyormuş? Elbette yanıtı belli
sorunun…
Ama yine de yazalım: Tüm fen bilgisi ve hayat
bilgisi öğretmenleri; fizik, kimya ve biyoloji öğretmenleri; coğrafya ve
astronomi öğretmenleri ve dahası matematik ve geometri öğretmenleri ateist ve
deist dünya görüşünü öğretiyorlarmış.
Gördünüz mü bunların arasında ne felsefe dersi var ne de felsefe öğretmenleri… Yıllardır enselerinde boza pişirip, günah keçisine dönüştürdüğünüz felsefe dersi ve zavallı felsefeciler sıralamaya bile girememiş. Elbette boşuna değil bu… Çünkü felsefenin de felsefe öğretmenlerinin de defteri dürüldü çoktan… Şimdi sıra matematik, geometri ve fen bilimlerine geldi. Dahası bu ders öğretmenlerine de…
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder